TÜRK BAYRAKLARINI, BAYRAMDA DA ASMAYAN ŞÜPHELİLER
YAŞAR EYİCE
*- ‘ŞEHİT’ Mİ VAR?’
Bir milli bayram günü Çiğli’de, akraba ziyaretlerindeydim.
Dini Bayramlarda olduğu gibi ‘hararetli bir şekilde 30 Ağustos’u kutluyorduk, İstasyon altında.
Yönetici dört katlı aile apartmanına böyle önemli günler için boydan boya kaplayacak şekilde Türk Bayrağı ile asmıştı.
Ayrıca her dairenin pencerelerinde de bayraklarımız asılıydı, aynen benim Bornova Küçükpark’taki dairemde olduğu gibi.
Akrabalarımızla buluşmak için apartmana girmeden önce, ileri yaştaki bir kadın beni durdurdu ve ‘Bu bayraklar neden?’ diye sordu.
Şaşırdım;
‘Bugün Bayram!’ dedim,
Kadıncağız, her nedense, ‘Milli Bayramımızı, 30 Agustos’u unutmuş, ya da böylesine büyük bayraklarla süslenmiş bir bina görmemiş olacak ki, ‘Ben de üzüldüm, bu apartmanda şehit var sanmıştım!’ dedi.
Konuyu Şerif Yağcı Uğur’la konuşmuş, durumumuza ‘ağlayalım mı, gülelim mi, üzülelim mi?’ diye karar verememiştik.
*- İÇİMİZDEKİ HAİNLER
Yine çok iyi anımsıyorum;
Karşıyakalı Sarışın Bornova Belediyesi’nden ‘neredeyse bir apartman boyunda Türk Bayrağı’ temin etmişti.
Sevgi Yolu’nun ortasındaki Bornovalı tanıdık bir esnafa ‘asılması’ için teslim etti.
Hatta Bornova Belediyesi Başkanı Mimar Olgun Attila, ‘Siz bunu asmakta zorluk çekebilirsiniz, isterseniz biz size yardım edelim!’ demişti.
Sonuçta geniş yolda, Tire urganı denilecek taşıyıcı gücü fazla olan bir iple, karşılıklı iki apartmanın beşinci katlarından yararlanılarak şanlı Türk bayrağımız asıldı.
İki – üç gün sonra bayrak yoktu.
‘Ne oldu?’ diye sorduğumuzda, bazıları gelmiş, ‘bakın biz size yardımcı oluyoruz!’ diyerek Bayrağı indirmelerine söylemiş.
Ben de, ‘Nedir bu yardım?’ falan diye sordum.
Yanıt benim içimi acıttı, hala unutamıyorum
‘Teröristler gelir, dükkanlarınızı bombalar!’
Yani korkutmuşlar…
Bu nasıl olur, olabilir?
‘Eh be kardeşim, ‘Bu hayırseverler!’ var ya, teröristlerin alası idiler. Korkacağınıza neden hemen hesabını sorsalardı, ‘Siz ne oluyorsunuz?’ diye, ‘Neden hemen polise haber vermediniz?’ diye sormuştum…
Böyle günlerimiz de olmuştu…
Dedim ya, hala içimde bir uhde olarak kaldı bu ‘Bayrak kaldırma!’
Yine kabul edemediğim bir olayı söyleyeyim:
*- NEREDE BU BAYRAKLAR?
Yüzlerce değil binlerce Türk bayrağı ama belediyeler, ama kurumlar aracılığıyla dağıtıldı.
Hatta halâ özellikle esnafa dağıtılıyor.
Siz kaç esnafın bu dağıtılan bayraklarını, yasaya rağmen astıklarını görüyorsunuz?
Nerede bu bayraklar?
Daha ağır yazacağım ama nafile?
Çünkü bazı yerlerde esnaf ya da mal sahipleri Türk değil ki!
İzin alan da var almadan kafasına göre hareket eden de…
Bunlar mutlaka ve mutlaka belirlenip, ben Türk vatandaş olarak bunlara ‘Neden?’ sorusu ile hesap sorulmalıdır.
Her gün yüzlerce özellikle ‘Yeşil Pasaportlular’, yani devletten maaş alarak ailelerini ve kendilerini geçindirenler.
