UMUT ve İSTEK VARSA MUTLAKA OLUR

YAŞAR EYİCE *- KESTİRME YOK! Mehmet Çalık Tozbey paylaştı: ‘Her şey mümkün olabilir. Yeter ki içinde umut olsun. Çünkü gidilmeye değer, hiçbir yolun, kestirmesi yoktur. O yüzden, doğduğumuz andan ölene kadar sürprizler vardır!’ *- ‘CUMHURİYET’E SAHİP ÇIKACAĞIZ’ İzmir Büyükşehir Belediyesi, Cumhuriyet Bayramı’nın 102’nci yılı kapsamında farklı ilçelerde ‘Cumhuriyet Her Yerde’ kutlamalarını düzenlemeye devam ediyor. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Cemil Tugay da Menemen Gazi Mustafa Kemal Mahallesi’nde gerçekleştirilen kutlamalara katılarak Menemenli yurttaşların Cumhuriyet coşkusuna ortak oldu. Başkan Tugay, ‘Cumhuriyet'in kenti İzmir'in yurttaşları olarak Cumhuriyet'e ve milletimize sonuna kadar sahip çıkacağımıza söz veriyoruz’ dedi. İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür, Sanat ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı tarafından organize edilen ve her gün farklı bir ilçede yapılan kutlama, yurttaşlara Cumhuriyet gururu yaşattı. Kutlamalar, İzmir Büyükşehir Belediye Bandosu eşliğinde kortej yürüyüşü ile başladı. Başkan Tugay, ‘Üzerinden 102 yıl geçti. 102 yıl sonra bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşı olma onurunu yaşayan bizler, elbette ki Cumhuriyet'in değerini biliyoruz. Ancak şunu birbirimize söylemeliyiz; eğer biz bu mirasla gurur duyuyorsak, bugün içinde bulunduğumuz her ne sıkıntı varsa, onun için omuz omuza mücadele etmek zorundayız’ diye konuştu. *- ÖNCE ÖNEMSEMEDİM Hafta sonu iki misafirim vardı. Sanem Hanım Balçova’da, Sidal Hanım Alsancak’ta oturuyor. Sohbet arasında, ‘Arabanıza otopark yeri bulmanız mümkün değil, Tatil günleri ve yaz günleri de, Pazar günleri de buna dahil dedi. Yolların ve caddelerin bazı araç sahiplerine kiralandı, yani satıldı’ dedi Sidal Hanım… Sanem Hanım da kendisini destekledi ve kendisine ziyaret etmeye gittiğinde, Kültürpark’taki kapalı otoparkın bile dolu olduğunu, park etmek isteyenlerin birilerinin çıkması için kapı önünde beklemek zorunda olduğunu vurguladı. Pek önemsemedim. Herhalde Alsancak’a gitmediğimden olacak. *- KONUNUN ÖNEMİ Ama konunun ciddiyetini bana, bir İzmirli olarak Muammer Kantar anımsattı. Sanıyorum Bucalı Dr. Levent Köstem şunları yazmış: “Alsancakta yeni ama zihni sinir bir proje uygulamaya konuldu. Otoparklara kilitli demir bariyerler koyuyorlar ve bu otopark alanını İBB bir kişiye belli bir süre için satıyor. Adam akşam trafik sıkışıkken geliyor, otopark önünde duruyor, arabadan iniyor, kilidi açıyor ve tekrar arabasına binip geri geri bu alana giriyor becerebilirse tek hamlede ki zor bir kaç deneme sonunda park ediyor . Zaten sıkışık olan trafik iyice çileden çıkıyor kornalar bağırmalar vs . *- KUTLAMALI (!) Sabahta aynı tiyatro. Bu otopark alanları bir günde çoğu zaman üç dört kez boşalıp tekrar doluyordu. Üstelik ‘elektronik denilen, yapay zeka denilen, neler neler var ama kullanılmıyor’ dededen kalma demirli kilit sistemi kuruluyor. insanları deli etmek için ellerinden geleni yapıyor İBB. Kutlamak lazım bu çağda bu çok proje müthiş! Ayrıca kamu zararı ortaya çıkıyor ve yolları bazı insanlara yöntemi ne olursa olsun kiralamış oluyorlar. Her halde bazı hukukçular ya da baro bir dava açar. Ama yakında birileri dellenip balyozla bu demirleri kırmaya başlamaz ise...” *-PAYLAŞMAK İÇİ Indiana Üniversitesi'nden emekli Profesör İlhan Başgöz yazmış: “Uzun zamandır bir Amerika şehrinde yaşıyorum. Burası 70 bin nüfuslu küçük bir şehir. Her tarafı yemyeşil, en işlek caddeler, en yoksul mahalleler bile. Evlerin çoğu iki katlı ve bahçeli. Şehrin dört yanı ormanla çevrili. ‘Nedir bu yeşilin sırrı?’