YÜRÜYEREK OKULA GİDEN, YİNE YÜRÜYEREK EVE DÖNEN NESİL

YAŞAR EYİCE *- GERİ DÖNEMEYİZ Arada geçmişimizden yani çocukluğumuzdan söz edenleri de misafir ediyorum, sayfalarımda. Fatma Kaba da çocukluk hatıralarını şöyle özetlemiş: “Biz, asla geri dönmeyecek nesiliz! Okula yürüyerek giden ve eve yine yürüyerek dönen bir nesil. Sokakta daha çok vakit geçirebilmek için ödevini kendi başına yapan bir nesil. Boş zamanlarını hep açık havada, arkadaşlarıyla geçiren bir nesil. Karanlık çökene kadar saklambaç oynayan bir nesil. Cüzdanında baskılı fotoğraflar taşıyan bir nesil. Bugün tüm fotoğraflarımız ‘bulut’ta yaşıyor… Çamurdan kekler yapan bir nesil. Sporcu kartları biriktiren bir nesil. Tanesi 5 kuruşa boş kola şişelerini arayıp bulan, yıkayıp bakkala götüren… Sonra kazandığı parayla Mountain Dew ve çikolata alan bir nesil. Kendi elleriyle kağıttan oyuncaklar yapan bir nesil. Plak dinlemek için gramofona vinil alan bir nesil. Gazete kupürlerinden resim albümleri hazırlayan bir nesil. Yağmurlu günlerde masa oyunları ve iskambil oynayan bir nesil. Gece yarısı, İstiklal Marşı yayını bittikten sonra kapanan televizyonları hatırlayan bir nesil. Anne babasıyla vakit geçiren bir nesil. Ebeveynleri fark etmesin diye yorganın altında gizlice gülen bir nesil. Yavaş yavaş yok olan… ve ne yazık ki asla geri gelmeyecek bir nesil. O dönemde büyümeyi sevdim…’ *- BİRAZ DÜŞÜNÜNCE ‘Birbirini öldüren karınca hiç görmedim!’ diyerek lafa başlayan Ferhan Şensoy şöyle devam ediyor; “Hırsız karınca da yok! Şöyle bir sağı solu kesip, taşıdığı kırıntıyı yol kıyısında şarampole bir yere zulalayıp; ‘Gece gelir, ben bunu tıkınırım!’ diye düşünenini gözlemedim. Nasıl kurabilmişler bu kadar soylu ve imrenilecek bir düzeni? Karıncalar bizden daha mı akıllı yani? Daha gelişmiş bir uygarlık mı bu? İyice karıncalandı beynim…” Bu ifadeden ne anlaşılır? Ben ‘zeki’ ve ‘çok okumuş’, ‘Çok bilen’ ve ‘Yoktan var etmeyi, üretmeyi’ beceren bir beyin ve duygusal bir insanı… Siz ne derseniz deyin, benim için bu cümleler, bu benzetmeler, gözlem bizim hasret kaldığımız insanlarımızın özelliklerini özetleyen bir sözcükler gurubudur benim için… Okuyan ve düşünen mutlaka ironi de yapar, benzetme de, irdeleme de… Bu okulda öğretilmez, bu insanın içinden gelir… Yaratıcılıktır. *- DENE BAKALIM Dünyanın en unlü kalp doktoru; Michael De Bakey'ın arabası bozulmuş̧, arabasını tamire götürmüş. Tamirci arabasının kaputunu açmış̧ ve Dr. Michael De Bakey'e dönerek, ’Size bir şey soracağım; neredeyse ben ve siz aynı işleri yapıyoruz. Mesela ben şimdi itina ile kaputu açacağım bir bakışta problemin nerede olduğunu anlayacağım, kapakçıkları temizleyeceğim, gerekirse kabloları, motor yağını değiştireceğim, hatta çok gerekli ise motoru çıkarıp yerine yenisini takacağım. Söylesenize nasıl oluyor da, siz milyon dolarlar kazanıyorsunuz ama ben, meteliğe kurşun atıyorum? Bunun üzerine Dr. De Bakey tamircinin kulağına eğilmiş̧ ve söyle demiş̧: ‘Bunların hepsini motor çalışıyorken yapmayı denesene...’ *- KAHVE İÇMEDİ Bir denizcimiz, gemi mühendisimiz anlatıyor: “Şehri dolaşmış gemiye dönüyorduk. Yanımıza bir araba yaklaştı ve nereye gittiğimizi sordu. Limana deyince bizi götürebileceğini söyledi. 3 arkadaş bindik ve geminin bordasına kadar getirdi. Bu kibar Amerikalıyı ‘Türk kahvesi’ ikram etmek için gemiye davet ettim. Zabitan salonuna geçtik. Kaptanımız da oradaydı. Misafirimiz salonu inceledikten sonra; ‘Bu geminin Türk gemisi olduğunu söylediniz. Ancak, salonda Atatürk resmi yok!’ dedi ve hemen ilave etti; ‘Önce Atatürk’ün resmini koymalıydınız’ deyip kahveyi içmeden gemiden ayrıldı. Hepimiz şaşırıp kalmıştık. Karşılaştığımız olaya bir anlam veremiyorduk. Bu olayı çok düşündüm. Sanırım bu kibar Amerikalı, varlık nedenimiz olan Atatürk’e kayıtsız kaldığımızı düşünmüş ve tavrımızı vefasızlık olarak değerlendirerek bizi protesto etmişti. Karşılaştığımız bu sıra dışı olaya başka açıklama bulamamıştım…” *- NE YAPACAKMIŞ Denizcimiz anlatımını sürdürüyor: “Yıl 1985... İzmir’e yük getiren Yunan bandralı gemide başmühendis mide kanaması geçirdiği için hastaneye kaldırılmış. İşe davet ettikleri için, görev aldım. Gemide tek Türk, başmühendis olarak benim. Bir sohbet esnasında, gemi kaptanı (adı Kosta’ydı) gümrükte fotoğraf makinesinin mühürlü kamaraya kilitlendiğini ve bu duruma çok üzüldüğünü söyledi. ‘Makine yanında olsaydı, ne yapacaktın?’ diye sordum. Oğlu istediği için, Kordon’daki Atatürk Anıtı’nın resmini çekeceğini söyledi. Şaşırmıştım. ‘Atatürk size tarihinizin en büyük darbesini vuran komutandı, neden onun resmini çekmeyi düşünüyorsunuz?’ dedim. Şu cevabı verdi; ‘Biz, emperyalizmin emrinde haksız ve işgalci olarak Anadolu’ya geldik. Uçurumdan aşağı yuvarlanırken Atatürk sizi uçurumun kenarından alıp, özgür uluslararasına modern bir ulus olarak kattı. Bunu yaparken, insanlık tarihine ezilen ulusların kurtuluşuna örnek olan, yeni bir deneyim kazandırdı. Onlara, özgürlükleri için mücadele ederlerse kazanacaklarını öğretti. Atatürk, bu nedenle bizim için de değerlidir.’ Bu cevap nedeniyle, etkisini hayatım boyunca taşıdığım bir duygu yoğunlaşması yaşamıştım… *- ÖVÜNÇ ve MUTLULUK Yıl 1988... Ekvador’un Guayaquil şehri. Gemideki işim bitince, çevreyi tanımak için dolaşmaya çıktım. Bir okula rastladım. okulun girişindeki alanda 5 tane büst gördüm. Birinci büst Simon Bolivar’a aitti. İkincisi Che Guavera, üçüncüsü Fidel Castro, Dördüncüsü Emiliyano Zapata ve Beşinci büst Mustafa Kemal Atatürk’e aitti. Büstleri inceleyip İspanyolca açıklamaları anlamaya çalışırken, öğretmen olduğunu düzgün İngilizcesi ile söyleyen bir kişi geldi. Nereli olduğumu sordu. Türk olduğumu söyleyince, içtenlikli bir ilgi gösterdi. Atatürk hakkında konuşmaya başladık. Türk devrimi konusundaki bilgisi yüksekti. Atatürk’ü, saygı duyduğu diğer 4 devrimciden ayrı tuttuğunu söyledi. ‘O yalnızca ülkesini kurtarıp modern bir ulus yaratmakla kalmadı, ezilen uluslara evrensel bir örnek yarattı. İnsanlık tarihinde hiçbir lider bunu başaramamıştır’ dedi. O an duyduğum övünç ve mutluluğu unutmam mümkün değildir. *- ATATÜRK’ÜN