KÖYE, TÜRK BAYRAĞI BULUNDU

YAŞAR EYİCE *- HERKES TANIMAZ Tanıdığım ve birlikte çalıştığım onca foto muhabirleri arasında ilk iki sırayı, düşünmeden ‘Kütü adam rollerinden’ aklımızda kalan rahmetli Hüseyin Baradan ile tanıdığım ve hayranı olduğum yakışıklı ve meslek ahlakını hep önde tutan Ateş Akkor gelir. Şimdi Kuşadası’nda yaşayan ve kendini ‘ihtiyar’ olarak tanıtan Ateş Akkor, foto muhabirliğine birçok yeniliği de getirdi, ama nedense, adı gibi ‘ateşli’ olduğundan, boyun eğmeyi beceremediğinden, her şeye ‘eyvallah’ demediğinden hep hem kaybetti, hem de hep kazandı. Şunu da belirtmeden geçmeyeceğim, öyle espri yeteneği var ki, değme mizahçılara taş çıkartır. Beni de aşağıda nakledeceğim anlatımıyla o günlere götürdü. Bir de fotoğraf eklemiş sevgili Ateş Akkor. Bir zamanlar neydik, ne olduk? *- ÇOK KOLAYDI Ertuğrul Kale de, Semra Saygılı da, Tayfur Göçmenoğlu da, anımsayacaktır; ‘İhtiyar!’ Ateş Akkor gençliğimizi anlatıyor: “O zamanlar İtalyan konsolosluğuna gidip 4, bilemedin 5 dakikada İtalya vizeni alabiliyordun. Sınırda ‘paranız var mı sinyor?’ diye sorduklarında bütün 1000 Alman marklarını gösterip güzelim İtalya'ya giriyordun. Arabayı sıfır km almışım. Hem arabanın kapısında hem t-shirtde firmamın adı yazıyor. Firma deyip geçme 25 kişi çalışıyor gece gündüz... O zamanlar Pisa (PİZA değil) kulesinin içine girebiliyorsun... Yemekleri iyi değil ama bir ayakkabılar yapmışlar inanamazsın. Ayrıca Fransa - Almanya vizen de var. İtalya'da yollar paralı, tuvaletler bedava. Almanya'da yollar bedava tuvalet paralı. Sokakta hiç tanımadığın güzel kokan insanlar sana ‘günaydın’ diyor, Alışmamışsın. 15 gün insan olduğunu hissedip geri geliyordun. Yetiyordu...” *- BANA HATIRLATTI Sevgili Ateş Akkor ‘Güzel kokulu insanlar’ diyerek ‘selam vermelerini’ anlatıyor ya, bu da bana Rusya’yı anımsattı. Sanıyorum halen, Rusya’da ister Moskova’da ister bizim ‘deli’, Rusların ‘dahi’ dedikleri Petro’nun kurduğu Petersburg’da çoğu manken gibi bakımlı ve güzel kadınlar mutlaka ‘günaydın’ deyip gülümsemeden yanınızdan geçmiyorlar. Öyle ki, bunlardan biri, neredeyse kentin bir köşesindeki kütüphaneden bir başka köşesine kadar, hiçbir karşılık beklemeden götürdü, ‘adrese teslim’ etti. Hala yanarak, niye kendisini misafirim olarak Türkiye’ye getirmediğime. Bunu Bodrum’da çok sevdiğim Mimar- Mühendis Tolga Ülkü’nün sevgili eşi Yana’ya anlatmıştım. Gelinimiz Yana ‘Altın şehir’ Petersburglu… Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi mezunu Tolga Ülkü, Petersburg’da Yüksek Lisans yaparken, üniversite’de tanıştığı ve aşık olduğu Yana ile bir dünya turu yaptıktan sonra şimdi Bodrum’a yerleşti. Belki bu genç aşıkların hikayesini de, THY’dan emekli ‘Kabin Amiri Hostes’ anneleri Ayfer Ülkü’nun anılarını da, tabii izin verirlerse paylaşırım. Ateş Akkor, bir paylaşımı ile bana neleri anımsattı. *- ASANSÖR GİBİYDİK Birkaç gün önce emekli meslektaşımız