_diye hep düşünürdüm. Sonra bir olayla karşılaştım, yeşili kimin ve hangi usüllerle koruduğunu öğrendim. Sizinle paylaşmak istiyorum. *- SADECE BİR EV Yıllar önce bir ev yaptırmak istedim. İnşaattan hiç anlamam, ama anlayan bir akrabam var. Aklımı çeldi, ‘şehrin değerli bir yerinde güzel bir arsa var, alalım!’ dedi. Arsa dört tane bahçeli ev yapacak kadar geniş. Ancak şehir planında buraya bir ev yapılması uygun görülmüş. Bize’ belediyeye başvurun, belki iki eve müsaade ederler’, dediler. Biz de başvurduk. *- KOMŞULAR NE DİYOR? Belediye bize dedi ki: ‘Önce bütün komşularınıza iadeli taahhütlü bir mektup gönderecek ve bu arsaya iki ev yapmak istediğinizi bildireceksiniz, sonra komşulardan gelen cevaplarla birlikte filan gün tekrar bize gelin.' Komşularımıza birer mektup gönderdik, şimdi gelen cevapları özetliyorum; Bir komşu diyor ki; ‘-Evlerimizin önünden geçen yol dardır. Bu yoldan geyikler geçer. İki evin en az iki arabası olacağına göre dar yolun trafiği artacak. Geyikler tehlikeye düşecek.' *- KOMŞULARIN GÖRÜŞÜ İkinci komşumuz şöyle diyor; ‘-Biz çocuklarımızı her gün okula götürüp getiriyoruz, trafiğin çoğalmasını istemeyiz.' Üçüncü komşu; ‘Bu arsada iki büyük çam ağacı var. Bunlar kesilmemeli, sökülüp arsanın başka yanına dikilmeli.' Dördüncü komşu; ‘İki ev yapılırsa evler anayola arsa içinden bir yolla bağlanacak. Bu yol asfalt veya beton olacak. O vakit bu yolun iki tarafındaki ufak ağaçların köküne su gitmeyecek ve kuruyacak.' Başka bir komşu; ‘Evin planını görelim, bakalım bizim evlere yakışacak mı?' Bir başka komşumun derdi şu, önlü arkalı geniş bir bahçesi var ve etrafında çit yok. ‘Bana komşu gelirse bahçesini çitle ayırmasın. Ne o bahçesini sınırlasın, ne ben. Böylece geniş yeşilliğimiz kaybolmamış olur.' *- BU KADAR İNSAN! ‘Cevaplara şaştık Biz Türkiyeliyiz. Cevaplara şaşarak belediyeye gittik. Öyle ya, biz arsa alacağız, ev yaptıracağız! Kime ne? Benim yaptıracağım eve neden bu kadar insan burnunu sokuyor? Bu nasıl demokrasi? Oturup belediye ile konuştuk. Bütün istekleri yerine getirmeye söz verdik. Ancak geyikler için çözüm bulamadık. *- GEYİK CENNETİ Çevredeki ormanlar gerçekten geyik cenneti. Bu güzel hayvanlar yem bulamazsa şehrin kenar mahallelerine inerler, bahçelerdeki elmaları, şeftalileri yerler. Biz bazen bu hayvanlar için bahçeye meyve filan atarız. Bu ürkek hayvanlar ilkin bizi görünce kaçıyorlardı. Sonra alıştılar, kulaklarını dikip sürmeli gözleri ile bizi tartıyorlar, zarar gelmeyeceğine inanırlarsa kaçmıyorlar. *- GÜZEL SAVUNMA Komşuların mektuplarını gösterdikten sonra belediye bizden evin planını komşulara göndermemizi istedi. Gönderdik, planı belediye de inceledi. Planımız komşulardan olumsuz bir tepki almadı. Belediyenin karar vereceği gün projeyi savunmak bana düştü. Neler söylemedim? Bir göçmen kuş olduğumu, kentin bizi çok iyi karşıladığını, iki kızımın burada eğitildiğini, hiçbir kanunsuzluğa katılmadığımı, vergimi düzenli ödediğimi, bir eğitim kurumunda şehre hizmet verdiğimi filan anlattım. *- ÖRNEK ALINIRSAK Dinleyenler ‘Çok etkili oldu, karar olumlu çıkacak' dediler. Karar bildirildi. İlkin kentin kanun ve nizamlarına uyma gayretimiz için kibar bir şekilde teşekkür edildi. Sonra isteğimizin reddedildiği