KÖTÜLER SAYESİNDE İYİLER ORTAYI ÇIKIYOR

YAŞAR EYİCE *- HEPİMİZİ KUCAKLIYOR ‘Her şey gönlünüzce olsun, selam ve sevgilerimle esen kalın’ diyen Gül Tulunay, bu kez üzerinde yaşadığımız dünyayı ele almış, herhalde dolunaya bakıp, güzel günlerini anımsarken… Diyor ki; “Dünya bizim gibi düşünmüyor, kucaklıyor çörü çöpü, barındırıyor insanı, hayvanı, börtü böceği. Dünya diyor ki; madem ben güneşten kopup geldim, soğudum, kabuklandım, toprağım oldu, suyum oldu ve ilk canlı su'dan üredi. Varsın bir çeşitlilik olsun. Ve ekliyor: ‘Kötüler, kötülükler olmasaydı iyilerin ve iyiliklerin kıymeti nasıl bilinirdi?’ diye. Zaman tüneli uzundur, zamanla her şey düzelecek ama bizim ömrümüz, evrimden çok devrim istiyor. Tahammülümüz çok sınırlı, ama ne yazık ki; geçerli olan evrimin yasaları oluyor. Evet: istiyoruz ve arıyoruz iyiyi, doğruyu ve güzeli. Ama, aması var. Teknoloji ilerledi, bilim gelişti ve zaman hızlandı. Umarım yaşarken görürüz özlenen güzellikleri…’ *- FİLMDEN SONRA Murat İşbiliroğlu, ‘Kader Ağlarını Örerken’ diye bir film izlemiştim gençliğimde. İsyan etmiştim, gelişen olaylara… Bizim dışımızda ki insanların bizi şekillendirmesi, tek bir kalıba sokması, istenmeyen bir olgudur. Geleneksel argümanlar, alınan eğitim ve çevresel faktörler insan gelişimini sağlayan objelerdir. İnsanı bozan ise zaafların, hırsların gemlenemez görüntüsüdür. Kapitalist sistem bunların önünü açar, insanlığın istenmeyen yönlerini ortaya koyar. Bu kişilere verdikleri yetkiyle, istediklerini yaptırır. Dikkat edersiniz, günümüzde ki yöneticilerin çoğu, narsist, bencil, bağımlı ve kibirli yapılarıyla ön plana çıkar. Yedikleri naneler, görsel medyada yer alırken, yüzlerinde utanmanın emarelerini göremezsiniz. Başkalarının acı çekmeleri umurlarında hiç değildir. Ranta rant eklemek, muhaliflerine gözdağı vermek, şantaj ve tehditle istediklerini yapmak bildikleri yöntemdir. Doğa olaylarını, kadere bağlamak, bilime karşı durmak, insanlığa değil, savaşa hazırlanmak için silahlar üretmek tek bildikleri şeydir. Yalan konuşarak, toplumu gerçeklerden uzaklaştırarak algı operasyonu yapmak da marifetlerinden biridir. Bu nedenle, sağlam kaya olmak, rüzgarlara, fırtınalara, yağmurlara ve güneşe karşı koymak elimizdedir. Bilinç, akıl ve mantıkla hareket etmeyenler, kaderin ağına mahkûmdur...” diyor. *- ÖYLE İDİK… Hayat, insanı daha çocukken pişmesini sağlıyor. Aldığı eğitim, aile terbiyesi ve çevresel faktörlerle tutunmaya çalışıyor. Kısaca yetiştirme tarzı, adım atmasını sağlıyor. Acısıyla, tatlısıyla varlığını sürdürüyor. Bizim dönemin çocukları genelde böyle yetiştirildi. Şimdilerse, elbebek- gülbebek mantığıyla ve sorumluluk bilinci verilmeden hayata atılıyor, yetersiz eğitimle gelişimini tamamlıyor. Başarı oranları da azalıyor... Doğanın bize verdiği her şey bir sanat eserine benzer. Olmayan şey yoktur. Kapladığı sınırların biçimine uygun olarak gelişimini tamamlar. Ya kayanın başında, çatlakların arasında boy vermiş ağacın inadı, onun başarısıdır. Rahmetli Gürol