KAR ARARKEN, YAĞMUR YOLDAŞLARI OLDU

YAŞAR EYİCE *- ‘SOKAK LEZZETÇİSİ’ NİĞDELİLER! Aracımın iç dikiz aynasına asmam için ‘İzmirspor’un flamasını- bayrağını’ armağan eden Ali Kıray, İzmir’in ünlü sokak lezzetlerinden ‘Söğüş çatalla servis edilir’ yazıma bir bilgi eklemiş. Ali Kıray, ‘Sevgili Yaşar, İzmir’in ilk sokak söğüşçüleri Niğdeliler idi’ eklemeyi yapmış. Yaptığım yorumlar için ise Gazeteci- Yazar Şadıman Şenbalkan da, ‘Ah..Ah…’ diyerek başladığı yorumunda yürek ve vicdanlara seslenmiş… Şadıman Şenbalkan, ‘Edep mirastır, akıl arkadaştır, güzel ahlak yoldaştır, karakter ise kişinin aynasıdır…’ diyor. *- KAR PEŞİNDE 525 KİLOMETRE Engin Yavuz’dan uzun zamandır haber alamıyordum. Bir ara ‘Bisiklet’ denilince aklıma ilk gelen isimdi. Yolunu bulmayan ama yolunu çizen bir meslektaşım Engin Yavuz… Tam elimdeki notları yazı haline getirmeye, bir noktada bazılarının ‘bam teline’ basmaya hazırlanıyor, ucundan biraz dokunduracaktım ki, imdatlarına yetişti eski dost… Önce fotoğraflara ‘hasta oldum’ diyebilirim… Hepsi tablo gibi… Engin Yavuz’un rotası ve seyahat yazıları için ‘bir tane’ diyebilirim. Sözde ‘Kara Kıştayız’ Batı’da… İstanbul için bile ‘Bugün yarın’ dediler ama ‘Kar’dan, haber yok! Engin de yola çıkmış, ‘Kar peşinde 525 kilometre!’ gitmiş… Geçenlerde ‘Algı’ Müzik Okulu’nda Nebahat Hanıma anlatmıştım, Bornova’da ‘Kar peşinde’ koştuğumuz, Bornova’nın Çiçekli ve Yaka isimli yüksek köylerine, hatta komşumuz Manisa’da Spil’e çıktığımızı anlattım. Şimdi sözü, ‘gezgin’imiz Engin Yavuz’a verelim… Birlikte İzmir çıkışlı 525 kilometre gidelim. Bu arada belirteyim, urla’daki evimden araçlı çıkıp, İstanbul- Beşiktaş- Arnavutköy’deki evimize eski yoldan geldiğimizde tam 530 kilometre yapıyoruz. *- ÖNCE TURGUTLU “Islak bir ‘Ocak ayı sabahı’ henüz gün doğmamıştı geride bıraktık İzmir’i. Caddelerden ara sıra telaşla geçen birkaç araç hariç, kent henüz uykudayken yeni bir seyahate adım atmış olmanın keyfi içimizde, kendimizi Turgutlu’nun meşhur Borsa Lokantası’nda bulduk. Birer tas mercimek çorbası, birer demli çay ardından, Balıkesir tarafından güneydoğuya doğru inecek yağışlı havayı yakalayacağız Kütahya taraflarında. Bölgenin neredeyse tamamında yağmur yağacak ama Uşak- Simav-Demirci arasında yağmur sulu kara, yükseklerde kara dönüşecek. Biz de ‘kar fotoğrafları’ çekeceğiz. Amacımız bu. Salihli’yi, Kula’yı geçip Uşak Organize Sanayi Bölgesi kavşağından Gediz karayoluna girip ilk olarak Abide’de bizim tavukçu Yakup’un dükkânında yemek molası vereceğiz. Direksiyonda Aykut var, Mehmet Yıkılmazsoy, Turan Gültekin ve ben diğer yolculuk severler olarak araçtayız. İlk durağımız tarihi Salihli İstasyonu idi. *- YUNAN BAYRAĞINI İNDİRDİ Burada ben de lafa gireyim… Kafilede bulunan bu meslektaşlarım da, fotoğraf konusunda çok ama çok ustadırlar. Ben sadece Aykut’tan söz edeyim: Hani Bodrum yakınında ‘Kardak Kayalıkları’nı bir ara tüm dünya duymuştu. Geri zekalı bazı Yunanlılar, bizim sahilimize çok yakın, ama üzerinde hiçbir canlı bulunmayan bu kayalıklara çıkıp Yunan Bayrağını asmışlardı. Sonra da fotoğrafları çekerek, Yunan medyasında ve televizyonlarda ‘Yunan Milliyetçiliği’ reklamını yaparak, ‘Adayı Yunanistan’a kattık!’ demişlerdi. Peki bizim Aykut ile Ercan da boş duracak değil ya… Yanlarına Türk Bayraklarını alarak, ‘Burası bizim’ diyerek Kardak Kayalıklarına çıktılar, Yunan Bayrağını indirip, yerine Türk Bayrağını diktiler. Sonra da görüntüleri, yıllarca çalıştıkları Türk Basınının ‘Amiral Gemisi’ olarak tanınan gazetelerinde yayınladılar. Bizim hücumbotlar, komandolar kayalıkların bir tarafında Yunan hücumbotları diğer tarafta turluyor, bütün dünya ‘3. Dünya Harbi Buradan mı çıkacak?’ diye başlık atıyorlardı. *- SAVAŞIN UCUNDAN DÖNÜLMÜŞTÜ Konuyla ilgili şöyle bir anımsatmayı yapayım: Kardak Kayalıkları, Ege Denizi'nde, Türkiye ile Yunanistan arasında yer alan küçük bir ada grubudur. Bu kayalıklar, 1996 yılında belirttiğim gibi iki ülke Türkiye ile Yunanistan arasında ciddi bir kriz yaşanmasına neden olmuştu. O tarihten bu yana, Kardak Kayalıkları Türkiye ile Yunanistan arasında süre gelen deniz ve kara sınırı anlaşmazlıklarının bir sembolü oldu. *- YOLCUNUN TERCİHİ Engin Yavuz devam ediyor: “İzmir- Afyonkarahisar demiryolu hattı üzerinde 1875 yılında İngilizler tarafından inşa edilen, 1934 yılında TCDD’ye devredilen ve 2008 yılında aslına uygun olarak restore edilen istasyon Basmane- Uşak, Basmane- Alaşehir ve Manisa-Alaşehir trenleri ile Konya Mavi Treni’ne hizmet veriyor. Biraz kalabalıktı istasyon, Uşak Ekspresi'ni bekliyordu yolcular. Otobüslerin Uşak’a 300-500 lira arasında yolcu taşıdığı bir dönemde 285 liraya trenle yolculuk daha ekonomikti cazipti elbette. Uşak trenini uğurladıktan sonra istasyon kahvesinde çaylarımızı yudumlayıp yeniden yola koyulduk. *- BEKLENEN KARDAN HABER YOK Sağımızda Bozdağ sisler arasında, zirvelerinde küçülmüş kar lekeleri. Bacalarından ince dumanlar tüten köyleri geride bırakıp Kula rampasını tırmanıyoruz. Hava puslu, yerler nemli ama henüz beklediğimiz yağış yok. Kula’ya ulaşmadan az önce, solumuzda ansızın sislerin arasında bir görünüp bir kaybolan ‘Sandal kraterine’ uğramayı da ihmal etmedik. Sandal Köyü’nün içinden ve meşe koruluklarının arasından daracık bir yoldan ulaşılan krater ve çevresi ıssızdı. Krater ve çevresindeki tepeler, meşeliklerin arasında otlayan koyun sürüleri bazen sisler arasında kayboluyor, sonra yeniden ortaya çıkıyor ve o sessizlikte bir masal kitabının sayfalarını çeviriyor gibiydik. *- SÜRÜCÜLERE UYARI ve BİLGİ Uşak Organize Sanayi Bölgesi önünde yeniden düzenlenen kavşaktan sola Gediz yönüne döndük. 