ZEKİ MÜREN HAYATINI BANA YAZDIRACAKTI

YAŞAR EYİCE *- KOLAY DEĞİL Sırayı yine değiştirdim. Papaz Luther’den söz edecektim, Almanca’daki yabancı sözcükleri ayıklayan ve gramerini bugünkü haline getiren adamdan. Uluslararası ünlü ansiklopedilere bakın, mucitleri yani yaşama geçirenler hep papazlar… Yani dünyevi olaylardan kendilerini uzaklaştırmamışlar, en basitinden bilgiye, araştırmaya, çalışmalara çok önemli katkılarda bulunmuşlar. Onların da yobazları az değildi. Almancayı da, ansiklopedileri de bir yana bırakayım, çoğumuzun deyimlerle karıştırdığı, neredeyse bir şekilde kullandığımız ‘atasözlerimizden’ söz edeyim. Konuya girmemin birkaç nedeni var. Birincisi, anlı şanlı yazarlar, editörler var ya, tarihten bu yana, her şeyi olduğu gibi kendilerine göre yontmuşlar. Bazı bilim insanlarına, akademisyenlere kızıyor, ‘çalıntı’ yaptıklarını yazıyoruz ya, edebiyatçılara ne diyelim? Günümüzdekileri bu işten para kazananlara bırakıyorum. Ben eski zamanlara gideyim: Şunu da belirteyim, bunun için çok geniş bir tarama yapmak gerekiyor. Her dilde de kendilerine göre ‘atasözleri’ bulunuyor. Bu konularda çalışan, yıllarını ömürlerini verenler de… *- KARIŞTIRIYORLAR ‘Atasözü’ deyip, sakın geçmeyin… Toplumbilim, ruhbilim, eğitimbilim, ekonomi, felsefe, tarih, ahlak, folklor… Gibi, birçok konuları ilgilendiren ve birçok yönlerden inceleme konusu edilmeye değer olan bu ulusal varlıklar, deyiş güzelliği, anlatım gücü, kavram zenginliği bakımından pek önemli dil yapılarıdır.' Şimdi yazımın başında belirttiğim, ‘birinci’ dediğim konuya gireyim: Yazarlara, şairlere gelmeden sözünü edeyim: Eski- yeni konuşma dillerinde, yazılar arasında kullanılmış ve kullanılmakta olan atasözleriyle deyimler, birçok kimseler tarafından derlenmiş, kitap halinde yayımlanmış ise de, ne gibi özellikleri olan söze ‘atasözü’, ne gibi özellikleri bulunan söze ‘deyim’ denilmek olduğunu ciddi şekilde incelememişler. Tabiriyle ‘para kazanmak uğruna’ hep yanlış bilgi vermişler. Herhalde, edebiyatçı meslektaşım Halil Vural benden çok daha iyisini bilir ama ben yine de yazayım: *- HEP YANILIYORLAR Şinasi’nin Durub-i Emsal-i Osmanniyye’si olmak üzere bütü'n derlemeler, ‘atasözleri’ adı verilen ‘deyimlerle’, deyim adı altında verilen ‘atasözleriyle' ya da ne atalarsözü, ne deyim olan bir takım laflarla doludur Bu karışıklık sürüp gidiyor. Her iki söz çeşidinin ortak niteliği olan, ‘özlü’ kalıplaşmış, hoşa giden bir anlatım aracı olmak, bu sözleri birbirine karıştırmanın başlıca nedeni olduğu uzmanlarca belirtiliyor. Özetle yanılma çok oluyor… Önceki yıllarda ‘bilgi yarışmalarında’ bu hatalara çok rastlanıyordu. Şimdi bu yanılgıların ve yanlış bilgilerin önüne geçmek için işin kolayı şöyle bulundu: ‘Türk Dil Kurumuna göre…’ Ama dil bilimcilerin sanıyorum 40 yıl kadar önce, nasıl anlaşmazlığa düştüklerini, Türk dili ve edebiyatı ile ilgilenenler arasında bilmeyen yok gibidir. Belki bir gün anlaşmazlığa düşülen sözcük ve tümleçleri de yazarım. *- YÜZYILLARIN DENEMESİYLE Atasözlerimiz, ulusal varlıklarımızdır. Allah ve peygamber sözleri gibi ruhumuza etki ederler. İnandırıcı ve kutsaldır. Atasözleri, geniş halk yığınlarının, yüzyıllar boyunca geçirdikleri denemelerden ve bunlara dayanan düşüncelerden doğmuştur. Belki