MERAK ETME, HİÇ SORUN ÇIKMADAN TIKIR TIKIR İŞLER

YAŞAR EYİCE *- ‘İYİ OLMAK!’ Bir okuyucum gönderdiği mesajında, ‘Gençler, bu soruları sormak zorunda olmadıkları bir yaşam istiyor!’ diyerek sıralamış… Bir ikisini paylaşayım, irdeleyelim; Okuyucum diyor ki; ‘Mezun olduğumda iş bulabilecek miyim?’ Bu sorunun cevabı birçok faktöre bağlı ama umutlu olmak için güçlü nedenler de var İş bulma ihtimalin; hangi alanda eğitim aldığın, becerilerin, staj deneyimlerin, iletişim ağın ve iş piyasasının o dönemdeki durumu gibi etkenlere göre değişir. Daha net bir değerlendirme yapabilmemiz için birkaç önemli soru sorabiliriz; - Hangi bölümden mezun oluyorsun? - Şu ana kadar yaptığın stajlar, projeler veya gönüllü çalışmalar var mı? - Hangi şehirde veya ülkede iş aramayı planlıyorsun? - Hedeflediğin sektör veya pozisyonlar neler? Ama şunu unutmayalım: Mezuniyet sadece bir başlangıç. Kendini geliştirmeye devam ettiğin sürece iş bulma şansın hep artar. Şimdiki zamanda ne yapılıyor? Öncelikle gerekli birime ‘CV’ dedikleri, kendinle ilgili bilgilerin, yani özgeçmişin olduğu bir kağıt parçasını, fotoğrafını falan ekleyerek veriyorsun. Bunu da ‘6 numaralı dosyaya!’ koyuyorlar. Bu dosya ve numarası benim uydurmam… ‘Çöp sepeti’ demeye dilim varmıyor… Aslında bu baştan savma olarak da nitelenebilir. Yani bir anket yapın bakalım, (CV) sini verip, işe yerleşen kaç mezunumuz var. ‘İş tecrübesini’ soruyorlar gençlerimize… Okumaktan, eğitim ve öğrenimlerini tamamlayıp, diploma sahibi olmaktan başka bir gayesi olmayanların, nasıl iş tecrübesi olabilir. İş verin, eğitin ondan sonra sorun bu soruyu be kardeşim! Geçenlerde açıklandı ben de bu konuyu ele almıştım. Yüzlerce gencimiz yüksek tahsilini yarıda bırakmış, yani üniversiteye gitmekten vaz geçip, dersleri yerine inşaatlarda ya da şurada burada kol gücü ile çalışmaya başlamış. Birincisi ‘fakir- fukaralık’ yani yoksulluk, açlık sofuluğu bozarmış, bunlarda ise açlık, parasızlık, yetersizlik eğitimi bozmuş, bıraktırmış. İkincisi ise, ‘eşin, dostun’ yani halkın değişiyle ‘torpilin’ yoksa iş bulma imkânının olmadığını yakınlarından ve ‘ağabey’ ya da ‘ablalarından’ önceki mezunlarından öğrendiği, duyduğu için, ‘moral bozukluğu!’ Dilim varmıyor ama bir de ne var? Yeterli eğitimi verecek akademisyenlerin sayılarının da Türkiye şartları ve üniversitelerine göre istenilen derecede olmaması da bir etken… Neden hep, ‘İyi üniversite!’ ya da ‘İyi doktor’, ‘İyi mühendis’ diyoruz… Mesleğin başına ‘İyi’ kelimesini getiriyoruz, halk olarak, işveren olarak… İşte bu ‘İyi’ eki, ya da takısı var ya, bu da başka bir engel gençlerimizin önünde… *- ANNEYE ÖDÜL LAZIM Belki yarın öbür gün konu olur, medyaya… ‘Kim milyoner olmak ister?’ diye bir televizyon programı var. Şanlı Urfa’dan bir üniversite öğrencisi kız yarışmaya girdi. Sunucu Oktay Kaynarca, tanışma faslında sordu: ‘Kaç kardeşsiniz? Yanıt; ‘Tek anneden, 5’i erkek, 9 kız kardeşiz!’ Sunucu hayrete düştü, benim gibi. Daha sonra şunu öğrendik; ’50 yeğenim var!’ Ben de ‘Ciddi mi?’ diye merak ettim. Evet doğru… Yarışmaya ‘İngilizce Bölümünü’ bu yıl bitirecek, yani son sınıf öğrencisi ile gelen yeğen de halasından bir yaş büyük… Bayramlarda bir araya geliyorlar, büyükannenin ya da büyükbabanın evinde… Kalabalığı düşünün artık… Memleketimizden bir örnek olarak bu Hülya isimli kızımız, sorunun yanıtı Yahya Kemal Beyatlı’yı bilemeyince yarışmadan çekildi ve yine de 30 bin lira kazanmış oldu. Acaba diğer kardeşlerin ve yeğenlerin durumu nedir? Acaba bu yarışmacı kızımız Hülya, bırakın yeğenlerini, kardeşlerin isimlerini anında anımsıyor mudur? Bir mahalle halkını ya da, yeni bir köyün oluşmasını sağlayacak kadar büyük bir nüfusu sağlayan Hülya’nın annesini herhalde ‘ödüllendirmek’ lazım! Unutmadan belirteyim, üniversite öğrencisi, Urfalı yarışmacı Hülya, ‘Bir ya da iki çocuklu ailelere şaşırıyorum!’ diyor, bizim kendisinin anlattıklarına şaşırdığımız gibi… *- İŞTE BAZI SORULAR Yazıma, bir okuyucumun ‘Gençler, bu soruları sormak zorunda olmadıkları bir yaşam istiyor!’ diyerek sıraladıklarından biriyle başladım. Şimdi, bir ikisini de arka arkaya sıralayayım: - 20’li yaşlarım, geçim sıkıntısı ile geçmek zorunda mı? - Gençliğimi ne zaman yaşayacağım? - Geleceğim hakkında söz hakkım var mı? - Her şey bu kadar zor olmak zorunda mı? Bunlar şimdilik yeter! Birkaç tane de siyasiye kaçan hukuki sorular var, ama her ihtimali göz önüne alarak, ‘Zülfi yâre dokunur!’ diye, bunları geçiştiriyorum. Bazı gençlerin, ‘Zülfi yâre dokunmak!’ tümlecini bileceğini düşünmüyorum, en iyisi, bu güzel ifadeyi anlatmaya çalışayım: ‘Zülfi yâre dokunur’ hem mecazi hem edebi anlamlar taşıyan, derinlikli bir beyit parçasıdır. Genellikle divan edebiyatında veya halk şiirinde geçen bu tür sözler, hem aşkı hem acıyı hem de zarafeti bir arada anlatır. Bu ifade, sevgilinin saçının (zülfü) yaraya dokunmasıyla hem acıyı artıran hem de o acıyı güzelleştiren bir durumu betimler. Yani aşkın verdiği acı, sevgilinin varlığıyla daha da anlamlı hale gelir. Aynı zamanda ‘zülfü yâre dokunmak’ bazen mecazi olarak, bir sözün ya da davranışın birinin kalbini incitmesi anlamında da kullanılır. Ben burada, mecazi anlamını kullandım. Zaten dilimize geçen ve halk tarafından kullanılan da, ‘Zülfi yâre dokunmak!’ sözü mecazi anlamıyla bilinir. Bu temayla yazılan şiirler de bulunuyor. Klasik eserlerde de örnekleri var. *-ENGELLERİ ATLAYARAK Ne yazık ki, zamanımızda bırakın gençliği yaşamayı, çocukluğu yaşayanların bile olmadığını biliyor, görüyoruz. Çocukların oynayacağı alanlar artık beton yığını oldu. Yani yok! Anaokullarının sayıları kısıtlı. Bırakın oynama alanlarını, kaç kez tanık olduğum, duyduğum, okuduğum gibi, çocukların arkadaşları bile yok! Bu şartlarda olacağı da yok gibi… Ancak okula gittiklerinde arkadaş edinebiliyorlar. Bu kez bir de ‘akran zorbalığı’ ile karşı karşıya kalıyorlar. Gençlik nasıl yaşanır? Tabi ki her şeyle olduğu gibi parayla! Paran ve işin varsa, gençliğini de yaşarsın, özetle hayatı da… Ben böyle diyor ve düşünüyorum. Çünkü, tiyatroyu, sinemayı, operayı bir yana bıraktım. Bir yerde oturup, sohbet imkânı bulacağın bir kafeye oturmak bile para istiyor… Artık ne demek istediğim apaçık ortada diye düşünüyorum. Geleceğini insanlar kendileri eğitimleri, çalışmaları, dirençleri ile hazırlar. Ama nedense artık bu ‘Şans’a bağlı… ‘Aman iş bulayım!’ ya da ‘Ne iş olursa yaparım!’ mantığıyla hareket edilirse gelecek hakkında söz sahibi olamazsınız. Rüzgar sizi sürekler…. Ama kayalara çarparsınız, ama uçarsınız, yelkenleriniz açılır güzelliklere doğru… Artık diğer soruların yanıtını kendinize, çevrenize göre verin… Bakalım ‘olumlu’ ve ‘güzel’ düşünen kaç kişimiz çıkacak? *- BELKİ ÇOCUKLAŞAN BİR BÜYÜK Şimdi de size, bir çocuğun, Tanrı’ya mektubunu paylaşacağım: Çok ‘düşündürücü’ bir mektup! ‘Yüce Tanrım; Şeytan’ı emekliye ayır, Tüm canlıların beyninden, ‘kötülük’ merkezini sil, Tüm dünya güzelleşsin, Sen de ‘keyfine’ bak! Durum bu kadar basit! Yüzbinlerce peygamber, milyonlarca haham, papaz! Milyonlarca camii, havra, kilise! Her canlıya bir melek, Her canlıya bir emel defteri, Cennet, Cehennem! Ne gerek var?” Sevgili okuyucularım, bu mektubu belki sizde biliyor ve okumuşsunuzdur. Ana fikri belirttiğim gibi düşündürücü!... Bana kalırsa bu satırları bir çocuk yazdı belki, ama bu fikirleri ve bazı sözcükleri bilmesi, yazısında, anında sıralaması imkânsız gibi… Yaratıcılık, yazmak, bir düşünce mahsulü… Bir çocuğun bunları bilip, anlatması, yazması bana imkânsız görünüyor… Belki de çocuklaşan bir büyüğün satırları bunlar… *- 40 YAŞINI GEÇİNCE Şu ana kadar gençlerden söz ettik. Peki ileri yaşların ilk basamağı, olan 40’lı yaşlara gelelim. Burada ‘Yaş 35’ şiirini ele alacaktım ama önce 40 yaşını geçenlere seslenelim: Bu yaşa ulaşmış ve geçtiyseniz; Öncelikle; Düşme, üşütme, durma, az ve öz yemek ye, sebze ye, iyi uyu! Herhalde bunları biliyorsunuzdur: Devam edeyim: Asla yalnız yaşama, Daha fazla dostun olsun, Stresi akıllıca yönet. Az eleştir, Her şeye kızma, Yargılama, Affet, Az konuş, Sağlığa öncelik ver, Atatürk düşmanı virüslerden uzak dur!’ *- SİZİN ELİNİZDE Az önce, ‘35 yaş şiirinden’ söz ettim, 40 yaştakilerden söz ederken. İşte ‘35 Yaş’ temalı özgün şiir: Öncelikle şunları da belirtmek istiyorum: İsterseniz bu şiiri bir mektuba, doğum günü mesajına ya da bir sahne performansına da dönüştürebilirsiniz. Şiirin duygusunu kendinize ruh halinize göre, biraz daha neşeli, hüzünlü ya da nostaljik bile yapabilirsiniz. Bu sizin elinizde, ‘Yapamam, beceremem’ derseniz, buna nasıl yanıt vereceğimi bilemiyorum. Şimdi ‘şiir’ zamanı! Otuz Beş Yaşın Eşiğinde… Otuz beş yaş… ne garip bir durak, Gençlikten bir adım, yaşlılığa uzak. Aynada tanıdık, ama biraz yabancı, Zamanın izleriyle konuşan bir sancı. Hayaller hâlâ canlı, ama daha temkinli, Cesaret yerini almış biraz düşünceli. Kalp eskisi gibi çarpıyor belki, Ama bilir artık neyin gerçek, neyin hayali. Dostluklar süzülmüş, öz kalmış elde, Kalabalıklar değil, bir çift söz yeter her derde. Aşk da başka bir dil konuşur şimdi, Derin, sessiz, ama bir o kadar kıymetli. Otuz beş yaş… ne güzel bir eşik, Geçmişin dersleriyle geleceğe ışık. Ne gençliğin telaşı, ne yaşlılığın hüznü, Tam ortasında hayatın, en gerçek yüzü… *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BAŞIMIZ SAĞ OLSUN! ACIM BÜYÜK! BOLU'DAKİ OTEL YANGININDA 66 İNSANIMIZI KAYBETTİK

KİTAPLARIN ANLATAMADIĞINI ANLATIYOR

NASIL OLUR, AKHİSAR YAĞI , AYVALIK YAĞINDAN PAHALI OLUR? İŞTE YANITI!