KALIN KAFALILAR ANLAYIN ARTIK

YAŞAR EYİCE *- İYİ DEĞİL! Çarşı- Pazar haberlerini çoğu zaman Nadide Apaydın Akbulut’tan öğreniyorum. Hep garibandan, fakir- fukaradan yana tavrı ile tanıdığım Nadide Hanım bugün kısa bir mesaj geçmiş. Aslında durumumuzun ve Türkiye’nin özeti bu; “Değerli arkadaşlarım, ‘her şey bitti, Ayşe kadın fasulye kaldı!’ demeyin sakın. Ayşe kadın fasulyenin en güzel ve en bol olduğu aylardayız. Ne yazık ki pazarda bile kilosu 100 tl. Bizim pazarlarda bu mevsimde ayşe kadın için 'komşunun baca dumanında pişer' diyerek satılan fasulyeler hayal oldu. Asgari ücretle çalışan, çoluk çocuğuna fasulye bile alamazsa ne yapacak? Önümüz kış, para olsa da ( nasıl olacak o da belli değil, işsizlik dizboyu) ürün bulamayabiliriz. kıtlık yaşayabiliriz... Gidiş iyi değil...” *- KARIŞTIRINCA Bazen cümleleri birbiri içine sokuyorum, yani karıştırıyorum. Karşımdakine, okuruma, ‘nefes’ aldırmıyorum! İşte son örneği: Atilla Köprülüoğlu gibi yazım hatalarımı bulan, çocukluk ve gençlik, hatta basketbol hakemliğinden arkadaşım, spor ve düşünce insanı, Büyük Altaylı Celal Kiter, ‘Hepimizi kucaklıyor!’ başlıklı yazımın içinde geçen bir noktaya dikkat çekmiş. TC Celal Kiter şöyle yazmış; “Türkçe giderse Türkiye gider, sözü Oktay Sinanoğluna ait!” Teşekkür ettim. Karıştırdığım oluyor. Ya da kandırıldığım… Baktım, o bölüm şöyle: ‘Ünlü bilim insanlarımızdan ve ana dil Türkçemiz konusunda hassasiyetleri olan Oktay Sinanoğlu der ki: "TÜRKÇE GİDERSE, TÜRKİYE GİDER!.." Ve şöyle devam ediyorum: “Yanılmıyorsam bu güzel, yarışmalık yazıyı Urla’da yaşayan Naciye Akay yazmış… Kutluyorum…” Sonra gençliğimde müdürlüğümü yapan Şair- Gazeteci Attila İlhan’ın Türkçe, daha doğrusu ‘dil ile ilgili’ görüşlerini anlatıyorum. Celal Kiter dostumun düzeltmesinden, uyarmasından önemlisi, uzun upuzun yazılarımı son noktasına kadar okuyup, değerlendirmesi… Acaba hangimiz, Celal Kiter kadar, kimi bu kadar sabırla okuyor, dinliyor, ya da yorum yapıyoruz? Bu arada, yine dün, Nazım Hikmet’in mektubunu paylaşmış ama en önemli noktasını atlamıştım. Uyarıcı ve öğüt verici tarihi mektup şöyle bitiyordu: “Eski dostun, Nâzım!" ‘Eski dostlar düşman olmaz!’ denir ya, buna en güzel örneklerden biri bence, bu mektup… *- YARIŞI OLMAYAN YOL Robert De Niro bir gün şöyle demiş: Eğer bir şey olmak istiyorsanız, doğru ve Güzel insan olun. O kulvarda pek yarış yok. Ve eklemiş Daha fazla ‘sevgiliye’ sahip olmak sizi daha erkeksi yapmaz. Daha fazla ‘erkek arkadaş’ edinmek sizi daha güzel kılmaz. Pahalı şeyler sadece ‘ucuz’ insanları çeker. Ve bu arada gençlik geçer. Güzellik de öyle. Geride kalan tek şey karakterdir. *- YÜRÜYEREK GİTMEK Kadınlar, topuklu ayakkabı ve kısa etek giyen herkes olabilir; Erkekler, pahalı takım elbiseler ve ayakkabılar giyen herkes olabilir. Ama aslında