'ABİM BENİM, CANIM BENİM!' DİYE YANAŞAN DOLANDIRICI, SAHTEKÂR
YAŞAR EYİCE
*- AŞK ENGEL TANIMAZ
Güne güzel bir haber ile başlayalım.
Aydın Hedef Gazetesi’nin genç muhabiri Mine Eren, ‘Aşk engel tanımadı, Samet ile Naime Dünya evine girdi’ haberini yapmış.
Genç meslektaşım Mine Eren’in mutluluk saçan haberini okuyalım:
“Aydın’ın Nazilli ilçesinde bir sevgi öyküsü daha evlilikle taçlandı. Bedensel engelli Samet Çıtanak ve Naime Satılmış, kendilerini sevenlerin huzurunda
Nazilli Belediyesi Nikah Salonu’nda gerçekleşen törende duygusal anlar yaşandı.
Çiftin aileleri ve yakın dostlarının katıldığı törende Samet ve Naime’nin heyecanı gözlerinden okundu.
‘Bir ömür boyu mutluluğa evet’ diyen çift, salondakilere hem sevgi dolu hem de umut verici anlar yaşattı.
Engellerin sadece bedenlerde değil, zihinlerde olduğunu bir kez daha gösteren Samet ve Naime çifti, ‘Aşk her şeyin üstesinden gelir’ diyerek bu özel günde yanlarında olan herkese teşekkür etti.
Mutluluklarıyla salona neşe katan genç çift, hayatlarının en güzel anlarından birini sevdikleriyle paylaşarak yeni bir yola adım attı.”
Bu arada hepimiz için önemli bir noktayı paylaşayım.
Avucunun içinde ‘siyah nokta’ olan bar kadın eğer şiddet görüyorsa, bana gönderilen fotoğrafta olduğu gibi böyle şık ve zarif olamaz.
Siyah noktadan önce mor göz, patlak dudak, ağlamaktan kızarmış göz, morarmış cilt, bağırmaktan kısılmış ses dikkatimizi çeker.
Kafamızın bir noktasında durması için, avuç içinde olabilecek bu ‘Siyah noktadan’ yani ‘imdat, yardım edin!’ işaretini anımsatmak istedim.
Hayatta mutluluk herkesin hakkı ama bu hakkı elinden alınanlar da var.
Münevver Bardak da bir uyarıda bulunuyor.
Yazısı uzun ve birkaç firmanın adı geçiyor.
Bunları belli etmeden, sizin dikkatinizi konuya çekerek nakletmeye çalışayım.
*- KAYNAK SUYU DEĞİL!
“Dün gece eve dönerken su almak üzere markete uğradım, görevliye şöyle sordum:
1,5 lt. su var mı? Ama (T.E) dışında lütfen…
(T) çıktığından beri bu şekilde su alıyordum artık.
Para verip ‘kötü su!’ içmeye hiç niyetim yok!
Marketteki adamın dediklerini aynen şöyle:
- Ben o sudan satmıyorum. İnan ki gelen müşterilerden onda dokuzu senin söylediğin şeyi söylüyor.
‘Peki, neden halen satıyorlar?' diye sordum.
- Abi, (T/D) suyu, marketlere bedava veriliyor, satarsan kara geçiyorsun, satmazsan öylece duruyor. Ama ben satmıyorum, çünkü alan yok.
Ayrıca (C/C)satanın (T/D) da satma zorunluluğu var, hatta Başka su sattırmamaya çalışıyorlar…
Uzun söze gerek yok;
Hiç kimse almazsa, hiç kimseye satamazlar.
Yine okuyucumuzun anlattıklarından öğrendiğime göre; Bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum.
‘Türkiye'de bazı şişeli içme suları doğal kaynak suyu değil.’
Doğal kaynak sularında devlete para ödemeniz gerekiyor, artı bu tesislerin yatırım maliyeti çok yüksek.
Dolayısıyla (C/C) gibiler ne yaptı?
Kaynak suyu araştırmalarının maliyetlerini çok yüksek bulduğu için, derin kuyu pompalarıyla, bulundukları yerin, ovanın suyunu çekerek bunu da termostan geçirip filtre ederek hem (C/C) yi, hem de (T/D)yi şişelemeye başladı.
(T/D) nin etiketinin üst ve altındaki Kahverengi şeritlere dikkat edin:
‘Sofra İçeceği' yazar.
*- İZİNSİZ OLMAZ
Biliyorsunuz tarım arazisi dahil yeraltı sularının çekimi bellidir.
DSİ’nin denetiminde olması lazım.
