YOL SAĞLAMDI AMMA!...

YAŞAR EYİCE *- BENİ DE GÜLDÜRDÜ! Üçüncü kez anımsatıyorum. Hatay’da akrabalarını gömdükten sonra işine dönün bir şoförle yaşadıklarını, acısını, üzüntüsünü dinlerken, birden gülmeye başlamıştı. Bir şey diyemedik… ‘sinirlerim boşaldı!’ diyebildi zorlukla… Doğruluk derecesini bilmiyorum; Ama yine de sizinle paylaşayım: Kastamonu’da çöken yolu yapan şirketten açıklama geldi! ‘Yol sağlamdı, üzerinden arabalar geçtiği için çöktü!’ İnanın bunu okuyunca benim de sinirlerim boşaldı! İstem dışı gülmeye başladım… Bazı dostlar şöyle yazmışlardı: ‘Üzerinden kaplumbağa mı geçseydi!’ ‘Keşke kullanmasaydık!’ ‘Adam ne güzel izah etmiş…’ ‘Mantıklı!..’ ‘Sığırlar geçseydi çökmezdi!..’ Siyasi yorumlar da vardı… Onları artık siz tahmin edin, yazmıyorum… *- RAHMET ve MİNNETLE ANIYORUZ. Bu sabah mesaj gönderenlere şu yanıtı verdim: Umutla beklediğimiz güzel günlere ve keyifli sorunsuz bir hafta sonuna merhaba. Çanakkale Zaferi'nin kahramanları Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ile silah arkadaşlarını, bu toprakları vatan kılan aziz şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz. 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü kutlu olsun.’ Şimdi de size Mehmet Ali Ergöz’ün hatıralarından yaptığım alıntıları paylaşayım: *- ‘KAHVEMİZİ İÇMEDİ!’ ‘Yıl 1971... Fırat adlı gemiyle, Amerika’nın Phıladelphia limanına 10 bin ton tütün götürmüştük. Şehri dolaşmış gemiye dönüyorduk. Yanımıza bir araba yaklaştı ve nereye gittiğimizi sordu. ‘Limana!’ deyince bizi götürebileceğini söyledi. 3 arkadaş bindik ve geminin bordasına kadar getirdi. Bu kibar Amerikalıyı ‘Türk kahvesi’ ikram etmek için gemiye davet ettim. Zabitan salonuna geçtik. Kaptanımız da oradaydı. Misafirimiz salonu inceledikten sonra; ‘Bu geminin Türk gemisi olduğunu söylediniz. Ancak, salonda Atatürk resmi yok!’ dedi ve hemen ilave etti; ‘Önce Atatürk’ün resmini koymalıydınız!’ deyip kahveyi içmeden gemiden ayrıldı. Hepimiz şaşırıp kalmıştık. Karşılaştığımız olaya bir anlam veremiyorduk. Bu olayı çok düşündüm. Sanırım bu kibar Amerikalı, varlık nedenimiz olan Atatürk’e kayıtsız kaldığımızı düşünmüş Ve tavrımızı ‘vefasızlık!’ olarak değerlendirerek bizi protesto etmişti. Karşılaştığımız bu sıra dışı olaya başka açıklama bulamamıştım… *- OĞLU İÇİN, ATATÜRK FOTOĞRAFI Yıl 1985... İzmir’e yük getiren Yunan bandralı gemide başmühendis mide kanaması geçirdiği için hastaneye kaldırılmış. İşe davet ettikleri için görev aldım. Gemide tek Türk, başmühendis olarak benim. Bir sohbet esnasında, gemi kaptanı (adı Kosta’ydı) gümrükte fotoğraf makinesinin mühürlü kamaraya kilitlendiğini ve bu duruma çok üzüldüğünü söyledi. ‘Makine yanında olsaydı ne yapacaktın?’ diye sordum. Oğlu istediği için, Kordon’daki Atatürk Anıtı’nın resmini çekeceğini söyledi. Şaşırmıştım. ‘Atatürk size tarihinizin en büyük darbesini vuran komutandı, neden onun resmini çekmeyi düşünüyorsunuz?’ dedim. Şu cevabı verdi; ‘Biz, emperyalizmin emrinde haksız ve işgalci olarak Anadolu’ya geldik. Uçurumdan aşağı yuvarlanırken Atatürk sizi uçurumun kenarından alıp, özgür uluslararasına modern bir ulus olarak kattı. Bunu yaparken, insanlık tarihine ezilen ulusların kurtuluşuna örnek olan, yeni bir deneyim kazandırdı. Onlara, ‘özgürlükleri için mücadele ederlerse’ kazanacaklarını öğretti. Atatürk, bu nedenle bizim için de değerlidir…’ Bu cevap nedeniyle, etkisini hayatım boyunca taşıdığım bir duygu yoğunlaşması yaşamıştım… *- DÖRT DEVRİMCİDEN AYRI BİR ATATÜRK Yıl 