gerçek kadınlar ve gerçek erkekler, ‘zihinlerini, ruhlarını ve karakterlerini ‘giyinenlerdir. Ne istediklerini bilirler ve asıl zarafetleri tavırlarında gizlidir. Hayatınızı ‘ucuz’ duygularla harcamayın. Çocuklarımıza, bir arabanın başarı göstergesi olmadığını ve yürüyerek gitmenin yoksulluk anlamına gelmediğini öğretmeliyiz...” *- KALIN KAFALILAR Ben de hatırlatmaktan, yazmaktan, gerçek tarihçi ve uzmanların yazılarını, konuşmalarını nakletmekten yoruldum. Ama ‘Kalın kafalıların’ anlayacağı yok. Herhalde ‘kültürlü’ ya da ‘okumuş!’ sanmaları için sahte diploma peşinde koşuyorlardır. Tekrarlayalım: “Şu, ‘Lozan’da adaları verdik!’ deyip, ‘oku emrinden!’ uzak güruhun meydanlarda, ‘lozan’da verdik!’ deyip algı yaratması, bundan… Araştırmayan halk da, ‘Ulan savaşı kazandık adaları verdike inandırıldı... Osmanlı Devleti, o gün, o tarihte ‘12 Adalar” olarak bilinen adaları, İtalya'ya bırakıyor. Sene 1912!... Uşi Anlaşması'dır bu anlaşma. İtalya'ya bırakıyor fakat geçici olarak. Anlaşma şartlarına uyulduğu takdirde adalar tekrar Osmanlı Devleti'ne geri verilecek. Fakat şartlara uyum sağlanmıyor. Bu yüzden 3 yıl sonra yani 1915'te Londra'da bu konu gündeme geliyor ve ‘Londra Paktı’ denilen anlaşmada, bu adaların tamamı İtalya'ya bırakılıyor. Bakınız itiraz eden hiçbir padişah yok. Hiç sultan yok. Adaları İtalya'ya bırakmakla kalmıyorlar, aynı sene bir de Çanakkale Boğazı'na dayanıyorlar ve ‘Çanakkale Savaşı'nı yapıyoruz. Yani 12 Adalar önce Uşi'de, sonra da 1915 Londra'da İtalya'ya verilmiştir. *- İŞTE TEMSİLCİMİZ (!) Osmanlı temsilcilerinden biri Rumbeyoğlu Fahreddin Bey'dir. Bu adam kim mi? Türk milleti bir milli mücadele verirken, Kuvayı Milliye'yi kurmuşken, bu adam Kuvayı Milliye'nin karşısına Damat Ferit'in kurduğu ‘Kuvayı İnzibatiye’ ile çıkan adamdır ve Yunan ordusunun yanında olmuştur. Savaş kazanılınca sürgün edilenlerin arasında yer almıştır. 12 Adaları İtalya'ya bırakan heyetin içerisinde bu adam vardı. *- AYNI YERDE, AMA AYRILAR Şimdi asıl olaya gelelim... ‘Uşi Anlaşması'nın ismini aldığı Uşi, Lozan şehrinin bir semtidir. Bu yüzden 1912'de imzalanmış olan Uşi Anlaşması, İtalyan tarihinde ‘Lozan Anlaşması’ olarak geçer. Fakat bizim bildiğimiz, yani 1923'te imzalanan ‘Lozan Barışı’ ile ‘bu anlaşma birbirine karıştırılmasın’ diye bu anlaşmaya ‘Uşi’ denmiştir. Kiralık tarihçiler, yani Kadir Mısıroğlu, Armağan ve çetesi, bu durumdan faydalanıyor ve ‘12 Adaların Lozan Anlaşması'nda gittiğini ‘söylüyor, yayıyorlar. Hâlbuki o Lozan başka, bu Lozan başka. Ne yazık ki bunu bütün millete yutturdular ve böylece milletimizi Lozan barışına düşman ettiler. *- BİZİM BİLDİĞİMİZ Bizim bildiğimiz Lozan Anlaşması'nda ise bilakis Ege'de birçok ada Türkiye'ye geçmiştir. Türkiye'ye Lozan Anlaşması ile geçen bu adalar ise, son yıllarda