KABUL ETMEK MÜMKÜN DEĞİL
YAŞAR EYİCE
*- DİNLEYİCİLER UYUYORDU
Çok yıllar önce Milli Kütüphane Caddesi’ndeki tarihi kararların alındığı Elhamra Sineması’nda (Tiyatro sahnesi) Münir Nurettin Selçuk’u dinlemiştim.
Tarihi 1968 ya da 1969 olabilir.
Yerim olmasına rağmen, fotoğraf da çekeceğim için, girişin hizasında, sol koridorun ön kısımlarında duvara yaslanarak bekliyordum.
Münir Nurettin Selçuk, inanılmaz büyücü sesiyle, eserleri icra etmeye başladı.
Aynı Zeki Müren’in konserlerinde olduğu gibi salonda çıt çıkmıyordu.
Baktım ilk üç dört sırada oturanların neredeyse hepsi uyuyordu.
Meğer ben öyle sanmışım!...
Herkes tabiriyle mest olmuş, kendinden geçmiş, gözlerini kapatıp, kendilerini serbest ve rahat bir şekilde bırakarak Münir Nurettin Selçuk’u dinliyormuş…
Sonradan ‘Ünal’ isimli Türk Sanat Müziği sayfası hazırlayan bir uzmana ‘Herkes uyuyordu!’ diye bu yaşadığım olayı anlatınca, işin gerçek yanını öğrenmiş oldum.
Demek, kendini yerden yere atmakla bu iş olmuyormuş, sadece…
Bir de, zamanımızda sözde gözyaşı döküp kendilerini sanki şarkının sözlerinden etkilenmiş, duygulanmış gibi gösterenlere de hala şaşıyorum.
Sanki halkın değişiyle ‘damardan’ giriyordu yüreklere, beyinlere, sıradan ‘Seni seviyorum’ falan gibi sözler…
Bunları bana hatırlatan, hiç dinlemem- açmam- ilgilenmediğim bir konu oldu.
*- İLGİ DUYMUYORDUM
TRT’den de birçok radyo ve televizyon kanallarından yıllardır uzaktayım.
Ama bir dostum (Melih Dizdaroğlu) aracılığıyla öğrendim, TRT Radyo 1’de, saat 17,30’da ‘Ekonomi Günlüğü’ programı vardı.
Ve konuk da Dr, Ömer Özkan idi…
Kimdir bu Dr. Ömer Özkan?
Hatırlatayım:
Birçok üniversitemizde, özetle ‘Kalite’ dersleri veren bir akademisyenimiz...
Kızım da akademisyen olduğu ve çeşitli üniversitelerde önemli dersler verdiği için durumunu takdir ettiğim, önem verdiğim bir isim Dr. Ömer Özkan, SOCAR Türkiye Kurumsal Kalite Grup Müdürü…
Kıymeti ortada…
Reklama de ihtiyacı yok ama şu başarısından söz etmeden geçemeyeceğim;
500 bini aşkın Dünyanın en önemli firmaları ve kalite yöneticilerinin, uzmanlarının arasından sıyrılarak, ‘2025 Kalite Lider Ödülünü’ Oslo’da aldı.
Ülkemize, iş dünyası ve kurumlar için ‘kalite alanında Oscar ödülü’ sayılan bir şampiyonluğu kazandırmış oldu.
Bir önemli noktayı da belirteyim bu arada…
Siz kendiniz, “EOQ ( European Organization For Quality ) 2025 EQL ( European Quality Leader ) ödülü” yarışmasına katılamıyorsunuz.
Sizi ülkeniz, onlarca kritere sahipseniz gösterebiliyor.
Tabii ki bu arada uluslararası çalışmalarınız da olmalı…
Dr. Ömer Özkan’ı ise çok önemli rakiplerine karşı, bizim devletimiz, Türkiye adına TSE yani Türkiye Standartlar Enstitüsü gösterdi.
*- İNTERNETTEN BULDUM
Haberi, meslekte 50’ncı yıl ödülünü alan gazeteci Melih Dizdaroğlu’ndan öğrenince, merak biraz da heyecanla, Çeşme’de misafirlikte olduğum evde, TRT Radyo1’i açtım.
