İZSU VATANDAŞA KAPLUMBAĞA HIZIYLA ULAŞIYOR !

YAŞAR EYİCE *- VİJDANSIZLAR ‘CHP’li kim?’ diye sorarsanız, birçok isim sayabilirim. Ama benim için en önemlilerden biri de, belki de bugüne kadar hiç karşılaşıp, görüşmediğim bir isimden söz etmek istiyorum; Ali Hıdır Uludağ’dan… Belki de partide bir görevi var, belki de yoğun çalışmasının karşılığını bir şekilde kesinlikle almıyor. Bir hedefi mutlaka olmalı insanların… Ama bazen ağzıyla kuş yakalasa yine karşısındakine kendini dilediği şekilde tanıtamıyor... Olabilir mi? Örnekleri çok… Bazısı da ‘elini sallasa ellisi’ misali oturduğu yerden hiç beklemediği ve ummadığı bir şekilde bir yerlere ulaşıyor. Ya sonra ‘buhar’ oluyor, ya da makas değiştiriyor. Bunun örnekleri de çok… Bugün Aydınlı usta Gazeteci, babadan CHP’li Attila Dağıstanlı’nın uzun makalesini okudum ve ‘Tebrikler’ diyerek, sayesinde başta Aydın ilimiz olmak üzere aklı başında birçok CHP’linin bu konudaki görüşlerini de öğrenmiş oldum. Tanışmadığım ama yıllarca takipçisi olduğun Avukat Ali Hıdır Uludağ’dan ise aynı anlarda ‘Üzgünüm’ dediği şu mesajı aldım: ‘Türkiye’deki Sosyal Devlet ve Sosyal Belediyecilik anlayış ve icrasını insan haklarına uygun bulmasam da, Sosyal Devletin olmadığı ülkemizde, sosyal belediyecilik çerçevesinde açılmış olan Buca Belediyesi Kent Lokantalarında kullanılmak üzere kaynak ve yemek malzemesi sağlayacak olan seraya saldırmak bir vicdansızlık örneğidir. Zira o lokantalarda yoksul Üniversiteli Gençler ve yine diğer yoksul Halk kesimleri yararlanıyor…’ Merak ettim, araştırdım: Konu şu; İzmir’in arka bahçesi Buca Belediyesi’ne ait seraya bir saldırı gerçekleşmiş. Böylece üç kent lokantasının altı aylık yemeği yok olmuş, İki dönümlük seranın su deposuna atılan yoğun miktardaki tuz ürünlerin yanmasını sağlamış. Böylece serada ilk belirlemelere göre 1,5 milyon lira tutarında maddi zarar olduğu belirlenmiş. Bunu şöyle yorumlayabiliriz: Bazı insanlar kötülükte sınır tanımıyor. Kötülükten besleniyorlar. Vicdansızlar! İnsanlıktan nasip almamış mahlûklar… Riyakarlık, ahlaksızlık, ikiyüzlülük, yoksulluktan geçinenler nedense hep içimizden çıkıyor. Yine nedense görmezden duymazdan geliyoruz, ‘Bizdense yapar’ diyerek normal karşılıyoruz. Bir noktada devletin ve bizim malımız olan bu serayı kullanılmaz hale getirenlerin kısa zamanda yakalanacaklarını umuyorum. Normalin üstünde tuz alan ve satanlar da bulunur. Kamera kayıtları takibinde de bana göre bu caniler ele geçirilir. Böylece arkalarında kimlerin olduğu da ortaya çıkar. Şunu da söyleyeyim, böyle durumlarda sanıklar hiç umulmadık kişiler olarak da önümüze çıkabilir. Bu nedenle soğukkanlılıkla polis ya da jandarmanın, hangisinin görev alanında ise sıkı bir araştırma ile sonuca gidilebilir. İnsanın düşmanı bile böyle bir harekete kalkışmaz. Ne beklentisi olabilir birinin, fakirin yoksulun, ihtiyaç sahibinin aşından? *- HAYALE DALDIRIYOR Tamer Dursun güzel bir hikaye yazmış. Yanılmıyorsam yeni değil, çünkü okudukça ‘Ben bunu biliyor ve hatırlıyorum!’ dedim, kendi kendime… Ya da bana öyle geldi. Ama gerçek… Bazıları etik davranmayarak, hastalarının durumlarını ve ailevi hallerini kaleme alıp iyi değil çok iyi paralar kazanıyor. Herkes normal karşılıyor, kitaplarını okuyup, dizilerini seyredince… Tanığım, ‘Gerçek!’ diyorlar. Beni inandıramazlar… Bire bin ilave ediyorlar, bu işi bilenler… Yalandan kim ölmüş ki? Neye ben sözü Tamer Dursun’a vereyim: Eminim bir çoğumuz hayale dalacaktır.. *- BİZ BU SAYIYI ATMIŞA ÇIKARALIM… Kırk yıldır evliydiler ve evlendiklerinden beri Samatya'da, çok eski bir evin çatı katında oturuyorlardı. Bir zamanlar üçer beşer çıktıkları merdivenleri şimdi arada bir dinlenerek çıkabiliyorlardı. Dile kolay, bu evde üç çocuk yetiştirmiş, onları evlendirmiş ve en sonunda da yapayalnız kalmışlardı. Ayda yılda bir, çocuklar ziyaretlerine gelirlerse, dünyalar onların oluyordu. Odanın içinde koşturan torun gülüşleri, demlenen çayın kokusu, annenin meşhur cevizli keki, kolonya, şeker, sohbet, anılar, birkaç saatliğine de olsa, evin köşesine yığılmış ilaç kokularını unutturuyordu. Duvarlarda onlarca irili ufaklı fotoğraflar vardı. İnsanlar yaşlandıkça anılar ve fotoğraflar çoğalır ya, onların evinde de duvarları bir sarmaşık gibi kaplayan çerçeveler, unutulmayan, unutulmak istenmeyen anılar ve insanlar