Ya da görevli olarak örneğin Yunanistan ve adalarına gidenlerin evlerine, kapılarına, balkonlarına bakın bakalım, kaçı Milli Bayram ve Türk Bayrağı hassasiyetini gösteriyor…
Pencereden başınızı çıkarın karşıya bakın, kapınızdan çıkınca apartmanınıza dönüp bakın…
Ben bunlara tek cümle ile yanıt vereceğim;
‘Yazıklar olsun size!’
‘Haram olsun!’ diyeceğim başım ağrıyacak!
*- ARAMIZDAKİ FARK
Memleket gündeminin altında ezildiğimizi zannederken...
Vah tüh, ‘tarihin ne fena bir dönemine denk geldik!’ derken...
Tam da bugün...
103 sene önceki şartları bir hatırlasak mı?
Yunan ordusu 200.000 asker, bizimkiler Ağustus'ta anca 186.000.
İngilizlerin donattığı Yunanların 1.500 kamyonu, 200 otomobili, 11 uçağı, 250 ambulansı, hastane gemisi ve hatta hastane treni var.
Bizim gaziler ise ilaç yokluğundan dolayı ‘uyuşturulmadan’ ameliyat ediliyor.
Tren deseniz 18 kıytırık lokomotif var elimizde.
Hızı mı?
30 km.
Odun bittikçe yolda durup ağaç kesiyor, öyle ilerliyorlar.
Bir kaç uçağımız o derece gariban ki gövdesi ve kanatları özel bir keten kumaşla kaplanması gerekirken bizimkiler kaput bezi.
Özel de bir yapıştırıcı lazım üstelik.
E o da yok.
Bezin gerginliğini ve kayganlığını sağlamak için kaynatılmış patates kabuğu ve paça suyu sürüyorlar.
Bu tenekelerle uçuyor bir avuç pilotumuz.
*- ‘BAYRAĞI İNDİRİN!’ KAFASINDAKİLER
İzmir'i geri alana dek Mehmetçiğin yürüdüğü mesafe 450 km.
Doğru dürüst üniforma yok, ayaklarında altı erimiş çarıklar.
Hamdi dedemin notlarından biliyorum, tüfekleri omuzlarına iple asıyorlar. Top tüfek sayısına, hava durumuna girmiyorum bile.
Bir Fransız diplomat taarruz öncesi sahte bir şefkatle diyor ki,
‘Ah dostum, azminizi ve sabrınızı temsil eden kağnı kollarını hayranlıkla izledim.
Ama gerçekçi olun ve bizimle uzlaşmaya bakın.
Kağnı kamyonu yenemez!"
*- UMUDUMUZ BİTMEMELİ
Sevgili dostlar, 30.Ağustos her hangi bir zafer değildir.
Kağnının kamyonu, çarığın postalı çatır çatır yendiği yerdir.
Bugün, bu topraklarda, ‘her ne olursa olsun!...’
Bakın tekrar edeyim, ‘her ne olursa olsun’ , umudumuzu yitirme hakkımız yoktur.
Bu, kendilerinden sonraki kuşaklar için tereddütsüz canını feda eden o çarıklı kahramanlara ve bu vatanın kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk'e gönül borcumuzdur.
Büyük Taarruzun 103.yılında rahat koltuklarımızda oturup şikâyet edeceğimize, ‘Ben bu ülke için ne yapabilirim?’ sorusunu sormak zamanıdır.
Çünkü ‘vatan’ bizim.
Çünkü, ‘emanet’ bizim.
Kutlu olsun…
*- EVLİLİK NEDİR?
Bazı gelişmelere, slogan atanlara, hadsizlere, kendini bilmezlere, aklınıza ne gelirse onlara, bunlara, gelişmelere iyici sinirlendiğimi fark eden ‘aykırı hukukçu’ Senih Özay beni rahatlatmak, güldürmek için biriktirdiği notları anlatıyor:
“Melih Cevdet'e sormuşlar, ‘evlilik nedir?’ diye.
‘Eskiden’ demiş, ‘Kız tarafının ve oğlan tarafının ailesi bir araya gelir, yeni çiftin kuracağı yuva için beraber hazırlık yapılır, beraberce yeni ev düzülürdü.
Tabii o zamanlar evler genelde bahçe içinde müstakil evlerdi.
O yüzden buna 'evlenmek' denirdi.
Şimdi ise yeni evliler apartman dairelerinde yani katlarda oturuyorlar, bu yüzden artık evlilik ‘katlanmaktır!...’
*- YENİ OLAN
“Bir adam karısına arabasının kapısını tutuyorsa emin olabilirsiniz.
Ya arabası yenidir, ya da karısı!..
