KAÇARKEN ŞEHİT ETTİLER
YAŞAR EYİCE
*- ‘AKRAN ZORBALIĞI EĞİTİMİ’
Çocuk Meclisi çocukların, yıl boyunca süren komisyon toplantılarında, dile getirdiği ‘akran zorbalığına karşı farkındalık’ çalışmaları yapılması talebi üzerine ‘Akran Zorbalığı ile Mücadele’ eğitimi düzenlendi.
Üç oturumluk programda, akran zorbalığının ne olduğu, nasıl fark edileceği ve akran zorbalığı ile mücadele etme yöntemleri konuşuldu.
Çocukların talebi üzerine hayata geçirilmesi hedeflenen eğitimlerin ilki, ‘Akran Zorbalığı ile Mücadele’ eğitimi oldu.
Çocuk Çalışmaları Şube Müdürlüğü ile Sosyal Gelişim ve Dayanışma Derneği (SGDD-ASAM) iş birliğiyle gerçekleştirilen eğitimlerde, akran zorbalığı kavramı irdelenerek akran zorbalığı ile mücadele yöntemleri tartışıldı.
Sosyolog Deniz Kesimler Çakal, “Yıl boyunca yaptığımız toplantılarda gördük ki akran zorbalığı farklı sosyo-ekonomik özellikte ve farklı gelişim gösteren tüm çocuklar için önemli bir sorun.
Çocuklar toplantılarda bazı arkadaşlarıyla sağlıklı ilişkiler kurmakta sorun yaşadıklarını ve zorbalığa maruz kaldıklarında ne yapmaları gerektiğini öğrenmek istediklerini sıklıkla ifade etti.
Ayrıca hangi davranışların zorbalığın tanımına girdiği konusunda da kafa karışıklıkları yaşadıklarını fark ettik.
Çocukların bu ihtiyacı bizi harekete geçirdi. Bu nedenle hiç vakit kaybetmeden bu eğitimi düzenledik” dedi.
SGDD-ASAM Gençlik Çalışanı Eğitmen Mikail Böke ise “Akran İlişkilerini İyileştirme Programı kapsamında çocuklara zorbalığa maruz kaldıklarında veya zorbalığa seyirci olduklarında neler yapmaları gerektiğini aktarıyoruz.
Çocukların bu konuyu konuşmaya ve bu konuda güçlendirilmeye ihtiyacı olduğunu görüyoruz” ifadelerini kullandı.
Üç oturum ve toplam 6 saat olarak planlanan eğitimin ilk oturumunda çocuklar, akran zorbalığının tanımı ve türlerini öğrenerek tartışmalar yürüttü. İkinci oturumda ise akran zorbalığında roller ve bu roller üzerinden mücadele yöntemlerini tartışan çocuklar birbirlerine deneyim aktarımında ve önerilerde bulundu.
Eğitimin üçüncü ve son oturumunda ise çocuklar, akran zorbalığıyla mücadele mekanizmalarını harekete geçirmenin yollarını öğrendi. Ardından çocukların kendi bedenlerine, duygularına ve kişisel alanlarına saygı gösterilmesi konusunda farkındalık kazanmalarını sağlamak amacıyla ‘mahremiyet’ teması ele alındı.
Eğlenceli oyunların ve grup tartışmalarının da yer aldığı eğitim kapsamında, çocukların duygularını anlama ve duygularına daha duyarlı hale gelme, kişisel sınırlarını ve haklarını fark etme, zorbalığın kapsamı ve mücadele yöntemlerini anlama ve daha sağlıklı ve güvenli arkadaşlık ilişkileri kurma becerileri kazanmaları hedefleniyor.
*- LOZAN ANTLAŞMASI IŞIĞINDA
Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği (ROİSDER), Türk Kadınlar Birliği Karşıyaka Şubesi, Türkiye Yardım Sevenler Derneği Karşıyaka Şubesi ‘nin katılımıyla, “Lozan Antlaşması Işığında Türk-Yunan İlişkileri” adlı söyleşi düzenlendi.
Modreatörlüğünü Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı’nın yaptığı programa, konuşmacı olarak Prof. Dr.Temuçin Faik Ertan katıldı.