Yine okuyucumun belirttiğine göre, bazı firmalar, izinsiz olarak yeraltı sularını kendi menfaattarı için çekiyorlar, çekinmiyorlar.
Bazı yazlık kasaba ve köylerde neredeyse (T/D) harici içme suyu bulamazsınız çünkü dağıtım ağı çok güçlü.
Bu arada ben de bir hatırlatma yapayım:
1960’lı yıllarda bir büyük Amerikan Firması ülkemizde ilkokul öğrencilerine, süt tozu, balık yağı ve peynir yardımı yapmıştı.
Daha sonra Anadolu’muzda ilk kez çocuk felci vakaları görülünce, büyük paralar ödenerek aşı ithal edilmeye başlandı.
Bu konu da o zamanlardan bu yana zaman zaman gündeme getirilir.
Yapay hastalıklar da bazı doktorlar ve araştırıcılar tarafından ileri sürülür, iddia edilir.
Şimdi de önceki yazılarımdan etkilenen bir emekli öğretmenimiz (Ender A.) bana şu notu göndermiş…
*- HAK VERMİYOR
“Belediye çalışanlarının şimdiki boykotunu kınıyorum.
Milletin haliyle alay eder gibi emeklinin çalışanın aldığı parayı görmüyorlar mı?
‘Ben emekli bir öğretmenim, aldığım 25 bin lira.
Onların istediği şaka gibi!
Biraz mantıklı olup milletin halini düşünsünler!
Onların hakkı var, ülkemin insanının hakkı yok!
Yazıktır!..”
Değerli emekli öğretmenimize ‘Haklısın!’ diye yanıt verdim.
Emekli öğretmenimiz İzmir Büyükşehir’deki grevden söz ediyor.
Başkan Dr. Cemil Tugay işçilerin yanlış bilgilerle aldatıldığını ileri sürüyor.
Karşı atak ‘Lokavt’tan söz etmişti.
Belirttiğine göre en düşük ücret 70 bin lira civarında olacak. Ama sendika en az 100 bin lira istiyor.
Bu parayı vermeye belediyenin mali gücünün olmadığını belirtiliyor.
Sevgili öğretmenimiz de bunları duyunca kalemi eline almış.
Umarım gelişmeler halkın dileği ve büyük sıkıntı görmeden uzlaşma ile sonuçlanır.
Şimdi adı bende, bir kadın meslektaşım (Ş)’nin birisine yanıtın paylaşacağım.
Aslında CHP’nin iç çekişmesinin bir noktada, başka açıdan değerlendirmesi de oluyor.
*- ‘CHP SİZİN MALZEMENİZ DEĞİL!’
“Sedef Kabaş'a Ķılıçdaroğlu'na yaptığı hakaretler neticesinde sayfasına yazdım.
Beni bilen biliyor, bilmeyen de haddimi bildiğimi biliyor.
Sedef Kabas, gazeteci olmadan, ‘paraşütle gazeteci ilan edilen’, şöhret hırslı, bir iki yarı aydının sesiniz.
Kaldı ki, sen kim Kılıçdaroğlu’na laf etmek kim?
Haddini bil ve partimizde ‘aday olmadın diye!’ çemkirme.
Güya sosyal demokrat geçiriyorsunuz, fakat ve ne yazık ki sosyal demokrasiden bir habersiniz.
Ayrıca gazeteci de değilsiniz.
Hiç bir yerde yazmadan, muhabirlik yapmadan gazeteci olunmaz.
Çok uzun yıllar ister.
Kılıçdaroğlu'nu suçlayıp durmakla, elinize ne geçecek?
‘Milletvekili olamadınız’ diye mi, bu saldırılarınız.
CHP’den üç kez aday adayı oldum ben de, milletvekili adayı olamadım ve sizin gibi CHP Genel başkanına saldırmadım.
Üstelik çakma gazeteci değilim.
Onlarca kitabim var.
Toplum bilimciyim ve toplumu analiz etmiş bir parti emekçisi olarak parti disiplinini iyi bilirim.
Onun için yaygara yapmayın.
Kaldı ki ‘şiddet meyilli söylemler’ bir kadına yakışmıyor ve başka bir kadın da yaptığınız bu saygısızlığa dayanamıyor.
Artık susun CHP sizin malzemeniz değil.”
Herhalde bazılarımız gerilmiştir bu haber ve gelişmelerden.
En iyisi yine gevşeyelim.
Bu fıkra da sevgili Doğan Prepol’dan..
*- KİM KAZANDI?
Bir zamanlar, her gün bankaya gidip hesabına 50 euro yatıran küçük bir çocuk varmış.
