ÇOCUK BEŞ YAŞINDAYDI...

YAŞAR EYİCE *- KAHROLDUM Doğan Karabulut beni yine düşündürdü ve bilgilendirdi. Hiçbir yerde duymadıklarımı hep Doğan Karabulut sayesinde öğreniyorum. Örnek mi istiyorsunuz? İşte! Benim gibi ağlayacak mısınız, ağıt mı yakacaksınız, yoksa birilerine kahredecek misiniz? Siz bilirsiniz, duygu ve ruh halinize göre… Aynen şu İzmir’deki elektrik kaçağı sonucu kaybettiğimiz insanlarımız gibi yine iki canımızı daha ‘kurban’ vermişiz. Geçtiğimiz günlerde Menemen’de, artık iyice alışmakta olduğumuz ‘inanılmaz ölüm’ olaylarından biri daha yaşanmış… Televizyon haberlerinde olsa, sağlık sorunlarım nedeniyle kapatır, geçerim. Ama beğendiğiniz birinin yazısı olunca, sonuna kadar okumadan bırakamıyorum. Çocuklarının anaokulunun kahvaltı etkinliğine katılan gepegenç doktor çift, üstlerine duvar yıkılması sonucu hayatlarını kaybetmiş… Doğan Kardeş şöyle diyor: ‘Düşünebiliyor musunuz; kim bilir hakkında nasıl bir gelecek hayal ettiğiniz evladınız için gittiğiniz bir ortamda, kahvaltı yaparken, etkinliğin yapıldığı düğün salonunda dekoratif beton kemer bir anda üstünüze çöküyor ve siz ölüyorsunuz!’ Bunu düşünmek bile insanı ürpertiyor… *- ‘TALİHSİZLİK’ DİYEMEM Çocuk beş yaşında… Kendi dünyasında mutlu… Doktor anne ve babası da, üzerine titredikleri yavrularını etkinliğinde birlikteler. Birden bire bir gürültü oluyor. Duvar yıkılıyor ve altında kalan, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi iki genç doktorumuz Güler- Mehmet Baltacı çifti can veriyor. Acaba ne onların, ya da kimin aklına gelebilir, böylesine can vermek. Can kurtaran, belki de binlerce Menemenliye merhem olan bu genç hekimlerimiz duvarın altında kalınca ne düşünmüşlerdi? Ne düşünmek, ne de olayı gözümün önüne getirmek istemiyorum. Çünkü fenalaştım… Beş yaşındaki yavrucağın o anki hali beni perişan etti. Suçlu kim? Acaba bu faciayı da, ‘Kader’ ya da ‘Şansızlık’ gibi beylik sözcüklerle mi kapatacağız? Kapatmalı mıyız? Beş yaşındaki yavrucağın halini, durumunu, ruhsal durumunu ve kendimi onun yerine koyduğumda kahroluyorum… Ustasından mühendisine, işçisinden yöneticisine kadar herkese lanet okuyorum… Göz yumanlara, unutturmaya çalışanlara da… Yani bizlerin görmezden gelmesini sağlayanlara da… Doğan Karabulut bu durumu şöyle özetliyor: ‘Ne kadar zor yetiştiklerini çok iyi bildiğimiz, daha 30’lu yaşlarında, hayatlarının baharlarında, çiçek gibi güzel iki doktor evladımızın sıcacık gülümseyerek adeta gözlerimizin içine baktıkları fotoğraflar şimdi hepimizin sıratına inen birer tokat gibi artık...’ Bence tokat değil şamar, bu… *- SAHİPLENİLMİŞTİ Çok yıllar önce ‘Nur Hanı’ olarak bilinen İzmir’in Çankaya semtinde SSK’nin dispanseri vardı. Sonra Çocuk Hastanesi’nin Fuar yönündeki giriş kapısının karşısındaki binaya taşındı. İşte burada genç ve ünlü bir Kulak – Boğaz- Burun (KBB) hekimi vardı. Şöyle anlatayım, binlerce kişinin sevgilisi durumundaydı. Bir Kurban Bayramında İstanbul’a yine meslektaşı olan eşiyle giderlerken Bursa yakınında kaza geçirdiler, on yaşlarındaki çocukları geride kaldı. Başhekim Melih İnan ile daha sonra Başhekim olan yardımcısı Nörolog Ayla Aydın, bu değerli hekimin adını yaşatmak için hastanenin kütüphanesine verdiler. Dr. Ayla Aydın’a ‘Çocuk ne olacak?’ diye sorduğumda, ‘Bize emanet!’ demişti. Sonra da maddi durumu iyi olan büyük anne ve dedesine teslim edildi. Yani eski dediğimiz yıllarda ‘sahiplenme’ duygusu vardı, şimdi ise bu duygu nerelerde bilmiyorum… Değerlerimiz, değerlerimizle birlikte çöküyor, kayboluyor mu? Çocuk yuvalarına, ya da yaşlı evlerine gidin görün, anlayın…. Tabii yüreğiniz dayanabilirse!... Doğan Kardeş benim bu soruma şöyle yanıt veriyor? “…Çöküyor; hatta artık epeydir tam anlamıyla ‘yerle bir olmuş değerler harabesinde’ yaşamaktayız...” Duygular zayıflamış, sevgiler yok denecek kadar azalmış, ‘merhamet”’ denen şeyin ‘nesli tükenmiş’, böyle bir ortama ‘değerler harabesi’ denmez mi? Ara gazı’ gibi bunları neden araya sıkıştırdım, anlatayım: Çünkü aynı anda, hemen ardından ne oluyor, yapılıyordu, Menemen’deki Türk Mutfağı Haftası etkinliğinde? *- MENEMEN YAPTILAR Şu yumurtalı, domatesli, soğanlı menemen yemeğinin ‘coğrafi işaretini’ alan Menemen’de düzenlenen etkinlikte Menemen Belediye Başkanı Aydın Pehlivan, AKP İzmir Milletvekili Ceyda Bölünmez Çankırı, İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürü Sadık Doğruer ile protokol üyeleri kollarını sıvadılar ve domates-soğan doğrayıp menemen yaptılar! Doğan Karabulut’tan öğrendim, benim gözlerimi yaşartan, ruhumun derinliklerine inen, o genç doktorlarımızı beş yaşlarında kızlarının gözleri önünde kaybettiğimiz duvarın ön ve ilk sorumlusunun belediye başkanı olduğunu… Sadece bu kadarını yazıyorum, gerisi yetkililerin yetki alanında… Yine bu arada bu sayede öğrendim: İl Kültür ve Turizm Müdürü Sadık Doğruer’in önceki kısa geçmişini. Sadık Doğruer, İzmir’in Kınık ilçesinde iki dönem başarılı belediye başkanlığı yapmıştı. Sonra komşu ve büyük ilçe Bergama’da da AKP’den aday gösterilmiş ama seçilemeyince AKP bir kalesini yine CHP’ye kaptırmıştı. İki dönemden sonra, yine iki dönem AKP Milletvekilliği yapan Ege Üniversitesi Rektörü Gibi önemli bir göreve İzmir İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne getirilmiş… Hayırlı olsun… Belediye sorumluluğunda olan bir duvarın yıkılıp, iki doktorumuzu kaybettiğimizden sonra ‘Şimdi yeri ve zamanı değil!’ demek hiç kimsenin aklına gelmedi mi? Gelmez mi? ‘Menemen’i sonra yapın be kardeşim! Pulitzer Ödülü'nü kazanan, Amerikalı tarihçi, gazeteci ve romancı Henry Brooks Adams ne demiş? ‘Siyaset uygulamada gerçekleri görmezden gelmekten ibarettir.’ Adams, Amerikan siyasetini eleştiriyordu ve ulusun teknolojiye ve kapitalizme olan inancına şüpheyle yaklaşıyordu. Platon’a kulak vermeden devam edemeyeceğim; ‘Siyasete girmeyecek kadar akıllı olanlar, daha aptal olanlar tarafından yönetilerek cezalandırılırlar.’ Bu anlatıma göre, siyasete girmeli mi, girmemeli mi? *- HERKES KENDİNE YONTUYOR Soran ve soruşturanlardan bir meslektaşım canlı tv yayınında bir saatten fazla konuşmuş. Takipçisi ve inananı oldukça fazla, diye düşünüyorum. Kendini ‘Kimse konuşmuyorsa, ben yine konuşum!’ diye tanıtan Hasan Bey, Aziz Kocaoğlu’nun yani İzmir’de en uzun başkanlık yapan birinin ‘Grev değil, görev zamanıdır!’ lafına takılmış. Şu anki Başkan Dr. Cemil Tugay’ı da kendine özgü sözleriyle yerin dibine batıran Hasan Bey, Başkan Tugay’ın ‘Elimizde işverenin hakkı olan Lokavt kararı bulunuyor!’ deyişini diline doladı. Anlattıklarından anladığım, bugüne kadar söylediklerinin dikkate alınmadığı. Cemil Tugay’ın haksız atamalar ve sürgün şeklinde kurum yani belediye içinde göndermeler yaptığı. Olmuş mudur? Olmuştur? Ben yere göğe sığdıramadığı, onun zamanında belki de başkalarına göre daha iyi maaşla belediyede çalışan arkadaşıma Başkan Aziz Kocaoğlu’nun sohbetimizde söylediğini anımsatayım. ‘Bunları atsan atamıyor, satsan satamıyorsun… Yasalara öyle sığınmışlar ki, ancak yerlerini değiştirebilirsin. Bu sefer oraları da bozuyorlar.’ Aklıma geldi; Mustafa isminde mühendis bir arkadaşım vardı. Spor muhabirliği ile medyaya da bağlıydı. Bir gün aradığında ‘Neredesin?’ diye sorduğumda, ‘Mezarlıktan arıyorum!’ demişti. Şaka sanmıştım… Meğer Başkan kızmış onu mezarlığa göndermişti. Belirttiğim gibi şaka değil gerçek. *- İŞÇİ DÜŞMANI MIYIM? Bu arada kaç kişinin bana gelip, sözümü geçtiğini düşünüyor olmalılar, ‘Yerimi değiştirt!’ dediklerini biliyorum, ‘Belediyeye sok!’ diyenlerin dışında. Nedenini sorduğumda ise, ‘Orası ense!’ diyerek, rahat edeceklerini belirtiyorlardı. Yani herkes işten kaçıyor… Ben genel müdürün bile sözünü geçirtemediği günleri de anımsıyorum. Nedeni, mutlaka kendilerini ama sendikaya, ama meclis üyesine, ama partili birine sırtını dayadıklarını biliyorum. Aziz Başkan’ın dediği gibi bu işe yaramazları ‘Atsan atamazsın, satsan satamazsın!’ Vatandaşa sorun; Bir ama bir kişi bile ‘Belediyeden memnunum, belediye çalışanları arı gibi çalışkan!’ gibi söz etmez… Neymiş efendim, ‘İşçinin yanındaymış’ bunlar. Neymiş efendim ‘Dedikleri dinlenmiyormuş!...’ Hadi canım sizde… Belediyeler ‘Parayı al, ense yap!’ yeri değil… Başkanların verdiği, toplu sözleşmelerdeki büyük paralar, kendi cebinden çıkmıyor. Yasa belli; ‘Yönetici basiretli bir tacir gibi davranmak zorundadır!’ Herkes hakkını alacak ama insan gibi çalışacak… Elinde kalemle, ya da kazma ile dolaşmayacak. Bilgisayarda film seyredip, yasa dışı kanalları izlemeyecek. ‘Bu kadar paraya bu kadar iş!’ demeyecek. Çalışana da ‘Düzeni bozuyorsun’ diye çıkışmayacak. Şimdi ben ‘işçi düşmanı’ mı oluyorum? Yeri gelmişken söyleyeyim: *- ANKARA’YA YÜRÜDÜK Önceki bakanlarımızdan Yüksel Çakmur İzmir belediye başkanı olduğunda, ‘Bütçemiz yetersiz!’ diyerek birçok personelin işine son verdi. Hatta ESHOT’ta neredeyse şoför kalmamıştı. Türk-İş ve DİSK’e bağlı işçiler Ankara’ya ‘Hak yürüyüşüne’ çıktılar. Ben ve beş gazeteci arkadaşım da onlarla birlikte… Altımızda şoförlü arabalar vardı. Hiç birimiz binmedi… Ankara’ya kadar Ocak ayında başlayan Şubat ayının sonunda biten bir aylık bir yürüyüş yaptık. Gündüz yürüyor, akşam otobüslerde uyuyor, sabah tekrar yola koyuluyorduk. Önce polis ve jandarma yolumuzu