YİNE SANDIĞA GİDECEK GİBİYİZ... URLA'DA GENÇLER GECE İLE GÜNDÜZÜ BİRLEŞTİRDİ
*- Yargı bu kez CHP’li
başkanların yüzünü güldürdü
*- Firdevsi’nin yanıtı,
bazılarının hoşuna gitmedi...
*- Urla’da yer yerinden
oynuyor, hem de 24 saat aralıksız
*- Hani dört yıl
diyorlar ama seçim için beklenmeyecek gibi...
YAŞAR EYİCE
*-
Firdevsi’ye sormuşlar;
‘Bir hükümdarın zalim
olduğunu nasıl anlarsınız?’
Firdevsi;
‘Halkın içine tek
başına çıkamaz oluşundan!’ demiş.
Bunu anlatan Ünal
Tümin...
Ama bizim troller boş
durur mu?
Önce ‘Kim sormuş?’
dediler, ardından da, örnek olarak Gandi’yi gösterdiler.
*- Hak yerini buluyor
Bu arada önemli bir
gelişmeden söz edeyim:
Mansur Yavaş'ın BELKO
şirketine yaptığı atamanın bakanlık genelgesi ile tescil edilmemesi, 'yasaya
aykırı' olduğu gerekçesi ile iptal edildi.
Böylelikle atama
yetkisi daha önce de olduğu gibi Başkan Mansur Yavaş’ta kaldı...
Yani tuzaklar tek tek
çözülüyor.
Yine aklıma
takılanlardan:
Devlet Bahçeli, 5 Eylül
2018’de şöyle demişti:
‘Üç büyük şehir
kaybedilirse, Başkanlık sistemi tartışmaya açılabilir!’
Duymuşsunuzdur:
Babacan yeni parti
kuruyor..
Adı da ‘Huzur’ olarak
belirlenmiş...
Bornova Küçükpark’ta
bizim apartmanın ismine benimsemişler.
Karşımızda da büyük
sanatçı Hüseyin Baradan ile kıymetli eşi Hayriye Baradan oturuyordu.
Bir gün onlarla ilgile
anılarımı da anlatırım...
Örneğin, Hüseyin
Baradan’ın Konak Meydanı’nda bir kadın tarafından, ‘Seni gidi kötü adam seni!’
diyerek kış günü şemsiye ile dövmek istemesi gibi...
Hayriye Hanım gemi
seyahatinde rahatsızlanıp vefat ettiğinde, bir Yunanlı’nın kendisine nasıl
yardım edip, her türlü masrafı karşıladığı gibi...
Bu ara notundan sonra
devam edeyim.
Kulislerde
konuşulanlara göre, en azından 60 AKP’li milletvekili de ‘yeter artık’ diyerek
gemiyi terk edip yeni partiye geçecek...
İsimlerini saydılar ama
tek tek görüşmediğim için geçiyorum.
Yani yakında yine bir
seçim olabilir...
Ettim buldum dünyası
gibi bir şeyler oluyor...
*-
Üç gündür Urla’da yer
yerinden oynuyor...
Onlarca yüzlerce genç
çadırını sırtlamış, yola koyulmuş ve Urla’ya gelmiş...
Sanıyorum; hafta sonu
daha da kalabalık olacak!
Bir organizasyon
şirketi belediyenin de desteği ile ‘birinci Gençlik Şöleni’ düzenlemiş...
Urla İskele’de, Yelken
Kulübünün hemen bitişiğindeki alan ayrılmış...
Sanatçıların biri
gidiyor diğeri geliyor...
Sabahlara kadar...
Yani görmeyen,
yaşamayan bilemez...
Ben bunu şöyle
yorumlayayım:
‘At binenin kılıç
kuşananın!’
Bazı gençlerle
konuştum:
‘Eksikler çok!’
dediler...
Sıraladıkları içinde en
çok dikkatimi çeken, organizasyonu yapanların, ‘Para peşin kırmızı meşin!’
demeleri..
İkincisi ise bazı
gençlerin çılgınca eğlenmelerinin yanı sıra çevreyi kirletmeleri...
Ha bu arada onlarca
esnaf de seyyar satış yerleri sayesinde yüzlerini güldürmeleri...
Bu arada Belediye
Başkanı Burak Öğuz’un girişimleri olumlu sonuç verdi. Hafta sonları olan vapur
seferleri her gün yapılacak.
Yani İzmir halkı
erkenden Urla’ya gelecek, denizin de de yararlanacak, alışverişini de yapacak.
Urla’ya para bırakacak...
İç turizm böyle
hareketleniyor...