205 kilometrelik yolu geride bırakmıştık. Bu arada bu yoldan, yakın zamanda geçmemiş sürücülere hatırlatalım: Bu kavşaktan sağa Ulubey yazılı levha yönüne dönerseniz yeni açılan çevre yoluna giriyorsunuz ve Uşak kent trafiğinde zaman kaybetmeden havalimanına yakın yerden yeniden Ankara yoluna çıkabiliyorsunuz. Bu kavşaktan Abide’ye ulaşmak için daha 33 kilometrelik yolumuz var. Birkaç yıl öncesine kadar bu yol sadece gidiş ve gelişten ibaretti. Ama doğa ile iç içeydik yolculuk yaparken. Sonra çift şeritli duble yola çevirdiler. Yolun iki yanı fabrikalar ile dolmaya başladı, tabiat giderek uzaklaştı. Uçak pisti genişliğinde bir yolda zaman kazanmak iyi ama ben eski yolu tercih ederdim. *- YOL GEÇTİ ESNAF BİTTİ Yıllar önce Gediz ile Ankara yolunu birbirine bağlayan bu yol Abide Köyü’nün içinden geçerdi. Gelip geçen yolcuların alışveriş ettiği birkaç küçük dükkan vardı, kahvehane vardı, benzin istasyonu vardı. Tavukçu Yakup’un annesiyle birlikte işlettiği dükkan da bu eski yolun üzerinde, iki katlı kerpiç bir evin alt katındaydı. Dükkanın önünde odun ateşinde piliç çevirirlerdi, bu kokuya kimse dayanamaz, küçük bir salata tabağı ile birlikte sunulan yarım tavuğa kimse hayır demezdi. Gelen bir daha gelirdi. Yol yenilendikten sonra Abide Köyü kimsenin uğramadığı bir yer haline geldi. Dükkanlar teker teker kapandı. Tavukçu Yakup da yeni yolun kenarında bir yere taşındı. Tavukları yine annesi kızartıyor, lezzeti de aynı. Uygun fiyatla karnınızı doyurabiliyorsunuz. *- YAĞMUR ARKADAŞ OLDU Yemeğimizi yerken aniden bastıran yağmur sonra hafifledi, Şaphane’ye kadar bütün sakinliğiyle bize arkadaşlık etti. Abide'den çıkınca Simav’a doğru yeniden duble yola bağlanıyorsunuz ama biz bunu tercih etmedik, köy yollarına girdik. Şaphane’ye kadar iki yanını meşelerin, çınarların süslediği daracık yollardan geçtik, Yenimahalle, Ilıcasu, Üçbaş köylerini geride bıraktık, tarlaların arasında kıyılarını çınarların süslediği irili ufaklı bütün derelerden su akıyordu. Bu yaza ilişkin umutlarımızı yeşertti. *- SİMAV’DA BİLE… Şaphane’de ağır bir yağmurla selamlaştık, Simav yoluna çıktık oradan ve yağmur giderek sulu sepkene çevirdi, sonra kara döndü. 38 kilometrelik yolculuğun ardından Simav’a ulaştığımızda yağmur şiddetini iyice arttırdı, güneydeki dağ zirvelerinin beyaz bir örtüyle kaplanmaya başlamasına sevindik. Nüfusu 26 bini geçen Simav’da trafiğin diğer ilçelerden farkı yoktu, aracımızı park etmekte zorlandık, iyi de ıslandık. *- TÜRKİYE’NİN EN İYİSİ Ama Simav’a gelip de, çarşı girişindeki Karaşerifoğlu’na uğramamak olmazdı. İlk kez 1995 yılında bakmıştım helvasının tadına. Necati Karaşerifoğlu, tezgahtaki helvalardan bir dilim kesip uzatmış, ‘Biz helva yaparken şeker pancarından yapılmış şekeri kullanırız, ondan lezzetlidir bizim helvalarımız’ demişti. Tadına doyamamıştım o helvanın. Necati Bey sonsuzluğa gideli çok oldu ama evlatları