açıklandı. Sebep şuymuş: Bu bölgede bizimkine benzer çok arsa varmış, bize iki ev için müsaade verilirse, öbür arsa sahipleri de iki ev için başvururlarmış. Bize olur deyip onlara olmaz diyemezlermiş. Oralarda böyle geniş arsalara da ikişer ev yapılırsa şehrin yeşillikler içindeki görüntüsü bozulur, güzelliği gölgelenirmiş. *- SEVİNDİRİCİ SONUÇ Ben bu karara sevindim, üzülmedim. İşlerini bu kadar ciddiye aldıkları, şehrimizin üzerine böyle titredikleri için içim neşeyle doldu. Bir şehrin güzelliğini korumak ciddi bir işmiş. Neden güzel bir yerde yaşadığımı o gün anladım. Sonra belediyenin başka marifetlerini daha öğrendim. Bahçede ağaç kesmek yasakmış. Ağaç yaşlı ise yerine yenisini dikmek koşulu ile kesebilirmişim. Bahçe çimenleri uzar da kestirmezsem, belediye birini gönderir kestirirmiş, parasını benden alırmış. *- ALATURKALIK Neyse akrabam olan inşaatçı belediyeye yeni bir ev planı sundu. Alaturkalık bu ya (kendini Türkiye'de zannedip) çatı katına planda olmayan (kaçak) bir oda kondurmuş. Ertesi gün belediye bu odayı yıkmadığı her gün için 2500 dolar ceza keseceğine dair bir ihbarname gönderdi. Akrabam o gece uyumadı ve odayı yıktı. Ben bu yazıyı niye yazdım? Umarım ki belediye başkanlarımızdan biri okur da belki bazı şeyler öğrenir, belki de örnek alır. Acaba çok mu iyimserim, ne dersiniz?” *- JAPON YOLCU Sevinç Baran kalabalıkta bize oluştı ve anlattı ‘İstanbul Havalimanı metrosuna 75-80 yaşlarında bir dede bindi. Onunla göz göze gelmemek ve yer vermemek için herkes kafasını telefona gömdü... Görüntüdeki Japon, eşinin yanından kalktı ve elini tutarak onu yerine oturttu... Elin Japon’u bize ülkemizde insanlık dersi verdi!’ *- YER VERENLER Bu arada biz de Kenan Birgün’ün söyledikleri dinleyelim: “Merhabalar; Şubat ayında 5 günlüğüne Tokyo’daydım. Bu zaman zarfında ulaşım için tamamen raylı toplu taşımayı kullandım. Bir gün eşim ve ben boş bulduğumuz koltuklarda yan yana oturuyorduk. Birkaç durak sonra üç yaşlı hanımefendi bulunduğumuz vagona bindi. Eşim, küçük kızımızı emziriyor olduğundan bir tepki vermedi, ama ben refleks olarak hemen ayağa kalktım ve bana yakın olan hanımefendiyi kalkmış olduğum koltuğa buyur ettim. Bu sırada Japonya vatandaşları ne mi yapıyord? İnanın filmlerde gördüğünüz gibi, cep telefonları yüzlerinden 10-15cm uzaklıkta, ekranda ne varsa hareketsiz bir şekilde onunla ilgileniyorlardı. Sadece yanımızda ve karşımızda oturan iki kişi daha benim hanımefendiye oturması için de yardım ettiğimi görünce ayağa kalkarak diğer yaşlı kişilere yer verdiler. *- BALIKÇI BİLİYOR Senih Özsoy, ‘Yengeç sepeti sendromunu bilmiyordum! Siz biliyor muydunuz?’ diye sorduklarından sonra anlatıyor; “Sepetinizde 1 tane yengeç varsa mutlaka kaçarmış! Fazla sayıdaysalar hiçbiri kaçmazmış! Kumsalda yürüyen bir adam, avlanan balıkçıya yaklaştığında kova içerisindeki yakalanmış yengeçleri görür. Kovanın üstü açıktır, kapağı yoktur. Bu durum onu şaşırtır, çünkü yengeçlerin kaçabileceğini düşünür. Balıkçıya sorduğunda ‘Evet, tek bir yengeç olsaydı, kesinlikle kaçardı. Ancak, pek çok yengeç varsa, biri kaçmaya çalıştığında diğerleri onu yakalar, kaçamayacağından emin olur, geri kalanlar da aynı kaderi yaşarlar.’ yanıtını alır. Tek yengeç kapaksız kovadan rahatlıkla çıkabilirken sayı arttıkça kaçış imkânsızlaşır. Çünkü birbirlerini yukarı itmek yerine, aşağı çekerek engellerler. Sonunda kimse kazanamaz. Bu durum, “Yengeç Sepeti Sendromu’nun” çıkış noktasıdır. *- HASETLİK ve KISKANÇLIK Filipinliler arasında popüler olan kavram, ilk olarak aktivist yazar Ninotchka Rosca tarafından kullanılıyor. ‘Ben sahip değilsem, sen de olamazsın!’ “Ben başaramıyorsam, sen de başaramazsın.” Anlayışını ifade eder. Bazı insanlar, bencilce davranarak hırslarını ön plana alarak başarmanın yolunun başkalarını geride tutmak olduğunu düşünürler. Kendileri ulaşamıyorsa, sizin de hayalleriniz, hedefleriniz uzak olmalıdır. İstekleri budur. Rekabetçi duygularla, hasetlik ve kıskançlıkla çabalarınızı sabote etmeye çalışırlar. *- AMBARGO KOYULDU Sevgili Muammer Kantar yine bir paylaşımda bulundu: Birlikte okuyalım: “20 Temmuz 1974'te Türkiye ‘Barış Harekâtı" adı altında TSK'yı Kıbrıs'a çıkardı. Bugünkü sınıra kadar adanın kuzeyini ele geçirdi. ABD'nin karşı çıkmasına rağmen gerçekleşen bu harekâtın faturası 'TSK'ya silah ambargosu konularak' kesildi. ABD ve NATO ülkelerinden TSK'ya artık tek bir cıvata bile verilmeyecek, satılmayacaktı. *- MİLLİYETÇİ CEPHE 31 Mart 1975'te MHP, MSP, CGP ve AP 1. Milliyetçi Cephe hükümetini kurdu. Başbakan Süleyman Demirel'di. Bir gün, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar, Başbakan Demirel'e geldi. Org. Sancar'ın elinde bir metal çubuk vardı. Başbakan'a asker selamı verdikten sonra Sancar elindeki çubuğu Demirel'e göstererek, 'Sayın Başbakanım, suçluyu getirdim' dedi. Demirel sordu: - Paşam, hayırdır? Elinizdeki çubuğun kabahati ne? - Sayın Başbakanım, askerî savaş uçakları, havada arızalanınca, bildiğiniz gibi, pilotlar otomatik paraşütle atlar. İşte bu çubuk, o sistemi harekete geçirir. - Peki anladım Paşam da, bu çubuğun suçu nedir? - Bu çubuk, otomatik paraşüt sistemini çalıştıran parçalardan birisi. Bu çubuk olmadığı için, pilotlar, uçağa binmek istemiyor. Yani, risk almak istemiyorlar. - Paşam, çubuğu satın alalım. - Satmıyorlar - Satmayan kim? - Amerikalılar. - Biz yapalım. - Yapamayız, çünkü patenti bizde değil. - Anlaşıldı Paşam... *- ÖYLEYSE! Demirel Başbakan olduğunda kucağında bulduğu 'silah ambargosu' nedeniyle hem üzgün, hem öfkeliydi. Ankara'ya gelen dönemin Dışişleri Bakanı Kissinger ve daha sonra Brüksel'de konuştuğu ABD Başkanı Ford'a ambargonun ABD ile Türkiye arasındaki ilişkileri germesinin yanı sıra TSK'nın savaş gücünü zayıflattığını, bunun dolaylı olarak NATO gücünü de zaafa uğrattığını anlatmıştı. 'Bizi istemediğimiz sert tedbirler almaya zorlamayın' diye uyarmıştı. Fakat... Sonuç alınamamıştı. Bunun üzerine Türkiye, 25 Temmuz 1975 tarihli Bakanlar Kurulu kararnamesiyle 'Türkiye'deki sayıları 21'i bulan bütün ABD üs ve tesislerini' kapattı. İncirlik'i ise sadece NATO kullanabilecekti. Bu 'sert ve kararlı' tavır ABD'yi epey sarsmıştır. Ambargo 1978'de ABD kongresi kararıyla kaldırıldı. (Başbakan Bülent Ecevit'ti.) *- İTİBAR MESELESİ Türkiye'deki kapatılmış üs ve tesislerin -İncirlik dahil- yeniden Amerikalılar tarafından kullanıma açılması ise 12 Eylül generaller yönetimi tarafından alınan kararla mümkün olmuştur. (18 Kasım 1980)" İşte size birilerinin aşağıladığı ‘eski Türkiye’den kesit… Bugün yapacağımız tek eylem; Devletin itibarını düşünerek geri adım atmadan dik durabilmektir. Çünkü bu devlet meselesidir, çünkü bu Türkiye'nin itibarı meselesidir. *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BAŞIMIZ SAĞ OLSUN! ACIM BÜYÜK! BOLU'DAKİ OTEL YANGININDA 66 İNSANIMIZI KAYBETTİK

KİTAPLARIN ANLATAMADIĞINI ANLATIYOR

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...