Murat Eştürk’ten söz etmiştim. TSYD’nin Urla’daki ‘Olimpik Yüzme Havuzu’nun yapımını Yönetim Kurulu Üyesi olarak ‘İhale Komisyonu Başkanı’ seçilmiş, bir eseri ortaya çıkarmıştık. İşyerimden çok günlerim Murat Eştürk ile birlikte Konak- Urla arasında gidip dönme ile geçiyordu. İşte o günleri bu kez yine usta spor yazarlarından Ünal Tümin ile konuşurken, Murat Eştürk’ün de kulağını çınlattık. Murat da sanki hissetmiş gibi, akşam saatlerinde, bir fotoğraf ile ‘Başımıza böyle bir olay gelmesin ama bilelim,,’ notuyla, Sani Erol’un yazısını göndermiş: *- BİLSEK NE OLUR? “2918 no' lu yasa ne diyor haberimiz var mı? lütfen dikkatli okuyunuz.. Kimsenin başına gelmesin ama diyelim ki trafik kazası geçirdiniz, yaralı var, hastaneye gittiniz. Sizlerin 2918 nolu yasayı bilmediğinizi zannederek, 'yapılacak müdahale ve tedavi ücretlerini ödeyeceğinize dair şu belgeyi imzalayın’ teklifi ile karşılaşırsınız... Ancak siz de 'bu belgeyi imzalamazsam, bana müdahale ve tedavi etmeyeceğinize dair bir belgeyi imzalayıp tarafıma getirin.'...dediğiniz anda, hastanenin bütün imkanları sizin için seferber olacaktır. *- ÖYLE AMA BÖYLE OLUYOR 2918 sayılı trafik kanununu mutlaka okuyun. Tüketiciler birliği, kazazedelerin haklarıyla ilgili bir rapor hazırladı. Trafik kazası sonucu yaralanan ve hastaneye kaldırılarak tedavi altına alınan kazazedelerin, kanuna göre tedavi için ücret ödememesi gerektiği belirtildi. Kaza sonucu yaralanan ve herhangi bir hastanede tedavi gören kazazedelerden, bu tedavilerine karşılık hastane tarafından ücret talep edilemeyeceğinin belirtildiği raporda, 2918 Sayılı Trafik Kanunu'na göre: ‘'herhangi bir trafik kazası sonucu yaralanan kişi, en kısa sürede hastaneye yetiştirilmek ve gereken tedavinin yapılması” hükümlerini içeriyor. Yönetmeliğe göre, ‘hastane acil servisi, kendisine gelen kazazedenin’ maddi durumu, sosyal güvencesinin olup olmadığına ve hastanın özelliğine bakmadan, gereken tedaviyi ve müdahaleyi herhangi bir ücret talep etmeden yapmak zorundadır. Bu tedavi sonucu oluşan masrafın ise sağlık bakanlığı, karayolları trafik döner sermaye işletmesi tarafından karşılanacağının belirtildiği rapora göre; vatandaşların haklarını bilmediği için sorunlar yaşandığını ve hastanelerin bu kanundan bihabermiş gibi gözüküp, vatandaştan para talep etmelerinin suç olduğu belirtildi…” Sevgili Murat Eştürk kardeşim: Bu konu yıllardır gündeme getirilir. Ama yıllardır hiçbir özel hastane de buna uymaz. Uydukları varsa da ben hiç duymadım. Zaten bunu bilen ambulans sürücüleri en yakın devlet hastanesini tercih ederler. Bu şekilde ne yasalar var bizler için ama nedense uygulanmıyor. Uygulayanlar da yok kadar azlar… Ama bilmekte yine yarar var, teşekkürlerimle… *- DÜNYANIN GERÇEĞİ 1985'te, Doğu Afrika'nın sakin bir köyünde, Daniel adında bir adam üç kızıyla yalınayak duruyordu. Karısı bir yıl önce doğum sırasında ölmüştü. Bir daha asla evlenmedi. Ne