ŞEYTANIN DA GÜCÜ SINIRLIDIR
YAŞAR EYİCE
*- AMİP GİBİ
‘Olmaz, olmamalı!’ diyorum…
Balkan Türklerinin sayısını unuttuğum dernekleri için…
Uzak değil yakın zamanı bir inceleyin, bakıyorsunuz bin bir zorlukla bir araya gelen Balkan Türkleri birleşmişler ve bir kuruluşta bir araya gelmişler.
Sonra ilk genel kurulda, ‘Sen-ben’ kavgasına tutuşmuşlar, birileri ‘Biz neden yönetimde yokuz?’ diyerek ayrılıp, yeni bir oluşumda olmuşlar.
Bu kadarla kalınsa iyi…
Amipler gibi bölünmeler hep sürmüş ve sayısız ama işlevsiz dernekler oluşmuş, sadece yönetim ve onların yakınlarından oluşan…
Birlik ve beraberlik gücü getirir.
Yoksa ‘Sen-ben’ diye ayrışmak değil…
Baksanıza Suriye’de bile kolay kolay birlik sağlanmıyor.
Kaça bölündü bilen yok…
Söylenen üçe, ya da dörde…
Fırsatçılar, ülkeler, güçlüler kendilerine bu pastadan büyük kısmını almaya çalışıyorlar.
Bu konu Esat Rusya’ya sığındığından bu yana her gün televizyonlarda konu…
Her şeyi bilenler anlatıyor, biz de ‘İşimize geldiği şekilde’ olanları dinliyoruz.
Doğruyu tam anlamıyla, hatta yakın olanlar bilmiyor.
*- APAÇIK DÜŞMANLAR
Bazı insanlarda da, bazı devletlerde de ‘Hükmetme arzusu’ bulunur.
Önce Allah’ın bir buyruğunu anımsatmak istiyorum.
Bakara Suresi’nin 208’nci ayetinde, ‘Hepiniz toptan barış içine girin! Şeytan’ın adımlarını izlemeyin! Çünkü o, sizin için apaçık düşmandır.’ deniliyor.
Peki Şeytan kim?
Şöyle söyleyebiliriz?
Şeytan kim?
Şeytan, İslam'da ve diğer bazı dinlerde, kötülüğün sembolü olarak kabul edilir.
İslam'a göre, Şeytan (iblis olarak da bilinir), Allah tarafından yaratılan bir cin idi ve cennet bahçelerinde yaşamaktaydı.
Ancak, Allah'ın insanı (Adem'i) yaratıp ona secde etmesini emrettiğinde, Şeytan bu emre karşı geldi ve secde etmeyi reddetti.
Bu itaatsizlik yüzünden cennetten kovuldu ve kıyamet gününe kadar insanları saptırmaya ant içti.
*- KENDİ İRADENİZLE
İslam inancına göre, Şeytan ve onun ordusu, insanların kalplerine vesvese vererek onları kötülüğe yönlendirir.
Ancak, Şeytan'ın gücü sınırlıdır ve insanlara sadece tavsiyelerde bulunabilir; insanların kendi iradeleriyle karar vermeleri gerekmektedir.
Bu konu oldukça derin ve farklı dini yorumlara açıktır.
Bu kısmı her zaman olduğu gibi ‘din alimlerine’ gerçek ilahiyatçılara bırakıyorum.
Dikkatinizi çekiyordur, çoğu zaman bazı sözcüklerin önüne ‘Gerçek’ lafını eklerim, anlayanlar için.
*- GÖRÜNEN ŞEYTAN
‘Uyarıcılara’, örneğin toplumun büyüklerine ve sözü geçenlere kulak asmayanlar, nedense, bana göre Şeytan’a uyarlar ve bin bir neden bularak birleşmeyi kabul etmezler.
Zamanımızda görünen Şeytan ise hepimizin artık ortak olduğu noktada belli, Amerika Birleşik Devletleri…
Bir de onlara bağlı olanlar…
Bunları da biliyoruz…
Kimisi ‘açık seçik’ ortada, bazısı da, bizim içimizde olduğu gibi ‘Gizli’ ve inkârcılar.
*- ANLAŞMAZLIK NEDENİ
Anlaşmazlık neden olur?
Anımsadıklarımı yazayım:
‘Kıskançlıktan, doymazlıktan, azgınlıktan, denge noktasından sapmadan, yalancılıktan, zulümden keyif almaktan, kibirden, zinakârlıktan, hampadan, tembellikten, koltuk sevdasından, haksız kazançtan, üstün görünmekten…’
Bunlara sizin de eklemeleriniz mutlaka vardır.
Tartışmalar bitmez, bitirilmek istenmez…
Nasıl anarşi, terör, savaş bazılarının işine yarıyorsa, doğru yol da, aklın, bilginin, bilginin gösterdiği yol da bunların işine gelmez.
Saydıklarımı ‘Hastalık’ olarak nitelersek, hastalık bazı insanların her tarafını sarmış diyebiliriz.