biri söylemiş, anonim türküler gibi, dilden dile kulaktan kulağa, gelişmelere, yaşananlara göre, ortak dil olmuş, günümüze gelmiştir. Ulusun ortak düşüncesi ve inanış ve tutumunu belirler. Anlaşmazlıklarda bile bir atasözü bazen en büyük yargıcı, karar vericidir. Atasözlerimiz, biçim olarak da, kavram olarak da bir takım özellikler taşır. Atasözlerimiz, kalıplaşmış (klişe haline gelmiş) sözlerdir. Ama şimdi örneklerini vereceğim gibi, değişiklik yapmakta üstümüze yok, gibi… *- KURAL BELLİ Atasözlerinde, sözcükler değiştirilip yerlerine, aynı anlamda olsa da, başka sözcükler konulamayacağı gibi sözdiziminin biçimi de bozulamaz. Kural dinlemezlerden önce iki örnek vereyim: “Derdini saklayan derman bulamaz!” sözündeki ‘derman’ yerine ‘ilaç’ denilemez. ‘Çalma elin kapısını, çalarlar kapını” sözü de, sözcüklerin sırası değiştirilerek, ‘Elin kapısını çalma, kapını çalarlar’ biçiminde söylenemez. Ata sözleri kısa ve özlüdür. Az sözcükle çok şey anlatılır… Bu kadar anlatımdan sonra, kural tanımazlara bakalım… *- “Yüce olur ise her ne kadar dağ, Yol üstünden aşar yakın urağ!’ (Güvahî) ‘Dağ ne kadar yüce olsa, yol üstünden aşar’ *- “Ecel olduğu yoktur, havf ile def.” (Güvahî ‘Korkunun ecele faydası yoktur’ *- “Bu mesel meşhurdur, kim dest ber hâlâyi dest.” (Nev’i) ‘El elden üstündür’ *- “Ağlamak ne demek, kendi düşenler” (Levni) ‘Kendi düşen ağlamaz’ *- “Zeminin gûşu var derler meseldir” (Hıfzî) ‘Yerin kulağı var’ *- “Hoş gelir âvâze-i davul u zurna dûrdan” (Molla) ‘Davulun sesi uzaktan hoş gelir’ *- “Ağlar sabi bile, verin mememi” (Gufranî) ‘Ağlamayan çocuğa meme vermezler’ *- “Ki olur sabr ile koruk halva” (Hamdullah Hamdı) ‘Sabırlı koruk helva olur’ *- “Ki derler var, gönülden gönüle yol” ( Kemal Paşazade) “Gönülden gönüle yol vardır’ *- ANLAM KAYBOLMAZ Daha örnek çok… Konuya şunu da ilave edeyim: Atasözleri başka dile çevrilebilir. Bu çeviride anlam kaybolmaz, sadece biçim özellikleri kaybolur. Birçok uluslarda aynı anlamı taşıyan atasözleri de vardır. Atalarımız, uzun denemelere dayanan yargılarını, gözlemlerini, genel kural, bilgice, düşünce ya da öğüt olarak da bize kadar geldi. Birtakım töreleri, inanışları yansıtan ve kalıplaşmış biçimleri bulunan halk tarafından benimsenen özsözler de ‘atasözlerimiz’ olmuştur. *- MAHKEMELİK DURUM Büyük usta ‘Bodrum’un Paşası’, aile dostum Zeki Müren’imizi kaybettiğimiz yılların sayısı artıyor. Ama sevgisi hiç bitmiyor. Medyada kendisiyle ilgili haberleri görünce anımsadım. Şimdi birileri ‘filmini’ yani hayatını konu alan bir film çekmek, yapmak istemiş. Reklamlarını da yapınca, konu mahkemelik olmuş. Zeki Müren mirasını bıraktığı vakıflardan, Mehmetçik Vakfı ‘Olmaz böyle bir şey!’ diyerek itirazını yapmış. Ben de aynı fikirdeyim…. Birileri, ‘ölümsüz ses!’ Zeki Müren’in adından para kazanmaya soyunmuş… Olacak iş değil… Gelelim benimle ilgili kısma; *- GERÇEK DOSTUM ‘Hayatta iki dostum var, biri sen….’ Diyen diğerinin de ‘Ankara’da olduğunu’ belirten Zeki Müren, günün birinde ‘Yaşar’ım hayatımı yazmaya karar verdim, bunu da sen yazacaksın…’ dedi. Bu arada benim yazmamı istediği, hayatını anlatacağı kitabın adını da kendisi koydu: ‘Boş beşik!’ Ama bu kitabı yazmam nasip olmadı… Nasıp olan şuydu: İzmir’de TRT stüdyolarında, elinde mikrofon bu dünyadan göç ettikten sonra, cenazesini teslim alan bendim. Bir ikinci kişi yoktu… İzmir Büyükşehir Belediyesine ait cenaze aracının şoförü, ben ve Cavit Çağlar’ın gönderdiği özel uçağa orada bulunan iki üç kişinin yardımı ile yerleştirdik. Pilot ‘Sen de geliyor musun?’ diye sordu… Toprağa da kendi ellerimle vermeyi çok istediğim halde, İzmir’den o an için ayrılmamın imkânsız olduğunu ve nedenini anlattım. Uçak havalanıncaya, gözden kayboluncaya kadar bekledim… Bu arada aklıma geldi… *- HALÂ DURUYOR Müze haline getirilen Bodrum’daki evinde, salıncak şeklinde bir boş beşik vardı. Misafir olduğumuz zamanlarda, biz sohbet ederken, kızımın da odada o boş beşikle oynamışını isterdi… Acaba ne düşünüyordu? Bilemiyorum ama şimdi, ‘Kitabımı, hayatımı sen yaz!’ kitabın adı da ‘Boş beşik olsun!’ deyişi kulaklarımdan da aklımdan da gitmiyor. Belki de nedenini, duygularını bunun üzerine kurduracaktı… Olmadı işte… Nurlarda uyusun… Şimdi de benzer öneri Aydın Bilgin büyüğümden geldi… Sovyetler Birliği zamanında Rusya’da serbest seyahat hakkı alan iki gazeteciden biriydi Aydın Bilgin… Şimdi anılarını yazıyor… Anıları arasında, 60 yılı aşan meslek (gazeteci) yaşamımda 30 yılını geçirdiğim, gazeteyi de anlatacak üstat Aydın Bilgin ben de kısmetse kitap haline getireceğim… Ama öncelikle sağlık sorunlarımı çözmem lazım… *- GÜÇLÜ OLMALILAR Özgür bedenler, güçlü kız çocukları. Sosyal Güçlendirme için Spor ve Beden Hareketi Derneği (BoMoVu) ile Kız Çocukları İçin Özgür Adımlar Projesi’ne başlıyor, Sabancı Vakfı.. Proje, 10–17 yaş aralığındaki kız çocuklarının yaratıcı hareket ve psikolojik öz savunma atölyeleriyle güçlenmelerini ve öz güven kazanmalarını hedefliyor. ‘100 kız çocuğuna ulaşmayı amaçlıyoruz…’ diyerek devam ediyorlar: ‘Çünkü kız çocuklarının bedenlerini tanıdıkça, sınırlarını değil güçlerini fark edeceğine inanıyoruz…’ Yeri gelmişken; 11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü kutlu olsun!.. *- ‘BİZ NERELİYİZ?’ Yazar ve müzisyen Natali Papanigitidis'in kaleminden... “Ben Kuzguncuk da doğdum. Büyükada, Kuzguncuk,Suadiye üçgeninde büyüdüm. Babamın iş yeri Teşvikiye’deydi. Arka balkonu Latife hanıma komşuydu. Birçok akrabamız karşı yakada otururdu. Eskiden ‘İstanbul'da oturuyorlar’ diyorlardı, karşıya… Orası İstanbul’sa, biz neredeyiz??. Bol bol şehir dışına seyahat ettiğimizden olsa gerek, ‘nerede yaşıyorsun?’.diye soranlara cevap verirken, hep şüpheye düşerdim küçükken… ‘Gerçekten İstanbul'da mı yaşıyoruz?’ diye!.. *- ESKİ İSTANBULLU İstanbul’u doyasıya yaşadım ailem sayesinde, köşe bucak tanıtarak gezdirdiler, sağ olsunlar… Marmara bambaşkadır, Erguvanlar bezer baharda kıyılarını... Ailem, ‘eski Istanbullu…’ benim… ‘Eskiden’ kelimesinin içerisindeki anlam, benim için son derece değerliydi, çünkü herkes fevkalade ve sihirliydi geçmişimde. Istanbul’da bu sihirli insanları çok güzel muhafaza eden artıp çoğalan bir Kraliçe'ydi.... Baktığımız her yüz aydınlık parlak ve sadeydi, duruluk dürüstlük vardı bakışlarında insanların. Muhabbetliydi dilleri bu dostların, selamsız, hatırsız geçilmezdi. Zararsızdı eş dost konu komşu ‘hayırsız!’ değildi. ‘Hile’ karışmamıştı, henüz yediğimiz içtiğimiz daha tatlı daha bereketliydi… Çocuk olmak terbiye işiydi, onun bile bir adabı vardı. Oyalanacağımız şeyler kısıtlı olsa da çok iyi bilirdik oyalamayı kendimizi. Ailemizi uslu durup, utandırmamayı dahi bilirdik küçükken biz. Misafir çocuk olmak, öyle uslu uslu oturmak demek ‘hiç bir şey istememek’ demekti. ‘Göz hapsi!’ denen şey bu olsa gerekti… *- BAKIŞTAN ANLAŞILIR Çaktırmadan anne bir bakar, o bakıştan her şeyi anlardın. Her gittiğimiz misafirlikte çocuk sıkılmasın diye bu fotoğrafları özel muhafazalarda, albümlerde bana tek tek anlatarak verirlerdi!... Ben uslu uslu ve bu fotoğrafların ne denli değerli olduğunu bilerek saatlerce ince ayrıntılarıyla incelerdim!!! Çünkü ailem, başkalarının da, aile albümlerine değer verirdi. O zaman saygı vardı insana ve çocuklara, önemsenirdi herkes!!! Büyükler kitaptan müzikten sanattan sohbet ederlerdi keyifli sohbetlerdi! Misafirin arzusunda müzik çalınırdı. Ev sahibinin yeteneği varsa mutlaka bir müzik aleti çalardı en sevdiğim böyle akrabalarımıza olan ziyaretlerimizdi, şarkılar söylenirdi. Şiir okuyan dost meclisleri vardı, fıkra ise sohbetlerin ilacıydı.. Genellikle pikapa çalması için bir plak koyulurdu, bestekârlar ve musiki konusulurdu. Televizyon asla açılmazdı! . İkramlar bu keyifli misafirlikte önemli değildi! Çünkü insanlar bir birinin insanlığından tad alırdı!..... *- HERKES İSTANBULLU (!) Ve bu güzel insanların geçmişleri aile fotoğrafları, güler yüzlü simaları... Siyah beyaz muhteşem fotoğraflarda en ince ayrıntıları dahi incelerdim. O günleri de, o güzel insanları da çok özledim! Huzur dolu bir masaldı sanki!! Eski İstanbullu olmak bir ayrıcalıktı, şimdi kime sorsanız herkes İstanbullu!!! Kültürel zenginlik ve terbiye gerektirir bu şehir öyle kenarından kıyısından yakalamayla olmaz!. Rum, Ermeni, Musevi kimdir? Bilir ve tanır İstanbullu!! Duyduğu ismin hangi kültürün parçası bilir! ‘Yabancı mısınız?’ diye sormaz. Az çok dillerinden anlar selamlaşacak kadarından fazlasını bilir! Dini bayramlarından anlar, geleneklerinden haberdardır, birbirlerinin kültürlerinden, isimlerinden aşinadır..!!. ‘Saygı, hürmet, nezaket’, önceliğidir İstanbullunun!. Aile şerefi, gururu, manevi değerleri, maddi değerlerden üstündür. Hor görmez, alçak gönüllülük ruhunda vardır. Sokak sokak bilir ve tanır şehrini. Nerede hangi bina vardı, bilir. Hangi semtte, kimler daha çok nüfus yoğunluğuna sahiptir bilir. Hangi arkadaşı hangi semtin çocuğudur bilir. Hatta ne anısı vardır hangi köşe başında, dökülür dilinden her tanıdık manzarada… *- SEVDİKLERİ Kapı önü sohbetlerini sever... Sokak hayvanlarına değer verir. Bahçelerden, bitkilerden, çiçeklerden anlar... Istanbullu deniz kokusunu, rakı kokusunu, denizi ve deniz ürünlerini, zeytinyağlı yemekleri, mezeleri çok sever. Hele bir de ‘kız sen İstanbul'un neresindensin?’ diyebileceği bir sevdiği varsa değmeyin keyfine. Nihavent ve Rast makamı sever. İstanbul Türkülerini; hem Rumca hem Türkçe sever. Katibinin setresi uzun, eteği çamur da olsa yine sever, yine de sever bu şehri..... Tüm İstanbullulara benden selam olsun!!!” *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BAŞIMIZ SAĞ OLSUN! ACIM BÜYÜK! BOLU'DAKİ OTEL YANGININDA 66 İNSANIMIZI KAYBETTİK

KİTAPLARIN ANLATAMADIĞINI ANLATIYOR

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...