Bir genç babasına sorar;
‘Baba evlenmek kaça mal olur?’
Baba cevap verir:
‘Bilmiyorum oğlum, ben hâlâ ödüyorum.'
Günümüzde evlilik döngüsü; açılış, saygı duruşu, cicim ayı, geçim ayı, trip ayı, didişme ayı, kavga ayı, ayı oğlu ayı ve kapanış.
Bir kavgadan sonra kadın kocasına bağırır:
'Seninle evlendiğimde tam bir aptalmışım…’
Adam cevap verir:
'Evet âşıktım, fark edemedim.'
Evliliğin ilk yılında adam konuşur kadın dinler, ikinci yılında kadın konuşur adam dinler, üçüncü yılında her ikisi de konuşur, komşular dinler.
Delikanlı sorar:
‘Evlilik güzel midir dede?’
- Güzeldir oğul, karın dert ortağın olur..
‘İyi de benim derdim yok ki, dede…’
- Evlenince o da olur!..’
*- BİLGE ve EVLİ
Erkek, karısının söylemediği her sözcüğü anladığı andan itibaren gerçekten evlidir...
Eğer haksızsanız ve susuyorsanız bilgesiniz.
Eğer haklıysanız ve susuyorsanız evlisiniz!
Fadime Temel'e seslenir:
‘Temel şu kuzuyu kes de sana akşama nefis yemekler yapayum…’
‘Niçun?’ diye soran Temel’e Fadime öfkelenir:
‘Evliliğimizin onuncu yılı daaa…’
Temel umursamaz tavırla reddeder:
‘Benim hatamı kuzu niye çeksin?!.’
Eğer bekârsan her yerde mutlu çiftler görürsün.
Eğer evliysen her yerde mutlu bekârlar görürsün...
Evlenmeden önce gözünüzü dört açın evlendikten sonra yarısını kapayın!..
*- TAMİR ve ÇÖP
Evlilik fırtınalı bir denizse, bekârlık da bulanık bir bataklıktır.
Mutlu evlilik kısa gibi gelen uzun bir konuşmaya benzer.
Yaşlı çifte sorarlar:
‘Tam 65 yıl.. Bunca sene, nasıl evli kaldınız?’
Yaşlı çift cevap verir:
‘Bizim zamanımızda kırılan şeyler tamir edilirdi, şimdiki gibi hemen çöpe atılmazdı...’
*- PUTİN’DEN TRUMP’A
Putin, Trump'a mRNA aşılarını biyolojik silah olarak ifşa eden 25.000 sayfalık bir dosya verdi.
Temel suçlama:
Pfizer ve Moderna'nın enjeksiyonları ilaç değildi - savaş aracıydı.
Her şeyin merkezinde Bill Gates duruyor.;
‘Onu tutuklama zamanı!..’
*- RUS BİLİM İNSANLARININ BULGULARI
Rus bilim insanları, biyokimyacılar ve istihbarat birimleri Pfizer ve Moderna'nın programları hakkında yıllar süren adli soruşturma yürüttü. Onların bulguları:
Aşılar sivil sağlık tedavilerinin değil, askeri düzey biyolojik ajanların yapısal ve operasyonel profillerini paylaşıyor.
Dağıtım, DARPA'nın gölge komuta merkezi olarak gösterilerek Batı istihbaratı ile senkronize edildi.
Operasyon, kontrollü bir biyolojik saldırı gerçekleştirilirken salgın tepkisini simüle etmek için kurumsal marka, propaganda ve sansür altında gizlendi.
Sonuç: 25.000 sayfa belge, şimdi Trump'ın elinde.
*- KÜRESELİST DARBE
Dosyaya göre, enjeksiyonlar nüfusu zayıflatmak, takip etmek ve kontrol etmek için tasarlanmış kinetik olmayan bir biyosavaş kampanyasının parçasıydı.
Operasyonun üç sütunu:
Biyoteknoloji Cepheleri - Pfizer ve Moderna, gizli hükümet laboratuvarlarına ve DOD sözleşmelerine bağlı askeri teknolojiye sivil kılıf olarak.
İstihbarat Bağlantıları - DARPA ve müttefik kurumlar pandemi anlatımı başlamadan çok önce mRNA vektörlerini geliştirdiler.
Küreselci Fonlama - BlackRock, Vanguard, Microsoft, Google ve Gates dünya çapında uyumluluk sağlamak için para ve etki akıttı.