Yine ilgi ve merakla, Toprağın Bereketi, Bir Soru bir Cevap, Tüketici Günlüğü ve sonra da Ekonomi Günlüğü programlarını sunanları ve değerli katılımcıları, uzmanları dinledim.
Meğer ne çok doğru diye bildiğim yanlışlar olduğunu öğrendim.
Bizi radyo ve televizyonlarda kandıran, yanlış yönlendiren sahte, sözde uzmanlar olduğunu da bilgi dağarcığıma kattım.
Emin olan, bizim sırtımızdan, bizi kandırıp, inandırıp, kitaplarını satarak, ürünlerini pazarlayarak ya de özel görüşmelerle çok büyük gelir sağlayanlar olduğu haberini de yenilemiş oldum.
Bunların ipliklerini gerçek bilim insanlarımız pazara çıkardılar
Anlattılar.
Bu programları yapanları kutluyorum, aynen Dr. Ömer Özkan’ı kutladığım gibi…
Diyeceksiniz bu yazdıklarınla, yazının başında sözünü ettiğin Timur Selçuk’un babası Münir Nurettin Selçuk’un babasının ne işi, ne bağlantısı var?
Ne yazmıştım?
‘Ön sıralarda herkes uyuyordu!’
Yanılmıştım, şevk ile keyif ile dinleme usulüydü bu…
Ben de, inanın, belki de içtiğim ilaçların ya da sıcakların, yani havanın etkisi ile gözlerimi kapattım, kulaklığa taktım ve radyoda TRT 1’in programlarını dinledim.
Yani kendimi bu işe adapte ettim…
Dikkatimin başka yere ve konulara gitmesini önlemiş oldum…
Güzel bir şarkıyı dinlerken, ya da sevdiğiniz ilgilendiğiniz birini dinlerken
·
*- YAŞAMAK AKIL İŞİ...
Celal Demir ustanın elinden, masasından her gün onlarca haber geçer.
Bunların arasından ‘ayıklama’ yapmaya çalışır.
Bu nedenle kendi görüşlerini belirtecek, ortaya koyacak zamanı yok gibidir.
Yani onu bunu yazmak, onun bunun yazılarını haberlerini düzeltmekten aklına kalemi kendisi için kullanmak geçmez.
Ama her türlü şarta rağmen, kafasına takmış olmalı ki, birkaç dakikasını ayırarak, yılların birikimini şöyle anlatmış;
“Türkiye inanın tam bir gariplikler ülkesi oldu…
Çünkü ülkede yaşayanlar “Tesadüfen yaşıyor”…
Tıpkı korku filmlerindeki gibi…
Herkes korka korka yaşıyor.
Doğal afetler, yangınlar, ekonomik kriz, zamlar, işsizlik ve komşularımızdaki savaşlar…
Yaşamak, dünyanın en zor işi olmasına rağmen güzel şey ve akıllı insanların işidir. Akıllı insan, dayanışma ve paylaşmayı bilir, saygı ve sevgi çerçevesinde insanlarla dostluk kurmayı bilir. Başkalarının davranışlarına hoşgörü ile yaklaşır.
Başkalarına zarar vermeyen her şeyi yaparak, bu dünyada gönlünce yaşar ve çevresini de yaşatarak mutlu eder.
Dedik ya; yaşamak zor, güzel ve akıllı insanların işidir.
Bazı insanlar yaşamaya sıkı sıkıya sarılırken, bazıları ise yaşamın kendilerine sarılmasını beklerler.
İnsanın yaşı ilerledikçe, ölüm ile yaşam arasında uzanan o incecik çizgiyi daha iyi anlamış olur.
Bu anlayış ona, hayatta bardağın boş kısmını değil, dolu kısmını görmesi için bir referanstır.
Herkese güzel ve mutlu bir yaşam dilerim.”
*- ÇİVİ YAZILI TABLETİ ÇEVİRİYOR
Bir gün önce Adana’dan ve Gazeteci Remzi Yıldırım’dan söz etmiştim.