Tulunay’ın çektiği fotoğraflarda görülen kabağın, ağacın durumu da birbirine benzer. Hayata tutunma çabasının en güzel durumudur. Kararlı, planlı ve inançlı olanlar, başarının anahtarını daima elinde bulundurur. Hayatın kapısını aralamaya çalışır... *- MEDENİ KANUNU BİLMİYORLAR Ali Güreli bugünlerde coştu. Neredeyse her gün güncele göre yorumlar yapıyor. İşte son paylaşımı: “Kadınlara mirastan erkeklere nazaran daha az pay verilmesi ile ilgili hükmü, Cuma hutbesinde diyanet, hocalar vasıtası ile cemaate hatırlatıyor. 1926 da kabul edilmiş Medeni Kanun var ve bu ülkede miras dağılımı Medeni Kanun a göre yapılıyor. Bu durum ortada iken yine bir devlet kurumu olan (maaşlarını devletten alan) diyanet devletin meri kanunlarına uymayın diye fetva veriyor . Ve o diyanetin destekçisi siyasi parti mensupları diyanet dinimizin hükümlerini hatırlatıyor. 1926’dan bu güne niye hatırlatmadı acaba? ‘Yeni mi aklına geldi?’ demiyor kimse ve ilave ediyor; ‘Diyaneti eleştirmeyin, büyük günaha girersiniz, o dinimizin kurallarını hatırlatıyor sadece. İnsanlarda o kadar güç kirlenmesi yaratılıyor k, elinde terazi ahkâm kesiyor! Bazıları, insanların ‘ya siz vicdanınızı kaybetmişsiniz! Ne dini hükmü?’ diyemeyeceğinden emin akıl dağıtıyor. Aslında, ‘Çıkıp biz Medeni kanunu kaldırıyoruz, miras Şerri hükümlere göre dağılacaktır!’ dese, çok daha cesur, çok daha mertçe olacak. Haydi bekliyoruz. Benim dedem hacı. Kendi kasabasına kadar Yunan askeri gelince çete kurup direniyor sonra İstiklal madalyası alıyor, yani Cumhuriyetin kurucu kadrolarından. Madalyayı almadan da hacı olduktan sonra da, hatta ölürken de hacı ve onun başörtülü karısı, babaannem mirasını Medeni kanuna göre alıyor. Ve çocuklarına mirası, medeni kanuna göre bırakıyor, kimsenin aklına gelmiyor o ara İslam hukuku… Ölümden dönmüşler! Birileri, akik taşlı yüzüğü takmış bizi dinden kovuyor, tabi bu meczupvari söylemi sonucu şöylemi olacak; Misal, anne veya baba ölecek, kızlar gidip ‘babamız inanmıyordu miras medeni kanuna göre!’ diyecek, oğlanlar yok! ‘Abi çok Müslümandı, miras diyanetin dediği gibi dağılacak’ mı diyecek? Kaldır Medeni kanunu çağlangoz gücün yetiyorsa, daha net olsun her şey. Allah bilir bu işi kim sipariş etti onlara?... Herkesin inancı ve aklı kendine. Bir ukalalıkta ben onlara yapayım. Vicdanı olmayanın dini olmaz.” Burada bir anımsatma yapayım Ali Güreli, Türkiye’nin önemli ihracatçılarından. Ailesi çok geniş. Siyasi yelpazede ailenin önemli isimleri var. Dahası Ali Güreli 24 yaşındayken, Ayvalık’ta CHP’den belediye başkanlığını almıştı. Hangi partiden mi? MHP’den… *- UCUZ EKMEK PEŞİNDE Bu ülkeye, insanına ve doğasına yapılanlar gizliliğe gerek duyulmadan vicdansızca, gaddarca yapılarak bizlere izlettiriliyor. Topluma endişe ve korku verilmesine yönelik, Nazi faşizminin propagandası yapılıyor. Manifesto gibi belirttiğiniz maddeler, liyakatsızların elinde bir silah gibi kullanılıyor. Boyun eğdirmeye yönelik zorbalığı, kalıcı olarak sürdürmeye çalışıyorlar. Kindarlık tohumları