Banka çalışanları bu davranışa şaşırmış ve durumu müdüre bildirmişler. Müdür, çocuğun bir dahaki gelişinde onu kendisine getirmelerini istemiş.
Ertesi gün çocuk yine gelmiş ve 50 euro yatırmış.
Çalışanlar onu müdürün odasına götürmüş.
Müdür sormuş:
‘Sen daha küçücük bir çocuksun, her gün 50 euroyu nereden buluyorsun?’
Çocuk gülümsemiş ve demiş ki:
‘Ben iddiaya giriyorum ve hep kazanıyorum!’
Müdür gülmüş:
‘Nasıl yani?
Bana da göster bakalım.’
Çocuk demiş ki:
‘Sana 50 euroya iddiaya giriyorum: gözlerimi öpebilirim.’
Müdür şaşırmış ama iddiayı kabul etmiş.
Çocuk lenslerini çıkarmış, onları öpmüş, tekrar takmış, 50 euroyu almış ve gitmiş.
Müdür biraz sinirlenmiş.
Ertesi gün çocuk yine gelmiş, bu kez müdür onu durdurmuş:
‘Dün beni kandırdın ve paramı aldın. Bugün ne yapacaksın?’
Çocuk cevaplamış:
‘Yeniden iddiaya girebiliriz.
Eğer sen kazanırsan sana dün verdiğin paranın üç katını veririm — yani 150 euro.
Eğer ben kazanırsam, senden bir şey istemem. Ama şahitli olsun…’
Müdür, bu kez işi garantiye almak istemiş.
On çalışanını çağırmış, hepsi heyecanla izlemiş.
Çocuk demiş ki:
‘Senin iç çamaşırının mavi olduğunu iddia ediyorum!’
Müdür kahkahalarla gülmüş:
‘Hayır, kesinlikle mavi değil!’
İddiayı kabul etmiş. Pantolonunu indirip:
“Bak, mavi değil!” demiş.
Çocuk gülümsemiş, 150 euroyu müdüre vermiş ve gitmiş.
Müdür şaşkın bir şekilde arkasından bakarken, çalışanlardan biri sormuş:
‘Parayı kaybettin ama niye gülüyorsun?’
Çocuk dönüp şöyle demiş:
‘Çünkü 10 çalışanla iddiaya girdim ki, müdüre pantolonunu onların önünde indirteceğimi!”
Dünya güzellik kraliçesi, Einstain’e, ‘ Seninle evlenelim, çocuğumuz da benim kadar güzel, senin kadar akıllı olsun!’ demiş.
Einstein ise, her zaman olduğu gibi mantıklı bir cevap vermiş:
‘Ya benim kadar çirkin, senin kadar aptal olursa?’
*- KALEMİ ELİNE ALDI
Dostlarıma hep öneririm. ‘Mutlaka yaz, ister günlüğün olsun, ister yaşadıkların, aklına geleni kaleme al!’ diye
Özellikle belli yaşın üzerindekilere de nörolog Dr, Ayla Aydın ve nörolog Dr.İpek Kurt’un şu sözünü anımsatırım, ‘Alzhaimer’e karşı en iyi ilaç okumak ve yazmaktır!’
Mehmet Umur da, ‘İnsan yazmaya başlayınca hep yazmak geliyor içinden, elinden geldiği kadar, bugünde benim içimden yazmak geldi yine anılarımdan bir hikaye anlatayım’ diyerek konuya girmiş;
“Yıl 2011, Arkadaşım Kenan ‘Mehmet evde oturacağına bir makina koy benim dükkana hem sana meşgale olur, hem ben olmadığım zaman dükkan yalnız kalmaz!’ dedi.
Düşündüm, ‘tamam’ dedim.
Sağ olsun arkadaşım, bir köşede bana verdi.
Makina koyduk!
Tabiiki imkansız işler hep beni bulur ve en güzel şekilde yaparım zaten, bilen bilir!
Bir arkadaşımız, ‘Mehmet, benim montun içine güzel bir peluş alsam mevcut astarı peluş yapar mısın?’ dedi, ‘Tabiiki yaparım’ dedim.
Getirdi peluşu, benim işim ‘en iyi şekilde’ yaptım, arkadaşım da beğendi, fazlasıyla hakkımı verdi.
*- SAĞ OLASIN MEHMET!
Birkaç gün sonra, çarşıda bir arkadaş ‘Mehmet oğlanın kotları var yapar mısın?’ dedi,
6 veya 7 kot pantolon tamir ettim, bir günde bitirdim, getirdim ablama.
