HESAP SORANLAR MUTLAKA ÇIKIYOR

YAŞAR EYİCE *- ANKARA’DAN DUYULMUŞ Urla’ya kayyımdan sonra kim yardımcı oluyor? İzmir Büyükşehir Belediyesi mi? Hayır! Urla İskele’de köşe başlarındaki ‘Çöp toplama konteynerlerini üzerlerinde, şunlar yazıyor: ‘Urla halkına Türkiye Belediyeler Birliği’nin hediyesidir. Yazıları bir daha okudum, acaba ‘Yarımada Belediyeler Birliği’ mi yazıyor, yoksa ‘Ege Belediyer Birliği mi?’ diye… Yok, yok, doğru okumuşum, ‘Türkiye Belediyeler Birliği!’ Düşünebiliyor musunuz? En azından 10 yıldır, birçok belediyemiz gibi Urla Belediyesi de ‘Temizlik Sorununu’ çözümleyemedi. Daha önceki yıllarda, örneğin Selçuk Karaosmanoğlu’nun çalışmalarını anımsıyorum. Yoktan var ediyor, öyle ki, Urla’nın en büyük sorunlarından biri olan çalı-çırpıyı, kurduğu özel ekipler ile yok ediyordu. ‘Çevremdeki arsa çöplük haline getirilmiş!’ diye temizlik işlerine telefon edip adresini vermeniz yeterdi. *- AKLIMA TAKILDI İntellantı çok büyük olan Urla’da ova yollarını bile asfalt yapan, park sayısını arttıran Selçuk Karaosmanoğlu, ilaçlamadan tutun da deniz kıyısı temizliğine kadar sayısız hizmeti vardı. İşini yani görevini yapmayana tavrı da açık ve netti. ‘Bana küfür etti!’ diyenlere çok rastlamıştım. Sonunda ne mi oldu? Halen çok yönlü işlevi olan Urla Meydan düzenlenmesi ve modern bir çarşı inşa ettiği için, birilerinin şikayeti üzerine tutuklandı ve cezaevine girdi, bazı çalışanlarla birlikte. Sonunda kurtuldu, kendini savundu ama cezaevine girmekten kurtulamamıştı. Belirttiğim gibi, daha bir ay önce Urla Belediyesi yetkililerine sordum, ‘Neden ihtiyaç olan yerlere konteyner koymuyorsunuz?’ diye… ‘Bir tane bile yok!’ demişlerdi. Öyle ki, işlevini kaybedenlerin yerine bile yenisi konamıyormuş… Ya İzmir Büyükşehir Belediyesi ne yapıyor? ‘İhtiyacımızı belirtiyoruz, karşılanamıyor?’ diyorlar. Bunları laf olsun diye yazmadım. Neredeyse her yıl, dilekçe ile başvurdum, sıkıntıyı anlattım. Örneğin yolların delik deşik olduğunu da… Bu nedenle ‘yok, yok, yok!’ diyorum… Bu nedenle, ‘Yeni, yepyeni’ temizlik konteynerleri ve üzerlerindeki ‘Türkiye Belediyeler Birliği’ yazısını okuyunca, ‘Sinek küçük ama mide bulandırıyor!’ sözünden yol alarak konunun önemini ele aldım. Peki Türkiye Belediyeler Birliği için ne biliyoruz? Kısaca anlatayım: *- YAZIK! Türkiye Belediyeler Birliği (TBB), yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve belediyeler arasında iş birliğinin artırılması amacıyla kurulmuş bir kamu tüzel kişiliğidir. 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanunu’na dayanarak faaliyet gösterir ve Türkiye'deki tüm belediyeleri temsil eder Temel Görevleri ve Faaliyetlerini şöyle sıralayabiliriz: - Belediyelerin hak ve menfaatlerini korumak! - Eğitim ve proje destekleri sunmak (örneğin: Performans Esaslı Program Bütçe Eğitimleri) - Uluslararası iş birlikleri geliştirmek (AB ile şehir eşleştirme projeleri gibi) - Mevzuat hazırlıklarında görüş bildirmek. - Yerel yönetimlere rehberlik etmek (uygulama rehberleri, mevzuat duyuruları Genel Merkezi:Tunus Caddesi No:12, Kavaklıdere, Ankara Stratejik Araştırma Merkezi ise Eyüpsultan, İstanbul… Düşünebiliyor musunuz? Urla’nın bazı mahalle ve sokaklarında ‘konteyner’ eksiği var. Bunu yazıyor, anlatıyor, dilekçe vererek yetkililere duyuruyorsunuz, ‘Tık yok!’ Ama Ankara ve İstanbul’dan duyuluyor, sorun çözülüyor. Peki İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yetkilileri, müdürleri ne yapıyor? Onlar da Başkanla birlikte toplantıları şereflendiriyorlar… Yani görevlerinin başında, makamlarında bulmanız, ulaşmanız imkansız. ‘Yazık’ diyeceğim, başka bir sözcük bulamıyorum… İnsanda, görevlide biraz ‘utanma hissi’ ya da ‘duygusu’ olmalı… Benim yüzüm kızardı, çöp bidonunun üzerinde ‘Türkiye Belediyeler Birliği’ yazısını okuyunca… Bu bidonları temin edemeyen, ama yüksek maaşlarını almayı bilenler bu konuda acaba ne düşünüyorlardır? Paylaşımları okurkan, Asuman Arpak’ın şu notlarına takıldım, Acaba içimizden kaç kişi Değerli vatandaşımız Asuman Arpak’ın bu görüşüne katılıyor. İşte yazılanlar: ‘Net ve kesinkes söylüyorum: Patolojik bir narsist ne sizden önce mesuttur, ne de sizden sonra mutlu olacaktır. Sadece kendi geçmişinin intikamını, masum insanlardan alır!’ *- KEŞKE Şakir Kadan Ağrılı ama İzmir’de yaşıyor. Belirttiğine göre; Altı roman, bir deneme, bir dinleti ve son romanı ‘Girdap’ yakın zamanda kitapçı raflarda yerini almış. İki de ‘sesli’ kitabı bulunuyor. Her yazdıklarını öyle güzel sunmuş ki, etkisinde kalmamak mümkün değil. İçlerinden birini, yanı sıradan birini aldım, sayfama koyuyorum: Şakir Kadan’ın ‘Sevgilim İhsan Eylemiş!’ yazısı şöyle; “Dünya, üç beş bunamış namussuz tarafından ters düz edildi. İnsan aklını bir telefonun içine hapsettiler. İstedikleri yöne evirip çeviriyorlar. Dünya yuvarlaktı şimdi dikdörtgene dönüştü. Düşünemiyoruz, aklımız devre dışı… Onların düşüncelerini tartışıyoruz. O üç beş namusuz sürekli korku, öfke panik yayıyor. Sakının kendiniz diyorlar. Can güvenliğiniz tehlikede. Her an ensenizi bir kurşun delip geçebilir. Tedbirli olun komşunuz evinizi soyabilir. Kimse kimseye güvenmiyor artık. Caddenin ortasında bir bomba patlayabilir. Bir zorba evinize barkınıza tarlanıza el koyabilir. Gözlerimiz yolda kulaklarımız arkamızı kollamada. Canımız malımız tehlikede. İnsanlar birbirine güvenmiyor… bir eliyle başını, diğer eliyle k’nı koruyor. Ormanlar yanıyor, buzullar eriyor, baş aşağı duran dünya bu gidişle yakında cehennemim dibine boylayacak… Bu aldatıcı, yanıltıcı dünyanın gidişatını düşünürken bitkin düşmüşüm. Telefonuma mesaj uyarısı geldi. Kendime geldim. Heyecanla mesajlarıma baktım. İki emoji gördüm. Birbirine yapışık iki el diğeri kırmızı renkli kalp… Sevgilim ihsan eylemiş… Sevindim, canlandım… Elini tutamadığım, yanağını okşayamadığım sevgili teşekkür