ekildi bile, kullandıktan dilde belli. Narsist ilişkiler ağında, kendilerini mehdi yerine koyan kafaların art niyetleri okunuyor. Toplumun çıkarı yerine, kendilerinin çıkarları hep ön planda, soyulan ülkenin zenginlikleri ceplerini dolduruyor. Vatandaş da, ucuz ekmeğe koşturuyor. Fakir ve yoksul kalacaksınız ki, Cennet’in yolunu açacaksınız kadercilik anlayışı hakim kılınmaya çalışılıyor. Fırıldakların makara, makaraların bakara olduğu ironilerle, kahkahalarla dalgalarına bakıyorlar. Unutmasınlar ki Denizlerin dalgası olanlar var. Dirilişi yapanların torunları, Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi, Nutuk ve Bursa Nutkunda bahsedilenlere yabancı değil. Dev yavaş yavaş uykusundan uyanıyor. Ne yaparlarsa yapsınlar, hepsi vız gelecektir. Örgütlü halk yenilmez. *- BİRİNDEN DİĞERİNE Nâzım Hikmet'in Necip Fazıl'a mektubunu, günde en azından 10 ilginç ve toplumu ilgilendiren konularla, mektup misafirim olan Murat Eştürk göndermiş. Bilmiyordum… Bence Necip Fazıl bu kadar güzel son anlatılır: "Sevgili Necip, ismin temiz demek, necîb temiz demektir benden iyi bilirsin… Necip'i necis yapma! Sen en cihanşumül eserlerini beş parasız Paris sokaklarında dolanırken vermiş bir şairsin, ‘cebin para para olacak!’ diye ‘ruhun pare pare’ olmasın. Bilirim kalemin kıvraktır, lisanın çeviktir, Bilirim üç satırda ruh üflersin kağıda, bilirim bir yazsan parçalarsın edebiyatın Çin seddini, o lisan-ı mücerred dilinle… Babıali yokuşunun yollarını yalaman beni kahrediyor Necip. Sevgili Necip, inandığın Allah'ın aşkına, o kudretli kalemini iktidara payanda yapacağımm diye camii direğine çevirme, o kudretli kelimelerini üç kuruşa parselleme, üç tanesi üç kuruş etmeyecek ciğersizlere... Sevgili Necip, elinde sur-u israfil var, onu borazana çevirme!..” *- URLA’DAN PAYLAŞIM Başta Rodos olmak üzere, gittiği adaların fotoğraflarını paylaşan Karşıyakalı Fatma Kılıç, hastane davet günümü beklediğim Urla’dan bir paylaşım göndermiş. Merak ve ilgi ile okudum! Yazan, ‘Hepimiz gördüğümüzde o mekanlara gitmeyerek tepkimizi koyalım.!!!!!” önerisinde bulunuyor. Birlikte okuyalım: “Urla Cooking Class. İsmini taşıyan mekânın önünden geçerken, birden şeytan dürtüyor, giriyorum içeri. Beni kibar bir biçimde karşılayan çalışana soruyorum: -Müşterileriniz genelde İngiliz sanırım. ‘Hayır efendim, hiç İngiliz müşterimiz yok...’ - Ben İngilizce bilmiyorum, anlamı nedir levhada yazanın? ‘Yerel değerleri geleceğe taşımayı hedefliyor mekânımız…’ - İngilizce levhasıyla mı taşıyacak? İngilizce olunca daha mı çekici oluyor, ‘yerel tatlar’ deseydiniz kimse gelmez miydi mekana? Sözlerim karşısında, verecek cevap bulamayan genç, boş gözlerle bakıyor bana... Mekânların istisnasız, hepsinin sahipleri Türk ve Türkçe konuşuyor... Müşterilerin hepsi Türk ve Türkçe konuşuyor... Ama levha Flemenkçe... Meselâ; LİET URLA *- GICIK KAPIYOR Neymiş efendim? Sahibi bir süre Kuzey Avrupa'da yaşamış... LİET ‘Sevgilim’ demekmiş. Burası Kuzey Avrupa değil ki!... Oysa ‘SEVGİLİM URLA’ deseydi