KAZIKLAMA DEVAM EDİYOR
YAŞAR EYİCE
*- TESADÜFE BIRAKMAYIN
Geçenlerde ‘A’ ile başlayan zincir marketlerin Urla’daki işletmelerinden birine gitmiş ve yaşadığımı anlatmıştım.
Haberini almışlar, bir gün önceden bir paket çaya kendi kendilerine zam yapmışlar ama bunu etikete yansıtmamışlar.
Ben de tesadüfen anladım.
Evde kasa fişini incelerken, ‘Herhalde yanlış gördüm, okudum!’ dedim ama etiket ile kasa arasındaki fark beni düşündürmüştü…
Aynı ürünü, ‘M’ isimli zincir markete girdim, buldum ve ‘A! firmasının etiket fiyatının daha az ücret ödedim.
Gittim iki ayrı ürünü iade ederken, ‘Etiketi değiştirin!’ dedim.
Her zaman şunu duyarsınız, ‘Yoğunluktan yetişememişiz!’
Tüketiciyi bu mazeret ilgilendirir mi?
Bir zamanlar, ki aynı kuralın işler olması lazım, geçerli olan kasa değil, ürünün etiket fiyatıdır.
Tüketiciyi koruma kurulları da, dernekleri de, mahkemeler de hep tüketiciye haklı buluyordu.
Ama artık insanlar, ‘uğraşamam’ diyor ve fark ederlerse ürünü teslim ediyor, benim gibi..
Etiket değişti mi?
Sanmıyorum…
Bugün yakın olduğu için yine aynı markete gittim.
Kasa yakınında iken, iki önümdeki genç kız kapıdan çıkarken içeriye seslendi, ‘Etikette 8,5 lira yazıyor, siz 10 lira aldınız, etiketi düzeltin!’
Aradaki fark bir şey değil, ama bir kişi değil, kaç kişi alıyor bu reklamı edilen ürünü…
Çok yıllar önce, 1960’ lı yıllarda İstanbul Şehir Hatları vapurunda ‘jilet’ satan ve geçimini böyle sağlayan bir vatandaşın arka kapakta tam sayfa haberini okumuştum.
Hala aklımda, ‘Bir jilet paketi sayesinde’ nelerin sahibi olduğunu dile getirmişti…
İzmir’de Kemeraltı’nda Hisar camisinin yakınındaki köşede bir ‘şambali’ tatlısı satan biri vardı.
Millet kuyrukta idi, yakınında çok ünlü bir tatlıcı (pastane) olmasına rağmen…
Lezzat adamın elinde ve dilinde idi.
Ailesin bakması, çocuklarını okutmasının yanı sıra bir okul yaptırdığını bir gazeteci meslektaşımın söyleşisinde bu bilgiyi öğrendim.
Ünlü bir film ve romanı vardı;
Bankalarda kalan birer kuruşun yılsonunda nasıl büyük bir meblağ döndüğünü ve nasıl akıl almaz bir şekilde hesabına geçirdiğini görmüştük.
Yine şu an aklıma geldi, her gün mahkemelerde binlerce tanık yani şahit dinleniyor, bunlar için, daha sonra şahide ödenmesi gereken paralar yatırılıyor.
*- PEŞİNE DÜŞÜLMÜYOR
Peki kaç şahit, mahkemeden çıktıktan sonra, gidip adına yatıştırılmış parasın alıyor.
Ya da aklına gelince ‘Paramı verin!’ diyor, alıyor mu?
Ama devletin kayıtlarına bakın ‘Alındı’ görülüyor…
Başıma kaç kez geldi, bu nedenle biliyor ve anlatmaya çalışıyorum.
Yani bir buçuk lire değil, bir kuruş bile bir yere bırakılmamalıdır.
Bir uzmanın ‘Bir kuruşun hesabı!’ diyerek insanlara nasıl tavsiyelerde bulunduğu açıklamasını da anımsıyorum.
Konuyu şöyle kapatayım:
‘A’ ile adı başlayan zincir marketti ekmek ve yoğurdumu alıp çıkaren, yan giriş reyonundan bir kadın sesleniyordu
‘Soğanın fiyfatı dışarıda başka içeride başka, hangisi doğru?’