Bugün yine Adana’dayım…
Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç. Dr. Rukiye Akdoğan, Hititlerin Başkenti Çorum-Boğazköy'den ele geçen Bo 4680 ile Bo 5000 numaraları arasına ait toplam 170 adet Hititçe çivi yazılı tabletin çevirisini yapıp Almanya-Wiesbaden'de Dresdner Beiträge zur Hethitologie serisinin 46. cildinde 2 cilt şeklinde yayınlayarak bilim dünyasına kazandırdığını duyurayım.
Bu eserlerden Bo 4949 nolu tablet Çukurova'nın Hititler dönemindeki adı Kizzuwatna'da kutlanan bayram törenine ait.
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde 2010 yılında yapılan toplantı sonucunda, Boğazköy'den ele geçen yayınlanmamış 170 tabletin yayın hakkı verilen Doç. Dr. Rukiye Akdoğan 2010-2014 yılları arasında bu orijinal tabletler üzerinde çalışarak tabletlerin transkripsiyon (çeviri yazısı) ve kopyalama işini tamamladı.
Transkripsiyon işini bitirdikten sonra Haziran-Temmuz 2011'de 1,5 aylık bir çalışma sonucunda transkripsiyonları Akademie der Wissenschaften und der Literatur Mainz'daki zengin fiş koleksiyonunu kullanmak suretiyle tabletlerin paralel ve duplikat (ikinci nüsha) metinlerini bulma fırsatını elde eden Doç. Dr. Akdoğan, çalışmalarıyla ilgili şu bilgileri verdi;
“Türkiye’de Hitit Çivi Yazısı Bilen Uzman Sayısı 25’i Geçmez.”
*- SAYILARI ÇOK AZ
“Söz konusu çivi yazılı tabletler, 1915-1917 yılları arasında konservasyon ve yayın çalışmaları yapmak amacıyla Berlin'e gönderilmişti.
1987'de tabletler geri alındı ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde koruma altına alındı.
Anadolu'nun en eski yazılı belgeleri olan M.Ö. iki binlerde Anadolu ve komşu bölgelerden bilgiler sunan ve Hititlerin Başkenti Çorum Boğazköy'den ele geçirilen bu tabletler emsalsiz ve paha biçilemez değerdeler.
Ülkemizden elde edilen çivi yazılı Hitit tabletlerinin sayısı 30 bini aşmıştır ve Hitit çivi yazısı bilen uzman sayısı ülkemizde oldukça azdır, bu sayı 25'i geçmemektedir.”
*- ÇUKUROVA’DA KUTLANIYORDU
“Tabletlerin konuları Kizzuwatna'da (Çukurova) kutlanan bayram ritüelleri, diğer bayram ritüelleri, talimatlar, Büyük deniz ve tarmana-denizi için ritüel, Güneş Tanrısına kralın duası, Kuruştama ile antlaşma, Hitit kralı IV. Tudhaliyaş'ın prensler, "beyler" ve "yüksek mertebedekiler" (LÚ.MEŠ SAG) için talimatları, Ölü ritüelleri, Hititçe-Hurrice ritüel ve yalvarma fragmanları, Yeryüzünün Güneş Tanrıçası için ritüeller, Zippalanda ve Daha Dağı bayram fragmanları, kral heykelleri için kurbanlar, Tanrı Anzili ve Zukki'nin kayboluşu ve geri dönüşü, Yeraltı tanrıları için bayram fragmanları, mahkeme protokolleri, Hazzi dağı için ritüel, metaller, aletler ve silahların envanterleri, doğum ritüelleri, kehanetler, Hititçe mektup fragmanları oluşturuyor.
Çivi yazılı tabletlerin transkripsiyonlardan oluşan kitap, Dresdner Beiträge zur Hethitologie serisinin 46. cildin 1. bölümünde ve kopyalarından oluşan kitap 2. bölümünde yayınlandı.”
*- TANRI SİZİ KORUSUN
Doç. Dr. Rukiye Akdoğan, yaz aylarında Ankara'da müzede çalışma izni veren Çukurova Üniversitesi Rektörlüğüne, çalışma süresince her türlü kolaylığı sağlayan Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne ve Mainz'da çalışma süresince maddi destek sağlayan Yükseköğretim Kurulu’na teşekkür ederek açıklamasına "nuşmaş DİNGİR aşşuli pahşaru" Türkçesiyle "Tanrı sizi iyilikle korusun!". şeklinde son verdi.