‘Sağ olasın Mehmet!’ dedi,’ sende sağ olasın Ablam’ dedim
Tabiiki ‘borcumuz kaç para, bunları tamir ederken iplik harcadın, ceryanlar harcadın’ demek yok.
Bazı insanlar için ödeme şekli, yalnızca, ‘sağ olasın Mehmet!’
Dükkandan da alışıktım bu insanlara…
Hiç sesimi çıkartmam, bilirim ki; bir gün bir yerlerde, herkes hesabını verecek.
Yine bir abla geldi; ‘Mehmet, yepyeni mont çocuk yırtmış..’
Tabiki çarşıda olan terzi ‘olmaz!’ demiş, ‘biz olmazların insanıyız!’, neyse reklamı boş vereyim, montun yırtık yerini yaptım, hiç belli bile değil yırtıldığı…
Yine, o ödeme şeklini uyguladı abla; ‘Sağ olasın Mehmet!’
Ama abla ‘merhametli, hak yemez’, ‘sana 2,5 kilo zeytin yağı getirecem!’
İnandım, yağları da güzeldir, hani tonlarca yaparlar, ‘15 yıl geçti daha hala bekliyorum zeytinyağ gelecek’ diye, salatalarda yiyecez.
İnsanoğlu unutmuştur!
Abla, ‘hayat sınav deftere yazılmıştır’ diye düşündüm,
*- YİNE BİR KAZIK
Bir gün oturuyorum, genç bir arkadaş geldi, ‘Abiciğim canım Abim benim…’
- Gel abim, hoş geldin, hayırdır?
Tabiiki yine kazık yiyeceğim, geldi aklıma, böyle yağı üstümden dökülürcesine hissettim.
'Abim bir kotum var çok değerli…’
‘Eee?’ dedim.
“Yırtıldı, terziye getirdim, ‘bunu ben yapamam!’ dedi.
‘Bakayım!’ dedim.
Tabiiki yine ‘imkansız!’ bizi bulmuş, yine onu da orijinali gibi ördüm ‘Abiycim ellerine sağlık çok güzel oldu, sen bir tanesin canım Abim, borcumuz ne?’ dedi.
-Yani yok bir para gibi, ‘5 lira ver!’ dedim,
Şöyle yazayım; 5 lira 1 kola parası…
Neyse, (şimdi getiriyorum’ dedi, ‘Sen bekle, gitme haaa!..’ diye tembih de etti.
Ben bu tamiri yaparken sohbette ettik, tabiiki…
‘Abi sen önceden bize fıkralar anlatırdın, bizi güldürürdün insanlarla sohbet ederdin, ‘şimdi nemrutun biri oldun’ neden böyle oldun?’ dedi.
Ben de, ‘Abim bu sorunun cevabını daha sonra versem olur mu?’ dedim, ‘Günü gelince sana söz, cevap vereceğim!’ dedim,
*- İŞTE CEVABI…
Bir iki gün sonra güzel havada, hep yaptığımız gibi, eşimle beraber Saip altının oradan gireriz, Karayel altından evimize döneriz tek avuntumuz bu bizim.
Hatta lüksümüz!
Yine gezerken, o zamanki genç adam görür bizi;
‘Oooooo abiciğim, canım Abim, sen bir tanesin abi. Geldim yoktun, 5 lira verecem ama şimdi üstümde yok abim!’
‘Tamam abicim önemli değil!’ dedim, bu rutin en az 5 defa tekrarladı.. ‘Abim ya, geldim de, şimdi gelecem de, eve getiririm…’
Her karşılaşmada aynı rutin…
Son gördüğümde, yine eşimle dolaşırken, ‘Abim yok, ben senden o parayı istemiyorum, ama bana bir soru sormuştun ya, onu cevaplamadım, zamanı geldi’ dedim.
‘Merak ettim zaten abiciğim!’ dedi.
‘Hani sorun şuydu;
Sen bizi güldürürdün, sohbet ederdin, şakacı bir insansın, ‘nemrutun biri olduğumun’ nedenini sormuştun y!’, dedim, ‘İşte cevabı!’ dedim.
‘Sen ve senin gibi olanlar yüzünden, ‘bende nemrutun biri oldum’, dedim.
Ve birkaç gün sonra, makinayı isteyen bir kardeşime, ‘çok ucuz’ verdim.
Yani yine bir anımı yazdım sıktıysam kusuruma bakmayın sağlıkla kalın…”
Mehmet ustamıza, bazı esnafın ya da sanatkarın halini anlattığı için teşekkür ediyorum…
Bu sıkıntı özellikle küçük kentlerimizde, küçük esnafımızın, sanatkârımızın başında bulunuyor.
*-
Yorumlar
Yorum Gönder