GÖRGÜSÜZ, BİLGİSİZ, BOŞ İNSANLAR

YAŞAR EYİCE *- HİÇBİRİ OLAMAZ! Arkadaşları arasında açık sözlülüğü ile tanınan Yeşilçam'ın güzel oyuncularından Müjde Ar, zamanında, evine 56 ekran bir Nordmende renkli televizyon almış. Renkli televizyonundan söz ederken de yine aynı tutumunu sürdürerek, muhabire televizyonu sadece ‘süs olarak aldığını’, yoksa televizyon izlemeye zamanının olmadığını tüm samimiyetiyle belirtmişti. Tanınmış bir simadan bu şekilde söz etmemin nedeni, zamanımızda öyle görgüsüz, bilgisiz, boş insanlar var ya onları anımsatmak için… Adam ya da kadın, mutlaka evindeki kitaplığın ya da sanat eserlerinin önünde poz verirler… İnanın o kitaplardan birinin kabını bile açmamışlardır. İnanın büyük para vererek aldığı ve görünür yere astırdığı ressamın adını bile bilmezler! El yapımı, göz nuru ile yapılan eserlerden bi haberdirler. Ama kendilerini mutlaka bilgili, kültürlü, sanatsever, yeniliğe açık olarak göstermek isteyecekler, büyük eksikliklerini ise böyle, para harcayarak kapatacaklarını düşünmektedirler. Bir ara ‘Paşa dedem!’ modası vardı. Köşkleri sözde tarihi eserlerle süslerler ve önünde fotoğraf çektirerek, kendilerini sözde soylu göstermek de moda idi… Görgüsüzlük diz boyu idi dün, bugün de aynı! Şu gözü kör olsun para ile kendilerini yüceltmeye çalışanlar bir de ‘Hayırsever!’ olarak kendilerini tanıtabilmek için büyük çaba harcıyorlar. Hiç biri bir Müjde Ar olamazlar!... Hepsi kopyacı! *- YÜREKTEN GELEN AŞK Mercedes, kurucusunun soyadı ya da büyük bir motor şirketinin adı değildi. Otomobil tutkunu bir babanın kızının adıydı. O, kızının isminin ona şans getireceğine inanıyordu. Öyle de oldu... Mercedes ismini verdiği otomobil, katıldığı yarışlarda üst üste zaferler kazandı. Ve bu zaferlerin kıvılcımıyla, 1902'den günümüze kadar binlerce Mercedes otomobil üretildi. Otomobil sevdalılarının ilk sahip olmak istediği ve hayaliyle milyonlarca kişinin yaşadığı araç… Bir babanın sevgisi, kızının adını, dünyanın en büyük aranılan ve beğenilen otomobil üreticilerinden ismi haline getirmişti. Mercedes, Viyana'da yaşadı. Başından iki başarısız evlilik geçti. 1929'da 39 yaşında iken kemik kanserinden öldü ve Viyana'da gömüldü. Baba Emil Jellinek ve kızı Mercedes’i gönüllerde yaşatan hikayenin özeti bu… Dünyaca ünlü Mercedes marka hikayesi böyle… Ünlü markaların ve insanların ucunda mutlaka böyle bir ‘aşk hikayesi’ vardır. Başka türlü ne ilerleme olur, ne de başarı… Yürekten gelen aşk kazandırır… *- DOĞRU YAŞAMAK! Mercedes 1929 yılında genç yaşta kanserden öldü. Baba Emil Jelinek herhalde yaşaması için büyük servetinin tamamını harcardı. Zamanımızda da bir gün daha yaşayabilmek için nelerini feda etmekten çekinmeyecek kimler var, kimler? Ama önemli olan ‘doğru’ yaşamak! Gülbahar Tahmilci yine anımsattı, vefat eden tarihçi-Hukukçu birikimli cumhuriyet aydınımız Prof. Dr. Çetin Yetkin yazmış... ‘Ben 81 yaşındayım, çok yaşlıyım. Resmi kayıtlara göre bu topluma 33 yıl hizmet ettiğim için, kimilerinin bu günlerde dillerine doladıkları ‘emekli aylığı’ bağlanmış bana. Ne ki, bu hizmet yıllarımın bir bölümü de ölümcül saldırı, sürekli tehdit altında geçirmiş bulunuyorum. *- HORLANAN VE ALAY KONUSU YAPILANLAR Ama ‘emekli oldum!’ diye bir köşeye çekilmiş değilim. 1969'dan bu yana başka çalışmalarımın yanı sıra 39 kitabım yayınlanmış bulunuyor. 14 yıl dergi çıkardım. Türkiye'de olabilecek en yüksek eğitimi aldım. Kazandığım ödüller de var. Ama artık, dedim ya, iyice yaşlandım. Ve ‘yaşıtlarım’a reva görülenlere, TV'lerde gördükçe, isyan ediyorum. O nedenle o aşağılan, horlanan, alay konusu yapılan, yaşamdan zorla soyutlanmak istenen yaşlılar adına birkaç söz söylemek benim için kaçınılmaz bir görev. *- KAYNAK SANKİ YAŞLILAR! Önce memur ve işçi emeklilerine tanınan sosyal haklar aşama aşama kısıtlandı. Sonra, asalaktan başka bir şey olmayan birileri kalktı, emekli aylıklarına göz dikti. Öyle bir hava yaratıldı ki şu emekliler olmasa Türkiye ekonomik olarak düzlüğe çıkacak. Hal böyle iken yalnızca yaşlılara sokağa çıkma yasağı getirildi. Bu yasağın yalnızca yaşlılar için konulması, kültürel besin kaynağı yüzeysel TV yayınlarından öteye geçmeyen, bilimsel eğitim yüzü görmemiş kitlelerde bu salgının kaynağı sanki yaşlılarmış gibi bir algının doğmasına neden olması kaçınılmazdı. Nitekim öyle oluyor. Elbette sonuç, yaşlıların suçlanması, dışlanması, alay konusu olması olacaktı. TV ekranlarında izliyoruz bütün bunları. *- SEN ÇOCUK, BİLMEZSİN! “Şimdi sözüm, yaşlılarla alay edenlere, ‘Senin sözcük dağarcığın bile küçük mü küçük. Birkaç yüz sözcükle yaşamını sürüklersin. Çoğu sözcüğü hiç duymamışsındır bile. Örneğin, "ışıldak", "ihtikar", "mütekait" nedir, biliyor musun? Bilemezsin, çünkü sen İkinci Dünya Savaşı'nı yalnızca Hollywood filmlerinden belki bilebilirsin. ama benim çocukluğum o yıllarda biçimlendi. Sen açık oy - gizli sayım nedir bilemezsin. Ama bizler o seçim günlerini de yaşadık. Sen Celal Bayar'ın kim olduğunu çok büyük bir olasılıkla belki bilmiyorsun, ama ben 1950 seçimi sonrası onun elini öptüm. 27 Mayıs 1960'ı eğer biraz mürekkep yalamışsan, birbirinden kopya çeken kitaplardan yalan yanlış öğrenmişsindir, ama ben Kızılay’da polislerle didişen gençler arasındaydım. 12 Mart 1971'i ben yaşadım. Ben, birbirini öldüren sağcı solcu gençlerin kanlar içindeki ölülerini morglara taşıdım, otopsilerini yaptım., sen yaşamadın bunları. 