HAYATI ve DEVRİMLERİ Anlatım devam ediyor; YIL 1999... Hindistan’ın Visakapatman limanındayız. Şehri dolaşırken büyük bir kitapçı dükkânına girdim. Çocuklar için kısaltılmış İngilizce dünya klasikleri dizisi olduğunu gördüm. İncelediğim listede ‘Atatürk’ün Hayatı ve Devrimleri’ isimli bir kitap bulunuyordu. Listede olmasına rağmen raflarda yoktu. Görevliyi buldum ve diğerleri ile bu kitabı istediğimi söyledim. Görevli, okulların yeni açıldığı, ilginin fazla olması nedeniyle kitabın kalmadığını, ısmarladıklarını ve bir hafta sonra uğramamı söyledi. Ertesi gün limandan hareket edeceğimiz için zamanım olmadığından bu kitabı alamadım. Bir yandan bütün kitabevi benim olmuş gibi mutlu oldum, diğer yandan, derin bir acı ve üzüntü duydum. Dünyanın öbür ucunda, çocuklara öğretilen Atatürk kendi ülkesinde üstü örtülmüş, Yetkili yerlere gelen kişiler Onu bu ülke gençliğine öğretmemek için her şeyi yapmışlardı. Üzüntümün nedeni buydu… Yıl 2003 ... Kamerun’un Douala Limanındayız. Kütük kereste yüklenecek. Yükün sahibi, gemiye yüklemeye nezaret edecek bir kaptan göndermişti. Kaptan Hırvattı. Zabitan odasına geldiğinde, gelenin karşısına düşen duvardaki Atatürk resmini görünce duraladı. Bir süre durduktan sonra resme doğru yürüdü. Saygı ifade eden davranışlarla resmi nazikçe düzeltti ve hepimizin yüreğine bir ok gibi saplanan şu sözleri söyledi; ‘Siz bu insanı ve ideallerini anlayamadınız. Anlamış olsaydınız bugün Avrupa kapılarında sürünmez, Avrupalılar sizin kapılarınızda bekleşirlerdi…’ *- ATATÜRK’ÜN ÇOCUĞU Yıl 2017... Bangladeşin Chittgong limanındayız. Gemiden inmiş limanın çıkış kapısına doğru gidiyordum. Takkeli, entari ya da şalvar giyimli, yaşlı birisi ile hafifçe çarpıştık. Nedeni o olmamasına karşın özür diledi ve konuşmaya başladık. Nereli olduğumu sordu. Türk olduğumu söyledim. Hiç beklemediğim bir cevap verdi; ‘Atatürk’ün çocuğusun yani’ dedi. Heyecanlanmıştım, sohbeti sürdürdüm. Birçok kimseye inanılmaz gelebilir ama bana şunları söyledi; ‘En büyük Müslüman Atatürk’tür. Biz Bangaldeş olarak onun öğrettiği yoldan gittik ve özgürlüğümüze kavuştuk. Fakiriz ama onun yaptıklarını yaparsak fakirlikten de kurtulabiliriz. O sadece Türklerin değil tüm Doğu halkları için de büyük bir liderdir…’ *- HAYATINI KURTARDI İskoçya’da yoksul mu yoksul, Fleming adında bir çiftçi yaşardı. Günlerden bir gün tarlada çalışırken bir çığlık duydu. Hemen sesin geldiği yere koştu. Bir de baktı ki beline kadar bataklığa batmış bir çocuk, kurtulmak için çırpınıp duruyor. Çocukcağız bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Çiftçi çocuğu bataklıktan çıkardı ve acılı bir ölümden kurtardı. Ertesi gün Fleming’in evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık giyimli bir aristokrat indi. Çiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak tanıttı kendini. ‘Oğlumu kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum’’ dedi. *- BABASININ OĞLU Yoksul ve onurlu Fleming, ‘’Kabul edemem!’ diyerek ödülü geri çevirdi. Tam bu sırada kapıdan çiftçinin küçük oğlu göründü. ‘Bu senin oğlun mu?’’ diye sordu aristokrat. Çiftçi gururla ‘Evet!’ dedi. Aristokrat devam etti: ‘Gel seninle bir anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver, iyi bir eğitim almasını sağlayayım. Eğer karakteri babasına benziyorsa ilerde gurur duyacağın bir kişi olur.’ Bu konuşmalar sonunda Fleming’in oğlu aristokratın desteğinde eğitim gördü. Aradan yıllar geçti. Çiftçi Fleming’in oğlu Londra’daki St. Mari’s Hospital Tip Fakültesi’nden mezun oldu ve tüm dünyaya adını ‘penisilini bulan Sir Alexander Fleming’ olarak duyurdu. *- NE DERLER? Bir süre sonra aristokratın oğlu zatürreye yakalandı. Onu ne mi kurtardı? Penisilin! Aristokratin adı: Lord Randolp Churchill. Oğlunun adi: Sir Winston Churchill. Kurtaran doktor: Çiftçinin oğlu Sir Alexander Fleming. Paraya gereksiniminiz yokmuş gibi çalışın. Hiç acı çekmemiş gibi sevin. Hiçbir şey beklemeden verin. Karşılığı nasıl olsa gelecektir. Ne derler: ‘İYİLERE ÇIKSIN BÜTÜN YOLLAR!..’ *- SANA UYAR! Sokrates der ki; Kötülük yapmaktansa kötülük görmeyi yeğlerim. İnsan haysiyetini kötülük gördüğü için değil, kötülük yaptığı için kaybeder...’ Bir gün pazar yerinde birileri Sokrates'e fena hakaret ediyordu: ‘Sen bir alçaksın, cahilsin ve içki içicisin!..’ Sokrates, başını sallayarak cevap vermedi, sadece gülümsedi... Zengin bir aristokrat, bu sahneyi izledikten sonra ona sordu: ‘Böyle hakaretlere nasıl tahammül ediyorsunuz? Kendinizi kötü hissetmiyor musunuz?’ Sokrates yine gülümsedi ve dedi ki: ‘Benimle gel!!.. Tanıdığı bu aristokrat onu, eski, tozlu bir depoya kadar takip etti... Sokrates bir meşale yaktı ve işe yaramaz, paçavra, delinmiş bir pelerin bulana kadar etrafı aramaya başladı... Sonra da bulduğu bu pelerini adama verdi ve dedi ki: ‘Bunu giyer misin?..Sana uyar!...’ Adam paçavra pelerine baktı, kızarak: ‘İyi misin Sokrates? Bu paçavrayı giyecek miyim?,..’diyerek geri attı. ‘Gördün mü?’ dedi Sokrat, ‘Elbette kirli ve eski pelerini giymeyi reddettin... Aynı şekilde adamın söylediği saçma ve edepsiz sözler bana da dokunmadı... Birisi sana istemediğin bir şeyi verdiğinde ve sen onu kabul etmediğinde reddedilen hediyenin sahibi kimdir?’ Başkalarının hakaretlerine üzülmek ve öfkelenmek, onların attıkları paçavraları giymeyi kabul etmek gibidir... Sorgulanmamış hayat, yaşanmaya değmez... En akıllı kişi, neyi bilmediğini bilendir... Kimseye bir şey öğretemem, sadece onların düşünmesini sağlarım... Sadece bir iyi vardır; ‘Bilgi!’ Sadece bir kötü vardır; ‘Cehalet...’ İşte bu günlük de bu kadar…” *- 1418 KİŞİYE İŞ SAĞLADI Karabağlar Belediyesi tarafından işsizlikle mücadele amacıyla kurulan Bölgesel İstihdam Ofisi (BİO), açıldığı günden bu yana binlerce kişiye umut oldu. 25 Mayıs 2024’te hizmete giren BİO, geçen 15 ayda 833 kadın, 585 erkek ve 31 engelli birey olmak üzere toplam 1418 kişinin iş bulmasına aracılık etti. *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

BAŞIMIZ SAĞ OLSUN! ACIM BÜYÜK! BOLU'DAKİ OTEL YANGININDA 66 İNSANIMIZI KAYBETTİK

KİTAPLARIN ANLATAMADIĞINI ANLATIYOR