BU YANGINLARIN TELAFİSİ YOK!

YAŞAR EYİCE *-OKUYUNCA Erdinç Özkan şöyle diyor: ‘Adem sevmiş, Cennet’ten olmuş, Züleyha sevmiş, tahtından olmuş, Yusuf sevmiş, özgürlüğünden olmuş, Leyla sevmiş, sarayından olmuş, Mecnun sevmiş, aklından olmuş, Yani sevmek akıl işi değil! Öyleyse gelin çay içelim… Bu neye gösteriyor? Çok okumanın sonucunu… Her şeyi bilmek ya da okumak da insanı başka düşüncelere sevk ediyor. Güzellikler kadar, yaşamın dramı da ortaya çıkıyor… Yani her okuduğunuzun sonu, Türk filmi gibi bitmiyor… Ama Erdinç Özkan’ın şu gerçekçi sözü de hepimizin hoşuna gidecektir: ‘Seni arayan soran yoksa; ya fakirsindir, ya da seninle işleri bitmiştir!’ Yalan değil, yaşamın gerçeği… ‘Dünyanın taşıdığı en ağır şey nedir?’ Diogenes, ‘Cahil bir insan!’ demiş… Bu da yalan değil, yaşamın gerçeği!... *- İÇİMİZ YANMAKLA KALIYOR Yangınları biliyoruz, korkuyoruz! Bir kibrit, daha doğrusu dikkatsizce atılan bir sigara izmariti bir köyü, bir mahalleyi haritadan silebiliyor. Örneklerin görüyor, yaşıyoruz. Ama ilgililerin umurunda değil. Son zamanlarda iki kez Urla’da komşumuzun başına geldi. Yoldan geçen birinin yüzünden olduğunu düşünüyoruz, bahçesindeki kuru otlar ateş aldı. Bitişiğindeki evdekiler anında fark ederek, itfaiyeye haber verdiler ve alevler evleri sarmadan söndürüldü. Aslında telefona sarılan öğretmen hanım gibi, canla başla anında yetişen kahraman itfaiye ekiplerine de teşekkür etmek lazım. Ama nedense içimden itfaiyeye olduğu gibi Urla belediyesine ve başkanına teşekkür gelmiyor. Düşünün evlerin içinde kalan bir arsadaki insan boyuna yaklaşan kuru otları! ‘Gelin bizi yangın heyecanından kurtarın!’ diyoruz, otlarla mücadeleyi yaptığını öğrendiğimiz ve başvurduğumuz Temizli İşleri’nin bir iş makinası görevlisi, aracın kepçesi ile tanıdığı olduğunu düşündüğüm bir kişinin bahçesindeki çalı- çırpıyı, kurumuş otları getirdi karşımdaki arsaya bıraktı, sanki çöplük… Kimse görmezse belki onun için sorun yok! Ama ben gördüm, fotoğrafını da çektim… Sonuç mu, kendine göre tedbirini aldı, bir işyeri arkadaşını arayarak, yerini kamyon sürücüsüne bildirdi, yarım saat sonra kendisi gibi tam gaz geldi ve yarısı bırakılarak alıp gittiler. Uğur Eren benzer bir konuya dikkat çekerek şöyle demiş: ‘Çok haklısın. Nasıl kurallara uyulmuyorsa trafik cezaları kesiliyor yere izmarit ve benzeri çöplerin atılmasının cezası da 2.950 TL. Belediye zabıtası kessin cezaları zaman içerisinde bu işin de çözüldüğünü göreceğiz. Başka türlü anlamıyoruz…’ Tamam belediye zabıtası, kendi işyeri arkadaşlarına, ya da başkana veya meclis üyelerin benzer bir yasa dışı harekete ceza yazıp, tarihe ‘Bizde böyle hak, adalet, yasa, kural’ gibi gelişmelerde, ellerindeki gücü kullanarak görevlerini yapmışlardır’ diye gururla seslendirilir. *- BEŞPARMAK DAĞLARI Gençliğimde ‘Beşparmak dağları’ denilince ya da bir konuda geçince aklıma Kıbrıs gelirdi. O dağları Rum çetelerin ellerinden geri almak için Türkiye olarak çok uğraştık, şehitler verdik. Bir gün Bodruma giderken, Söke’de Bafa gölü kıyısında, binlerce sivri ve karasineğe rağmen mola verip karnımızı doyurmak