Prof.Dr.Mustafa Kaymakçı:
‘Lozan Barış Antlaşması’nın Türk-Yunan İlişkileri açısından bir özelliği de, Yunanistan’ın Anadolu’da Megal-i İdea hedefi iflasının tescilidir.
Bu antlaşmanın 45. maddesiyle de Yunanistan’da yaşamakta olan Müslüman Türklerin, kültürel kimliklerinin korunması ve geliştirilmesini sağlanmıştır.
Bununla birlikte Yunanistan bu maddeyi uygulamaktan uzak bir uygulama içindedir.
Bu kapsamda Yunanistan’ın Rodos ve İstanköy adalarında yaşamakta olan Türklerin kültürel sorunları, Batı Trakya Türklerinden daha vahimdir.” tespitlerini yaptı.
Söyleşide Prof.Dr.Temuçin Faik Ertan kısaca şunları söyledi:
“Lozan Antlaşması’yla, Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü sınırları büyük ölçüde çizilmiş ve güvence altına alınmıştır.
Bu antlaşma Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalizmin dayatmasıyla, Türkleri ve Türkiye’yi Anadolu’nun ortalarında dar bir alana sıkıştıran ve Osmanlı İmparatorluğu tarafından onaylanan Sevr Antlaşması’nın karşıtıdır.
Antlaşmanın mimarları, Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’dür.
Lozan Barış Antlaşması’nı, Kurtuluş Savaşı’ndan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bağımsız olarak ele almak olanaklı değildir.
Lozan Antlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti resmi olarak İtilaf Devletleri tarafından tanınmıştır.
Sevr Antlaşması feshedilmiştir.
Kapitülasyonlar tamamen kaldırılmıştır.
Rum ve Ermeni iddiaları sonlandırılmıştır.
Lozan Barış Antlaşması’nın Türk-Yunan İlişkileri ortaya çıkardığı siyasi metinlerden biri de ‘Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokolu'dur.
Ahali mübadelesi konusu, Lozan’da uzlaşmayla sonuçlanan ilk sorundur.
Bu sözleşme bir zorunluluk idi.
Özellikle Rum nüfusunun İzmir’e çıkan Yunan askerlerine katılımı yanında yıllarca birlikte yaşadıkları Müslüman Türkler karşı gösterdikleri düşmanca davranışlarında dolayı Anadolu’da kalmaları söz konusu değildi.
Bu kapsamda gerçekleştirilen mübadele ile yaklaşık olarak 450.000 Müslüman Türk ile 1.500.000 Hıristiyan Rum yaşadıkları yerleri terk etmişlerdir.“
*- İSİMLERİYLE ŞANSLILAR
İzmir’in kurtuluşundan sonra 12 Ekim 1922’de dünyaya gelen ve adına bu nedenle ‘Fethiye’ konulan Karşıyakalı Fethiye Yeniçay’dan şunları duymuştum:
‘Annem Aliye Hovardakaya anlattı:
Yunan askerleri tek tek Türkler’in, yani bizlerin evlerini dolaşıp, kapılarını çalıyor ve sönen fenerlerinizi yakın!’ talimatını veriyorlardı. Amaç öğrenildi, bütün Türkler, Gazi Mustafa Kemal İzmir’e gelmeden önce katledilecekti. Ancak bu isteklerine kavuşamadılar. Bir gün sonra Gazinin önderliğinde Türk askeri İzmir’e girmiş, yüzlerce Türk’ün kurşuna dizilerek öldürülmelerini önlemişti. Yunanlılar denize dökülmüştü, bu nedenle İzmir tekrar Türk şehri olunca, annem Aliye ile babam Mustafa Hovardakaya da benim adımı Fethiye koymuşlar.
Kardeşimin adı da İsmet idi.
Onun adı da İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olduğunda doğduğu için böyle konmuş.
Bir diğer kardeşim de Gazi’nin adını almış, ‘Kemal’ adı verilmiş…
Biz isimlerimizden ötürü kendimizi birer izmirli olarak şanslı kabul ediyoruz…’
*- ART NİYETLİLER
Şimdi, ara verdiğim yerden Doğan Prepol’un haberine devam edeyim:
Prof.Dr.Temuçin Faik Ertan,Lozan Barış Antlaşması konusunda kimilerince art niyetli olarak öne çıkarılan iki yanıltıcı iddiaya da işaret etmiş.