Raporda sonuçlandı:
‘MRNA enjeksiyonları bir darbeydi - ilaç kılığına girmişlerdi.’
*- Bill GATES: BİYOWAR'IN MİMARI
Dosyada Gates'i her türlü planlama, fon ve anlatı kontrolüne bağlı olarak çekirdeğe yerleştiriyor.
Ülkeleri sadece aşı politikalarına kilitlemek için WHO ve GAVI'den faydalandı,
COVID'den yıllar önce mRNA'yı finanse etti ve muhalifleri ezmek için sansür araçları kullandı
Son karar:
Gates hayırsever değil - kimyasal teslimiyetin mimarıdır.
*- TRUMP'IN SONRAKİ HAMLESİ
Beyaz Saray içeriden gelenler Trump'ın kararlı bir harekete hazırlandığını doğruladı.
Bir görev gücü ulusal güvenlik protokolleri kapsamında dosyayı inceleyecek.
Uluslararası mahkemeler için yasal çerçeveler çoktan planlanıyor. Suçlamalar Gates, Pfizer ve Moderna yöneticilerini hedef alabilir.
Kapalı kapılar ardında, Trump'ın sözleri ürpertiyordu:
‘Dünyayı zehirlediler. Ve bunun bedelini ödeyecekler. ‘
*- KANITI PUTİN’DEN
Bu artık bir teori değil.
Bu eyalet düzeyinde bir kanıt.
Putin kanıtı sundu.
Trump görevi kabul etti.
Bill Gates artık küresel mRNA suçlarıyla suçlanıyor.
Fırtına dindi.
Dünya karar vermeli.”
Bu önemli bilgiyi ben sevgili kardeşim, bilim insanı, spor yazarı Murat Adıtatar’dan aldım. Sanıyorum o da Meral Koç’un tercümesi ya da paylaşımından almış.
*- ‘BABAMI HAPSE ATTILAR!
Usta Şair Can Yücel'in kızı, Doç. Dr. Güzel Yücel ile 2017 yılında yapılmış bir söyleşiden....
“Ben 3 yaşına kadar İngiltere'de kalmışım.
Bir iki sahne hatırlıyorum sadece.
Peder BBC'de çalışmış, annem de orada okumuş. İşte üç çocuk olmuş filan…
Sonra Marmaris'e geldik.
Mekân çok önemliydi babam için, yani rahatı…
Çünkü bütün gün evdeydi.
Sürekli şiir yazıyordu.
Kandilli'deyken Üsküdar TİP'te (Türkiye İşçi Partisi) çalışıyordu.
O dönem çok yoğundu.
Mehmet Ulusoy'larla tiyatro konuşulurdu.
12 Mart dönemi, politika ve şiir konuşulurdu.
Sonra babamı hapse attılar..
*- ‘TORPİL Mİ LAZIM?’
(...) O dönem evler aranıyor, kitaplar saklanıyordu.
Eve ‘Teslim ol!’ yazısı gelmişti.
Babam, ‘Bu herifler beni evden alıp götürmesin, çocuklar yine travma yaşamasın, ben gidip teslim olayım bari’ deyip karakola gitti.
Babamı uğurladık annemle beraber.
Beykoz'a gitmiş, demişler ki, ‘Bu bizi ilgilendirmez!’
Sonra Üsküdar'a gidiyorlar, almıyorlar.
Kadıköy'dekiler de ‘Olmaz!’ diyor; Toptaşı Cezaevi'ne gideceksiniz!..
Babam da diyor ki;
‘Yani memlekette, hapishaneye girmek için de mi torpil lazım?!,,’
*-YOLDA ‘AY IŞIĞI!’
Toptaşı Cezaevi'nde kaldı.
Mahkûmları hiçbir şey söylemeden başka bir şehre naklediyorlar.
O günlerde babamdan haber alamadık.
Çok korktuk.
Adana'ya göndermişler, ‘Ay Işığı’ adlı şiiri var ya, onu yolda giderken yazıyor, işte…
Bileklerimizi morartmış yeni Alman kelepçeleri.
Otobüsün kaloriferleri bozuldu.
Kaman'dan sonra sekiz saat oluyor, karbonatlı bir çay bile içemedik.
Başımızda prensip sahibi bir başçavuş.
Niğde üzerinden Adana Cezaevi'ne gidiyoruz.
‘Bir sen eksiktin ayışığı
Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya!’
*-





Yorumlar
Yorum Gönder