demekti. *- HUZUR KAÇAR ve ACITIR Çocuklar ‘bir nefeslik’ de olsa, yanlarına uğrayıp gittikten sonra onlar yeniden birbirlerinin yaralarını sarar gibi birbirlerine derman olmaya devam ediyorlardı. Onlarınki öyle bir aşktı ki, kırk yıldır her gece el ele uyurlardı. Adam kadını ''Nefesimin sebebi'', kadınsa kocasını ''Aynam'' diye severdi. Yaşlılık insanın kendisini ''keşkeler'le hırpaladığı zamandır. Yarım kalmış ne varsa, insanın huzurunu acıtır. Geriye dönmek için geçtir, ileriye gitmek içinse vakit yoktur. Öyle kalır insan. Durur... *- ÇOĞUMUZUN SONU Adam son aylarda iyice unutkan olmuştu. Sonunda, eşinin ısrarıyla bir doktora gittiler. Doktor yapılan testlerden sonra adamın alzheimer hastası olduğunu, ayrıca iç organlarında da bir takım sorunlara rastladığını söyledi. Kadın Ayna'sının koluna girdi ve hiç konuşmadan eve döndüler. Adam unutuyor, kadınsa sabırla, ona unuttuklarını hatırlatmaya çalışıyordu. Aradan aylar geçti ve adamın durumu daha da kötüleşti. Hatta kırık yıllık eşinin ismini, evli olduğunu, çocuklarını bile unutmaya başladı. Yürüyemez, kendiişlerini halledemez durumdaydı. Kadın eşine duvardaki resimleri gösterip, geçmişten bahsediyordu. Nerede tatil yapmışlardı, en çok ne zaman eğlenmişlerdi, çocuklarının dünyaya geldiği anlar, zorluklar, sevinçler, ayrılıklar, kavuşmalar... Adam arada bir eşine "Nefesimin sebebi" dediğini hatırladığında ve tekrar ettiğinde kadın dünyanın en mutlu insanı oluyordu. *- GÜZEL OLANLAR Hatırlanmak güzeldi. Hatırlanmak yaşamak ve yaşatmaktı. Babalarının durumundan rahatsız olan çocuklar da artık gelmez olmuşlardı. Sitem eden annelerine ''Ya hu anne, nasıl olsa babamız bizi hatırlamıyor. Gelip görsek bile ne anlamı var? '' diyorlardı. Her geçen gün daha zor olmaya başlamış ve komşuların yardımı da olmasa, alışverişe bile gidemez durumdalardı. Bir gece adam iyice kötüleşti. Kadın her zaman yaptığı gibi adamın elini tuttu ve ''Biz kırk yıldır böyleyiz aynam benim, böyle el ele...'' dedi. '' Ve keşke bir kırk yıl daha elin elimde olsa...''. Adamın gözlerinden bir çift yaş süzülüp yastığa düştü. ''Ben...'' diyebildi ve acı içinde yutkundu. ''Ben seni yalnız bırakıyorum...Çok ama çok özür dilerim senden, can parem, nefesimin sebebi..." Kadın günler sonra tekrar bu sözü duyduğu için gülümsedi ve eğilip kocasına sarıldı. "Ama..." dedi adam gülümseyerek " Bu benim hastalığımın en güzel yanı neydi biliyor musun?" Kadın şaşkınlıkla ''Yoo, bilmiyorum aynam, neydi?'' sordu. ''En güzel yanı...En..güzel...yanı...her defasında seninle yeniden tanışmaktı!..'' Güldüler. *- ÖNEMLİ DÖNÜŞ Yağmur damlaları camlara vuruyor, odanın ortasında yanan mumun alevi kendi gölgesiyle dans ediyordu. Adam kadının elini dudaklarına götürüp üç kere öptü. ''Şu kısacık hayatta sizi tanıdığıma sevindim hanımefendi.'' dedi ve gözlerini yumdu. Kadın adamı son kez dudaklarından öptü. ''Aynam...aynam kırıldı... Bırak beni hayat, bırak da kanayayım.'' Yağmur dindi. Mum söndü. Kadın adamın yanına uzanıp elini tuttu. ''İyi geceler aynam, iyi geceler...'' *- BÜYÜMEK Büyümek külfetli iştir, yorar insanı. Büyümek anlamaktır anlamsızlığı Ve soluklanmaktır, koşunun orta yerinde. Bir acayip bilmecedir büyümek. Mesela, Çocukluktan kaçarken, anne şefkatine yakalanmaktır. Ya da Eski bir acıya rastlamak, ağız dolusu gülerken. Heder edilmiş mutluluklar, Unutulmuş dost yüzleri, Çıkılan yokuşlar, Çalınan kapılar, Özlenen kayıplar. İçimiz dağılmış bir pazar yeri. Ve hüzün vakti akşam serinliğinde. Büyümek külfetli iştir, yorar insanı. Büyümek yanılmaktır yeniden Ve doğruyu aramaktan vazgeçmektir. Öyle kolay değil, Şehirlerarası bir otobüse atlayıp kaçmak gibi. İstese de gidemiyor insan, Ne kendinden ne de sevdiğinden. Duvarda paslanan bir çivi gibi kalıyor olduğu yerde. Yorgun ama dimdik. Bizim işimiz zor. Bilmezler. Her gece yıldız toplamak gecenin koynundan Ve her sabah umut etmek insana dair. İşimiz zor bizim. Bilmek istemezler. İğne ipliğe küser, olan düğmeye olur. Düştüğü yerde kalır. Büyümek külfetli iştir, yorar insanı. *- YAŞLANMAK Ve yaşlanmak, insanın anılarda bıraktığı çocukluğunu bulup, ona sarılarak, herkesten ve her şeyden uzaklaşmasıdır. Büyümek, büyüyüp yaşlanmak, yaş almak, insanın içine doğru yolculuğudur. Kimi bir sandalla, kimi yürüyerek, kimi bir gemi, tren ya da otobüsle... Ama bir