Ertan:
“Bunlardan biri Lozan Antlaşması’nın gizli maddelerine göre Türkiye’nin bor, doğal gaz vb. yeraltı kaynaklarını kullanamadığı, hatta antlaşma içinde üstü kapalı kimi maddelerin ilk günden beri Türkiye’nin egemenlik haklarını devreden nitelikte olduğu öne sürülüyor.
Bu iddia hiçbir şekilde tarihi gerçeklere dayanmıyor.
Lozan Antlaşması’nın tam metni açık bir şekilde Türk Tarih Kurumu’nun internet sitesinde görülebilir.
Türkçe tam metinle yetinmeyen ve antlaşmayı merak edenler, antlaşmanın özgündili olan Fransızca haline de Dışişleri Bakanlığı’nın sitesinden ulaşabilirler.
Antlaşma içinde herhangi bir şekilde zaman kısıtı olduğuna dair bir bilgiye rastlamak olası değil.
Ayrıca Lozan’daki görüşmeler de açık diplomasidir.
Zaman zaman resmi oturumların dışında özel görüşmeler yapılmışsa da bunlar gizli bir protokole dökülmemiştir.
*- NİYETLERİ BOZGUNCULUK
Bir diğeri de Onikiada konusudur.
Gerçek şudur.
Osmanlı Devleti-İtalya Devleti arasında 18 Ekim 1912 tarihinde Trablusgarp Savaşı'nın ardından imzalanan İsviçre’deki Lozan kentinin Ouchy(Uşi) semtinde imzalanan ve “Uşi Antlaşması ile Onİkiada İtalya'ya verilmişti.
Bölge özel bir statüye konulacak, karşılığında İtalyanlar da işgal ettikleri Onikiada’yı geri verecekti.
Kimileri, Atatürk ve İsmet İnönü’yü ve de Cumhuriyeti gözden düşürmek amacı ile ayrı tarihlerde ve ayrı konularda yapılan ve birisi 1912’de Lozan'ın bir semti olan Uşi'de, diğeri 1923’te Lozan'da imzalanan iki farklı antlaşmayı aynı antlaşma diye iddia ediyor.
Bu şekilde Osmanlı Devleti’nin günahını Türkiye Cumhuriyeti’nin üstüne yıkmaya çalışarak bir yandan birilerine hizmet ediyor, bir yandan yanlış bilgilerle insanlarımızı kandırmaya çalışıyorlar.
Lozan Barış Antlaşması ile adalar İtalya’ya bırakılmıştı, Yunanistan’a değil.
*- KÖTÜ NİYETLİLER İÇİMİZDE
Buna bağlı olarak İkinci Dünya Savaşı ve sonrası süreci sırasında “Onikida Türkiye tarafından geri alınabilir miydi?” konusunda İnönü’ye eleştiriler yöneltiliyor.
Adaların Türkiye’ye önerildiği, ya da bu konuda Türkiye lehine fırsatlar doğduğu, ancak İsmet İnönü’nün buna karşılık “çekingen” davrandığı iddiaları vardır.
Bu eleştirilerin bir kısmı kötü niyetlidir.
Burada şu söylenebilir:
Adaları geri almak düşüncesi, gerek Lozan’da, gerekse İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında dönemlerin koşulları ve konjonktürü içinde gerçekçi değildi.
Bir hayal idi.
Hayal ile ülke yönetilemezdi.
Özellikle uluslararası ilişkilerde hayallerden kopamayan yöneticiler ülkelerini zor durumlara sürüklerlerdi.
Buna karşılık İsmet İnönü ise engin deneyimi ile İkinci Dünya Savaşı’na ülkesini sokmayarak doğru olanı yaptı.“ dedi.
Prof. Dr. Ertan konuşmasında; Lozan Barış Antlaşması’nın 59. Maddesinde de atıfta bulunarak Yunanistan’ın maddi olarak bir tamirat bedeli ödemediğini, buna karşılık söz konusu maddeyle Anadolu’yu işgal ettiği yıllarda savaş suçu işlediğini kabul ettiğini de dile getirdi.
*- BİZ NASILDIK?
