ÇALIŞANIMIZ KEŞKE BÖYLE HIZLI OLABİLSE

YAŞAR EYİCE *- ÇOK HIZLIYDI Urla Atatürk Mahallesi’nde, bir liraya belediyeye sattığım parkın orda oturuyorum. Bir kepçe saat 12.30 cıvarında hızla köşeyi döndü. Araca çarpacak sandım, kıl payı yanından geçti ve iki üç ev ilerideki inşaata sanıyorum çimento yetiştirdi. Özel bir firmaya ait olduğunu düşündüm. Bir baktım aynı hidromak denildiğini sandığım iş aracı bu kez kepçesinde çalı çırpı ve moloz ile geri döndü ve Londra’da yıllardır çalışan, ama evinin bahçe duvarlarının dibini elleriyle temizlediği yere çevreyi toz bulutu kaplayacak şekilde bıraktı. Bir şeyin üzerinde tepinirsiniz ya, yine toz toprak saçarak getirdiği kesilmiş dalları dövmeye başladı. ‘Ne oluyor?’ diye yerimden kalkarak iş makinasını seyretmeye başladım. Meraklı bakışlarım, ‘Türkmen Parlak büyüğümüze ait arsanın sanki çöplük diye kullanana ‘Ne oluyor?’ der gibiydi. Bu arada fotoğraf da çektim! Sürücü, yani operatörü koyu camların arkasında görmem imkansızdı? ‘Ne yapıyorsun?’ diye seslendim ama yanıt alamadım. Cengiz Beyin yıllanmış ağacının gölgesine, duvara yaklaşarak, diz boyu sararmış otların arasında durdu. Ben orada, o karşımda sessizce yarım saat kadar bekledi. Halbuki bu arada çöplük olarak kullandığı arsada bir iki kez ileri geri gitseydi, çok faydalı bir iş yapmış olacaktı. Belirttiğim gibi gecen süre sonunda bir baktım, Urla Belediyesi’nin yeni dev kamyonlarından biri geldi. Kepçe harekete geçti, rüzgarın savurduğu tozu yerken bir kısmı orada kalan atıkları yükledi, arka arkaya uzaklaştılar. Meğer benim müteahhidin ya da kiraladığı bir iş makinası sandığım son model hidromak Urla Belediyesi’ne aitmiş. Günlerden cumartesi… Yani çift yevmiye… Buna bir de fazla mesaiyi ilave edin. Aklıma İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Dr.Cemil Tugay’ın sözlerini getirdi. Bin otuz torpilli işçinin işine son verme kararını… ‘Olur mu? Emek, iş, aş,’ gibi beylik laflarla Başkana karşı çıkanları da düşündüm. Mutlaka akrabaları vardır, aynen Urla Belediyesi’nde olduğu gibi… Herkes birbiriyle akraba ya da akraba gibiler… İsterseniz birine ‘Çalış, terle, hak et!’ deyin bakalım ne yanıt alacaksınız? İddia ediyorum; Belediye Başkanının da sözü geçmez! Birileri mutlaka ‘Dur!’ der… Büyük Başkanı Dr. Cemil Tugay, çalışmayanları gözetim altına alacağını, güzel sözlerle dillendirmişti. Merak ediyorum, acaba bırakın onlarca sözde çalışanı, birini bile belirleyip, hakkında gerekli işlemi yaptı mı? Urla Belediyesinde işler ahbap çavuş ilişkisinde sürüyor. Örnek mi? 15 gün önce telefon ettim, temizlik işlerine bağladılar; ‘Eski yıllarda telefon ediyor, adres veriyor, bir gün sonra ekipler geliyor, çevredeki tehlike yaratacak otları temizliyorlardı’ deyip, arsaların sararmış her an yangın tehlikesi içinde olan otların temizlenip temizlenmediğini sordum. Komşum Necla Hanıma göre, parasını tahsil ederek yapıyorlarmış. ‘Tamam, bekliyorum’ diyerek telefon numaramı ve adresimi yazdırdım. Belki seneye gelirler… Ama birçok yerde çalışıyorlar galiba, yemek saatlerinde ve yakınında yoldan hızla geçen ekipleri görüyorum. Ben değil herkes… ‘Herkes’ deyince ‘Tanık’ olarak bir komşumuza ‘Görüyor musunuz?’ diye sormuştum. Cuma hutbesini dinlemiş ya da duymuşsunuzdur. Sanki bu çalışanlar için özellikle kaleme alınmış. Meraklı olanlar Diyanet Başkanlığının resmi sayfasından okuyabilirler. Söyleyeceklerim bu kadar! Yaşadıklarımı, gördüklerimi yazıyorum, ne yapayım? Elimde değil işte! Benim sitilim de bu! Yani herkesin dili oluyorum… *- BÖYLESİ VAR MI? Şimdi de bazılarımızın, ‘Yazacak başka şey bulamadın mı?’ diyecekleri bir ‘baba-oğul’ hikeyesini paylaşayım: “Bir oğul, babasına güzel bir yemek ikram etmek için bir restorana yemeğe götürdü. Yaşlı adam çok yaşlanmıştı ve bu yüzden biraz güçsüzdü. Yemek yerken, bazen birkaç lokma yemeği gömleğine veya pantolonuna düşüyordu. Restorandaki diğer müşteriler sahneyi tiksinti veya mahcup bakışlarla izliyorlardı. Ama oğul, tamamen sakin kalıyordu. Yemek bittikten sonra, en ufak bir utanç ya da rahatsızlık belirtisi göstermeden, nazikçe babasına yardım etti. Onu tuvalete götürdü, yılların izlerini taşıyan yüzünü sevgiyle sildi, kıyafetlerindeki