BU KADARI DA OLAMAZ
YAŞAR EYİCE
*- SABREDEN DERVİŞ
Vaktiyle bir derviş berbere gidip: Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar ve diğer tarafa usturayı vuracakken, mahallenin kabadayısı içeri girer.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış tarafına sert bir tokat atarak:
‘Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım’, diye bağırır.
'Dövene elsiz, sövene dilsiz’ olan, halktan gelen her şeyin Hak’tan geldiğine inanan derviş, sabreder.
Fakat kabadayının tıraş esnasında da dili durmaz, 'Kabak aşağı, kabak yukarı…' hakaretamiz ifadelerle sürekli alay eder dervişi aşağılar.
*- KABAĞIN DA SAHİBİ VAR
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar.
Henüz birkaç metre gitmiştir ki, kontrolden çıkan bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelerek kabadayıyı altına alıp sürükler.
Kabadayı oracıkta feci şekilde ezilerek can verir.
Berber dervişe bakar, sorar:
Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş düşünceli bir şekilde cevap verir:
Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim.
Gel gör ki, kabağın da bir sahibi var.
O gücenmiş olmalı!
Ne demiş Yunus Emre;
‘Olsun be aldırma Yaradan yardır.
Sanma ki zalimin ettiği kârdır.
Mazlumun ahı indirir şâhı.
Her şeyin bir vakti vardır.’
*- NEDEN ARARLAR?
Yazının başlığı dikkatimi çekti:
‘Peri Bacaları, Sovyet porselenleri, kuş sesleri ve Kahve Müzesi...’
‘Nerede?’ diye merak ettim.
Merakla okudum, ilgimi çekti.
Ancak ‘şüpheli’ bir durum vardı.
O da yazıyı yazan bir meslektaşımdı, davetli olarak gitmiş.
Patronlarımdan Aydın Bilgin, bana şöyle derdi:
‘Seni neden arıyorlar?’
Sorunun yanıtını da kendisi verirdi:
‘Seni kara kaşın kara gözün için aramıyorlar, gazeteci olduğun için arıyorlar. Kendilerinin reklamını yapmanı istiyorlar. Bunu hiç unutma… Doğru ise yaz yoksa yazma!’
Patronlarımdan Aydın Bilgin’in dedikleri yerden göğe doğru.
Bırakın böyle ağırlanmayı, bir yemeğe bir işvereni ya da girişimciyi nasıl met edenleri biliyorum.
Bunun nedeni de mesleği bilmeyen, herkesten bir şeyler koparmak olan, menfaatperest yönetici takımları olduğunu uzun uzun anlatırım.
Bu yazdıklarım kalın bir kitabın özetinin özeti.
Ama dedim ya, yazıyı beğendim, ne sahiplerini tanıyorum, ne de yazanı..
Bu yüzden beğenimi paylaşacağım, yazanı atlayacağım…
Bakın genç kardeşimiz ne yazmış?
Ama şunu da ilave edeyim, eminim kendi maaşı ile böyle güzelliklerle tanışmasına imkan yok.
*- KÜLTÜR OTELİ
Kapadokya'da peri bacalarının içinde çok özel bir ‘kültür otelinde’ farklı bir konaklama deneyimi yaşadım.
90 dönümlük bir alanda yer alan AJWA Cappadocia; taş mimarisi, Türk el sanatlarıyla bezeli iç mekanları, hayvanat bahçesi, at çiftliği, sanat galerisi, Kahve Müzesi, Osmanlı ve Azerbaycan mutfağının sunulduğu restoranı ve yürüyüş rotalarıyla otelcilik kavramına yeni bir soluk getirmiş.
Bir grup gazeteciyle beraber basın turu kapsamında konakladığım bu otelde odalar, Anadolu geleneklerine ait eski eşyalarla süslü. 90 dönüm arazi içinde inşa edilmiş taş binalarda da konaklayabiliyorsunuz, ilk resimde gördüğünüz üzere özel olarak dekore edilmiş mağaraların içinde de...