istemiştik, öğretim görevlisi Almanca okutmanı Zeki Yelken hocamızla. Karşıdaki ‘Beşparmak Dağlarını’ gösterip, ‘Ayak yağından’ söz etmişti. Ben yağa inandım ama ‘Beşparmak dağlarını’ ilk kez duymuştum. Lafı fazla uzatmadan, zeytinliklerin kesilmesi gündemde iken, Zeytin ayak yağını paylaşayım: *- KADINLAR SAYESİNDE “Henüz yolların, traktörlerin, fabrikaların olmadığı yıllarda zeytin değirmen taşlarında ezilip, ahşap şırnalarda kadınlar tarafından sıkılarak 'Ayak Yağı’ çıkarılırdı. Yeni çıkan bu güzel yağ, sıcak bazlamaya banarak yenilirdi. Köylüler buna ‘ilaç’ derdi. Eskiden Latmos (Beşparmak) Dağları’nda yaşayan köylüler sıktıkları zeytinyağını satmak için eşeklere yükleyerek patika yollardan şehre götürürlerdi. Patika yollarda kayalar çok olduğundan yağ testileri hep kırılır zeytinyağı yabana giderdi… Köylüler böylece keçi derisinden tulumu keşfetti. Tulumun üzerindeki kılları, fıstık çamı kozalaklarıyla, deri kahverengiye dönüşünceye kadar sürterler, istenilen kıvama geldiğinde yağları doldurup, yollarına devam ederlerdi. ‘Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu’ sözü gibi, fabrikalar olunca ayak yağından vazgeçildi. Ahşap şırnanın içinde yağı sıkacak kadın da yok artık, eski kadınların dizlerinde de derman kalmadı…” *- ARKA PLANDAKİ İSKELE Gökhan Akçura’nın paylaşımındaki eski yılların fotoğrafında, ön plandaki kadın belli ki bir motordan çıkıyor. Şemsiyesi elinde, otuzlu kırklı yıllar. Kim olduğunu bilmiyoruz. Bu nedenle çaresiz onu bırakıp arka planda görünen iskeleye yöneleceğiz. Burası Kadıköy’deki ‘Köprü İskelesi’. Şimdilerde Beşiktaş vapurları kalkıyor, ama eskiden Köprü vapurlarının kalkış noktasıydı. Bu iskele 1915 yılında yarı beton, yarı yığma olarak yapılmış. Eser Tutel, son onarım sırasında ortaya çıkan mermer levhanın üzerinde 1926 tarihinin okunduğunu yazar. 1959 yılında büyük bir tamir gören bu yapı, 1984-86 yılları arasında yeniden onarıldı ve son olarak da 1995 yılında bir kez daha elden geçirildi. *- VAPURUN YOLCULARI Refik Halid Karay 1921 yılında şöyle yazıyordu: ‘Kadıköy iskelesine ayak basan herkesin gönlünde, kendiliğinden, bir eğlenme, avunma ihtiyacı hâsıl olur, bir teselli doğar ki İstanbul’da hiç bir semt, ne Adalar, ne Boğaziçi hangi mevsimde olursa olsun bu mühim, bu derman verici tesiri yapamaz. Kadıköy vapurunun boşalışını insan bir seyran, bir lezzeti tenezzüh, bir zevk addedebilir: İstanbul’un en maruf erkek simalarına orada tesadüf edebileceğiniz gibi en mükemmel giyinmiş ve her milletten en nadide güzelleri de, bir kafile bir resmigeçit halinde, toplu ve tabiî orada görebilir, birer birer, ağır ağır ancak orada seyredebilirsiniz.’ *- NE KADAR GÜZELMİŞ Otuzlu yıllarda "Kadıköy’ün Romanı"nı yazan Safiye Erol, iskelenin semtin yaşamının ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder: ‘Kadıköy’ün daha köprü iskelesine ayak bassan kendi evinin avlusuna girmiş olursun. Lodos havalarda gıcır gıcır sallanan o külüstür iskelede yurdun başlar. Sağdaki gazeteci, soldaki tütüncü bile ahbabındır. Paran olmazsa sana veresiye verirler. Vapura gelince, bir komşu salonundan farkı var mı, Allah aşkına söyle… Kadıköy vapuru artık vapur filan değildir. O, muayyen misafirlere mahsus bir gazino, bir kulüp, öyle bir şeydir.’ Bugün Kadıköy İskelesi olarak bildiğimiz, Karaköy ve Sirkeci’ye giden vapurların kalktığı yapının yerinde 1950’li ve 60’lı yıllarda Sirkeci’den gelen araba vapurlarının iskelesi vardı. 1982 yılında aynı yerde yeni bir iskele binası inşa edildi. Elbette o da bir süre sonra yıkılıp yenisi inşa edildi. Bizim tarihimiz habire yıkıp yapma ile geçmedi mi zaten? Özelikle şimdi delik deşik olan yollarımızın, habire yenilenen kaldırımlarımız gibi… *- DUT YEMİŞ BÜLBÜL GİBİ… Şimdi de ilginç bir hikaye, ama Aydın Boysan’dan değil!... Bülbüller içkiye düşkündür. Bülbül içkiyi buldu mu bir hayli içer. Ama bu gerçeği bilginler değil, Tarihçi Reşat Ekrem Koçu'nun annesi Zağralı Hacı Fatma hanım saptamış. Bülbülleri günlerce, Göztepe'deki evinin bahçesinde dürbünüyle gözetlemiş... Fatma Hanım gözlemlerini şöyle dile getirmiş: ‘Bir bülbül sabahleyin bir vişne ağacına gelip konar... Yirmi otuz kadar vişneyi gagasıyla deştikten sonra çekip gider... Akşam, yine gelir... Vişnenin gagayla deşilen yerinde biriken meyve suyu mayalanmış, bir likör ya da şarap haline dönüşmüştür. Kuş, akşamın son saatlerinde bir iki vişneden kendi elcağızıyla hazırlanmış içkinin ilk yudumlarını içince şöyle bir silkinir; Birkaç külhani ıslık öttürür. Yırtılmış vişne kadehleri beşi, altıyı buldu mu nağmeler uzar. Ortalık iyice karardığı için küçük bülbül göze görünmez ama yırtık vişneler bittikçe sesi de ağaçtan döküldükçe dökülür. Artık tan sökünceye kadar gelsin gazeller, şarkılar, feryatlar.’ Vişne mevsimi bitince dut mevsimi başlar. Ve… Bülbüllerin sesleri de biter. Aslında bülbül içkisi bittiği için ötmüyordur. Dutu gagalamanın likör vermediğini bilir. ‘Garip Bülbül’, mevsim dut mevsimi olduğu için susmuştur. Bu yüzden suskun olanlara ‘Dut yemiş bülbül gibi’ derler. *- OLAMAZ, OLMAMALI!... Kendilerin ‘Halkçı Doğa ve Hayvanseverler’ olarak tanıtın bir grup ‘Aliağa Avrupa’nın çöplüğü, halkın mezarlığı olamaz!’ diyerek şu açıklamayı yaptılar: “Bir kez daha aynı senaryo! Bir kez daha halk düşmanı, doğa düşmanı, emperyalist oyun! Bir kez daha Avrupa’nın pisliği, hurdası, zehri Anadolu topraklarına, Ege’nin temiz sularına, Aliağa’ya dayatılıyor. İngiltere Kraliyet Donanması’nın hurdası, asbest yüklü, ağır metallerle dolu, ölüm saçan HMS Bristol isimli savaş artığı zehir gemisi, utanmadan, sıkılmadan, halkımızın gözünün içine baka baka İngiltere tarafından Türkiye’ye, Aliağa Gemi Söküm Tesisleri’ne gönderiliyor. İngiltere’de bile halkın istemediği, çevrecilerin isyan ettiği bu ölüm gemisi, sözde çevreye duyarlı Avrupa’nın, gerçekte halk düşmanı yüzünün ta kendisidir.” *- YİNE SAHNEDE “Açıkça söylüyoruz: Türkiye Avrupa emperyalizmin hurdalığı değildir! Türkiye Avrupa’nın çöplüğü değildir! Oyun ortadadır: Geçen yıl Brezilya’nın NAE Sao Paulo hurdası, halkın mücadelesiyle geri gönderildi. İtalya’nın zehirli denizaltıları, halkın baskısıyla teşhir edildi. Fransa’nın asbestli gemileri, planlı bir çevre ve insan sağlığı katliamının parçası olarak Aliağa’ya yığıldı. Şimdi de İngiltere sahnede. Oyun aynı, alçaklık aynı. Aliağa zaten yıllardır zehir soluyor! *- KANSER YAPIYOR Bazılarının himayesindeki şirketler, doğayı katleden E.