gün, zamanı geldiğinde, her insan, elinde bir bavul, arkasına bakmadan, kendine gider. Gidenlerin kaçı yolun sonunda umduğunu bulur, kaçı kendine varır ve kaçı bu yolculuğu sonuna kadar tamamlar, bilmiyorum. Bildiğim tek şey, eski hırslarınız, abartılarınız, hayalleriniz yoksa, bıraktıysanız, herkesi kendi haline, umurunuzda değilse artık, kimin sizin hakkınızda ne söylediği ve hayatınız basitleşmeye, sessizleşmeye başladıysa, yolculuğunuz da başlıyor demektir. Yanınızda bir "ayna"nız ya da bir "nefesinizin sebebi'' varsa, bırakmayın onu, sıkı sıkı sarılın. Ayna kırılmadan ve nefes bitmeden... *- EĞİTİM ÇINARININ DİLEĞİ Sevgili eşi ve meslektaşı ile birlikte dur durak bilmeyen Saadet Tuğray Erciyas yıllardır karşımıza ilginiç ve özel haberleri söyleşileri ile çıkıyorlar. Saadet Erciyas’ın son makalesi dikkatimi çekti. Özetini birlikte okuyalım: “…İzmir'in tarihi okullarından Dumlupınar İlkokulu'nun yaşayan son öğretmeni, asırlık eğitim çınarı Leman Mualla Adlı'nın dileği gerçek oldu. Günümüzde Konak Kaymakamlığı olarak hizmet veren tarihi binanın girişine "Bu bina Cumhuriyetin ilk yıllarında Dumlupınar İlkokulu olarak kullanılmıştır" tabelası asıldı. Konak Kaymakamı Gökhan Görgülüarslan, binanın giriş katına da Leman Mualla öğretmenin bağışladığı okulun eski fotoğraflarının, plan defterlerinin ve kendi el yazısıyla hazırlanmış okulun tarihinin anlatıldığı dokümanın yer aldığı bir anı köşesi yaptırdı.” *- EL İNSAF Yazılarımı ilgi ile takip edenlerden biri de Hasan Fehmi Güzel… Kaç kez de hatalarımı buldu, kibar bir şekilde, incitmeden, sinirlendirmeden, yanlışlarını yüzüme vurmadan eleştirdi, Öğrendiğime göre İZSU’nun önemli bir hatasını ortaya koydu. Yine bildiğime göre İzmir’de en büyük yatırım imkanı olan işletmemiz ise yıllardır İZSU.. Büyük ihalelerle ilgilenen, hedefleri geleceğin İzmir’inde önemli bir yere sahip olmak olarak bildiğimiz İZSU neden vatandaşın isteklerine anında yanıt verip hizmetini aksatıyor. ‘Bugün git, yarın gel!’ artık Celal Şahin’in akordeonunda ve çok eskilerde kalmış olmalı… Ama öyle değil… Olayı anlatayım, bakalım buna İZSU Genel Müdürü ya da İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı ne yapacak? ‘Ne düşünecek?’ demiyorum. En iyisi Başkanı ve Yönetimini herşeye rağmen yere göğe sığdıramayan İzmirli hemşehrimiz Hasan Fehmi Güzel’e vereyim: *- YUH ARTIK! Söz Hasan Fehmi Güzel beyefendide: ‘Oğlum için Buca Atatürk mahallesinde yeni bir daire aldık. 18. Mart 2025 tarihinde yeni su aboneliği için tüm işlemleri yaptık istenen tüm ücretleri yatırdık. Aradan iki ay geçmesine rağmen halen yeni abonelik su saatimiz takılmadı. Abone numaramız 12608791 izsu ya ait ilgili tüm numaraları arıyoruz. Malesef telefonları açmıyorlar. Şikayet hattına baş vurduk sonuç alamadık. İki ayı aşkın bir sürede su saati takılmaması bu yüz yılda normal mi?” *- YAŞAR EYİCE *- VİJDANSIZLAR ‘CHP’li kim?’ diye sorarsanız, birçok isim sayabilirim. Ama benim için en önemlilerden biri de, belki de bugüne kadar hiç karşılaşıp, görüşmediğim bir isimden söz etmek istiyorum; Ali Hıdır Uludağ’dan… Belki de partide bir görevi var, belki de yoğun çalışmasının karşılığını bir şekilde kesinlikle almıyor. Bir hedefi mutlaka olmalı insanların… Ama bazen ağzıyla kuş yakalasa yine karşısındakine kendini dilediği şekilde tanıtamıyor... Olabilir mi? Örnekleri çok… Bazısı da ‘elini sallasa ellisi’ misali oturduğu yerden hiç beklemediği ve ummadığı bir şekilde bir yerlere ulaşıyor. Ya sonra ‘buhar’ oluyor, ya da makas değiştiriyor. Bunun örnekleri de çok… Bugün Aydınlı usta Gazeteci, babadan CHP’li Attila Dağıstanlı’nın uzun makalesini okudum ve ‘Tebrikler’ diyerek, sayesinde başta Aydın ilimiz olmak üzere aklı başında birçok CHP’linin bu konudaki görüşlerini de öğrenmiş oldum. Tanışmadığım ama yıllarca takipçisi olduğun Avukat Ali Hıdır Uludağ’dan ise aynı anlarda ‘Üzgünüm’ dediği şu mesajı aldım: ‘Türkiye’deki Sosyal Devlet ve Sosyal Belediyecilik anlayış ve icrasını insan haklarına uygun bulmasam da, Sosyal Devletin olmadığı ülkemizde, sosyal belediyecilik çerçevesinde açılmış olan Buca Belediyesi Kent Lokantalarında kullanılmak üzere kaynak ve yemek malzemesi sağlayacak olan seraya saldırmak bir vicdansızlık örneğidir. Zira o lokantalarda yoksul Üniversiteli Gençler ve yine diğer yoksul Halk kesimleri