KÖTÜYE MUTLAKA TAVIR KOYMALI

YAŞAR EYİCE *- MUTLU ETMEK Ciddi takipçilerimden Trabzonlu Volkan Özkır birkaç yıl önce mesajına şöyle başlamıştı: “Sahici, dostluklara, ‘nifaksız, hasetsiz, yalansız’ sevgiye ve maviliklere… İyi ki diyelim, iyi ki , . . . Ve-deeeee... Kötüye tavır koymayan, herkesle iyi geçinen insanlardan uzak durmalı. Çünkü onların tek derdi kendilerinin en iyi olmasıdır…” Trabzonlu Volkan sanki aklımdan geçenleri benimle paylaşmıştı, böylece… Şimdi ise şunları söylüyor: “temiz hava gibi insanlara hasretiz... Su gibi yaşatıcı ol; Sel gibi yıkıcı, sürükleyici ve öldürücü değil! Birinin hayatına, birinin üzüntüsüne, birinin mutluluğuna, birinin ruhuna, birinin eline, yüzüne, sırtına, omuzuna, yüreğine, bazen söz, bazen göz, çoğu zaman kalbinizle minicikte olsa, tüm samimiyetinizle dokunun…” Ne güzel temenni değil mi? Ben de her zaman, küçük bir çocuğun saçlarını okşayın… O kendini mutlu, huzurlu ve güvenli hissedecektir. İşte dünyanın en güzel anı budur… Bir çocuğun sayenizde mutlu olmasıdır… Herkes gibi öncelikle çocuklar mutlu olmalıdır, bu onların en önemli haklarından biridir… En büyük ve önemli dua da budur… Çocuğu mutlu etmek!... Şimdi de bir gerçeğe bakalım, Hikmet Kumuk’un kaleminden *- OKUYUP DOĞRUSUNU ÖĞRENELİM Anadolu coğrafyasında Türkler din afyonu ile hem uyutuluyor hem de cahil bırakılıyor. Bu yapıya hizmet eden ileri gelenler bol yiyorlar içiyorlar zenginlik içinde yaşıyorlar Rus yazar Anton Çehov'a başarısız toplumların doğası sorulduğunda şu cevabı vermiştir: ‘Başarısız toplumlarda, her aklı başında zihne karşılık bin aptal ve her düşünüre karşılık bin aptalca söz vardır. Çoğunluk her zaman cahil kalır ve sürekli olarak bilgelerden daha fazladır. Dolayısıyla, bir toplumdaki tartışmalara önemsiz konuların hakim olduğunu ve sığ ve yüzeysel olanın merkez sahneye çıktığını görüyorsanız, o zaman derinden başarısız olmuş bir topluma tanık oluyorsunuz demektir.’ Mesela anlamsız şarkılar, sözler milyonları dans ettiriyor, şarkıya eşlik ediyor ve şarkıcı ünlü, tanınan, hatta sevilen biri oluyor. İnsanlar toplumsal meseleler ve hayatın kendisi hakkındaki görüşlerini ciddiye almaya başlıyorlar. Öte yandan yazarlar ve yazarlar - onları kimse tanımıyor, kimse onlara değer veya ağırlık vermiyor. Çoğu insan sıradanlığı ve duygusuzluğu tercih eder. Aklımızı uyuşturan veya saçmalıklarla güldüren biri, bizi gerçeklerle uyandıran ve gerçeklerle acıtan birinden iyidir. Cahil toplumlarda demokrasinin işe yaramamasının sebebi budur; çünkü kaderinize karar verecek olanlar cahil çoğunluk olacaktır. Bu arada Nesrin Dizdaroğlu’nun şu sözüne kulak verelim: ‘Fikrim değişmez!’ kadar tehlikeli bir laf olamaz! Akıl hastaları da sanrılarına inanırlar ama ne kadar çok inanırlarsa tedaviye o kadar çok ihtiyaç duyarlar.” *- HELVACI KAĞIDA DAĞITANLARI DA GÖRDÜK Şimdi yorumlarını size bırakacağım birkaç gazete haberi ve başlıklarını paylaşacağım. Birinci örnek şöyle: Menzil tarikatı şeyhi diyor ki; ‘Bize hizmet edenlerin listesini Allah’a bildiriyoruz!’ Kendimi tutamadım, şu yorumu yaptım: ‘İşte tarikat demek, böyle bir şey olmalı!’ Bakın yasa ne diyor? Yargıtay 3. Hukuk Dairesi (E: 2013/13389 K: 2016/7993) ne diyor? “Başlık parası olarak ödenen para, genel ahlaka ve kamu düzenine aykırı olduğundan eksik borç niteliğindedir ve dava yolu ile talep edilemez.” Düşünün mahkemelerimiz nelerle uğraşıyor! Araya Hukukçularımızdan Karşıyakalı Sönmez Şimşek’in bir hatırlatmasını koyayım: ‘Nişan bozma halinde, nişan yüzüğü dışındaki tüm altın takı ve ziynet eşyaları ve benzeri hediyeler mutad dışı hediye sayılır ve geri istenmesi mümkündür.” Şunu da ilave edeyim: Daha geniş ve doğru hukuki bilgi almak isteyenler Sönmez Şimşek’in bürosuna uğrayıp hem çayını içerler, hem de bilgi alabilirler. Şimdi de hepimizin sinir olduğu bir haber bilgisi, vergi uzmanı Ozan Bingöl’den; "Bu ülkenin gerçek vergi rekortmenleri; 20 dal sigaranın 17 dalına vergi ödeyen, içtiği rakının yüzde 75’i vergi olan, bir araba kendine iki araba devlete alan, cep telefonuna dört ayrı vergi veren, maaşı daha eline geçmeden vergisi kesilen, tuvalet kağıdına yüzde 20 KDV ödeyen vatandaşlardır.” Sigara ve içkinin sağlığa zararlı olduğunu doktorlar gibi Sağlık Bakanlığı sürekli uyarıyor. Her zaman yazıyorum: Ben Yeşilacıyım! Sigarayı da bilmem içkiyi de… Zaten bu yüzden dayak da yemiştim. Gençliğe geçtiğimiz yıllarda, Bornova Küçükpark’tan çocukluk arkadaşlarım Sezgin Can ve bir Kore şehidinin kardeşi Feyzullah ile TCDD’nin Urla kampına gitmeye karar verdir. Cer Servisi Müdürü, Türkiye’nin ilk Makine Mühendisi (Almanya’dan gelmişti) Nuri Arun büyüğümüzün yardımı ile giriş kartı almıştık. Benim gibi sigara içmeyen arkadaşlarım, meraktan olsa bir şişe içki almışlar. Urla İskele’ye kadar geldik, ondan sonra sol tarafı kargılık, sağ tarafı deniz olan toprak yolda yürürken ayağım taşa mı takıldı anımsayamadığım bir nedenle sendeleyince ‘taşıman’ için verilen içi yiyeceklerimizle dolu paketi düşürdüm. ‘Şangır’ diye bir ses… İçki şişesi kırılmıştı… ‘Sen bilerek yaptın!’ diye ikisi üzerime çullanmasın mı? İyi bir dayak yedim… Yıllardır, ‘Bilerek yapmadım!’ desem de halâ Sezgin Can’a inandıramadım. Aile toplantıları dahil, ne zaman bir araya gelsek, konu içkiden açılınca mutlaka, beni nasıl dövdüklerini keyifle anlatır. Şimdi bile haberlerden dolayı beni keyifle dövmeye meraklı olanlar mutlak vardır, çıkar. Tekrarlıyorum; Sigara ve içki insan sağlığının bir numaralı düşmanıdır. Bunu hastanelere yolu düşenler mutlaka görmüş ve anlamıştır. *- UYANIKLIĞIN SONU Bir zamanlar Kayseri'ye bir Yahudi gelmiş. Adı da Moiz’miş. Ticaret yapmak için çarşı'da bir dükkân tutmuş. Komşularına sormuş; ‘Bu çarşıda en çok kimden çekinmeliyim?’ diye. Tüccarlardan biri, birkaç dükkân ötesini gösterir, ‘Bak!...Orada bir İhsan Ağa var, ona git. Lakin onun yanına desturla yanaş…’ demiş. Moiz, İhsan Ağa'nın yanına gitmiş; Dükkânın içi ise, bomboş… Moiz; - Ne iş yaparsın İhsan Ağa? ‘Her şeyi alıp satarım…’ - O da ne demek… ‘Mesela, kabul edersen senin dişlerini satın alırım.’ - Olur mu öyle şey? ‘Neden olmasın! Dişlerine 10 altın veririm! Ömrünün sonuna kadar ağzında kalsın… Öldükten sonra da benim olsun!...’ Moiz içinden; ‘Bu saf adama mı, kurnaz diyorlar?’ diye gülmüş… ‘İyi ki bu Kayseri'ye gelmişim çok güzel paralar kazanırım!’ diye içinden geçirmiş ve; ‘Kabul, ver 10 altını…’ demiş Aradan birkaç gün geçmiş, İhsan Ağa yanında iki-üç kişiyle Moiz'in dükkânına gelmiş, ‘Dişlerine müşteri çıktı, malı görmek istiyorlar… Aç ağzını da görsünler malı…’ demiş. Moiz, ‘Hani dişlerim ölünceye kadar benimdi…’ diye kızmış. İhsan Ağa; ‘Canım ölümünden sonra teslim etmek üzere satacağım!’ demişb Müşteriler Moiz'in dişlerine 12 altın vermişler. İhsan Ağa, az bulup reddetmiş. Ertesi gün İhsan Ağa bir başka müşteri grubuyla yine Moiz'in dükkânına damlamış… Yine dişleri muayene, yine pazarlık, müşteriler 15 altına çıkmış… İhsan Ağa yine reddetmiş… Üçüncü gün başka müşteri, dördüncü, beşinci gün derken, sonunda Moiz patlamış; ‘Beni hayvan pazarında dişleri kontrol edilen eşek durumuna düşürdün… ‘Al şu 10 altınını!...’ İhsan Ağa gülmüş; ‘Olur mu? Bu dişler 20 altını gördü! 30 altından aşağısına geri vermem!...’ Moiz çaresiz, her gün ağzını kontrol ettirmektense 30 altın vermeyi kabul etmiş… İhsan Ağa gülmüş; ‘Gördün mü? Ben sana ‘her şeyi alıp satarım!’ dediğimde inanmamıştın…” Yani; İşinize, dişinize sahip çıkın… Bilmem burada anlatabildim mi? Daha çok şeyler yazacaktım ama şimdilik bu kadar.. . *- NELER OLMUŞ Şimdi de bir avukatın ‘Not Defterinden’ bir alıntı yapalım: Dünya hukuk tarihinde öyle yasaklar vardır ki, neye hizmet ettiğini dahi anlamakta zorlanırsınız.. Osmanlı'dan başlayalım.. - Gayrimüslimlere cariye satma yasağı, - Geceleri ezanla yatsı arasında sokağa çıkma ve evlerde ışık yakma yasağı, - Kadınların Eyüp'te kaymakçı dükkânına girme yasağı, - Kadınların açık saçık gezme yasağı, - Kadınlara mesire yasağı, - İstanbul'a bekar uşağı girme yasağı, - Hamama giren gayrimüslimlere nalın giyme yasağı, - Çingenelere ata binme ve kısrak besleme yasağı, - Saçak, şahnişin ve çardak yasağı, - Arnavutlara hamam tellağı olma yasağı, - Umumi yerlerde, bilhassa kahvehanelerde devlet sohbeti yasağı, - Kiliselerde