Oteldeki her parça eşyanın bir anısı var.
Kahve Müzesi'nde hikayeleriyle birlikte eski kahve fincanlarını görebiliyorsunuz örneğin.
Ya da restoranda Sovyetler Birliği fabrikalarında üretilen son porselen tabaklardan yemek yiyebiliyorsunuz.
Otelin sahibi Azerbaycanlı olduğu için SSCB döneminden kalan son tabaklara ulaşması zor olmamış.
İlginç bir yer burası.
Mesela asla müzik çalınmıyor.
Onun yerine kuş cıvıltısı kayıtları yayınlanıyor.
AJWA Cappadocia Genel Müdürü Demirhan Doruk Aktoprak ile de kısa bir söyleşi yaptım.
Otelin yalnızca turizm değil, bölgesel kalkınma açısından da stratejik bir model sunduğuna dikkat çeken Doruk bey şunları aktardı:
‘Kapadokya gibi dünya mirası niteliğindeki bir bölgede gerçekleştirdiğimiz bu proje, sadece konaklama değil; bölgesel kalkınma, kültürel sürdürülebilirlik ve deneyim turizmi için uzun vadeli bir model sunuyor. Özenle planlanan güçlü bir yatırımla, yalnızca fiziksel bir yapı değil, yerel ekonomiyle bütünleşen, sürdürülebilir istihdam yaratan ve bölgeye kültürel değer katan bir sistem kurduk.
Tesisin bazı bölümlerinde hâlen devam eden çalışmalarla bu yapıyı daha da geliştiriyor, uzun soluklu bir vizyonla ilerliyoruz.
AJWA Cappadocia, sadece bölgede değil, dünyada da benzeri olmayan bir özgünlükte; türünün tek örneği bir konaklama, bedensel ve ruhsal arınma deneyimi sunuyor.’
*- KURALLAR, SİSTEM YIKILIRSA
Yine bir meslektaşım yazmış…
İsmen tanıyorum…
Ama yazıyı benimle paylaşan kendisi değil.
Meraklı bir okuyucum otelci- iktisatçı Ali Ferit Erkmen yazmış;
“Bazen her şey ters gider ve ‘Bu kadar da olmaz!’ deriz.
Ama yine de olur!
Sürekli olarak gelen, gideni aratmaya başlar.
Zira çürüme başlamıştır.
Ve kendisini geniş bir tabana yayarak devam edecektir.
Siz hiçbir şey yapmadığınızda o kendiliğinden geçmeyecektir.
Durduğunuz noktada bile gerilemeye başlarsınız.
Zira durmak artık, düşüşün bir parçası haline gelmiştir.
Yaşam döngülerimiz, çevreye duyarlılığımız, bizi biz yapan değerlerimizle toplumsal normlarla çerçevelendirilmiştir.
Ne zaman ki bu toplumsal normları kafamıza göre değiştirmeye başlar, eklemeler yapar, istediğimiz gibi çıkartırsak;
Tüm toplumsal dengeler ile oynarız!
Kurumların özerkliklerini ortadan kaldırırız!
Sistemin işleyişini tıkarız.
Sistemleri olmayan toplumlar, ‘beter!’ dedikleri noktada, sürekli yeni ‘beterleri!’ test ederler.
Zire belirttiğimiz gibi ‘beterin beteri’ vardır.
Gelenin gideni aratması da tam bundandır.
Yani konuyu yazının girişinde yanlış yöne çekenlerin yanıldıklarını da bu arada belirtmek istiyorum.
Mühim olan sistemdir.
Sistem bozulur, kurallar yıkılır, ezbere iş yapılırsa sonuç hiç de iyi olmaz, kim olursa olsun…
Ben de böyle diyorum, işte…
*- ŞAŞKIN BİR ÇOCUK
Edison, bir gün okul dönüşü eve geldiğinde, annesine bir kağıt vermiş ve, ‘Bu kağıdı öğretmenim verdi ve sadece senin okumanı tembihledi’ demiş.