yararlanıyor…’ Merak ettim, araştırdım: Konu şu; İzmir’in arka bahçesi Buca Belediyesi’ne ait seraya bir saldırı gerçekleşmiş. Böylece üç kent lokantasının altı aylık yemeği yok olmuş, İki dönümlük seranın su deposuna atılan yoğun miktardaki tuz ürünlerin yanmasını sağlamış. Böylece serada ilk belirlemelere göre 1,5 milyon lira tutarında maddi zarar olduğu belirlenmiş. Bunu şöyle yorumlayabiliriz: Bazı insanlar kötülükte sınır tanımıyor. Kötülükten besleniyorlar. Vicdansızlar! İnsanlıktan nasip almamış mahlûklar… Riyakarlık, ahlaksızlık, ikiyüzlülük, yoksulluktan geçinenler nedense hep içimizden çıkıyor. Yine nedense görmezden duymazdan geliyoruz, ‘Bizdense yapar’ diyerek normal karşılıyoruz. Bir noktada devletin ve bizim malımız olan bu serayı kullanılmaz hale getirenlerin kısa zamanda yakalanacaklarını umuyorum. Normalin üstünde tuz alan ve satanlar da bulunur. Kamera kayıtları takibinde de bana göre bu caniler ele geçirilir. Böylece arkalarında kimlerin olduğu da ortaya çıkar. Şunu da söyleyeyim, böyle durumlarda sanıklar hiç umulmadık kişiler olarak da önümüze çıkabilir. Bu nedenle soğukkanlılıkla polis ya da jandarmanın, hangisinin görev alanında ise sıkı bir araştırma ile sonuca gidilebilir. İnsanın düşmanı bile böyle bir harekete kalkışmaz. Ne beklentisi olabilir birinin, fakirin yoksulun, ihtiyaç sahibinin aşından? *- HAYALE DALDIRIYOR Tamer Dursun güzel bir hikaye yazmış. Yanılmıyorsam yeni değil, çünkü okudukça ‘Ben bunu biliyor ve hatırlıyorum!’ dedim, kendi kendime… Ya da bana öyle geldi. Ama gerçek… Bazıları etik davranmayarak, hastalarının durumlarını ve ailevi hallerini kaleme alıp iyi değil çok iyi paralar kazanıyor. Herkes normal karşılıyor, kitaplarını okuyup, dizilerini seyredince… Tanığım, ‘Gerçek!’ diyorlar. Beni inandıramazlar… Bire bin ilave ediyorlar, bu işi bilenler… Yalandan kim ölmüş ki? Neye ben sözü Tamer Dursun’a vereyim: Eminim bir çoğumuz hayale dalacaktır.. *- BİZ BU SAYIYI ATMIŞA ÇIKARALIM… Kırk yıldır evliydiler ve evlendiklerinden beri Samatya'da, çok eski bir evin çatı katında oturuyorlardı. Bir zamanlar üçer beşer çıktıkları merdivenleri şimdi arada bir dinlenerek çıkabiliyorlardı. Dile kolay, bu evde üç çocuk yetiştirmiş, onları evlendirmiş ve en sonunda da yapayalnız kalmışlardı. Ayda yılda bir, çocuklar ziyaretlerine gelirlerse, dünyalar onların oluyordu. Odanın içinde koşturan torun gülüşleri, demlenen çayın kokusu, annenin meşhur cevizli keki, kolonya, şeker, sohbet, anılar, birkaç saatliğine de olsa, evin köşesine yığılmış ilaç kokularını unutturuyordu. Duvarlarda onlarca irili ufaklı fotoğraflar vardı. İnsanlar yaşlandıkça anılar ve fotoğraflar çoğalır ya, onların evinde de duvarları bir sarmaşık gibi kaplayan çerçeveler, unutulmayan, unutulmak istenmeyen anılar ve insanlar demekti. *- HUZUR KAÇAR ve ACITIR Çocuklar ‘bir nefeslik’ de olsa, yanlarına uğrayıp gittikten sonra onlar yeniden birbirlerinin yaralarını sarar gibi birbirlerine derman olmaya devam ediyorlardı. Onlarınki öyle bir aşktı ki, kırk yıldır her gece el ele uyurlardı. Adam kadını ''Nefesimin sebebi'', kadınsa kocasını ''Aynam'' diye severdi. Yaşlılık insanın kendisini ''keşkeler'le hırpaladığı zamandır. Yarım kalmış ne varsa, insanın huzurunu acıtır. Geriye dönmek için geçtir, ileriye gitmek içinse vakit yoktur. Öyle kalır insan. Durur... *- ÇOĞUMUZUN SONU Adam son aylarda iyice unutkan olmuştu. Sonunda, eşinin ısrarıyla bir doktora gittiler. Doktor yapılan testlerden sonra adamın alzheimer hastası olduğunu, ayrıca iç organlarında da bir takım sorunlara rastladığını söyledi. Kadın Ayna'sının koluna girdi ve hiç konuşmadan eve döndüler. Adam unutuyor, kadınsa sabırla, ona unuttuklarını hatırlatmaya çalışıyordu. Aradan aylar geçti ve adamın durumu daha da kötüleşti. Hatta kırık yıllık eşinin ismini, evli olduğunu, çocuklarını bile unutmaya başladı. Yürüyemez, kendiişlerini halledemez durumdaydı. Kadın eşine duvardaki resimleri gösterip, geçmişten bahsediyordu. Nerede tatil yapmışlardı, en çok ne zaman eğlenmişlerdi, çocuklarının dünyaya geldiği anlar, zorluklar, sevinçler, ayrılıklar, kavuşmalar... Adam arada bir eşine "Nefesimin sebebi" dediğini hatırladığında ve tekrar ettiğinde kadın dünyanın en mutlu insanı oluyordu. *- GÜZEL OLANLAR Hatırlanmak güzeldi. Hatırlanmak yaşamak ve yaşatmaktı. Babalarının durumundan rahatsız olan çocuklar da artık gelmez olmuşlardı. Sitem eden annelerine ''Ya hu anne, nasıl olsa babamız bizi hatırlamıyor. Gelip görsek bile ne anlamı var? '' diyorlardı. Her geçen gün daha zor olmaya başlamış ve komşuların yardımı da olmasa, alışverişe bile gidemez durumdalardı. Bir gece adam iyice kötüleşti. Kadın her zaman yaptığı gibi adamın elini tuttu ve ''Biz kırk yıldır böyleyiz aynam benim, böyle el ele...'' dedi. '' Ve keşke bir kırk yıl daha elin elimde olsa...''