Diğerleri ise hikâye...
*- Okumak istemeliyiz
Senarist ve yazar Zehra
Çelenk’in son yazısı elime geçti.
Şiirleri erken yaşlarda
Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlanan Zehra
Çelenk, uzun sayılabilecek yazısının başlığını şöyle koymuş ‘ Yarın her şey çok
güzel olacak mı?’
Yazılarda en önemli
nokta, ‘başlık’tır...
Benim dikkat ettiğim
gibi ya ilginizi çeker okursunuz, ya da o sayfadan çeker gidersiniz.
Devamı da önemli ve
günümüze uygun idi.
‘Dün her şey çok güzel
oldu.
Yarın olmaya devam
edebilmesi ise yanı başımızdakinin sevinci ve ıstırabıyla gerçek bir bağ
kurmayı öğrenebilmemize bağlı’ diyerek devam ediyor.
*-
Benim gibi meraklılarla
okumaya devam edelim:
‘Her cevapla tavşan
deliğinden ucu görünmeyen bir sohbete sürükleneceğim bilgisiyle taksicilere
doğruları söylemeyi bir süre önce bıraktım.
‘Yazarım!’ deyince herkesin hayatı roman.
Senaristlik iyice
çaresiz bir acı.
Çoğu insan, hayatının
yarısını izleyerek geçirdiği filmlerin, dizilerin senaryolarını kolayca
yazabileceğine içtenlikle inanıyor.
Bir-iki kez
‘gazeteciyim’ (yarı) yalanını denedim, dehşetli bir hata yaptığımı anlamam yüz
metre sürdü.
Memleketim konusunda
yalan söylemeyi ise hiç istemedim.
Dolayısıyla yüzlerce
kez yaşandı şu diyalog:
TAKSİCİ- Ama hiç
benzemiyorsunuz Diyarbakırlıya?
BEN- Tanıyor musunuz
bütün Diyarbakırlıları?
TAKSİCİ- Eheh yok tabii
de siz biraz açık tenlisiniz, bi de konuşma, hal-tavır falan…
BEN- ….
TAKSİCİ- Orada
büyümediniz herhalde?
BEN- Yoo 17 yaşıma
kadar orada yaşadım gayet de.
TAKSİCİ- Öyle mi… Yav
kusura bakmayın ben hiç böyle şey etmem aslında, mühim olan insan olmak.’
Ben de bu ‘insan
olmak!’ lafına takıldım...
Nedense son yıllarda,
birbirimize ‘Nerelisin?’ diye soruyor, yanıttan hoşlanmadıksa bir süre sonra bu
taksici gibi, ‘Hepimiz insanız!’ ya da ‘İnsan olmak önemli!’ gibi tuhaf laflar
ediyoruz.
Benim yıllardır
bildiğim ise, ‘insanlık öldü mü?’ sorusunun yanıtının hala kesin olarak
bulunmaması,,,
*-
Diyarbakır’da
sakinlerinin çoğunu memur ailelerinin oluşturduğu, çok sevimli, tatlı bir
mahallede oturuyorduk,
Bağlar semtinde.
Dut, elma, asma ağacı
olan kocaman bir bahçemiz (bana öyle geliyordu ya da o zaman) vardı.
9-10 yaşlarımdayken göç
başladı ve mahallenin çehresi önemli ölçüde değişti, biz de Yenişehir semtine
taşındık.
Çok değil birkaç yıl
sonra gittiğimde sokaklarında çamur birikintilerinin yüzdüğü, birbirine bitişik
apartmanlardan gözün gözü görmediği eski sokağımı bulamamıştım.
İnsanın çocukluk
sokağını bulamaması bir mini travma, ilkece yerinde duruyorken üstelik.
Bu tanıyamadığım
karanlık yerde yeni insanlar yaşıyordu.
Yeni havalı
semtimizdeyse çok tatlı olmakla beraber yer yer pembe şeker yozluğunda, Twitter
trolü nihilistliğinde bazı arkadaşlarım vardı. Öğretmenimle de yıldızımız
nedense bir türlü barışmamıştı ki nadirdir. ‘Çalıkuşu’nda şu geçiyor…’
diyordum, ‘o senin yaşına uygun bir kitap değil,’ diye hop oturtuyordu yerime.
(Ben de ona bayılmamıştım laf aramızda çünkü ‘Çalıkuşu’nu okuduğuna emin
olamıyordum bir türlü.)