Gişedeki kıdemli çalışana, ‘Sen biliyor musun?’ diye sordu, kasaran bakmaktan daha kolay gelmiş olmalı..
Bir yaşlı, yani emekli kadın da film afişi gibi asılı haftalık fiyatları ve fotoğraflarını inceliyordu.
Kesesine ve işine gelen bir ihtiyacını karşılamak için olacaktı, herhalde….
*- TOMRUK
Gerçek adı Ahmet Esat Tomruk olan bir kahramanımızdan söz etmek istiyorum.
Belki bazıları kendilerine ders çıkarırlar, ya da utanırlar!
Kendisi Türk casusudur.
Aynı zamanda 1932'ye kadar da Türkiye hafif siklet boks şampiyonumuzdur.
Sert yumruklarından ötürü 'Tomruk' soyadını almıştır.
İstiklal madalyası ile ödüllendirilmiştir.
Yakalandığında işkenceye rağmen hiçbir şekilde Türkçe konuşmayan vatan evladı TBBM'nin kendisine bağladığı maaşı da kabul etmeyip yaşamını yoksulluk içinde sürdürmüştür.
*- TÜRK CASUSU
Her Türk vatandaşının tanıması gereken Ahmet Esat Tomruk tarihe adını yazdırmış en önemli Türk casuslarından biridir.
Sarışın ve mavi gözlüdür.
Galatasaray Lisesi'nde ve İngiltere'de okudu.
Boks şampiyonuydu.
Ortalama İngiliz'den daha iyi İngilizce konuşuyordu.
Babası öldüğünde, Ahmet Esat Tomruk beş yaşındaydı.
Fransızca, Rumca, İtalyanca ve İngilizce bilir
Teşkilat-ı Mahsusa üyesidir.
Ahmet Esat Bey, İngiliz Sahra Hapishanesi'nde işkence görmüş ama Türk olduğunu ve görevini asla söylememiştir.
Kaçtıktan sonra Biga'da Kuva-yi Milliyeciler'e sığınmıştır.
Bu arada ona "İNGİLİZ KEMAL" adı takılmıştır.
Kurtuluş Savaşında Genelkurmay İstihbarat Şubesi'nde görevlendirilmiştir.
Albay İsmet Bey'in huzuruna çıkarılan Ahmet Esat burada tabanca, bayrak ve Kur'an üzerine elini koyarak, sadakat yemini etmiştir.
Görevi Yunan ordusu karargahına girip gerekli bilgileri toplamaktır.
*- AMERİKALI GAZETECİ (!)
Antalya'dan Rodos'a geçer
Burada kendini Amerikalı gazeteci olarak tanıtır.
Kumardan hileyle kazandığı 45 bin frank ile kendi deyimiyle İzmir'deki vatan görevine başlar.
Ahmet Esat Bey'in İzmir'deki hayatı bonkör bir Amerikalı gibi geçmiştir.
Ahmet Esat Bey, üst düzey Yunan subaylarıyla da samimiyetini arttırmış; hatta onların en gizli toplantılarına dahi katılmış, aldığı bilgileri İzmir'deki kendisi gibi görevli bulunan Uşaklı Alaattin Tiritoğlu vasıtasıyla Antalya mutasarrıfı Aşir Bey'e aktarmıştır.
Ancak bir süre sonra ihbar sonucu yakalanmıştır.
Fakat o bu tutukluluk dönemi sırasında hiçbir şekilde Türkçe konuşmayarak kimliğinin meçhul kalmasını sağlamıştır.
Hatta Yunan hakimler bile onun Amerikalı olduğuna kanaat getirmişlerdir.
*- İNGİLİZ KEMAL
Yunan ileri harekâtı başlayınca Ankara'ya giden İngiliz Kemal, Mustafa Kemal Paşa, Genelkurmay Başkanı Albay İsmet (İnönü) Bey ve Fevzi Paşa tarafından da kabul edilmiştir.
Anadolu’ya geri döndüğünde ona yeni bir görev verilir ve Batı Trakyaya gönderilir.
Burada o esnada Yunan Ordusu'nun hizmetindeki Ermeni General Antranik'in karargahına sızmayı başarır ve çok değerli bilgileri Ankara'ya ulaştırır.