zamanı vardı, ne de yüreği. O bir çiftçi, bir inşaatçı, bir baba ve bir hayalperestti. Evlerinde elektrik yoktu. Bazı geceler akşam yemeği sadece haşlanmış kök ve suydu. Ama sahip oldukları şey; Daniel'in her zaman sahip olduklarından emin olduğu onurdu. Her sabah gün doğmadan önce kızlarını uyandırır ve onları okula iki mil kadar yürütürdü. Kendi okuyup yazamıyordu ama her gün sınıfın dışında, gölgede oturur, yalnız eve yürümek zorunda kalmasınlar, diye beklerdi. Bazen kalem alabilmeleri için aç kalırdı. Sınav ücretlerini ödeyebilmek için alyansını satardı. Hasat mevsiminde sadece ikinci el ders kitapları almak için üç işte çalışırdı. İnsanlar gülüyordu. ‘Kız onlar!’, diyorlardı. ‘Gelecekleri ne? Daniel cevap vermedi. Yanlarında yürümeye devam etti. Yıllar geçti. Birer birer mezun oldular. Birer birer burs kazandılar. Ve birer birer, okyanusları aştılar… 2025'te, o fotoğrafın çekilmesinden 40 yıl sonra, dünya hiç kimsenin beklemediği bir şey gördü: Aynı adamın, bu sefer bir hastanenin önünde, beyaz önlüklü üç kızıyla birlikte gururla durduğu yeni bir görüntü. Doktorlar. Hepsi. ‘Nasıl hissettiği’ sorulduğunda, Daniel usulca ağladı ve fısıldadı; ‘Onlara asla dünyayı vermedim. Sadece dünyanın umutlarını ellerinden almasına asla izin vermedim.’ Elleriyle ekin yetiştirdi ama kalbiyle doktor yetiştirdi. Ve dünyanın hiç tanımadığı bir adamın sessiz gölgesinde, üç kız yükseldi. Ve her şeyi değiştirdi… *- CİNNET VE ŞİDDET! Millet olarak resmen cinnet geçiriyoruz… Hiçbir devirde bu kadar birbirimizden şüphe eden, hiçbir devirde bu kadar birbirimize silah çeken, bıçak çeken, birbirini boğazlayan bir millet olmamıştık… Bizi birbirimize bağlayan, tek bir ulus yapan, bölünmez bütünlüğümüz kalmadı sanki. Aynı ülkede yaşıyor, aynı mahallede oturuyor, aynı evi paylaşıyor hatta aynı batından doğuyor ama aynı duyguları paylaşamıyoruz. Biz bu hale nasıl geldik? Kimler bizi bu hale getirdi? *- YAN YANA YÜRÜYEMİYORUZ! Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesinin üzerinden geçen dördüncü yılda, kadın cinayetleri artarak devam ediyor. 2021’in ilk 6 ayında 131, 2022’nin ilk 6 ayında 164, 2023’ün ilk 6 ayında 147, 2024’ün ilk 6 ayında 205, 2025’in ilk 6 ayında ise 136 kadın öldürüldü. Türkiye’nin en acı verici, en yürek burkan sorunlarından biri, kadına yönelik şiddettir. Atatürk, defalarca ‘Kadın baş tacımızdır’ demesine rağmen, ne yazık ki kadına şiddet vakaları bitmiyor. Yani anlayacağınız biz Türkler bir kadınla yan yana yürümeyi bir türlü öğrenemedik.” Az önce Afrikalı Daniel ile üç kızını anlattık. Sonra da Türkiye’deki durumu dile getirdik. Kim yazdı dersiniz? Söyleyeyim, ustaların ustası Celal Demir ustamız… *- O KÖY BİZİM KÖYÜMÜZ! Tanıdığım için mutlu oldukların da var. Bunlardan biri da Doğan Karabulut… Yazıları bir yana insanı uğraşlarının da, nasıl söylesem hastasıyım. Önceki yazısından biliyorum, ‘O köy bizim!’ yazısından… O bizim köylülerimiz, sevgili Doğan Karabulut’tan ne giyilmiş elbise, ne kullanılmış ayakkabı ne de başka bir şey istemediler. Tek istedikleri ‘Türk Bayrağı’ idi. Doğan Karabulut İzmirli olarak ‘Hallederim’ demedi, benim gibi ‘Halletmeye çalışırım!’ dedi. Ama, İzmir’deki tüm kapılar kapalıydı… İsimlerini vermeyeyim, her gün manşetlere çıkan, atınca mangalda kül bırakmayanlar... Zaten bunlar, koltuklarını da bir şekilde bırakmayanlar… Neyse benim de yıllardır takdir ettiğim, gerçek haberci, düzgün meslektaşım, İzmir Büyükşehir Belediyesi basından sorumlu yetkilisi Elif Demirci İşleğen, sevgili Doğan Karabulut’un, köylüler adına isteğini yerine getirtmiş. Şunu yürekten söylüyorum: Bir yıl önce, Urla’da, Büyükşehir’in bir bürokratı ile sohbet ederken, şöyle demiştim: ‘Seni makamından etmek isteyecek, yalanlar uyduracak çok kişi var. Senin ve başkanın güveneceği tek isim var o da, tam sıfatını bilmiyorum ama Reşat’ın görevini üstlenen Sevgili Elif Demirci, yıllardır tanırım, kendisinin doğrulardan bir milim saptığını görmedim.’ *- HEP BÖYLE Bakın sevgili Doğan Karabulut, gelişmeleri nasıl anlatıyor: “Anadolu’daki güzel bir köyün ‘şaşırtıcı derecede aydınlık’ köylülerinin benden İzmir’de kendilerine ‘Türk bayrağı’ bulmamı istemesi ile başlayan süreç, ilginç dersler almamı sağladı... Uzun yıllar boyunca gerek program sunumları, gerekse belgesel çekimleri için gittiğim yerlerde karşılaştığım çoğu insanlar gibi gazeteci olduğum için bu tür konuları kolaylıkla ‘halledebileceğimi’ düşünüyorlar; ben de (hayal kırıklığı izlemekten hiç hoşlanmadığım için!) elbette olumsuz yanıt veremiyordum... *- İŞTE GERÇEK İzmir’de milliyetçilik, vatanperverlik denince mangalda kül bırakmayan kişilerle, ‘oda’ların yönetiminde olanlar başta olmak üzere tanıdığım çoğu insanla iletişim kurmama rağmen bir türlü olumlu yanıt alamamanın ‘şaşkınlığını yaşarken’ çözümü İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ‘halkın halinden anlayan’ genç ve idealist yöneticileri sağladı; Elif Demirci İşleğen ile Serkan Sürücüoğlu... *- YOLA ÇIKTI… Geçmişte, Ege TV’nin ‘Ege TV’ olduğu o ilk yıllarında birlikte çalışırken çalışkanlığına yakından tanık olduğum Başkan’ın Basın Danışmanı Elif Demirci İşleğen, kendisi gibi genç bir müdürü, Protokol Müdürü Serkan Sürücüoğlu’nu arayınca, köylülerin dilediği o güzelim bayraklarımız hazırlandı... Sonuç: bu yerine getirilmesi sadece küçücük bir ilgiye bağlı olan güzel jest sayesinde yurdun bir köşesinde ‘Yaşasın İzmir Büyükşehir’ sloganları atıldı... Bana, -kendilerine yakışan bir biçimde- ‘sakın yazmayın; bu bizim görevimiz’ dediler ama size anlatmadan edemedim, hayatı kolaylaştıran (ve güzelleştiren) böyle insanların olması ne kadar güzel bir şey...” *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

BAŞIMIZ SAĞ OLSUN! ACIM BÜYÜK! BOLU'DAKİ OTEL YANGININDA 66 İNSANIMIZI KAYBETTİK

KİTAPLARIN ANLATAMADIĞINI ANLATIYOR