. Adamın gözlerinden bir çift yaş süzülüp yastığa düştü. ''Ben...'' diyebildi ve acı içinde yutkundu. ''Ben seni yalnız bırakıyorum...Çok ama çok özür dilerim senden, can parem, nefesimin sebebi..." Kadın günler sonra tekrar bu sözü duyduğu için gülümsedi ve eğilip kocasına sarıldı. "Ama..." dedi adam gülümseyerek " Bu benim hastalığımın en güzel yanı neydi biliyor musun?" Kadın şaşkınlıkla ''Yoo, bilmiyorum aynam, neydi?'' sordu. ''En güzel yanı...En..güzel...yanı...her defasında seninle yeniden tanışmaktı!..'' Güldüler. *- ÖNEMLİ DÖNÜŞ Yağmur damlaları camlara vuruyor, odanın ortasında yanan mumun alevi kendi gölgesiyle dans ediyordu. Adam kadının elini dudaklarına götürüp üç kere öptü. ''Şu kısacık hayatta sizi tanıdığıma sevindim hanımefendi.'' dedi ve gözlerini yumdu. Kadın adamı son kez dudaklarından öptü. ''Aynam...aynam kırıldı... Bırak beni hayat, bırak da kanayayım.'' Yağmur dindi. Mum söndü. Kadın adamın yanına uzanıp elini tuttu. ''İyi geceler aynam, iyi geceler...'' *- BÜYÜMEK Büyümek külfetli iştir, yorar insanı. Büyümek anlamaktır anlamsızlığı Ve soluklanmaktır, koşunun orta yerinde. Bir acayip bilmecedir büyümek. Mesela, Çocukluktan kaçarken, anne şefkatine yakalanmaktır. Ya da Eski bir acıya rastlamak, ağız dolusu gülerken. Heder edilmiş mutluluklar, Unutulmuş dost yüzleri, Çıkılan yokuşlar, Çalınan kapılar, Özlenen kayıplar. İçimiz dağılmış bir pazar yeri. Ve hüzün vakti akşam serinliğinde. Büyümek külfetli iştir, yorar insanı. Büyümek yanılmaktır yeniden Ve doğruyu aramaktan vazgeçmektir. Öyle kolay değil, Şehirlerarası bir otobüse atlayıp kaçmak gibi. İstese de gidemiyor insan, Ne kendinden ne de sevdiğinden. Duvarda paslanan bir çivi gibi kalıyor olduğu yerde. Yorgun ama dimdik. Bizim işimiz zor. Bilmezler. Her gece yıldız toplamak gecenin koynundan Ve her sabah umut etmek insana dair. İşimiz zor bizim. Bilmek istemezler. İğne ipliğe küser, olan düğmeye olur. Düştüğü yerde kalır. Büyümek külfetli iştir, yorar insanı. *- YAŞLANMAK Ve yaşlanmak, insanın anılarda bıraktığı çocukluğunu bulup, ona sarılarak, herkesten ve her şeyden uzaklaşmasıdır. Büyümek, büyüyüp yaşlanmak, yaş almak, insanın içine doğru yolculuğudur. Kimi bir sandalla, kimi yürüyerek, kimi bir gemi, tren ya da otobüsle... Ama bir gün, zamanı geldiğinde, her insan, elinde bir bavul, arkasına bakmadan, kendine gider. Gidenlerin kaçı yolun sonunda umduğunu bulur, kaçı kendine varır ve kaçı bu yolculuğu sonuna kadar tamamlar, bilmiyorum. Bildiğim tek şey, eski hırslarınız, abartılarınız, hayalleriniz yoksa, bıraktıysanız, herkesi kendi haline, umurunuzda değilse artık, kimin sizin hakkınızda ne söylediği ve hayatınız basitleşmeye, sessizleşmeye başladıysa, yolculuğunuz da başlıyor demektir. Yanınızda bir "ayna"nız ya da bir "nefesinizin sebebi'' varsa, bırakmayın onu, sıkı sıkı sarılın. Ayna kırılmadan ve nefes bitmeden... *- EĞİTİM ÇINARININ DİLEĞİ Sevgili eşi ve meslektaşı ile birlikte dur durak bilmeyen Saadet Tuğray Erciyas yıllardır karşımıza ilginiç ve özel haberleri söyleşileri ile çıkıyorlar. Saadet Erciyas’ın son makalesi dikkatimi çekti. Özetini birlikte okuyalım: “…İzmir'in tarihi okullarından Dumlupınar İlkokulu'nun yaşayan son öğretmeni, asırlık eğitim çınarı Leman Mualla Adlı'nın dileği gerçek oldu. Günümüzde Konak Kaymakamlığı olarak hizmet veren tarihi binanın girişine "Bu bina Cumhuriyetin ilk yıllarında Dumlupınar İlkokulu olarak kullanılmıştır" tabelası asıldı. Konak Kaymakamı Gökhan Görgülüarslan, binanın giriş katına da Leman Mualla öğretmenin bağışladığı okulun eski fotoğraflarının, plan defterlerinin ve kendi el yazısıyla hazırlanmış okulun tarihinin anlatıldığı dokümanın yer aldığı bir anı köşesi yaptırdı.” *- EL İNSAF Yazılarımı ilgi ile takip edenlerden biri de Hasan Fehmi