çan çalma yasağı, - Şehirdeki konaklardan yalılara, yalılardan da konaklara taşınma yasağı, - Evlerde yemek çeşidi yasağı… *- BAZI KISIMLARI KISALTTIM ‘Yasak veya tuhaf adetler’ deyince, sırf Osmanlı mı akla gelir? Daha neler var neler; bunları muhtelif kaynaklardan çoğunu topmumur büyük kısmının tepkisine neden olacağı düşüncesiyle keserek aktarıyorum: 1. Yunan kültüründe eşlerin asıl işlevi fizikseldi. Bu nedenle onları eğitmek ve sosyal hayata karışmalarına izin vermek anlamsızdı. Bunun yerine, etrafı duvarlarla çevrili evlerin havasız iç odalarında, sadece köleler ve aile fertleriyle geçiyordu hayatları. Eşler kocalarının ‘sempozyum’ adındaki ziyafetlerine asla katılmadıkları gibi, günlük hayatta kocalarıyla fazla etkileşime de geçemezlerdi. Yaş ve yetişme açısından kocayla eşi arasındaki farklılıklara, erkeklerin evin dışında seks yapma olanakları eklenince, eşlerin birbirine yabancı kalmaları kaçınılmaz oluyordu. Bunu bilen ilk Atinalı yasa koyuculardan Solon, erkeklerden eşleriyle ayda üç kez ilişkiye girmelerini istiyordu. Böylece kocaların eşleriyle seks yapması yasal bir görev haline geliyordu. (ERIC BERKOWITZ, ‘Seks ve Ceza: Arzuyu Yargılamanın Dört Bin Yıllık Tarihi’, Kolektif Kitap, 2013, sf. 69) 1505 yılında Lyon'da çıkmış bir kitapta şöyle yazılıdır: "Birçok yerlerde evlenme çağında bir kadın, bilhassa bir bakire, darağacına götürülmekte olan bir idam mahkûmunu kendine koca yapmak isterse mahkûmu bu kadına vermek adettir." Papalık arazisinde bu adet, ihtimal, 19. yüzyılın başlarına kadar devam etti. 1812'de asılan haydut Stefano Spadolino'yu, giydiği kürek cezasından Hristiyan olmuş bir Türk kadını kurtarmış, kadın onunla evlenmişti. Prens Johann Georg I. (1606) zamanında yargıçlar idama mahkum Peter Mebuss'u bir hizmetçi kız kendisiyle evlenmeye talip olduğu için serbest bıraktılar. 1725 yılında, bu şekilde, bir erkek bir kadını evlenmek suretiyle ölümden kurtardı. Schwaben'de bir tabak kalfası, yargıçların huzuruna çıkarak, idam mahkumu Anna Maria'nın hayatı bağışlandığı, cellat elinden masun kaldığı taktirde onunla evlenmek istediğini bildirdi. Kadını ne görmüş ne de onunla konuşmuş olduğunu, kararını sırf dini merhamet hisleriyle verdiğini, dedesinin de evlenme suretiyle böyle bir kadını ölümden kurtarıp mesut bahtiyar yaşadıklarını sözlerine ilave etti. Mahkeme heyeti düşünüp taşınarak şu karara vardı: "Her ikisi mahkeme huzuruna getirilsinler, rızamız dolayısı ile Anna Maria'nın cezası affedilsin!" (MAX KEMMERICH, "Tarihte Garip Vakalar", Varlık Yayınları, 1952, sf. 64-65) *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

BAŞIMIZ SAĞ OLSUN! ACIM BÜYÜK! BOLU'DAKİ OTEL YANGININDA 66 İNSANIMIZI KAYBETTİK

KİTAPLARIN ANLATAMADIĞINI ANLATIYOR