ederim. İyi ki varsın ama ve lakin yanımda yoksun, buna da razıyım, olsun…” Şakir Kadan’ın söylediklerini her gün yaşıyoruz. Yani hayat tozpembe değil. Ama sevdiğiniz birileri, çocuğunuz, torununuz sizin sertliğinizi de unutturur, dünyayı da tozpembe gösterir. Keşke öyle olsa! Kendimizi, yakınlarımızı, sevdiklerimizi kötülüklerden korumayı düşünmesek. *- GÖRDÜKLERİNİ YAZIYOR Sevgili okuyucularım, Şakir Kadan’ın küçük günlüklerini keyifle okumaya devam ettim. Kendimi alamayarak, içlerinden birini daha paylaşmak istedim. Örneğin, ‘Ülkemin Nefes Borusu Tıkandı’ başlıklı yazısı şöyle: “Çürümüş kumaş gibi neresinden tutarsan elinde kalıyor. Çürümüş ağaç gibi neresine çivi çakarsan tutmuyor. Törenle döşenen lağım boruları çürümüş, neresine dokunursan patlıyor. Ülkenin sınırlarını aşan pis kokular dünyaya yayılıyor. Burun deliklerini kapatırsan nefessiz kalıp boğuluyorsun, bir ‘soluklanayım’ dersen ciğerlerine mikrop dolar, ölürsün. Yüz yaşındaki bir ülkeyi bu hale nasıl getirebildiler? Aklım ermiyor! Yönetenler koltuk uğruna yalan söylüyorlar. Cahil olarak bilinenler onlara inanıyor, yeter ki cümle bir dini sözle bitmiş olsun… Birileri tarafından kandırılan bir halk için daha onur kırıcı ne olabilir? Şan şöhret, itibar uğruna bazılarımızı aç bırakıp onursuzlaştırdılar. Halkın arasına ekilen nifak tohumları kuzukulağı çimi gibi hızla yayılıyor. Düşmanlık, şiddet, sokak ortalarında kadın cinayetleri, gasp hırsızlık ürkütüyor hepimizi. Hukuk ve adalete inancını yitirmiş halk, öz savunma yapmak için bireysel silahlanmaya gidiyor. Yalan dolan, çalan talan, kandıran, kandırılan, boş beyinleriyle ceplerini dolduran, içerde caka satan, sonra metelik dilenen, rüşvet ve yolsuzluğa bulaşmış zebanilere emanet edilmiş güzel ülkem için yastayım. Abartmıyorum. Politik düşünmüyorum. Gördüğümü yazıyorum…” Şakir Kadan belki bazı gerçekleri abartıyor ama açıkça itiraf ediyor, doğrusu da bu; ‘Gördüklerimi yazıyorum, politikayla ilgim yok!” *- GECENİN HABERİ EBSO’dan Şimdi size günün ya da gecenin haberini genç muhabir Gamze Eskiköy’den nakledeyim,,, Gamze’nin iletisine göre; Ege Bölgesi Sanayi Odası’nın (EBSO) Ağustos ayı meclis toplantısının son bölümünde, Yönetim Kurulu Başkanı Ender Yorgancılar ile Meclis Üyesi Yıldıray Yalınız arasında gerginlik yaşandı. Komisyonlardan gelen kararların görüşülmesi sırasında söz alan Yalınız, verilen yetkilerin sınırlarının belirsiz olduğunu dile getirdi. Mecliste alınan kararları hatırlatan Yalınız, şu ifadeleri kullandı: ‘Atatürk Organize Sanayi’ye verileceğini hatırlıyorum. Böyle bir karar verilmişti. Hareketli mobilyalar bizler tarafından karşılanacaktı. Yani yapılanlar bu yetkiye dayandırılacak. Komisyonda ne karar alınırsa o olacak. Yetkinin sınırı yok. Daha önce komisyonda bunun tartışması oldu. Yetki verdik ama sizden inşaatın yapımıyla ilgili bilgi aktarılmadı. Komisyondaki huzuru sizin sayenizde yakalayamıyoruz. Yeniden teftiş için yetki istiyorsunuz. Cinsi, miktarı eşit olmalı ve süresi olmalı. Ürün belli değil, hesap verilebilirlik belli değil!...’ Bence bu konuşma çok ağır.. Peki muhatap kim? Kaç dönemdir, ‘Benim son seçimim!’ diyen ama süre tamamlanınca ‘Adayım’ diyerek tekrar ortaya çıkan ve koltuğu bırakmayan Yönetim Kurulu yani icra kurulu başkanı Ender Yorgancılar… Ender Yorgancılar, bu açık suçlamalara ise şu yanıtı vermiş: ‘Hesap verilebilir’ diye bir şey yok, orada dur. Ben Allah’a hesap veririm ancak!’ Yani ölünceye kadar koltuğu bırakmayacağının yanıtı bu… Ama Meclis Üyesi ne demişti? ‘Harcamalardan neyi kastediyoruz. Bu kadar ucu açık bir yetkiyi baba olarak oğlunuza verir misiniz? Ben uygun bulmuyorum. Mecliste görüşülsün, ucu açık bir şekilde muhalefet olarak şerh koymak istiyorum’ Peki bu açık güreşin son noktası nedir? Bir zamanlar diğer oda başkanları ile İzmir adına özel uçakla Paris’e giden, yaptıkları harcamaları İzmir halkına yükleyen, bu nedenle zamanın valisi tarafından yetkileri elinden alınanlardan biri… EBSO Başkanı Ender yorgancılar da, son sözünü şöyle belirtir: ‘Bu konuyu basının önünde konuşmam!’ Yani; Yorgancılar, tartışmanın basın önünde sürmesini istemediğini belirterek, “Bu konuyu basının önünde seninle konuşmak istemem” dedi. Yalınız ise, ‘Benimle konuşmayacaksınız başkanım. Meclise konuşacaksınız’ ifadeleriyle yanıt verdi. Sonunda; Gerginliğin büyümesini istemeyen Yorgancılar, basın mensuplarının salondan çıkartılmasını talep etti. Böylece tartışmanın devamı kamuoyuna yansımadı… Ben hep diyorum, ‘Şüphe’ doğruyu buldurur… Tanımam etmem… Ama EBSO ve Meclis üyesi olduğuna göre, akıllı bir adam olan Yıldıray Yalınız ‘Harcamaları görelim!’ diyor.. Madem her şey şeffaf, sıkıntılı bir durum yok… Yıldıray Yalınız ile herkesin önünde söz düellosuna ne gerek var! Öyle ki, ‘Ben sadece Allah’a hesap veririm!’ demek ne demek? ‘Basın dışarı!’ demek, haberlerden haberdar olmayacak ve halkı aydınlatmayacaksınız demek olmuyor mu? ‘Vur abalıya!’ denir ya, vurun habercilere, nasılsa patronlar ve yöneticiler aynı zamanda masa arkadaşınız… Bayram hediyeleri de hazır! *- İŞTE BİR GERÇEK Timur Akpınar yazmış, ‘gazetecilerin kapı dışarı edilmesi’ ya da istenmesi karşısında ‘iyi gider’ diye düşünüyorum. “Yolu Şişli'ye düşen dikkatli gözler Şişli Camii karşısındaki simitçi bir kadını fark etmiştir; daha dikkatli gözler, simit arabasındaki diplomayı da... Kıştan beri Şişli'de simit satan 34 yaşındaki Elif Ayça Seren Ural Marmara Üniversitesi Gazetecilik bölümünü bitirmiş, İmge Yayınları'ndan çıkan ‘Pogo’, ‘Başlama Vuruşu’ ve ‘Lirik Soğan’ isimli üç romanı ve iki çocuğu var. Elif Ural'ı fesleğen saksılı simit arabasının yanında, defteri, kitabı ve gazeteleri arasında ziyaret ediyoruz. Hava sıcakları nedeniyle artan su satışlarının el verdiği ölçüde, Elif ile ‘gazetecilik yıllarını’ ve ‘kadın simitçi olmanın’ nasıl bir şey olduğunu konuştuk. *- SONUNDA PES ETTİRMİŞLER 1998'de mezun olan Ural, üç yıl Bütün Dünya, Bursa AS TV ve kısa bir dönem Cumhuriyet gazetesinde çalıştığını, gazetecilik mesleğini çok severek yaptığını ama en sonunda ‘Bu işi bu şekilde yapamam!’ deyip mesleği bıraktığını söylüyor. ‘Gazetecilikte dürüst haberler yaptım. Ama bir süre sonra genel yayın yönetmenleriyle çatışmaya başladım. Bursa'da yolsuzluk, rant elde etme ile ilgili haberler tespit ediyorduk ama ucu ya askeriye ya iş insanlarına dokunuyordu; bu yüzden yayınlanmıyordu. Ya da yaptığım haberlerin, birilerini tatmin etmek ve hizmet etmek adına montajı ve sunumu o kadar değiştiriliyordu ki o başka bir haber oluyordu. Ondan sonra beni polis-adliye haberlerinden çekip kültür sanat kısmına kaydırdılar. Anladım ki gazeteciliğe devam edersem, ömrüm yöneticilerle çatışmakla geçecekti. O sırada çocuğum oldu. Ve bu şekilde daha fazla devam edemeyeceğimi anladım.’ *- ‘SEN GİT, KOCAN GELSİN!’ DİYORLARDI Elif, çevredekilerin önce kendisini yadırgadıklarını ama zamanla alıştıklarını söylüyor. ‘Kışın motorcu tulumuyla herkes erkek zannediyordu o kadar görünür değildim, bahar gelince kadın olduğum ortaya çıktı ben de bu esnada alışmıştım zaten. Kadının kırılgan bir yarattık olduğu fikri herkeste var. ‘Hava şartların uyum sağlayamayacağımın düşünüyorlardı ama en sonunda 'helal olsun be' durumuna geldi. Sürekli 'ayakların donacak' diyerek destek olmak yerine 'kocan gelsin' diyorlardı. Önceden arabayı çekerken, iterken yardım etmek istiyorlardı; kadın olduğum için yardıma ihtiyacım olacağını düşünüyorlardı. Ama zamanla alıştılar." *- TEKRAR YAZMAYA BURADA BAŞLADIM Simit satmaya başladıktan sonra yeniden eline kalem aldığını söyleyen Elif, en zevk aldığı işi yaptığını söylüyor. "Burada bas bas bağırarak diplomalı simitçiyim demiyorum. Onu sadece gören gözler için astım; onlar da görüyor zaten. Bir kısmı iyi yapmışsın diyor, bir kısmı niye direnmedin. Ama simit satmayı çok seviyorum. Daha önce hamur da yaptım, garsonluk da, sanayide de çalıştım ama bu işin bana verdiği haz ve rahatlık çok güzel, patron olmaması güzel bir duygu. İnsanlarla sürekli iletişim içindeyim, üç yıldır yazı yazmıyordum ama bu işe başladıktan, sokağa çıktığımdan beri hem görünür oldum hem de yazma şevkim geri geldi. Gücüm el verdiğince bu işe devam edeceğim." Ayrılmadan önce fotoğraf makineme bakan Elif, "Özlemişim bu mesleği ama yok ya böylesi daha iyi" diyor. Az önce bir genç gazetecinin EBSO Meclisindeki çekişmeyi yazmasını nakletmiş sonunda ne demiştim? ‘Nasılsa patronlar ve yöneticiler masa arkadaşı!’ Herhalde iş ve çalışma masası değil… ‘Akşam yemeği’ diyerek noktayı koyalım… *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BAŞIMIZ SAĞ OLSUN! ACIM BÜYÜK! BOLU'DAKİ OTEL YANGININDA 66 İNSANIMIZI KAYBETTİK

KİTAPLARIN ANLATAMADIĞINI ANLATIYOR

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...