Haluk Öztosun bizim okuldan yani Namık Kemal’den değil…
Rakibimiz Atatürk Lisesi’nden de değil…
Bir kolejli…
Ama ‘Namık Kemalli’ de, ‘Atatürk Liseli’ ya da Ticaret Lisesi veya Kız Liseli de olsa fark etmez.
Aşağıda yazdıklarını okuyan, ‘Bizim okulu, bizi anlatmış!’ diyebilir rahatça, çünkü bu böyle idi 60’lı yılllarda.
Neden 68’liler hep konuşuluyor?
Neden ‘o zamanların lise mezunları, üniversiteli gibiydiler’ deniliyor…
İşte şunlardan:
“60 li li yıllarda başladık 70 lı yıllarda bitirdik...
Biz öğrenciydik ve nasıldık bir bakın:
Saçlara jöle, tırnaklara oje, sürülemez, spor ayakkabıyla okula girilemezdi.
Erkekler kravat, kızlar fiyonk takmadan, yaka ve tırnak kontrolü yapılmadan derse girilemezdi.
Sabahları bahçede sıra olunur, pazartesi sabah Cuma öğleden sonra müdür konuşma yapar, özel günlerden biriyse saygı duruşu yapılır ve gerçekten saygıyla durulur, İstiklal Marşı okunurken dik durulur, konuşulmaz, saygı duyulurdu.
Öğretmenlerle dalga geçilemez, veli toplantıları aileye korkarak bildirilir, okulda ‘konuştuğun’ (sevgilin) varsa sadece bahçede yan yana yürünürdü.
*- TANINIRDIK
Forma veya takım elbise ile okula gidilir, eve gelene kadar forma çıkarılmazdı. Gömlekler pantolonların - eteklerin, içine sokulur, okul renkleri dışında bir renk giymek yürek isterdi.
Küpe, kolye, yüzük, bilezik hafta sonları takılır, saçlar erkeklerde tıraşsız, kızlarda 3 boğum örgüsüz ise disipline gidilirdi.
Cep telefonu yoktu, internet de yoktu ama yine de öğrenciler birbirleri ile haberleşirdi.
Biyoloji dersinde üreme konusu anlatılırken utanılır, aruz ölçüsü ezberlerken delirilir, milli güvenlik hocaları askeri disipline sokmaya çalışırdı.
Okul kitapları üzerinde sevilen sanatçı resimlerini olduğu klasörlerde taşınır, ders yılı başında mutlaka kap kâğıdıyla kaplanır, etiketler yapıştırılır, etikete adı-soyadı- sınıfı- hangi dersin kitabı olduğu yazılır, o derse ait defterler de kolaylık olsun diye aynı desen kap kâğıdıyla kaplanır, ders sırasında yanında kitabı olmayan azarlanırdı.
Sınıflar kalabalık olsa da çıt çıkmadan ders dinlenir, boş derslerde sınıftan çıkılmaz, ders saatlerinde okul sınırlarını ihlal etmek isteyenlere acınmazdı.
Ödevler mutlaka yapılır, dönem ödevleri için kütüphaneler, meydanlarous lar, ana ya da temel britanikalar taranır, ödevler elle ve mutlaka dolmakalemle yazılırdı.
Yat denince yatılır, sabah okula servis yerine otobüsle gidilir, bazen çanta yoklaması yapılır, okula yasak bir şey getirilemezdi.-okulun herhangi bir yerinde sakız çiğnenemez, derslerde bir şey yenemez, su içmeye gitmek için izin istenirdi.
*- KAVGA YOK
Birine uyuz olduysak öğretmene şikâyet eder, asla kendimiz sopayla, bıçakla girişmez, çeteleşmez, okul dışında bile kavga etmezdik. Bilirdik ki kavga edersek evde ya da okulda bi posta daha dayak var.
Kızlarla erkekler birbirine mesafeli durur, el şakası yapmaz, küfürlü konuşmaz, efendilik bozulmazdı.
Yerli malı haftası sınıf pikniğine döner, her tür yiyecek bulunur ve biz bu yemekleri paylaşırdık.
Kitap okurduk örneğin, ödev bile olsa okurduk. Değiştirip kitapları öyle okur, kütüphaneden kimlik çıkartır kütüphanede okurduk.
Biz öğrenci gibi öğrenciydik. Saygılıydık, tertipliydik, edepliydik...