Güzel… Kaç kez de hatalarımı buldu, kibar bir şekilde, incitmeden, sinirlendirmeden, yanlışlarını yüzüme vurmadan eleştirdi, Öğrendiğime göre İZSU’nun önemli bir hatasını ortaya koydu. Yine bildiğime göre İzmir’de en büyük yatırım imkanı olan işletmemiz ise yıllardır İZSU.. Büyük ihalelerle ilgilenen, hedefleri geleceğin İzmir’inde önemli bir yere sahip olmak olarak bildiğimiz İZSU neden vatandaşın isteklerine anında yanıt verip hizmetini aksatıyor. ‘Bugün git, yarın gel!’ artık Celal Şahin’in akordeonunda ve çok eskilerde kalmış olmalı… Ama öyle değil… Olayı anlatayım, bakalım buna İZSU Genel Müdürü ya da İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı ne yapacak? ‘Ne düşünecek?’ demiyorum. En iyisi Başkanı ve Yönetimini herşeye rağmen yere göğe sığdıramayan İzmirli hemşehrimiz Hasan Fehmi Güzel’e vereyim: *- YUH ARTIK! Söz Hasan Fehmi Güzel beyefendide: ‘Oğlum için Buca Atatürk mahallesinde yeni bir daire aldık. 18. Mart 2025 tarihinde yeni su aboneliği için tüm işlemleri yaptık istenen tüm ücretleri yatırdık. Aradan iki ay geçmesine rağmen halen yeni abonelik su saatimiz takılmadı. Abone numaramız 12608791 izsu ya ait ilgili tüm numaraları arıyoruz. Malesef telefonları açmıyorlar. Şikayet hattına baş vurduk sonuç alamadık. İki ayı aşkın bir sürede su saati takılmaması bu yüz yılda normal mi?” *- YAŞAR EYİCE *- VİJDANSIZLAR ‘CHP’li kim?’ diye sorarsanız, birçok isim sayabilirim. Ama benim için en önemlilerden biri de, belki de bugüne kadar hiç karşılaşıp, görüşmediğim bir isimden söz etmek istiyorum; Ali Hıdır Uludağ’dan… Belki de partide bir görevi var, belki de yoğun çalışmasının karşılığını bir şekilde kesinlikle almıyor. Bir hedefi mutlaka olmalı insanların… Ama bazen ağzıyla kuş yakalasa yine karşısındakine kendini dilediği şekilde tanıtamıyor... Olabilir mi? Örnekleri çok… Bazısı da ‘elini sallasa ellisi’ misali oturduğu yerden hiç beklemediği ve ummadığı bir şekilde bir yerlere ulaşıyor. Ya sonra ‘buhar’ oluyor, ya da makas değiştiriyor. Bunun örnekleri de çok… Bugün Aydınlı usta Gazeteci, babadan CHP’li Attila Dağıstanlı’nın uzun makalesini okudum ve ‘Tebrikler’ diyerek, sayesinde başta Aydın ilimiz olmak üzere aklı başında birçok CHP’linin bu konudaki görüşlerini de öğrenmiş oldum. Tanışmadığım ama yıllarca takipçisi olduğun Avukat Ali Hıdır Uludağ’dan ise aynı anlarda ‘Üzgünüm’ dediği şu mesajı aldım: ‘Türkiye’deki Sosyal Devlet ve Sosyal Belediyecilik anlayış ve icrasını insan haklarına uygun bulmasam da, Sosyal Devletin olmadığı ülkemizde, sosyal belediyecilik çerçevesinde açılmış olan Buca Belediyesi Kent Lokantalarında kullanılmak üzere kaynak ve yemek malzemesi sağlayacak olan seraya saldırmak bir vicdansızlık örneğidir. Zira o lokantalarda yoksul Üniversiteli Gençler ve yine diğer yoksul Halk kesimleri yararlanıyor…’ Merak ettim, araştırdım: Konu şu; İzmir’in arka bahçesi Buca Belediyesi’ne ait seraya bir saldırı gerçekleşmiş. Böylece üç kent lokantasının altı aylık yemeği yok olmuş, İki dönümlük seranın su deposuna atılan yoğun miktardaki tuz ürünlerin yanmasını sağlamış. Böylece serada ilk belirlemelere göre 1,5 milyon lira tutarında maddi zarar olduğu belirlenmiş. Bunu şöyle yorumlayabiliriz: Bazı insanlar kötülükte sınır tanımıyor. Kötülükten besleniyorlar. Vicdansızlar! İnsanlıktan nasip almamış mahlûklar… Riyakarlık, ahlaksızlık, ikiyüzlülük, yoksulluktan geçinenler nedense hep içimizden çıkıyor. Yine nedense görmezden duymazdan geliyoruz, ‘Bizdense yapar’ diyerek normal karşılıyoruz. Bir noktada devletin ve bizim malımız olan bu serayı kullanılmaz hale getirenlerin kısa zamanda yakalanacaklarını umuyorum. Normalin üstünde tuz alan ve satanlar da bulunur. Kamera kayıtları takibinde de bana göre bu caniler ele geçirilir. Böylece arkalarında kimlerin olduğu da ortaya çıkar. Şunu da söyleyeyim, böyle durumlarda sanıklar hiç umulmadık kişiler olarak da önümüze çıkabilir. Bu nedenle soğukkanlılıkla polis ya da jandarmanın, hangisinin görev alanında ise sıkı bir araştırma ile sonuca gidilebilir. İnsanın düşmanı bile böyle bir harekete kalkışmaz. Ne beklentisi olabilir birinin, fakirin yoksulun, ihtiyaç sahibinin aşından? *- HAYALE DALDIRIYOR Tamer Dursun güzel bir hikaye yazmış. Yanılmıyorsam yeni değil, çünkü okudukça ‘Ben bunu biliyor ve hatırlıyorum!’ dedim, kendi kendime… Ya da bana öyle geldi. Ama gerçek… Bazıları etik davranmayarak, hastalarının durumlarını ve ailevi hallerini kaleme alıp iyi değil çok iyi paralar kazanıyor. Herkes normal karşılıyor, kitaplarını okuyup, dizilerini seyredince… Tanığım, ‘Gerçek!’ diyorlar. Beni inandıramazlar… Bire bin ilave ediyorlar, bu işi bilenler… Yalandan kim ölmüş ki? Neye ben sözü Tamer Dursun’a vereyim: Eminim bir çoğumuz hayale dalacaktır.. *- BİZ BU SAYIYI ATMIŞA ÇIKARALIM… Kırk yıldır evliydiler ve evlendiklerinden beri Samatya'da, çok eski bir evin çatı katında oturuyorlardı. Bir zamanlar üçer beşer çıktıkları merdivenleri şimdi arada bir dinlenerek çıkabiliyorlardı. Dile kolay, bu evde üç çocuk yetiştirmiş, onları evlendirmiş ve en sonunda da yapayalnız kalmışlardı. Ayda yılda bir, çocuklar ziyaretlerine gelirlerse, dünyalar onların oluyordu. Odanın içinde koşturan torun gülüşleri, demlenen çayın kokusu, annenin meşhur cevizli keki, kolonya, şeker, sohbet, anılar, birkaç saatliğine de olsa, evin köşesine yığılmış ilaç kokularını unutturuyordu. Duvarlarda onlarca irili ufaklı fotoğraflar vardı. İnsanlar yaşlandıkça anılar ve fotoğraflar çoğalır ya, onların evinde de duvarları bir sarmaşık gibi kaplayan çerçeveler, unutulmayan, unutulmak istenmeyen anılar ve insanlar demekti. *- HUZUR KAÇAR ve ACITIR Çocuklar ‘bir nefeslik’ de olsa, yanlarına uğrayıp gittikten sonra onlar yeniden birbirlerinin yaralarını sarar gibi birbirlerine derman olmaya devam ediyorlardı. Onlarınki öyle bir aşktı ki, kırk yıldır her gece el ele uyurlardı. Adam kadını ''Nefesimin sebebi'', kadınsa kocasını ''Aynam'' diye severdi. Yaşlılık insanın kendisini ''keşkeler'le hırpaladığı zamandır. Yarım kalmış ne varsa, insanın huzurunu acıtır. Geriye dönmek için geçtir, ileriye gitmek içinse vakit yoktur. Öyle kalır insan. Durur... *- ÇOĞUMUZUN SONU Adam son aylarda iyice unutkan olmuştu. Sonunda, eşinin ısrarıyla bir doktora gittiler. Doktor yapılan testlerden sonra adamın alzheimer hastası olduğunu, ayrıca iç organlarında da bir takım sorunlara rastladığını söyledi. Kadın Ayna'sının koluna girdi ve hiç konuşmadan eve döndüler. Adam unutuyor, kadınsa sabırla, ona unuttuklarını hatırlatmaya çalışıyordu. Aradan aylar geçti ve adamın durumu daha da kötüleşti. Hatta kırık yıllık eşinin ismini, evli olduğunu, çocuklarını bile unutmaya başladı. Yürüyemez, kendiişlerini halledemez durumdaydı. Kadın eşine duvardaki resimleri gösterip, geçmişten bahsediyordu. Nerede tatil yapmışlardı, en çok ne zaman eğlenmişlerdi, çocuklarının dünyaya geldiği anlar, zorluklar, sevinçler, ayrılıklar, kavuşmalar... Adam arada bir eşine "Nefesimin sebebi" dediğini hatırladığında ve tekrar ettiğinde kadın dünyanın en mutlu insanı oluyordu. *- GÜZEL OLANLAR Hatırlanmak güzeldi. Hatırlanmak yaşamak ve yaşatmaktı. Babalarının durumundan rahatsız olan çocuklar da artık gelmez olmuşlardı. Sitem eden annelerine ''Ya hu anne, nasıl olsa babamız bizi hatırlamıyor. Gelip görsek bile ne anlamı var? '' diyorlardı. Her geçen gün daha zor olmaya başlamış ve komşuların yardımı da olmasa, alışverişe bile gidemez durumdalardı. Bir gece adam iyice kötüleşti. Kadın her zaman yaptığı gibi adamın elini tuttu ve ''Biz kırk yıldır böyleyiz aynam benim, böyle el ele...'' dedi. '' Ve keşke bir kırk yıl daha elin elimde olsa...''. Adamın gözlerinden bir çift yaş süzülüp yastığa düştü. ''Ben...'' diyebildi ve acı içinde yutkundu. ''Ben seni yalnız bırakıyorum...Çok ama çok özür dilerim senden, can parem, nefesimin sebebi..." Kadın günler sonra tekrar bu sözü duyduğu için gülümsedi ve eğilip kocasına sarıldı. "Ama..." dedi adam gülümseyerek " Bu benim hastalığımın en güzel yanı neydi biliyor musun?" Kadın şaşkınlıkla ''Yoo, bilmiyorum aynam, neydi?'' sordu. ''En güzel yanı...En..güzel...yanı...her defasında seninle yeniden tanışmaktı!..'' Güldüler. *- ÖNEMLİ DÖNÜŞ Yağmur damlaları camlara vuruyor, odanın ortasında yanan mumun alevi kendi gölgesiyle dans ediyordu. Adam kadının elini dudaklarına götürüp üç kere öptü. ''Şu kısacık hayatta sizi tanıdığıma sevindim hanımefendi.'' dedi ve gözlerini yumdu. Kadın adamı son kez dudaklarından öptü. ''Aynam...aynam kırıldı... Bırak beni hayat, bırak da kanayayım.'' Yağmur dindi. Mum söndü. Kadın adamın yanına uzanıp elini tuttu. ''İyi geceler aynam, iyi