EMEKLİNİN BEŞ LİRASINA GÖZ DİKİP, HÜPLETEN VİCDANSIZ ESNAF
YAŞAR EYİCE
*- VİCDANSIZI UNUTAMIYORUM
Ben haberci meslektaşımın yalancısıyım….
Videoyu izledim ve etkilendim…
Kaç zamandır, Sivrihisar’da hak aramak için Başkent Ankara’ya giden İzmirli, Egeli emeklilerin beşer liralarını hüpleten namussuz esnafın etkisi altındayım…
Düşünün onlarca otobüsten inen emeklilere Ankara’ya mitinge gidişte 15 liradan kağıt bardaklarda satılan çayın fiyatı, 24 saat dolmadan aynı yerde 20 liraya çıkarılıyor.
Böylece ‘Ben geçinemiyorum!’ diyen emekli hakkını ararken, bir ahlaksız esnaf tarafından soyuluyor, ceplerinden beşer liraları daha götürülüyor.
Haram olsun, zıkkım olsun inşallah böylelerine…
Ama şöyleleri de var:
Bu kez örnek Manisa’dan…
‘Ahilik kültürünün son temsilcilerinden birini tanıtmak istiyorum size; Aşçı Mehmet...’ diyor haberci, yani gazeteci…
Önce, hani sahte gustolar var ya, yiyip içip hesap ödemeyen, ama karşılığında milyonlarca insanın kandırılmasını sağlayan sahtekar televizyoncular…
‘Acaba bunlardan mı?’ diye düşündüm…
Hep söylüyor ve yazıyorum:
Özellikle her methiyeye, her söze, anlatılana, ‘Şüphe ile yaklaşın!’ diye…
Neyse konuya gireyim:
*- İŞTE GÜZELLİĞİMİZ
Manisa merkezde, arastada bir lokantası var Mehmet amcanın.
1967 senesinden beri kuru fasulye yapıyor.
Ustasından devralmış, bugün işlettiği lokantayı.
Her gün aynı miktarda kuru fasulye yapıyor.
Biraz da güveç pişiriyor.
Çok erken bitiyor yemekleri.
Mehmet amca kuru fasulyenin yanına kendi yaptığı lahana turşusunu da ikram olarak veriyor.
Dileyene turşu suyunu da ikram ediyor.
‘Kurunun yanında en güzel turşu gider!’, diyor usta.
Bu arada söylemeden edemeyeceğim, bu kadar güzel kuru ve bu kadar güzel turşuyu koca Ege bölgesinde daha makul bir fiyata yiyemezsiniz…’
Kısa ve öz anlatım…
Bornova ile Manisa arası 15 dakika…
Yani İzmir’in merkezine Konak’a bile bu kadar kısa zamanda gidemem…
Hem Manisalı dostları ziyaret edeceğim hem de Mehmet Usta’nın lokantasına uğrayacağım…
Şunu da söyleyeyim:
Manisa’da lezzetten israf etmeyen, yani malzemeden çalmayan gerçek ve köklü çok lokanta esnafı bulunuyor, aynen Ödemiş ve Tire’de olduğu gibi…
Dürüst esnaf başımızın üstünde, ama bunları nasıl bulacağız?
İşte bu soru işareti!...
Bu satırları yazarken, Nadide Apaydın Akbulut’tan, ‘askıda zeytin, peynir!’ i öğrendim…
İzmir Kestane pazarında bir peynirci, 'askıda zeytin, peynir’ başlatmış. Müşterileri 25 tl bağış yapıyor, bu bağışlar karşılığı toparlanan zeytin ve peynir askıya çıkıyormuş.
Ne günlere geldik aklım almıyor.
Oysa zeytin peynir ekmek fakirin yemeği idi...
Offf, offf, offf!...
*- HAYATIN GERÇEĞİ
Kim kaleme aldı bilmiyorum…
Birkaç değişik isim ve kaynak var.
Beni ‘OKUMA ALIŞKANLIĞI OLANLARA!...’ diyerek uyaran Gül Tulunay oldu.
Belirttiğine göre, bir ‘yaşlı adam’ konuşuyormuş!
‘Ben 81 yaşındayım, çok yaşlıyım.
Resmi kayıtlara göre bu topluma 33 yıl hizmet ettiğim için, kimilerinin bu günlerde dillerine doladıkları ‘emekli aylığı’ bağlanmış bana.
Ne ki, bu hizmet yıllarımın bir bölümü de ölümcül saldırı, sürekli tehdit altında geçirmiş bulunuyorum.
Ama ‘emekli oldum!’ diye bir köşeye çekilmiş değilim.
1969'dan bu yana başka çalışmalarımın yanı sıra 39 kitabım yayınlanmış bulunuyor.
14 yıl dergi çıkardım.
Türkiye'de olabilecek en yüksek eğitimi aldım.
Kazandığım ödüller de var.
Ama artık, dedim ya, iyice yaşlandım.
Ve ‘yaşıtlarım’a reva görülenlere, TV'lerde gördükçe, isyan ediyorum.
O nedenle o aşağılan, horlanan, alay konusu yapılan, yaşamdan zorla soyutlanmak istenen yaşlılar adına birkaç söz söylemek benim için kaçınılmaz bir görev.
*- AŞAMA AŞAMA
Önce memur ve işçi emeklilerine tanınan sosyal haklar aşama aşama kısıtlandı.
Sonra, ‘asalaktan başka bir şey olmayan birileri!’ kalktı emekli aylıklarına göz dikti.
Öyle bir hava yaratıldı ki ‘şu emekliler olmasa Türkiye ekonomik olarak düzlüğe çıkacak!’
Hal böyle iken yalnızca ‘yaşlılara sokağa çıkma yasağı!’ getirildi.