Biz çok güzel öğrencilerdik. Çok zor da olsa o dönemlerde hayat, şimdikiler gibi kayıp kuşak değildik. Hayatın bir anlamı vardı ve biz bunu bilmesek bile hissederdik.......”
*- BİRİNCİ VAZİFE
1919 yılı Haziran ayında Emirdağ'da halk arasında "Yunan gavuru Emirdağ'a geliyor." söylentisi yayılınca eli silah tutan tüm erkekler Askerlik şubesine giderek başvururlar, gönüllü olarak silah altına alınırlar ve Kuvva-i Milliye Harekatını başlatırlar.
Geride sadece yaşlılar, bedensel engelliler, çocuklar ve Deli Battal isimli bir meczup kalmıştır.
Deli Battal, herkesin kızdırdığı bir delidir, kendisini kızdıran kişileri yakalayınca paçasından tutarak havaya kaldırır, yere çarpar ve herkesi güldürür.
Acıkınca bir eve giderek yağlı katmer ve üzüm hoşafı isteyerek karnını doyurur.
*- YALIN AYAKLA
Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı zaten yoksul olan milletimizi daha da yoksullaştırmıştır.
Emirdağlı Kadınlar, yün eğirir ve yünden çorap yaparak Kuvva-i Milliye'ye gönderirler.
Bir gün Deli Battal, İncili Mahallesinde bulunan bir eve giderek bir kalıp sabun ister, sabunu alınca evin karşısındaki çeşmede ayağından çıkardığı topuğu yırtık çorabını ve öküz derisinden yapılmış çarığını köpürterek iyice bir yıkar, çorap ve çarığını elline alarak yalın ayak doğru Askerlik Şubesi binasına gider.
Yolda bir ayağı dizinden aşağı kesilmiş bir Balkan Savaşı gazisi:
"Deli Battal, senin yalın ayakla gezmen bizim şerefimize dokunur, yanıma gel de sana bir çift çarık vereyim." der ama Deli Battal cevap bile vermeden yoluna devam eder.
*- ALLAH ŞAHİDİ
Askerlik Şubesi Binasına girerek kapalı bir kapıyı çalarak içeri girer, o esnada Şube Reisi, Kaymakam, Jandarma Komutanı ve Kuvva-i Milliye reisi gizli bir toplantı yapmaktadır, Deli Battal, esas duruşa geçerek tekmil verir:
"Kuvva-i Milliye Karargahına Deli Battal'dan selam olsun, Kuvva'cılar var olsun, Deli Battal hepinize kurban olsun.. Duydum ki Mustafa Kemal'in askeri yalın ayakmış, çarığı da delikmiş, Kuvva'cılara yardım için herkes bir şeyler yapıyor. Allah şahidimdir ki benim malım mülküm yok. Size çoraplarımı getirdim, şimdi yıkadım, vallahi temizdir, çorabımın topuğu azıcık deliktir ama çarığım sapa sağlamdır."
Deli battal, çorap ve çarığını teslim ederken ağlamaktadır, göz yaşlarına hakim olamaz ve konuşmasına devam eder:
"Eskere alın desem, beni yazmayacağınızı biliyorum, Deli Battal'dan Mustafa Kemal Paşa'ya selam olsun, gazanız mübarek olsun. Haydi bana eyvallah."
*- İYİ İSTİHBARATÇI
Deli Battal, odadan asker selamı vererek çıkar ve yalın ayak sokaklarda dolaşmaya başlar.
Yunan Ordusu Emirdağ'ı işgal edince Yunan kuvvetlerini takip ederek öğrendiklerini ve gördüklerini gizlice Milli Kuvvetlere bildirerek istihbarat elemanı olarak faaliyet gösterir.
Türk Ordusu 1922 yılı Eylül ayının ilk günlerine Emirdağ'a girdiğinde Yunan Ordusunun gizli silah depolarını komutanlara bildirir, Yunanlılar kaçarken Deli Battal'ı yakalarlar ve kurşuna dizilerek şehit ederler.
Emirdağ'da dikilen heykelinde bir elinde çorabı diğer elinde ise çarığı vardır.
Saygıyla Ve Rahmetle Anıyoruz ...”
*-
Yorumlar
Yorum Gönder