geceler...'' *- BÜYÜMEK Büyümek külfetli iştir, yorar insanı. Büyümek anlamaktır anlamsızlığı Ve soluklanmaktır, koşunun orta yerinde. Bir acayip bilmecedir büyümek. Mesela, Çocukluktan kaçarken, anne şefkatine yakalanmaktır. Ya da Eski bir acıya rastlamak, ağız dolusu gülerken. Heder edilmiş mutluluklar, Unutulmuş dost yüzleri, Çıkılan yokuşlar, Çalınan kapılar, Özlenen kayıplar. İçimiz dağılmış bir pazar yeri. Ve hüzün vakti akşam serinliğinde. Büyümek külfetli iştir, yorar insanı. Büyümek yanılmaktır yeniden Ve doğruyu aramaktan vazgeçmektir. Öyle kolay değil, Şehirlerarası bir otobüse atlayıp kaçmak gibi. İstese de gidemiyor insan, Ne kendinden ne de sevdiğinden. Duvarda paslanan bir çivi gibi kalıyor olduğu yerde. Yorgun ama dimdik. Bizim işimiz zor. Bilmezler. Her gece yıldız toplamak gecenin koynundan Ve her sabah umut etmek insana dair. İşimiz zor bizim. Bilmek istemezler. İğne ipliğe küser, olan düğmeye olur. Düştüğü yerde kalır. Büyümek külfetli iştir, yorar insanı. *- YAŞLANMAK Ve yaşlanmak, insanın anılarda bıraktığı çocukluğunu bulup, ona sarılarak, herkesten ve her şeyden uzaklaşmasıdır. Büyümek, büyüyüp yaşlanmak, yaş almak, insanın içine doğru yolculuğudur. Kimi bir sandalla, kimi yürüyerek, kimi bir gemi, tren ya da otobüsle... Ama bir gün, zamanı geldiğinde, her insan, elinde bir bavul, arkasına bakmadan, kendine gider. Gidenlerin kaçı yolun sonunda umduğunu bulur, kaçı kendine varır ve kaçı bu yolculuğu sonuna kadar tamamlar, bilmiyorum. Bildiğim tek şey, eski hırslarınız, abartılarınız, hayalleriniz yoksa, bıraktıysanız, herkesi kendi haline, umurunuzda değilse artık, kimin sizin hakkınızda ne söylediği ve hayatınız basitleşmeye, sessizleşmeye başladıysa, yolculuğunuz da başlıyor demektir. Yanınızda bir "ayna"nız ya da bir "nefesinizin sebebi'' varsa, bırakmayın onu, sıkı sıkı sarılın. Ayna kırılmadan ve nefes bitmeden... *- EĞİTİM ÇINARININ DİLEĞİ Sevgili eşi ve meslektaşı ile birlikte dur durak bilmeyen Saadet Tuğray Erciyas yıllardır karşımıza ilginiç ve özel haberleri söyleşileri ile çıkıyorlar. Saadet Erciyas’ın son makalesi dikkatimi çekti. Özetini birlikte okuyalım: “…İzmir'in tarihi okullarından Dumlupınar İlkokulu'nun yaşayan son öğretmeni, asırlık eğitim çınarı Leman Mualla Adlı'nın dileği gerçek oldu. Günümüzde Konak Kaymakamlığı olarak hizmet veren tarihi binanın girişine "Bu bina Cumhuriyetin ilk yıllarında Dumlupınar İlkokulu olarak kullanılmıştır" tabelası asıldı. Konak Kaymakamı Gökhan Görgülüarslan, binanın giriş katına da Leman Mualla öğretmenin bağışladığı okulun eski fotoğraflarının, plan defterlerinin ve kendi el yazısıyla hazırlanmış okulun tarihinin anlatıldığı dokümanın yer aldığı bir anı köşesi yaptırdı.” *- EL İNSAF Yazılarımı ilgi ile takip edenlerden biri de Hasan Fehmi Güzel… Kaç kez de hatalarımı buldu, kibar bir şekilde, incitmeden, sinirlendirmeden, yanlışlarını yüzüme vurmadan eleştirdi, Öğrendiğime göre İZSU’nun önemli bir hatasını ortaya koydu. Yine bildiğime göre İzmir’de en büyük yatırım imkanı olan işletmemiz ise yıllardır İZSU.. Büyük ihalelerle ilgilenen, hedefleri geleceğin İzmir’inde önemli bir yere sahip olmak olarak bildiğimiz İZSU neden vatandaşın isteklerine anında yanıt verip hizmetini aksatıyor. ‘Bugün git, yarın gel!’ artık Celal Şahin’in akordeonunda ve çok eskilerde kalmış olmalı… Ama öyle değil… Olayı anlatayım, bakalım buna İZSU Genel Müdürü ya da İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı ne yapacak? ‘Ne düşünecek?’ demiyorum. En iyisi Başkanı ve Yönetimini herşeye rağmen yere göğe sığdıramayan İzmirli hemşehrimiz Hasan Fehmi Güzel’e vereyim: *- YUH ARTIK! Söz Hasan Fehmi Güzel beyefendide: ‘Oğlum için Buca Atatürk mahallesinde yeni bir daire aldık. 18. Mart 2025 tarihinde yeni su aboneliği için tüm işlemleri yaptık istenen tüm ücretleri yatırdık. Aradan iki ay geçmesine rağmen halen yeni abonelik su saatimiz takılmadı. Abone numaramız 12608791 izsu ya ait ilgili tüm numaraları arıyoruz. Malesef telefonları açmıyorlar. Şikayet hattına baş vurduk sonuç alamadık. İki ayı aşkın bir sürede su saati takılmaması bu yüz yılda normal mi?” *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

BAŞIMIZ SAĞ OLSUN! ACIM BÜYÜK! BOLU'DAKİ OTEL YANGININDA 66 İNSANIMIZI KAYBETTİK

KİTAPLARIN ANLATAMADIĞINI ANLATIYOR