Savaştan sonra bu kahraman vatan evladı Ahmet Esat Bey İstiklal madalyası ile ödüllendirilir ve 14 Şubat 1966’da, 79 yaşında, derin izler bıraktığı bu dünyadan sessizce ayrılır.
*- GÜNDEMİN MADDELERİ
Yalnız İzmir’in Menemen ilçesinde değil, ülkenin her köşesinden geliyor, duyuluyor.
Gündemde su krizi ve bekleyen kredi onayları var
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Cemil Tugay, Menemen Ticaret Odası’nda ilçe ekonomisine yön veren sektör temsilcileri ile bir araya geldi.
Toplantının ana gündemi ise su sorunu nedeniyle tarımsal sulamada yaşanan sıkıntılar oldu.
Çiğli Atıksu Arıtma Tesisi’nde arıtılan suların tarımda kullanılması yönündeki talepleri değerlendiren Başkan Tugay, bakanlıkta onay bekleyen 8 projelerinin olduğunu hatırlatarak, gerekli onaylar verilirse bu projeyi de değerlendirebileceklerini söyledi.
Belediye Başkanı Dr. Cemil Tugay, Menemen Ticaret Odası Meclis Başkanı Erdinç Cengiz’in ev sahipliğinde ilçede faaliyet gösteren odaların başkanları ve sektör temsilcileri ile toplantı yaptı.
Toplantıda katılımcıların taleplerini dinleyen Başkan Tugay, Menemen’in en hızlı büyüyen ilçelerden biri olduğunu belirterek güçlü sanayisi ve tarımı ile pek çok açıdan İzmir’in gözbebeği olduğunu dile getirdi.
İklim krizi nedeniyle su sorunu yaşandığına dikkat çeken oda başkanları, tarımsal sulamanın daha verimli sağlanması için de Çiğli Atıksu Arıtma Tesisi’nde arıtılan suların tarımsal sulama için kullanılması talebinde bulundu.
Başkan Tugay, söz konusu proje için ayrılacak kredilerin kullanımının bakanlık onayına tabi olduğunu dile getirdi.
Tugay, “Bizden istediğiniz şey benim buna onay vermem ise hemen veririm. Arıtılan su denize deşarj ediliyor. Kirli su değil ancak tarımda kullanılamıyor, çünkü tuzlu…
Bu, maliyeti çok yüksek bir iş. Bizim şu anda bakanlıkta onay bekleyen 8 projemiz için Dünya Bankası kredisi var. Bizim kredileri bakanlık onaylamıyor. Böyle bir proje yapılacaksa, bakanlık onay verecekse, krediler kullanılacaksa büyük memnuniyetle bu projeyi isteriz” diye konuştu.
*-
Herkes gibi bende duydum.
Ankara’da bir çete, 400 kişiye çeşitli diplomalar vermiş,
İsteyeni üniversite mezunu ya da lise mezunu yapmış, bazısına da sürücü belgesi temin etmiş, hepsi sahte..
Lütfiye Kader de aynı haberi dinlemiş ve videoyu izlemiş.
Konuşmacı gayet rahat soruyordu:
‘Bugünkü şartlarda, kim böyle bir organize suç çetesi kurabilir? Başına gelecekleri, yakalanacaklarını bilmiyorlar mıydı=’ diye…
Sonunda, ‘Güvendiği bir arkası olmalı!’ dedi.
Ben de Lütfiye Hanım’a ‘Yorumcuya katılıyorum’ yanıtını verdim.
Ama;
Gecenin bu vaktında Demokrat Gündem’in kurucu yönetici Halide D. Polatlı şu açıklamayı gönderdi::
“Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı bünyesindeki Dezenformasyonla Mücadele Merkezi (DMM), bazı basın yayın organlarında ve sosyal medyada yer alan “400 akademisyenin usulsüz şekilde atandığı” yönündeki haberleri yalanladı.
DMM, söz konusu iddiaların kamuoyunu yanıltmaya yönelik “açık bir dezenformasyon” olduğunu vurguladı.
Açıklamaya göre, yürütülen soruşturma kapsamında şüpheli sıfatıyla işlem yapılan 220 kişi arasında Türkiye’de görev yapan hiçbir akademisyen bulunmuyor.
Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı herhangi bir okulda görev yapan öğretmenlerin de soruşturmada şüpheli olarak yer almadığı ifade edildi. Soruşturma kapsamında yalnızca bir sürücü kursu eğitmeni ve bir beden eğitimi hocasının adının geçtiği, ancak bu kişilerin öğretmen statüsünde olmadığı belirtildi.”
*-
Açıklamada ayrıca soruşturmanın dış bir ihbarla değil, bir üniversitenin iç denetimi sonucu adli makamlara yapılan bildirimle başlatıldığı da vurgulandı.
*-
Henry Ford, şehrin en ucuz otelini sorduğunda…
Herkes hayrete düştü.
İngiltere’ye yeni inmişti, çoktan milyarderdi, çoktan dünyanın en ünlü isimlerinden biri haline gelmişti.
Ama lüks aramak yerine, havaalanındaki danışma masasına doğru sakince yürüdü ve sadece şunu sordu:
‘Geceyi geçirebileceğim en ucuz yeri nerede bulabilirim?’
Görevli tereddüt etti.
Eski bir palto, sade bir çanta, sakin bir ses.
Sonra fark etti kimin önünde durduğunu.
Henry Ford.
*- ACABA?
Gazetelerin manşetlerinde olan adam.
Bir imparatorluğun yüzü.
‘Bayım… Siz Bay Ford değil misiniz?’ diye sordu hâlâ şok içinde.
Ford başını salladı:
- Evet, benim.
Görevli şaşkınlıkla devam etti:
- Biliyorum, oğlunuz her zaman en lüks otellerde kalır, en şık takımları giyer…
Ama siz?
Siz en ucuz odayı soruyorsunuz, üzerinizde sizden yaşlı bir palto var… Neden?
Ford hafifçe gülümsedi.
Tam olarak her şeyi anlatan ama fazla bir şey söylemeyen bir gülümsemeydi:
- Çünkü benim sadece uyuyacak bir yere ihtiyacım var.
Nerede olursam olayım ben Henry Ford’um.
Bu palto mu?
Babama aitti.
Beni sıcak tutuyor. İhtiyacım olan tek şey bu.
Bir an durdu, sonra alçak sesle ekledi:
Oğlum hâlâ öğreniyor.
Hâlâ başkalarının ne düşündüğünü önemsiyor.
Ama ben…
Onay almak için para harcamayı çoktan bıraktım.
Zengin olmadım çünkü harcadım!
Zengin oldum çünkü ‘neyin önemli olduğunu, neyin olmadığını’ öğrendim.
*- SORGULAMAYI BİLİRSEK
Alçakgönüllülükle sarılmış sessiz bir ders:
Gerçek zenginlik, gösterdiklerinle değil, anladıklarınla ölçülür.
Sen ne montunsun, ne otelin, ne de banka hesabın.
Sen, neredeysen osun.
Bu tür ilham verici ama doğruluğu kesin olmayan hikâyeleri paylaşırken, dürüstlük ve düşünceye davet ön planda olmalı.
Aşağıya birkaç farklı tarzda alternatif yazı önerdim, ‘sen hangisini diline ve tarzına yakın buluyorsan onu kullanabilirsin ya da harmanlayabilirim:
Hikâyenin gerçekliği net değil ama verdiği mesaj çok kıymetli:
‘Zenginlik, ne giydiğinle değil; neye ihtiyacın olduğunu bilmekle ilgilidir.’
Her şey gösteriş değil.
Asıl değer, sade olanda saklı olabilir.”
Yazıda belirtildiği gibi, her gün ne hikayeler duyuyor, neler okuyoruz.
Çoğu inandırıcı değil…
Zaten her haberin, her hikayenin, her gerçeğin karşıtlığı mutlaka oluyor.
Şüphe ile yaklaşıp, mantık süzgecinden geçirdikten sonra doğruluğuna karar verebiliriz, olayların ve anlatımların..
Sorgulamayı bilirsek mesele olmaz..
Belki bir gün de, ‘Benim zengin babam yok!’ diyen pinti milyarderi anlatırım.
*
Yorumlar
Yorum Gönder