Bunları da ‘İflah olmazlar!’ diye belirtebiliriz.
İnsan başına bir felaket gelmeden nedense anlamak, görmek, bilmek, hissetmek istemiyor.
Bizim gençliğimizde bir lafımız vardı:
‘Bela geliyorum demez, ansızın gelir!’
Şiddetler, belalar, zorluklar hep yakınımızdadır, tedbirli olmazsak.
Bizi ateşe çağıranlarla, dostluğa güzelliğe, barışa çağıranları de birbirinden ayırt etmemiz, buna göre hareket etmemiz lazım.
Fitne, baskı ve bozgunculuktan geçinenlere de dikkat etmemiz gerekiyor.
Yoksa bütün emeklerimiz ve düşündüklerimiz, öğrendiklerimiz boşa gider.
Bazıları, bazılarımızı ‘tarla’ gibi görüp, istedikleri gibi sürmeye, işlemeye çalışıyorlar.
Ben de sadece ‘Aman dikkat!’ diyorum, gerisi size kalmış…
*- ÖZ BENLİK KAYBEDİLMEMELİ
Dostlarımıza anımsatmak istiyorum:
Özbenliğimizi kaybedersek, her şeyimizi kaybederiz!
Uzmanlara göre; ‘öz benliğini kaybetmek’, bir kişinin kendi kimliğini, değerlerini, inançlarını veya kişisel sınırlarını kaybetmesi durumu olarak tanımlanıyor.
Bu, kişinin başkalarının beklentileri, sosyal baskılar veya travmatik deneyimler nedeniyle kendi öz değerlerini ve kimliğini yitirmesi anlamına geliyor.
Bu durumda, birey kendisini tanıma ve anlama yeteneğini zayıflatır, özgüvenini azaltır ve kişisel ilişkilerinde büyük sorunlara yol açabilir. Özbenliğini kaybeden bir kişi, başkalarının etkisi altında kalabilir ve kendi isteklerini, hedeflerini ve hayallerini göz ardı edebilir.
Daha ne yazayım?
İsteyen bu konuyu, yazdıklarımı, anlattıklarımı güvendikleri büyükleri ile konuşarak, doğru ile yanlışı ayırabilirler.
Ama sonuçta, hatadan dönülecektir.
Araştırmadan, soruşturmadan yaşayacaksak, bize yazık değil mi?
Böyle bir yaşam ‘Yalanlar üzerine kurulur’ deniyor.
Yalan, yalan, yalan!,,,
Para, para, para gibi…
Ama özgür bir dünya, yalanlar üzerine yaşayamaz!
Yalanlar üzerine yaşayanları da, ‘Köleler dünyasında’ olarak adlandırıyor, tiyatrocular.
*- ÇOK ÖNEMLİ
Gazeteci- Yazar Doğan Poroviç Prepol anımsadığım kadarıyla 13 Aralık’ta, ‘Atatürk’ten Sevr Anlaşmasını Yırttığı İçin mi, Nefret Ediyorlar?’ başlıklı bir yazı yazmıştı.
Ben de, önceden ‘gericilerle’ ilgili karaladığım bir yazıdan sonra, sevgili Doğan Kardeş’in bu makalesinden alıntılar yaparak konuyu tekrar ele almış ve ‘İçimizdeki hainlerden’ söz eden bir yazıyı yazacağımı söylemiştim.
Çok iyi anımsıyorum, birkaç yorum vardı, bu önemli yazıda.
Balkanlarda ve ülkemizde birçok sözde Türk derneklerinin yöneticilerinin bazılarının ve hatta bir müftünün durumunu anlatan yorumlar vardı.
Önceleri ‘Herkes bilmeli!’ diyerek, yorumları paylaşacaktım ama ‘Bozguncu’ durumuna, daha doğrusu güzel insanların yarardan çok zararına olacağını düşünerek, ileri zamana bırakıyorum…
Umarım bazı ‘Rumeliliyiz!’ diyenleri düşünceye sevk ederim.
‘Adalardanım’ ya da ‘Rumeliliyim!’ demek Balkan insanımızın sorunlarını çözmeye, acılarını hafifletmek için yetmiyor.
Umarım bunu anlarlar ve bundan böyle daha diri durmaya çalışırlar.
Hainleri, Türklüklerini unutan ve unutturmaya çalışanları bilmeleri gelecekleri için çok ama çok önemlidir.
Tepki anında ve yerinde yapılmalıdır.
‘Farkında değilim’ demek kurtuluş değildir.
*- YORUMLAR DÜŞÜNDÜRÜCÜ
Alim Güngör bu satırları yazdığım sırada bir fotoğraf gönderdi.
Fotoğraf hakkında şu bilgi veriliyor:
“Norveç'te Atlantic Street'te çekilen ay fotoğrafı; BBC tarafından tüm zamanların en güzel sahnesi olarak nitelendirildi.”