hala Türkiye’nin en lezzetli helvalarını üretiyor çarşıda. İzmir’e götürmek için bol bol helva aldık. Kahve içmek için bile oyalanmadan yeniden yola çıktık, Sındırgı tarafına yöneldik. Beyce, Demirci, Öreğler ve Aksaz köylerinin içinden geçen yol yerine çevre yolunu kullanıp, Aksaz’ı geçince sola Demirci yoluna girdik. *- KARLI SEDİR ORMANINDA Simav- Demirci arası 40 kilometre. Simav Dağları’nın yüksekliği 1.800 metre. Yolun vadiler arasından geçtiği en yüksek geçit ise 1.470 metrelik Akçakertik geçidi. Kar bulutları üzerimizden hızla geçerken, batıda gökyüzü silik maviliği ile belirmeye başlamıştı. Ormanın içinden geçen bol virajlı yolda ilerleyip yükseldikçe, küçücük lekeler halinde belirmeye başlayan kar örtüsü, sedir ormanlarının kuşattığı Akçakertik Geçidi’nde 10 santimetreye ulaşmıştı bile. Ağaçların dalları kar ağırlığından yıkılacak gibiydi. Bu harika manzaranın ortasında fotoğraf çekmenin tam sırasıydı. Kar soğuğuyla zenginleşen bol oksijenli havayı soludukça bu kış ilk kez kar görmüş şanslı İzmirliler arasına katıldığıma sevindim. *- MANİSA’NIN SPİL’İ, YA DA BURSA’NIN ULUDAĞI GİBİ Zirvede kar olduğunu duyan kim varsa otomobiline atlayıp gelmişti. Gelin damat fotoğraf çektirenler bile vardı o kalabalığın arasında. Yeteri kadar üşüdükten sonra, buradan hiç gitmek istemediğimiz halde gönülsüz yeniden bindik aracımıza, Demirci’ye yöneldik. Zirveden inişe geçtiğimiz yolda henüz birkaç kilometre geçmeden bulutsuz bir gökyüzü ve yemyeşil dağları, ovaları, tarlaları, göletleri ışıklarıyla yıkayan güneş karşıladı bizi. Yarım saat sonra o kar örtüsünden iz bile yoktu. *- BAHAR AKŞAMI GİBİ İZMİR HAVASI Köprübaşı’nda bir kahve molası verip, yağmurla coşmuş bütün akarsuların el birliğiyle doldurmaya çalıştığı Demirköprü Barajı’nın yanından geçip Salihli’den İzmir’e ulaştık. Alacakaranlıkta terk ettiğimiz ıslak ocak sabahından ve karlı dağlardan geriye ılık bir bahar akşamı kalmıştı. *- YANINA ALAMAYACAKSIN! Çinli Filozof Lin Yutang; ‘Yaşayacak fazla yılın kalmadı ve ayrıldığında yanına hiçbir şey götüremeyeceksin. Bu yüzden tutumlu ol, ama refahını feda etme. Harcaman gereken parayı harca, tadını çıkarmaya değer olan şeylerin tadını çıkar ve verebileceğin şeyleri ver. Ayrıldıktan sonra ne olacağını dert etme, çünkü toza dönüştüğünde ne övgüleri ne de eleştirileri duyabileceksin; mezarını ziyaret edip etmediklerini ya da seni unutup unutmadıklarını bilemeyeceksin.’ Diyor. *- EN DOĞRU AN Gerçeği gören ve bilenler şöyle diyor: “Hayattan keyif almak için en doğru zaman, şu andır. Zorla kazandığın mal ve mülkleri değerlendirme zamanın geldi. Çocukların için fazla endişelenme; onlar kendi yollarını bulacak ve kendi kaderlerini çizecekler. Torunlarına özel bir ilgi göster, onları sev, değer ver ve onlardan keyif alabildiğin sürece tadını çıkar. Hayat, doğumdan mezara kadar durmaksızın çalışmaktan ibaret olamaz. Her gün uyan ve bir günü daha çatışmasız, kin tutmadan keyifle geçirmeye niyet et. Çocuklarından fazla beklentiye girme. Sana önem verseler de, onların kendi sorumlulukları, taahhütleri ve hayatları her zaman öncelikli olacaktır. *- SAĞLIĞINI FEDA ETME Bazıları ise, ebeveynleriyle pek ilgilenmezken, onların varlıklarını tartışır ve zenginliklerinden faydalanmak için ayrılmalarını isterler. 65 yaşına veya daha üstüne geldiysen, bitmek bilmeyen bir çalışma uğruna sağlığını feda etme, çünkü bu kendine mezar kazmak olur. Bin hektar pirinç tarlası olsa da, günde yalnızca yarım kâse tüketebilirsin. Binlerce görkemli evin olsa da, geceleri uyumak için yalnızca 8 metrekareye ihtiyacın var. Eğer yiyecek bir şeylerin ve ihtiyaçlarını karşılayacak kadar paran varsa, bu yeterlidir. Mutlu bir yaşam sürmeye bak, çünkü sadece bir hayatın var. Kendini başkalarıyla karşılaştırarak şanını, zenginliğini ya da sosyal statünü ölçme. Çocuklarının başarılarını başkalarınınkilerle kıyaslayarak övünme. Bunun yerine, onları mutluluğa, sağlığa, neşeye ve kaliteli bir hayata teşvik et. Değiştiremeyeceğin şeyleri kabul et, çünkü aşırı kaygı sağlığına zarar verebilir. Kendi refahını yarat ve her gün sana mutluluk ve keyif veren aktivitelerle uğraş. Mutluluğun olmadığı bir gün, boşa harcanmış bir gündür. *- HASTALIK İYİLEŞEBİLİR İyi bir ruh haliyle hastalıklar iyileşebilir. Neşeli bir zihinle ise daha hızlı iyileşir ya da hiç ortaya çıkmaz. İyi bir karakter geliştirerek, egzersiz yaparak, sağlıklı beslenerek ve dengeli bir şekilde vitamin ve mineral alarak sağlıklı ve keyifli bir yaşam sürebilirsin. Özellikle çevrendeki iyiliği takdir etmeyi öğren – aileni, arkadaşlarını – çünkü onlar, hayatının güzel anılarını ve değerli zamanlarını hatırlatarak sana yeniden yaşama hissi verirler. Denir ki, ‘Çatısını kaybeden biri yıldızları kazanır.’ Bu doğrudur. *- GERİ DÖNMEZLER Zaman ve fırsatlar, bir nehirdeki su gibidir: Onlara asla iki kez dokunamazsın, çünkü bir kez geçtiğinde geri dönmez. Hayatının her anının tadını çıkar ve dünyayı keşfetme, onun harikalarını görme fırsatlarını kaçırma, çünkü bu anlar bir daha asla tekrarlanmayabilir. Görünüşlere güvenme, çünkü zamanla silinirler. Mükemmel insanı arama, çünkü o yoktur. Seni olduğun gibi takdir eden birini ara; onu bulamazsan, yalnızlığını sevmeyi öğren, çünkü kötü bir arkadaşlıktan iyidir. Her nasıl tanımlıyorsan Tanrı’ya inan ve hayatın tadını çıkar, çünkü hayat kısadır. Aileni ve arkadaşlarını sev, çünkü er ya da geç bu dünyayı terk edeceksin ve kimse bunun için sana teşekkür etmeyecek. Sağlık ve mutluluk daima seninle olsun.” *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

BAŞIMIZ SAĞ OLSUN! ACIM BÜYÜK! BOLU'DAKİ OTEL YANGININDA 66 İNSANIMIZI KAYBETTİK

KİTAPLARIN ANLATAMADIĞINI ANLATIYOR