Bu yasağın yalnızca yaşlılar için konulması, kültürel besin kaynağı yüzeysel TV yayınlarından öteye geçmeyen, bilimsel eğitim yüzü görmemiş kitlelerde bu salgının kaynağı sanki yaşlılarmış gibi bir algının doğmasına neden olması kaçınılmazdı.
Nitekim öyle oluyor.
Elbette sonuç, yaşlıların suçlanması, dışlanması, alay konusu olması olacaktı.
TV ekranlarında izliyoruz bütün bunları.
*- GÜNAYDIN’I BİLE BİLMEZLER
Şimdi sözüm, yaşlılarla alay edenlere, onları sokaklardan kovalayanlara:
Senin sözcük dağarcığın bile küçük mü küçük.
Birkaç yüz sözcükle yaşamını sürüklersin, çoğu sözcüğü hiç duymamışsındır bile.
Örneğin, ‘ışıldak’, ‘ihtikar’, ‘mütekait’ nedir, biliyor musun?
Bilemezsin, çünkü sen İkinci Dünya Savaşı'nı yalnızca Hollywood filmlerinden belki bilebilirsin.
Ama benim çocukluğum o yıllarda biçimlendi.
Sen açık oy - gizli sayım nedir bilemezsin.
Ama bizler o seçim günlerini de yaşadık.
Sen Celal Bayar'ın kim olduğunu çok büyük bir olasılıkla belki bilmiyorsun, ama ben 1950 seçimi sonrası onun elini öptüm.
Sen Adnan Menderes'i ‘demokrasi kahramanı’ sanırsın, nereden bileceksin siyasi durumları?
27 Mayıs 1960'ı eğer biraz mürekkep yalamışsan, birbirinden kopya çeken kitaplardan yalan yanlış öğrenmişsindir, ama ben Kızılay’da polislerle didişen gençler arasındaydım.
12 Mart 1971'i ben yaşadım.
Ben, birbirini öldüren sağcı solcu gençlerin kanlar içindeki ölülerini morglara taşıdım, otopsilerini yaptım., sen yaşamadın bunları.
12 Eylül 1980'in cezaevlerini ne olduğunu bilmiyorsun, sıkıyönetim mahkemelerinde sanıkları savunan bendim, sen değil.
Bendim Kenan Evren ile karşılıklı oturup ona sorgu sual eden.
Sen neredeydin o zaman?
Bak, Celal Bayar'ın, Bülent Ecevit'in bana imzalayıp verdikleri kitapları var bende.
Ben tarihim, çünkü yaşlıyım.
Sen nesin, dünkü çocuk?
Gerçi benim yaşıtlarımın birçoğu benim yaşadıklarımı yaşamamışlardır, kimileri ise daha çoğunu görüp geçirmişlerdir.; ama ne olursa olsun, onlarla aynı zaman dilimini paylaşıyorum, onlar yaşıtlarım benim.
*- SONUN İYİ OLSUN!
Doğrudur, biz yaşlılardan kimilerimiz bunuyoruz.
Ama bizler yılları geride bıraktığımız için, yaşadığımız için bunuyoruz. Uzun yaşamımız boyunca verdiğimiz savaşımlar, geçim derdi, yitirdiğimiz yakınlarımızın ve sevgililerimiz derin acıları...
Beynimizi yorup, kemirdiği için bu sonla karşılaşıyoruz.
Dahası ve asıl önemlisi, vatan ve ulus aşkı yüzünden yediğimiz darbeler kimilerimize artık dayanılmaz geldiği için!...
Ama sen, yaşlıları hor gören, alay eden, sokaklardan kovalayan sen, bir ayrıkotu gibi gerçek yaşamdan o denli uzaksın ki bunamaktan bile acizsin.
Çünkü, bunamak için bunayacak bir beynin olması gerekir.
Sen, otsun.
*- BÜYÜK ZAAF
Evet, yaşlılar tutucu olur.
Öğrenme yetenekleri azaldığı için genellikle birikimlerine dayanarak yaşamlarını sürdürmek eğilimindedirler.
Bu, yaşlıların en büyük ‘zaaf’ıdır.
Ne var ki, Türkiye'de benim ve benim gibi olanlar için bu ‘zaaf’, bir üstünlük, bir ‘meziyet’tir.
Çünkü tutunduğumuz birikimlerimiz Kemalist Cumhuriyet'in ta kendisidir. Yeni yetme ‘yükselen değerler’ değil!
Yaşlıları kovalayan, aşağılayan sen!
Sen sadece cep telefonu tutsağısın.
Kapitalist emperyalizmin ‘dijitalizm’inin kölesisin!...
*- OKUMAYAN BİLEMEZ
Şunu iyi bilin.:
Bizler bu dünyadan çıkıp gittikten sonra, bu bozuk eğitim düzeni, yobazlık, cahillik yüzünden geçmişle bağlarınız tümden kopacak.
İşte o zaman nereden gelip nereye gittiğini bilmeyen, bu yerkürede nerede durduğunu algılayamayan bireylerden oluşan toplumsal bunaklık olacak!...’
Sanıyorum bu satırlar, birkaç yıl önce yazılmış…
Ama bence özelliği ve güncelliğini hep koruyacaktır…
Çünkü ana hatları ile doğrudur…
Okumayan bilmez, öğrenemez….
Tabii ki doğru kararı da veremez…
Kendi adıma birileri yüzünden yürümeyi bile unuttum…
İyi ki okuma, anlama, karşılaştırma, yazma, anlatma özelliklerimi henüz kaybetmedim…
Ne derler, anlayana saz anlamayana davul zurna az!
*-
Yorumlar
Yorum Gönder