1988… Ekvador’un Guayaquil şehri. Gemideki işim bitince, çevreyi tanımak için dolaşmaya çıktım. Bir okula rastladım. okulun girişindeki alanda 5 tane büst gördüm. Birinci büst Simon Bolivar’a aitti. İkincisi Che Guavera, Üçüncüsü Fidel Castro, Dördüncüsü Emiliyano Zapata… Ve Beşinci büst Mustafa Kemal Atatürk’e aitti. Büstleri inceleyip İspanyolca açıklamaları anlamaya çalışırken, öğretmen olduğunu düzgün İngilizcesi ile söyleyen bir kişi geldi. Nereli olduğumu sordu. ‘Türk olduğumu’ söyleyince, içtenlikli bir ilgi gösterdi. Atatürk hakkında konuşmaya başladık. Türk devrimi konusundaki bilgisi yüksekti. Atatürk’ü, saygı duyduğu diğer 4 devrimciden ayrı tuttuğunu söyledi. ‘O yalnızca ülkesini kurtarıp modern bir ulus yaratmakla kalmadı, ezilen uluslara evrensel bir örnek yarattı. İnsanlık tarihinde hiçbir lider bunu başaramamıştır’ dedi. O an duyduğum övünç ve mutluluğu unutmam mümkün değildir. *- ÜZÜNTÜNÜN NEDENİ YIL 1999 ... Hindistan’ın Visakapatman limanındayız. Şehri dolaşırken büyük bir kitapçı dükkânına girdim. Çocuklar için kısaltılmış İngilizce dünya klasikleri dizisi olduğunu gördüm. İncelediğim listede ‘Atatürk’ün Hayatı ve Devrimleri’ isimli bir kitap bulunuyordu. Listede olmasına rağmen raflarda yoktu. Görevliyi buldum ve diğerleri ile bu kitabı istediğimi söyledim. Görevli, okulların yeni açıldığı, ilginin fazla olması nedeniyle kitabın kalmadığını, ısmarladıklarını ve bir hafta sonra uğramamı söyledi. Ertesi gün limandan hareket edeceğimiz için zamanım olmadığından bu kitabı alamadım. Bir yandan bütün kitabevi benim olmuş gibi mutlu oldum, diğer yandan, derin bir acı ve üzüntü duydum. Dünyanın öbür ucunda, çocuklara öğretilen Atatürk kendi ülkesinde üstü örtülmüş, Yetkili yerlere gelen kişiler Onu bu ülke gençliğine öğretmemek için her şeyi yapmamışlardı. Üzüntümün nedeni buydu… *- DEĞERİNİ ANLAYAMADIK Yıl 2003 ... Kamerun’un Douala Limanındayız. Kütük kereste yüklenecek. Yükün sahibi, gemiye yüklemeye nezaret edecek bir kaptan göndermişti. Kaptan Hırvattı. Zabitan odasına geldiğinde, gelenin karşısına düşen duvardaki Atatürk resmini görünce duraladı. Bir süre durduktan sonra resme doğru yürüdü. Saygı ifade eden davranışlarla resmi nazikçe düzeltti ve hepimizin yüreğine bir ok gibi saplanan şu sözleri söyledi; ‘Siz bu insanı ve ideallerini anlayamadınız. Anlamış olsaydınız bugün Avrupa kapılarında sürünmez, Avrupalılar sizin kapılarınızda bekleşirlerdi…’ *- Yıl 2017 ... Bangladeşin Chittgong limanındayız. Gemiden inmiş limanın çıkış kapısına doğru gidiyordum. Takkeli, entari ya da şalvar giyimli, yaşlı birisi ile hafifçe çarpıştık. Nedeni o olmamasına karşın özür diledi ve konuşmaya başladık. Nereli olduğumu sordu. Türk olduğumu söyledim. Hiç beklemediğim bir cevap verdi; ‘Atatürk’ün çocuğusun yani!’ dedi. Heyecanlanmıştım. Sohbeti sürdürdüm. Birçok kimseye inanılmaz gelebilir ama bana şunları söyledi; ‘En büyük Müslüman Atatürk’tür. Biz Bangaldeş olarak onun öğrettiği yoldan gittik ve özgürlüğümüze kavuştuk. Fakiriz ama onun yaptıklarını yaparsak fakirlikten de kurtulabiliriz. O sadece Türklerin değil tüm Doğu halkları için de büyük bir liderdir…’ Bu yazdıklarımın hepsi gerçek… Çünkü bire bir yaşamış bir gemi başmühendisimiz Mehmet Ali Ergüz hatıralarını yazdığı kitabında anlatıyor… Hiçbirinde de yalnız değildi, yanında tanıklar da vardı… *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ACİLDEN DE ÖNCELİKLİ

OKULUN DUVAR GAZETESİNDE ATATÜRK

NEREDEYSE İÇ ÇAMAŞIRLARINI BİLE ALACAKLAR