ismine, en önce kendim gider, sonra da bütün misafirlerimi götürürdüm… Allerjim var yabancı isimli her mekâna... *- KÜLTÜR EMPERYALİZMİ Urla doğasıyla, yatay yerleşim biçimiyle, İzmir'e yakınlığıyla bir çekim merkezi son yıllarda. Kültür emperyalizmi, en küçük kasabalarımızın bile damarlarına zerk edildi, edilmeye devam ediyor... Adından en çok söz ettiren gastronomi bölgesi olmaya aday kuşkusuz Urla... Gastronomi turizmi merkezi yapma gayretleri var... Çok iyi de... Urla'nın katmeri varken, neden Urla'nın ‘trattoria'sı Vino Lokale, öne çıkıyor... İtalya değil ki burası... İtalya gastronomi turizmi yaparken, katmer yapıyor mu? Hadi vazgeçtim... Pizza yaptın da bari adını Türkçe koy... Urla Zeytin Otel'e çok yakınım... Two Rooms Hotel'e çok uzak... Köstem Zeytinyağ müze ve lokantasına çok yakınım... Leone Patisserie -Boulangerie Urla'ya çok uzak... Adını bahçesinde yetişen, mor nar ağacından alan NARIMOR dururken... MİTERA ne oluyor Allah aşkına? Horbour Teracce.& Bistro ... Myhouse Butik Otel… Maison Vourla Hotel.... Art Desing Otel... La pena Pizza &Tapas... İskele Berlin's... Manej... Sanmayın ki yukarıda yazılanlar İtalya'da, İngiltere'de, Fransa'da... Hepsi Urla'da... *- KAYBEDİYORUZ Siz bir şey anladınız mı? Ben anladım; Dilimiz kayboluyor. Dilini kaybeden ülkeler, zamanla her şeyini kaybeder. Türkçe dil bayrağımız bizim... Hanımlar... Beyler... Burası, ne İtalya, ne Fransa, ne İngiltere!.. Burası Türkiye, Urla... Gastronomi turizmi, dilini yok sayarak yapılmaz... Tam tersine özüne sahip çıkarak yapılır. Ünlü bilim insanlarımızdan ve ana dil Türkçemiz konusunda hassasiyetleri olan Oktay Sinanoğlu der ki: "TÜRKÇE GİDERSE, TÜRKİYE GİDER !.." Yanılmıyorsam bu güzel, yarışmalık yazıyı Urla’da yaşayan Naciye Akay yazmış… Kutluyorum… Demokrat İzmir Gazetesi’nde çalışırken, Başyazar Attila İlhan, üç noktaya dikkat çekerdi. Bunlardan biri de ‘dil’ idi… ‘Dilini kaybeden her şeyini kaybeder’ derdi Attila İlhan… Bunu da anımsatmak istedim… Şimdi yine bir anımı nakledeyim: *- BAKAN IŞILAY SAYGIN’LA ÇALIŞIRKEN Bir zamanlar bir kuruş almadan, çeşitli bakanlık gömleğini giyen Bucalı Bakan Işılay Saygın’ın danışmanlığını yapmıştım. Yazılarını, konuşmalarını hazırlıyordum… Önceleri okuyor, kendine göre düzenlemeler yapıyordu. Sonra virgülüne bile dokunmamaya başladı. İşte sevgili Işılay Saygın Devlet Bakanlığı ve kısa da olsa Turizm Bakanlığı yaparken, Türkiye genelinde önemli bir çalışma başlattı. ‘Vatandaş Türkçe konuş!’ der gibi, ‘Türkçe tabela’ kampanyası başlattı. Valiliklere genelgeler gönderdi, konuya hassasiyetle eğilmeleri için. Hatta turistik bölgelerde ‘fes giyerek’ gösteri yapanlara, ‘Bizi yanlış tanıtmayın’ diye tatlı sert sözler etti. ‘Tamam!’ diyenler oldu ama, denizde nokta kadar az kaldılar. Yani başarılı olamadık… Belki anımsayan bir kişi bile çıkmaz… *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

BAŞIMIZ SAĞ OLSUN! ACIM BÜYÜK! BOLU'DAKİ OTEL YANGININDA 66 İNSANIMIZI KAYBETTİK

KİTAPLARIN ANLATAMADIĞINI ANLATIYOR