*-
Katiyen varlıklı
değildik ama varlıklılık bizim için mühim bir kategori değildi. Evin küçük
çocuğu olmanın da ufak katkısıyla, bir şeyin yoksunluğunu hatırlamıyorum
çocukluğumda. İhtiyaç duyduğumuz şeyler farklıydı herhalde.
Sahip olmayı en çok
istediğim şey kitaplardı ki evde yeterince kitap olduğu halde mahalle
kitapçısına babamın izniyle on yaşında veresiye hesap da açtırmıştım.
Rahmetli babacığım
suistimali biraz abarttığım bu veresiye işine ses de çıkaramıyordu, ‘neyse
aldığın kitap olsun bari’diye.
Babam Türkçeye çok önem
veren bir öğretmendi.
Mahallede de, evde
kendi aramızdayken de hiç Kürtçe konuşulmazdı ama gelen gidenle konuştuğuna
rastlıyordum arada bir.
Her haltı bilen zihnim
bu konuda ikiyle ikiyi toplamaya hiç gönüllü değildi. Kürt’ü ‘köyle bağını
koparmamış’ biçiminde kodlamıştım.
*- İşte gerçek!
Bu seçimlerin en güzel
yanı, gerçeğin er geç ortaya çıkma huyunu ne kadar özlediğimizi fark ettirmesi
oldu.
Sonucu tahmin etsek de
bir ‘ne yapar eder çevirirler!’ duygusu gelmiş oturmuştu çoğumuzun böğrüne.
Umudumuz temkinliydi.
Haksızlık,
liyakatsizlik, irrasyonellik kural halini aldığında hayal kırıklığı riskini
azaltmak için kalın bir tentenin altına gizlenmeyi öğreniyor umut.
Dün kutlamalar için
Kadıköy’e gittim.
Sıkışık trafikte
yandaki araçtan Karadeniz türküleri duyuluyordu, başörtülü bir genç kadın
camdan Türk bayrağı sallandırırken İmamoğlu sloganları atıyordu.
Kırk dakika sonra aynı
çifte rıhtımdaki kutlamalarda Kürtçe bir türküye halayla eşlik ederken
rastladım.
Seküleri, dindarı,
Türkü, Kürdü, Lazı bir şeye karşı birleşti; göz göre göre haksızlığa, bitmek
bilmez gerçeklik istismarına. Gezi mucizesi tekrarlandı. O ruh, o tanımlanamaz,
zaptedilemez, birleştirici, toplamımızdan fazla olan ‘şey’ geri döndü.
*- Çekilir gibi
değil...
Oğuz Matoğlu ise şöyle
diyor:
‘Kendi oğlum adına
konuşabilirim sadece ancak yüz binlerce otizmli birey var aynı durumda; otizmli
bireyin hastanelerde tahlil yaptırması, muayene olması neredeyse imkansız gibi.
Otizmliler için her
şehirde mutlaka en az bir tane, eğitimli personeli ve uygun çevre şartları ile
diş ve göz poliklinikleri dahil ayrı hastane olmalı. Bu kalabalığın arasında,
büyük binalarda oradan oraya koşturma ile normal insan bile kriz geçirme
durumuna geliyor, ağır engelli bir otizmliyi düşünemiyorum bile.
Bir de insanlara otizmi
anlatma var... Gerçekten hayatımız çekilir gibi değil...’
*-
***-
GÜNCEL
*- Foça’da Özlem Duvan
Temizel seçildi
Cem Eden ile katıldığı
başkanlık seçiminde 45 oy alan Özlem Duvan Temizel, 26 oy alan rakibi
karşısında galip gelerek Foça Kent Konseyi Başkanı oldu. Seçimde 2 oy geçersiz
sayıldı.
İki yıl için Foça Kent
Konseyi Başkanlığına seçilen Özlem Duvan Temizel’i kutlayan seçimdeki diğer
aday Cem Eden, ekibiyle birlikte rahat çalışabilmesi için kendi yürütme kurulu
listesini adaylıktan çektiğini açıkladı.
Özlem Temizel’in
Yürütme Kurulu Listesi; ADD Foça Şubesi Başkanı Şeniz Ararat, Foça Esnaf ve
Sanatkârlar Başkanı Ahmet Koldaş, Foça
Çevre Platformu Dönem Sözcüsü Bahadır Doğutürk, Slow Food Foça Zeytindalı
Birliğinin önderi Sevtap Barandır, Foça Ziraat Odası Başkanı Saim Demirbaş,
Yeniköy Muhtarı Hasan Ercan ve Yeni Foça Fevzi Çakmak Mahallesi Muhtarı Mustafa
Sabancı’dan oluştu.
Yorumlar
Yorum Gönder