12 Eylül 1980'in cezaevlerini ne olduğunu bilmiyorsun, sıkıyönetim mahkemelerinde sanıkları savunan bendim, sen değil. Bendim Kenan Evren ile karşılıklı oturup ona sorgu sual eden. Sen neredeydin o zaman.? Bak, Celal Bayar'ın, Bülent Ecevit'in bana imzalayıp verdikleri kitapları var bende. Ben tarihim, çünkü yaşlıyım. Sen nesin, dünkü çocuk? Gerçi benim yaşıtlarımın birçoğu benim yaşadıklarımı yaşamamışlardır, kimileri ise daha çoğunu görüp geçirmişlerdir.; ama ne olursa olsun, onlarla aynı zaman dilimini paylaşıyorum, onlar yaşıtlarım benim. *- DOĞRUDUR, BAZILARIMIZ BUNUYOR! Doğrudur, biz yaşlılardan kimilerimiz bunuyoruz. Ama bizler yılları geride bıraktığımız için, yaşadığımız için bunuyoruz. Uzun yaşamımız boyunca verdiğimiz savaşımlar, geçim derdi, yitirdiğimiz yakınlarımızın ve sevgililerimiz derin acıları... Beynimizi yorup, kemirdiği için bu sonla karşılaşıyoruz. Dahası ve asıl önemlisi, vatan ve ulus aşkı yüzünden yediğimiz darbeler kimilerimize artık dayanılmaz geldiği için!... Ama sen, yaşlıları hor gören, alay eden, sokaklardan kovalayan sen, bir ayrıkotu gibi gerçek yaşamdan o denli uzaksın ki bunamaktan bile acizsin. *- SEN BİR KÖLESİN Çünkü, bunamak için bunayacak bir beynin olması gerekir. Sen, otsun. Evet, yaşlılar tutucu olur. Öğrenme yetenekleri azaldığı için genellikle birikimlerine dayanarak yaşamlarını sürdürmek eğilimindedirler. Bu, yaşlıların en büyük ‘zaaf’ıdır. Ne var ki, Türkiye'de benim ve benim gibi olanlar için bu ‘zaaf’, bir üstünlük, bir ‘meziyet’tir. Çünkü tutunduğumuz birikimlerimiz Kemalist Cumhuriyet'in ta kendisidir. Yeni yetme "yükselen değerler" değil! Yaşlıları kovalayan, aşağılayan sen! Sen sadece cep telefonu tutsağısın. Kapitalist emperyalizmin ‘dijitalizm’inin kölesisin!... *- Şunu iyi bilin; Bizler bu dünyadan çıkıp gittikten sonra, bu bozuk eğitim düzeni, yobazlık, cahillik yüzünden geçmişle bağlarınız tümden kopacak. İşte o zaman nereden gelip nereye gittiğini bilmeyen, bu yerkürede nerede durduğunu algılayamayan bireylerden oluşan toplumsal bunaklık olacak! Çetin Yetkin hocamızın bu güzel ve anlamlı, ders veren mektubunu iyi takipçilerim anımsayacaktır, daha önce de paylaşmıştım. Bu paylaşım son olmayacak, ileride tekrar bu konuda ‘merhaba’ diyeceğim, önem verdiğim ve aklımızdan çıkmasını istemediğim bazı gerçekler gibi… İçine sindirerek okuyan, öğrenir ve kazanır… *- HİÇ YANILMADI Zenginlik: Kimsenin senden alamayacağı değerler toplamıdır! Senin bilgin, ahlakın, özgüvenin, terbiyen. Letafetin, tebessümündür. Kahraman Ünler’in dediği gibi; Liseye kadar eğitim sadece devlet okullarında verilmelidir. Tüm özel, vakıf, dernek, cemaat, tarikat okulları kapatılmalıdır. Atamız ne dedi? ‘Akıl dedi, bilim dedi, eğitim dedi, gelecek dedi, yerli üretim dedi, kadın hakları dedi, çağdaş toplum dedi, muasır medeniyet dedi, her zaman daima ileri dedi, Ve hiç yanılmadı! Ve hiç yanılmayacak!... *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

OKULUN DUVAR GAZETESİNDE ATATÜRK

NEREDEYSE İÇ ÇAMAŞIRLARINI BİLE ALACAKLAR