gazete ve televizyonlarda çok konu olduğu gibi Yunanistan'a bırakılmıştır. Bugün Yunan papazların mangal yaptığı Ege adaları, uluslararası anlaşmaya göre halen daha Türklerindir... *Yusuf Halaçoğlu’nun yazıp dediği gibi, umulur ki bol bol paylaşılır, gruplara atılır, milletimiz bilgilendirilir... *- KÖŞEDE DURSUN Bunu biliyor muydunuz? Bir zamanlar, Balıkesir; ‘Balya – Edremit’ demiryolu ile ilgili… Anlatmaya çalışayım: Balıkesir Balya’dan çıkarılan simli kursun madenlerinin Palamutluk’tan Akçay’a nakli ve maden işletmesine gelen eşyanın Palamutluk’a sevki için, 1 Mayıs 1923 tarihinde Fransızların sahip olduğu ‘Balya Kara Aydın Şirketi’ tarafından inşa edilmeye başlanılan 75 cm. genişliğindeki Ilıca-Palamutluk arasındaki 28 km uzunluğundaki demiryolu 1 Kasım 1924 tarihinde tamamlanarak işletmeye açıldı. Palamutluk’tan Balya’ya kadar, 1884 yılında inşa edilmiş olan dekovil hattı ise 62 km uzunluğunda 60 cm. genişliğindedir. 1930’lu yıllarda yapılan bir proje olan ‘Balıkesir- Balya – Edremit ve Aliağa’ bağlantılı demiryolu projesi ile Balya-Havran-Edremit ve Ilıca’ya kadar gelen 75 cm. lik demiryolu hattı iyileştirilecek bununla birlikte Balıkesir diğer taraftan ise Edremit Aliağa üzerinden İzmir’e bağlanacaktı. Ancak bu demiryolu hattı bir projesi 1940’lı yıllarda rafa kaldırılması ile sonlandı. Aslında bunları araştırmamız lazım… Kimin eli kemin cebinde bulmalıyız. Ama biliyorum, ‘geçmişte kaldı!’ ya da ‘Eski defterleri kurcalamayalım!’ diyenler çıkacaktır. Belki haklılar da, bundan ders çıkarmamız lazım… Örneğin az önce yazdım, ismini verdim, ‘Osmanlı temsilcilerinden biri olan Rumbeyoğlu Fahreddin Beyi!’ Birkaç gün önce, yine önüme düştü, içimizdeki ‘İrlandalılar!’ gibi olan isimleri… ‘Doğru- yanlış’ bunları tarih yazacaktır ama bilmemizde, her söylediklerine ‘Sazan gibi atlamamamız’ gerektiğini de aklımızın bir köşesine yazmalıyız. *- MERAKLISI İÇİN Yeri gelmişken, Ilıca Palamutluk hattında tren seferlerini de, meraklısına paylaşayım: Havran’dan sabah 08.00’de Köprübaşı’ndan kalkan tren, öğrencileri Edremit’e alır gider ve aksam 18.00’de geri getirir. Küçük şimendifer Palamutluk-Ilıca arasında muntazam olarak altı sefer yapar, yük ve yolcu taşımasında çevreye büyük yardımları olur. Yaz aylarında bütün vagonlarını takarak Akçay’a yolcu taşıdığı gibi, pazar günleri geç vakit özel servisleri yapar. Havran pazarı olan cuma günleri tenzilatlı tarife ile yük ve hayvan taşınır. 