lekeleri temizledi, gri saçlarını özenle düzeltip, gözlüklerini dikkatlice ayarladı. Dışarı çıktıklarında, salon derin bir sessizliğe büründü. Kimse bu gencin kamuya açık böyle bir “aşağılanmaya” nasıl katlanabildiğini anlayamıyordu. Oğul hesabı ödedi. Tam kalkarken, konuklar arasında yaşlı bir adam ayağa kalktı ve ona dedi ki: “Bir şeyi unuttuğunuzu sanmıyor musunuz?” Genç adam sakin bir şekilde cevap verdi: “Hayır, hiçbir şeyi unutmadım.” Bunun üzerine adam dedi ki: “Evet, bir şeyi unuttunuz… Tüm oğullara bir ders ve tüm babalara bir umut bıraktınız.” Restorandaki sessizlik o kadar derindi ki, bir iğnenin düşüşü bile duyulabilirdi. Hayattaki en büyük onurlardan biri, bize bakanlara biz de bakabilmektir. Anne babalarımız - ve hayatlarını, zamanlarını, paralarını ve enerjilerini bize adayan tüm yaşlılarımız - en derin saygıyı hak ediyor. *- BİR NASİHAT! “İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Avun oğlum, avun… Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen, sabah rüzgarında savrulursun gidersin. Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. daima sabırl , sebatlı ve iradene sahip olasın… Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş sırlar, bilinmeyenler, görünmeyenler senin fazilet ve erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı, atanı say… Bereket büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen yeşiller çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol, her sözü üstüne alma… Gördün söyleme, bildin bilme. Sevildiğin yere sık gidip gelme. Kalkar muhabbetin, itibar olmaz. Üç kişiye acı: cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene, hatırlı iken itibarını kaybedene. Unutma ki, yüksekte yer tutanlar aşağıdakiler kadar emniyette değildir… Haklı olduğunda mücadeleden korkma!” Bu naklettiğim, ŞEYH EDEBALİ’NİN OSMAN BEY’E NASİHATI… *- ARKADAŞLARIM İÇİN "Titanik'in trajik hikâyesini çoğu kişi bilir, ancak gemide yaşayan ve muhtemelen olanları hisseden tek kişi olan Jenny adlı kedinin hikayesini pek az kişi duymuştur. Birkaç zaman önce yazmıştım. Ama anımsatma ve bilgilendirme düşüncesiyle tekrar ele aldım: Jenny sıradan bir kedi değildi. Titanik'in resmi fare avcısıydı ve kemirgen popülasyonunu kontrol altında tutmak için gemiye alınmıştı. Gemi deniz denemeleri sırasında bir sürü yavru kedi doğurdu ve Jim Mulholland adlı bir işçi tarafından sevgiyle bakıldı. Jim, onun ve yavrularının mutfağın yakınında, kazanlarla ısıtılan sıcacık bir yuva hazırladı. Hatta molalarında kalan yemek artıklarını bile onunla paylaşıyordu. Bu sessiz rutin, tarihin en lüks gemisinin ilk seferine hazırlanmasının kaosu ortasında ona bir huzur duygusu veriyordu. Ama garip bir şey oldu. Titanic'in Southampton'dan New York'a hareket etmesine birkaç gün kala Jenny'nin davranışları değişti. Huzursuzlanmaya başladı. Ve sonra- hiçbir uyarıda bulunmadan -yavrularını teker teker, nazikçe boyunlarından tutarak almaya başladı... Ve onları tekneden dışarı çıkardı. Yavrularının hepsi güvenli bir şekilde karaya çıkana kadar, defalarca rampadan aşağı yürüdü. Jim bakakaldı. Ve o anda bir şey oldu. *- YILLAR SONRA "Bu kedi bir şeyler biliyor... Bizim bilmediğimiz bir şeyler." Sezgilerine güvenen Jim, belki de annesinin sezgilerine, eşyalarını topladı ve sessizce tekneden indi. Bir daha asla gemiye geri dönmedi. Titanik onsuz yola çıktı. Sonra ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Yıllar sonra, artık yaşlı bir adam olan Jim bu hikayeyi bir gazeteciye anlattı. Hayatını kurtaran kişinin Jenny olduğunu söyledi. Onun kadim, sessiz ve sarsılmaz içgüdüsü, belki de bugüne kadar birinin alabileceği tek gerçek uyarıydı. Bazen kahramanlar üniforma giymezler. Bazen kürkleri, bıyıkları ve sadece... Bilen bir kalpleri vardır." Kedi ve hayvan düşmanlarına, gece gündüz sokak kedi ve köpeklerini besleyen bu yüzden evinden olduğu gibi mahkemelik olan ama kazanan sevgili arkadaşlarım Mimar Vildan Kara ile meslektaşım sevgili Olkan Özkır için yazmaya çalıştım. *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

BAŞIMIZ SAĞ OLSUN! ACIM BÜYÜK! BOLU'DAKİ OTEL YANGININDA 66 İNSANIMIZI KAYBETTİK

KİTAPLARIN ANLATAMADIĞINI ANLATIYOR