*- KABULLENEMİYORUM
Cengiz Oral, meslektaşım ‘ekonomist’ Meriç Köyatası’nın yazısını paylaşmış.
Merakla ve ilgiyle okudum.
Günümüzde herkesin de okuması ve bilmesi gerektiğini düşündüğüm için sizlere iletmek istedim.
Konu beni derinden yaralayan, sinirlendiren, ileri geri konuşturan ‘İki deniz askerinin ardından..’
İskenderun Deniz Er Eğitim Alay Komutanlığı’nda iki askerin susuzluktan çoklu organ yetmezliği sonucu hayatını kaybetmesini ben de bir türlü kabullenemiyorum.
Olay, “İki şehidimiz var” diyerek de, “Eğitim Zayiatı” diyerek de kapatılamaz.
Tam olarak neler yaşandığını henüz bilmiyoruz, ama neler olduğunu tahmin edebiliyoruz…”
*-DOĞAN EMÜLTAY’IN DAMADI
Şimdi yazıyı okumaya devam edelim, Meriç Köyatası’nı;
Bu arada bir ekleme yapayım:
Doğan Emültay, ilkokul mezunlarının müdür oldukları bir devirde yüksek okul mezunu, bir spor adamımızdı…
Ben kendisini İzmirspor’dan tanıyorum ve siyasi konularda da çok görüşünü almıştım.
Aramızda önemli bir yaş farkı olmasına rağmen, arkadaş gibiydik.
Bir gün Alsancak Stadı’nden birlikte çıkıp yürürken, ‘Meriç de sizin mesleği seçti!’demişti.
Meriç Köyatası Doğan Emültay’ın damat adayı idi…
Bu arada öğrenmiş oldum…
Kayınpederi gibi, yıllarca başarılarını takip ettim.
Birlikte de çalıştık…
Şimdi yine Meriç Köyatası’nın yazısına dönelim:
“İktisat eğitiminin yanı sıra 40 yıla yaklaşan denizciliğim var.
Amatör olarak başladığım denizcilikte, uluslararası geçerliliği olan yat kaptanlığı yeterlilik belgesine sahibim.
Halk dilinde buna kısaca ‘profesyonel kaptan’ diyorlar.
Denizciler, ister amatör olsun, ister profesyonel olsun, ister astsubay olsun, ister amiral olsun, karadaki diğer insanlardan biraz daha farklı bilgilere sahiptir.
Davranışları da biraz daha farklıdır.
Denizci davranışının iki temel unsuru vardır.
Emniyeti (Can güvenliğini) birinci plana almak, hoşgörü ve yardımlaşma…
Hoşgörü ve yardımlaşma öyle boyuttadır ki, asker denizciler, savaşta batırdığı geminin suya dökülen personelini kurtarır.
Amaç, tehdit olan gemiyi etkisiz hale getirmektir, insan öldürmek değil.
*- BİLİYOR OLMALIYDI
Çok değerli birkaç hekim arkadaşımla ve emekli deniz subayı arkadaşımla da konuştum.
Şimdi hem hekimlerin sık sık tekrarladığı, gazete ve televizyonlarda açıkladığı bilgileri, hem de denizcilerin bilmek zorunda olduğu bilgileri alt alta yazalım.
Bir insanın normal şartlarda günde en az 2-2.5 litre su içmesi gereklidir. Eğer bu kişi sporcu ya da ağır işlerde çalışıyorsa bu miktar 3 litreye kadar çıkar.
Ayrıca, vücudun sadece su ile değil, protein ve minerallerle takviye edilmesi gerekir.
EĞİTİM SUBAYI SUSUZLUĞUN ETKİSİNİ BİLİYOR OLMALIYDI
*- CANLI KALMA EĞİTİMİ
Dünyanın her yerinde, her denizci, ister asker, ister sivil, ister gemide çalışsın ister karada çalışsın, STCW eğitimleri almak zorundadır.