Annesi kağıdı gözyaşları arasında oğluna okumuş;
‘Oğlunuz bir dahi!
Bu okul onun için çok küçük ve onu eğitecek yeterlilikte bir öğretmenimiz yok!
Lütfen onu kendiniz eğitiniz!’
Aradan uzun yıllar geçti.
Annesi vefat ettiğinde Edison yüzyılın en büyük bilim adamlarından biriydi.
Bir gün eski eşyaları incelerken, bir çekmecenin köşesinde katlanmış bir kağıt parçası buldu.
Okuduğu kağıtta:
‘Oğlunuz şaşkın (akıl hastası) bir çocuk.
Artık kendisine okula gelmesine izin vermiyoruz’ yazılıydı.
Edison saatlerce ağladıktan sonra, günlüğüne şunları yazmıştı:
‘Thomas Alva Edison, kahraman bin anne tarafından, yüzyılın dâhisi haline getirilmiş, (Şaşkın) bir çocuktu!’
*- KAYBEDİLENLER
Alex Kanevsky'nin ‘Kaybedilenler’ isimli şiirini Gazeteci Doğan Prepol anamsattı.
Bu şiir, insanın zamanla kaybettiği düşünsel ve duygusal araçları simgesel bir dille anlatıyor.
Noktalama işaretleri üzerinden ilerleyen şiir, aslında bir zihinsel ve toplumsal dönüşümün eleştirisi gibi okunabilir:
Özetle:
'İnsanoğlu bir gün;
Virgülü kaybetti:
Söyledikleri birbirine karıştı.
Noktayı kaybetti:
Düşünceleri uzayıp gitti, ayıramadı onları.
Ünlem işaretini kaybetti bir günde:
Sevincini, öfkesini, bütün duygularını kaybetti.
Soru işaretini kaybetti bir başka gün:
Soru sormayı unuttu.
...
Hayatının sonuna geldiğinde
Elinde sadece ‘’tırnak işareti kalmıştı.
İçinde de başkalarının düşünceleri vardı yalnızca.
Düşünmeyi de unutunca,
Son ‘nokta’ya ulaşmıştı...”
Bu şiir, bireyin düşünme, sorgulama ve duygularını ifade etme yetilerini yitirmesini, dilin temel yapı taşları üzerinden metaforik bir şekilde işler. Her kaybedilen işaret, bir zihinsel işlevin eksilmesini temsil eder.
Ayrıca bu şiirin seslendirilmiş bir versiyonunu, YouTube'da dinleyebilirsiniz.
Etkileyici bir yorumla, şiirin duygusal derinliği daha da belirginleşiyor.
*- FARKLI YORUMLAR
Bu şiiri psikolojik ya da sosyolojik açıdan çok kişi analiz etti.
‘Kaybedilenler’ şiirinin farklı yorumlarında, şiirin simgesel yapısı sayesinde oldukça zengin ve çok katmanlı olduğu da işleniyor.
Bir iki dikkat çekici yorum perspektiflerini de paylaşayım:
1- Psikolojik Yorum:
Her noktalama işareti, insanın zihinsel bir yetisini temsil eder.
Virgülün kaybı: Düşüncelerin akışını kontrol edememe.
Ünlemin kaybı: Duygusal donukluk, depresif ruh hali.
Soru işaretinin kaybı: Merakın ve sorgulamanın yok oluşu, zihinsel durağanlık.
2- Toplumsal Eleştiri;
Şiir, modern toplumun bireyi nasıl şekillendirdiğini eleştirir.
İnsanlar artık sorgulamıyor, duygularını ifade etmiyor, sadece başkalarının düşüncelerini tekrar ediyor.