kesiyor, bizi önlemeye çalışıyordu. O zaman dağlara, derelere, tarlalara dağılıyor, kaçıyor, sonra yine yolumuza devam ediyorduk. Bunları her gün fotoğraflarıyla birlikte çalıştığım gazetede yayınlıyordu. Yani belgeli… İlerleyen günlerde halk bize ve yürüyüşçü işçilere sahip çıktı. Yemek verenler, meyve getirenler… Sofralarını açanlar… Alkışlayanlar… Uşak’a vardığımızda benim ayakkabılarım parçalanmış, yüzüm başta her tarafım soğuktan yanmıştı. Sümerbank’tan ayakkabı ve başımı, kulaklarımı koruyacak şapka almıştım. Bir kişi de Rusya’dan aldığı kürklü bir ceket hediye etmişti, halime acıyarak. Sonunda Ankara’da zamanın Başbakanı Süleyman Demirel bizi ve seçilmiş işçileri kabul etti. Yanımızdan CHP’li İzmir Belediye Başkanı Yüksel Çakmur’u arayarak konuştu. Yüksel Çakmur, kesinlikle bir işçiye bile verecek bütçede para olmadığını anlattı. Sonunda bu işçilerin tamamının belli yerlere yerleştirilmesi ve maaşlarının genel bütçeden ödenmesi kararlaştırıldı. Yani bir aylık çileli yürüyüş olumlu sonuçlandı. Ama yarımız yarı yolda hastalandığından doktor muayenesi sonucu İzmir’e gerisin geriye gönderilmişti. Sonra bizim fotoğraflarımızdan oluşan bir sergi açıldı. Benim de bazı çektiğim ve çalıştığım gazetede yayınlanmış fotoğrafların seçilmişti. O zamanlar Türkiye’nin genel yönetimi ile şehir yönetimi arasındaki görüşmeyi de, uzlaşmayı da anlatmış oldum. Başbakan Süleyman Demirel Adalet (Demokrat) partili, İzmir Belediye Başkanı Yüksel Çakmur ise CHP’li idi… Yüksel Çakmur sağ.. İsteyen o günleri kendi ağzından duyabilir… Yüksel Çakmur acaba işçi düşmanı mıydı? Alakası yok… Ama İzmirlinin ve belediyenin menfaatlerin koruyordu… Acaba bu yazdıklarımı anımsayan kaç kişi var? Aslında Belediye, daha doğrusu şimdiki zamanda belediye kuruluşlarında Yönetimlerde olanların, meclis üyelerinin, hatta Kent konseylerinin hiçbir işe yaramayanlardan oluştuğunu, nasıl büyük paralar aldıklarını ve kazandıklarını yazacaktım, önceleri anlattığım gibi… Danışmanların durumlarını da… Olumlu yazacağımı sakın sanmayın… Benim sistemim belli, ‘Başkanla birlikte gelenler başkanla birlikte giderler…’ Çalışmayan görevini yapmayana ise bir lokma ekmek bile haramdır. İşte bu kadar… *- OLUMLU YANI Şimdi de son gelen mesajı paylaşayım. Birkaç gün önce İzmir’in devasa kurumu İZSU’dan söz etmiştim. Okuyucularımdan Hasan Fehmi Güzel’in İZSU ile olan sorununu da paylaştım. ‘Olumlu ya da olumsuz gelişmeleri’ bildireceğini belirtmişti değerli Hasan Fehmi Güzel son durumu anlatmış: ‘Değerli arkadaşım size iletmiş olduğum İZSU su saati bağlatma sorunum sizin yazınızın yayınlanmasından sonra bugün İZSU tarafından takıldı. Size ne kadar teşekkür etsem azdır. 70 gün sonra su saatim sizin yazınızın ardından bağlandı. Çok teşekkürler. iyi ki varsınız. Saygılarımla & Sevgilerimle.” İşte mutluluk bu… Dünyanın en güzel haberi bu… ‘Demek ki, arada da olsa işe yarıyormuşuz!...’ *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

BAŞIMIZ SAĞ OLSUN! ACIM BÜYÜK! BOLU'DAKİ OTEL YANGININDA 66 İNSANIMIZI KAYBETTİK

KİTAPLARIN ANLATAMADIĞINI ANLATIYOR