Aman Allah’ım fotoğrafın altında ne yorumlar var, neler?
Antalya Konya Alacabel mevkisinde çekildiğinden tutun da, gerçek bir görüntü olmadığına, ‘ay dünyanın hiçbir yerinden bu kadar yakın görünmez!’ diyenlere kadar.
Yorumcuların büyük bölümü şöyle diyor:
‘Hay maşAllah… Rabbim ne güzel yaratmış dünyayı... Resmi çeken kardeşimizin de emeğine sağlık…’
Fotoshop diyenler de var, Yapay Zeka ile ‘Kandırmaca’ bir fotoğraf olduğunu iddia edenler.
Bence bir sanatkarın eli değmiş…
Bunu da en doğru şekilde değerlendirecek olanın, fotoğraf ustası ve bilgini Ateş Akkor olduğunu rahatça söyleyebilirim.
Belirttiğim gibi o kadar çok yorum var ki, ender rastlanan bir durum olduğunu da belirtmek istiyorum.
Önemli bir noktaya da değinmek istiyorum.
Bu güzel fotoğraf yıllardır internette değişik isimlerle yer alıyor.
Bir bakıyorsunuz görüntü için İran deniliyor, ya da Türkiye…
Son olarak da önümüze Norveç olarak geldi…
Orası burası olması önemli değil, önemli olan fotoğrafın güzelliği…
Bir diğer nokta da şu:
İnternette her gördüğümüze ve yazılanlara inanmamamız.
Bizi hatalı ve yanlış yönlere çekenler de olabilir.
Bunu da aklımızdan çıkarmayalım…
Değerli araştırmacı Alim Güngör’e bizi ve onlarca kişiyi düşündürücü bir fotoğrafı bizimle paylaştığı için teşekkür ediyorum.
Bizim de isteğimiz bu, düşünen, konuşan ve görüşünü çekinmeden, korkmadan açıkça paylaşanlardan oluşan güzel Türkiye…
*- SEVENLERİNİ DİNLEMEZ
Ahlak filozofu Sokrates, 51 tane jürinin önünde yargılanmış ve idam kararı verilmiştir.
İnfazı ‘baldıran zehiri’ ile gerçekleşecektir.
Sokrates'in sevenleri, ‘seni hapishaneden kaçıralım!’ diye haber yollarlar.
‘Bu ahlâksızlıktır’ der ve kabul etmez.
‘Uydur kaydır sözlere başvur jüri seni affedebilir’ deseler de, ahlak filozofu bunu da kabul etmemekte ısrar eder.
*- YANLIŞIN ÇARESİ YOK
Tarihe geçen savunmasında idam kararı veren jüriye şunları der.
‘Ölümden korkulmaz, çünkü ölümün çaresi var. Ölürsün kurtulursun.
Ama yanlış yapmanın çaresi yoktur.
Yaptığınız yanlış kıyamete kadar sizinle birlikte gelecektir.’
Bugün 2500 yıl geçmesine rağmen, Sokrates'in ismini bilmeyen yok.
Peki onu mahkum eden jüri heyetinin isimlerini bilen var mı?
Yok!
Sokrates’in şu sözünü de paylaşayım:
‘Şu hayatı öyle bir yaşa ki, kapanışta kendini alkışlayabilesin...!
NOT:
Sokrates'i idam ettiren Melitos ve Anytos'tu.
Ama tarih Sokrates'i yazdı.
Tarih güçlüyü değil, iyileri yazar…
*- BİLİME OLAN ADANMIŞLIK
Yine tarihten bir yaprak açayım;
‘Fransız kimyacı Lavoisier, 51 yaşında giyotinle ölüme mahkûm edilir. Boynunun vurulmasını beklerken elinde bir kitap vardır.
Cellat, onu giyotine götürmek üzere yanına geldiğinde Lavoisier, nerede kaldığını unutmamak için kitabın arasına bir ayracı dikkatlice yerleştirir.
Giyotine giderken matematikçi arkadaşı Langrange’ı yanına çağırır ve ona şöyle der:
‘Kafam sepete düştüğünde gözlerime dikkat et.
Eğer iki kez göz kırparsam, bu, insanın kafası kesildikten sonra bir süre daha düşünmeye devam ettiğinin kanıtı olacaktır.’
Lavoisier’in kafası kesilir ve sepete düştüğünde, gülümseyerek iki kez göz kırpar.
Bu anı anlatan Langrange şöyle der:
‘Lavoisier’in son saniyedeki ispat arayışı, bilimin yüzyıllar boyu yanmaya devam edecek meşalesidir.
İnsanları sadece duyduklarına inanmak yerine, düşünmeye ve sorgulamaya davet ediyorum.’
Lavoisier’in bu cesur deneyimi, bilime olan adanmışlığının en çarpıcı örneğidir ve sorgulamanın, gerçeği bulma yolundaki en büyük rehber olduğunu hatırlatır.
*-
Yorumlar
Yorum Gönder