Tırnak işaretiyle biten hayat: Bireyin özgünlüğünü kaybetmesi, sosyal medya çağında başkalarının fikirleriyle yaşamak.
3- Eğitim ve Dil Üzerinden Yorum:
Noktalama işaretlerinin kaybı, dilin ve iletişimin bozulmasını simgeler.
Dilin sadeleşmesiyle birlikte düşünce derinliği de azalır.
Bu yorum, özellikle dil eğitimi ve okuryazarlık bağlamında dikkat çekicidir.
4- Varoluşsal Yorum:
Şiir, insanın varoluşsal yolculuğunu anlatır.
Başlangıçta karmaşık ve zengin bir iç dünyaya sahipken, zamanla sadeleşir, silikleşir.
Sonunda sadece başkalarının düşüncelerini taşıyan bir kabuk haline gelir.
Şiire dair farklı yorumlar da yapılıyor:
Örneğin Mevlüt Koç şiiri ‘duygusal donuklaşma ve bireysel çözülme’ olarak yorumlarken, Rasim İşel ‘toplumun bireyi sıradanlaştırma süreci’ olarak değerlendiriyor.
*- OLDUKÇA DÜŞÜNDÜRÜCÜ
Değerli takipçilerimden Sevgili Lütfiye Kader sayesinde güncel, hepimizi yakından ilgilendiren haberleri ve bazı gerçekleri öğrenme şansım oluyor.
Örneğin, güzel ülkemiz günlerdir orman yangınlarında can çekişiyor.
Aynı anda, çok sayıda vilayette ve sayısız noktada yangın başlaması oldukça düşündürücü…
Öte yandan sıcakların da etkisiyle yangınların günler boyu devam etmesi, şehir merkezlerine kadar gelebilmesi büyük acı.
Sadece son bir haftada 15 yangın söndürme görevlisinin yangınlarda can vermesi ise, hepimizin yüreklerini dağladı.
Bunları duyuyor, biliyoruz.
Ama bilmediğimiz değil önemsemediğimiz üzerinde durmadıklarımız da var, orman yangınlarının enerji hatlarının özelleştirmelerinden sonra iki katına tırmanması gibi.
Bu gerçeği sadece İzmir yangınları sırasında İzmir valisinin açıklaması ile öğrendik.
Şimdi Ödemiş yangınının soruşturması bitmiş.
İtfaiye raporları valinin sözünü doğrular nitelikte.
Karşımıza sanki suçlu olarak, 4 Temmuz 2015 tarihli özelleştirmeyi çıkaranlar da var.
Ama enerji hatlarının özelleştirilmesinden önce yani 2011’dan sonra yıllık yangın sayısının tırmanışı başlıyor.
Türkiye Ormancılar Derneği, Orman Mühendisleri Odası, sendikalar ve hatta elektrik mühendisleri odasının konu ile ilgili önemli raporları bulunuyor.
Bu çalışmalarda Orman Genel Müdürlüğü’nün verilerinden de yararlanılmış.
Bunlara göre, son yıllarda ormanlar, çeşitli izinlerle, “madencilik, enerji tesisi ve çöplük” gibi tesislerle, adeta yağmalanmış.
Uzmanlara göre; ‘6831 sayılı Orman Kanunu ve 2/B maddesi’ de ormanları parçalamakta, amacı dışına çıkarmakta, ormanlarımızın içini boşaltmaktadır.
Yani; bu durumdaki ormanlık alanlar, ya da “orman vasfını yitirmiş” denilen ağaçlık bölgeleri, hem orman personelinin görev alanı dışına çıkarılmakta, hem de orman dışındaki çeşitli kullanımlar sebebiyle, sayısız yangına başlangıç olabilmektedir.
Örneğin 2019 yılındaki yangınların 94’ü ormanlardaki enerji tesislerinden,
39’u da ormanlardaki çöplüklerden çıktı.
İlginç değil mi?
*-
Yorumlar
Yorum Gönder