Ç gibi Parababaları, Özel Endüstri Bölgesi bahanesiyle kârlarını katlarken, halk kanser oluyor, işçiler ölümle burun buruna çalışıyor. Asbestli, ağır metalli, kimyasal yüklü hurdalar, Aliağa’ya gömülüyor, denize dökülüyor, toprağa karışıyor, insanlarımızın, hayvanların yaşam alanları yok ediliyor! Bütün bunların sorumlusu, insan, doğa, hayvan düşmanı Parababaları düzenidir, emperyalizmdir! Ülkemizde ise bu düzenin bekçiliğini yapan, halkı hiçe sayan, tek tanrıları para tanrısı olan, Tefeci Bezirgân Sermayenin iktidardaki temsilcisi Yüzyılın Felaketi, Ortaçağcı gerici olanlardır. *- GİZLENEREK HAZIRLANANLAR Basel Konvansiyonu yok sayılıyor. Tehlikeli Madde Envanterleri gizleniyor. ÇED raporları kâğıt üstünde hazırlanıyor. Denetim göstermelik yapılıyor. Yalan, talan, sömürü, ölüm. Ama bilsinler ki bu halk sessiz değil. Bu topraklar, bu vatan sahipsiz değil. Aliağa doğasının, denizinin, toprağının katledilmesine izin vermeyeceğiz. İşçi düşmanlığına, doğa katliamına, yalan beyanlara, sahte raporlara karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. İngiliz Emperyalizminin hurdası geri dönecek! AB Emperyalistlerinin pisliği Türkiye’yi kirletemeyecek!” *- YENİLİKLERE AÇIK OLMALI Manisa- Akhisarlı önemli bir ailenin değerli elemanı, sevgili Haldun Galip Keskin beğendiğim, keyif aldığım satırları yazmış. Sevgili Haldun, ‘Yeniliklere açık olmayan, sabit fikirlileri’ bir noktada bizleri ele almış: Haldun Galip Keskin, şöyle diyor: ‘Risk almak istemez: Yeniliklere kendini hep kapatır. Dinlemez bile. Yetki ve talimat beklentisi vardır. Ne yapacağını birinin söylemesini bekler, yapar ve kendisi için belirlenen maaşı alır ve belirlenen maaş karşılığı zamanını satar.’ Haldun şöyle devam ediyor: ‘Networkmarketing Özgürlük odaklıdır: Kendi zamanını yönetmeyi ve kendi gelirini belirlemeyi hedefler. Yatırım ve uzun vadeli kazanç düşünür. Bugün çalışır, yarın meyvesini toplar. Sadece kendi kazancı değil, başkalarının da yükselmesini önemser.” Haldun’un yazdıklarının bundan sonrası reklamlara girdiğinden kestim.. Şimdilik bu kadar… Güzellikler ve mutluluk diliyorum, sizler için… *- KAHROLUYORUZ Bornova’dan Emine Elat şöyle diyor: “Çok üzgünüm, neden hep çaresizlik içinde izlemek zorunda kalıyoruz! Yanıyoruz! İki günde 220 yangın çıkması ne kadar normal değilse; yıllardır yangınlara karşı bu kadar çaresiz kalışımız, yağmur yağması için dua etmeye kalmamız da normal sayılmaz. Ormanlarımız, evlerimiz, hayvanlarımız, tüm ortak yaşadığımız onlarca canlılar, canlarımız, ekili alanlarımız alevlere teslim oluyor. Benim gibiler ise belirttiğim gibi ciğerlerimiz yanarak kahroluyoruz. Kahrolsun, eli kırılsın yangınları çıkaran ve tüm uyarıları rağmen çıkmasına neden olanlar!” *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

BAŞIMIZ SAĞ OLSUN! ACIM BÜYÜK! BOLU'DAKİ OTEL YANGININDA 66 İNSANIMIZI KAYBETTİK

KİTAPLARIN ANLATAMADIĞINI ANLATIYOR