Bu STCW eğitimlerinden bir tanesi “Denizde Canlı Kalma” eğitimidir. Bir tekneyi terk etmek zorunda kaldığınızda, yolcu ve mürettebat Can Salı ya da Filikalara biner.
Her ikisinin de üstü kapalıdır.
Gölge ortamı vardır.
Burada oturursunuz, konuşmazsınız, derin nefes almaz yavaş solunum yaparsınız. Can sallarında bir kişi için 1.5 litre, filikalarda bir kişi için 3 litre su bulunur.
Günde bir kişi için yarım litre su verilir.
Böylece hareketsiz, gölge ortamında can sallarında 3 gün, filikalarda 6 gün içinde kurtarılmayı beklersiniz.
Süre geçerse eğer yağmur suyu biriktiremezseniz, ölümler başlar.
Yine her kişi için toplamı 10 bin kalori değerinde kibrit büyüklüğünde 18 adet tablet yiyecek bulunur.
Günde 3 kez dağıtılır.
Altı gün boyunca bir kişi için minimum hareketle minimum beslenme ihtiyacını sağlar.
Bu eğitim ve bilgiyi, İskenderun Limanı’nda karada çalışan çımacı da almıştır, bir gulette çalışan gemici, kamarot, aşçı da almıştır, benim gibi bir yat kaptanı da almıştır, rütbesi ne olursa olsun, askeri gemilerin personeli de almıştır.
Gemideki aşçıdan deniz kuvvetleri komutanına kadar bu eğitimden geçeriz.
Bir kişinin hayatta kalabilmesi için ne kadar su, mineral ve kalori tüketmesi gerektiği bilgisi ve eğitimini, hayatını kaybeden iki askerimize eğitim veren kişi de almıştır.
Üstelik bu bilgi ve eğitim sadece bir kere alınmaz.
Gemilerde ayda bir role (eğitim amaçlı tatbikat) yapılır, beş yılda bir de sil baştan tüm STCW eğitimleri tekrar alınır ve tekrar sınava girilir.
*- HEKİM GÖRÜŞÜ
Şimdi de hekim arkadaşımın değerlendirmesini aktarayım.
Güneşin altında ya da akşam saatleri de olsa, hava sıcaklıklarının yüksek olduğu ortamlarda yaptırılan ağır egzersizler hem vücutta su kaybına, hem de protein kaybı ve kas yıkımına ve laktik asit salgılanmasına neden olur.
Sodyum, klor, magnezyum gibi mineral kayıpları meydana gelir.
Dolaşım sistemi bozulur, kan sadece beyni besler.
Yük önce böbreklere sonra diğer organlara biner ve çoklu organ yetmezliği oluşur.
Yük altında ağır egzersiz yapılırsa vücuttaki kayıplar daha da hızlanır. Ancak çoklu organ yetmezliği, bir iki günlük ağır egzersizle ortaya çıkmaz.
En az üç gün ve daha uzun bir süre gerekir.
Bu süre içinde vücut hem kaybettiği suyu, hem kaybettiği mineralleri ve hem ihtiyaç duyduğu enerjiyi, proteini yerine koymak zorundadır.”
*- SONUÇ
Denizci görüşü: Er eğitim Alayında eğitimi veren kişi (çavuş astsubay, subay kimse), bir kişinin hayatta kalabilmesi için hangi şartlarda ne kadar su ve kalori tüketmesi gerektiğini aldığı eğitimler sonucu biliyordu.
Hekim görüşü:
Bir kişinin çoklu organ yetmezliğine uğraması için bir ya da iki gün boyunca ağır değil daha uzun süre ağır egzersize maruz kalması, yeterince su, mineral, proteine ulaşamaması gerekir. Olay bir günlük eziyetle açıklanamaz.
Elbette İskenderun Er Eğitim Alayında olan bitenlerle ilgili olarak daha fazla bilgiye ihtiyacımız var. Ancak mevcut bilgiler ışığında, tek bir sorumludan söz etmek, tek bir günah keçisi bulmak sanırım yetmeyecek. Sorumlular hesap verir mi, daha üst düzeylerden istifalar gelir mi göreceğiz. (Meriç Köyatası- 28.07.2025)
*-
Yorumlar
Yorum Gönder