1939 yılında hatta görevli memur ve isçi sayısı toplamı 85’dir. Kıbrıs doğumlu olup adı Cemil’di. *- İZMİR’DEN ASKERE… Bence tarihe ışık tutması ve bazı ‘kalın kafalılar’ tarafından da okuduktan sonra biraz da olsa düşünmeleri için şu önemli bilgiyi de paylaşayım: Şimdi Edremit istasyon şefini anlatacağım, içinden ders çıkması ve o tarihte ülkemizin ve şehirlerimizin durumlarını öğrenmemiz içinden alıntı yapmamız için. Nurettin Şenol 1897 yılında İstanbul’da doğmuştur. Babası Deniz yolları’nda gümrük memuru olan Tevfik Efendi, annesi ise ulviye Hanım’dır. Tevfik Efendi, Rumeli göçmeni olup İstanbul ve Gölcük’te görev yaptıktan sonra gümrük memuru olarak Akçay’a tayin olmuştur. Nurettin Şenol iptidai ve rüştiye tahsilinden sonra, idadi tahsili için İzmir’e gitmiştir. İdadi son sınıfta iken ihtiyaçtan dolayı askere alınmış ve ihtiyat zabiti olarak Seferberlikte Hicaz’a gönderilmiştir. 1915’de Hicaz çölünde Şam-Medine demiryolunda ‘Katrana’ istasyonunda görev yapmıştır. *- FRANSIZCA ÖĞRENİR Fahrettin Pasa kumandasında İngilizlerle savaşırken erzak ve cephaneleri bittiği ve ricat yollan düşman tarafından tıkandığı için Ürdün’de ‘Cize’ istasyonunda diğer kıtalarla birlikte esir edilir. Daha sonra İngilizler tarafından Mısır’da bulunan ‘Seyd-ü Besir’ esir kampına götürülür. Dört arkadaşıyla bir çadırda yasayan Nurettin Şenol, iki senelik esaret hayati süresinde Fransızca öğrenmiştir. Esaret dönüsünde Çavdarogulları’ndan Eskici Mehmet Ağa’nın kızı Emine Hanim ile evlenir. Fransızca bildiği için Balya Fransız maden şirketinin demiryolu inşaatında tercüman olarak ise başlar. Hat döşendikten sonra 1939 yılına kadar Edremit istasyon şefi olarak görev yapmıştır. 1940 yılında demiryolunun kapanmasıyla yeniden askere alınır ve ihtiyat iaşe subayı olarak görev yapar. Terhis olduktan sonra, 29 Ekim 1942’de Devlet Demir Yolları hesabına yeniden açılan hattın Havran istasyonunda köprüde şef olarak görev alır. 1950 yılı Ekim ayında hat kapanınca Ilıca (Güre)-Palamutluk (Köylüce’nin kuzeyinde) hattının tasfiyesinde mümessil olarak bulunmuş ve tasfiye isini 1959 yılına kadar tamamlayarak, ayni yıl emekli olmuştur. Benim vurgulamak istediğim, bizi esir alanların İngilizler kadar onlarla işbirliği yapan Araplar ve Fransızlar olduğunu, ikmal yollarımızın kesilmesini bölge halkı Araplardan kaynaklandığını ve bu konuda gerçeği belgelerle anlatan kitapların olduğunu anımsatmak için… *- ATATÜRK’ÜN MAKİNİSTİ TCDD 3.Bölge Müdürlüğü Föydömarş bürosundan 1984 yılında emekli olan 55965 sicil nolu Erdoğan Bağcan’ın sözlü tanıklığından babası Ramazan Şerif Bağcan’ın Akçay Depo Şefliği görevini yaptığını öğreniyoruz. Depo şefi Ramazan Şerif Bağcan Basmahane Bandırma arasında çalışan ekspres trenleri ile Atatürk ve İnönü’nün trenle yaptığı yurt gezilerinin çoğunda buharlı lokomotiflerde makinist olarak görev yapmıştır. 1948 yılında Malatya’da emekli olmuştur. *- NEDEN KAPATILDI 1 Kasım 1924 tarihinde tamamlanarak işletmeye açılan Ilıca palamutluk demiryolu hattında işletmecilik 1940 yılında durdu. 29 Ekim 1942 tarihinde ise devlet eli ile tekrar işlemeğe başlamıştır. İşletmeciliğin 1940 yılında durmasının ayrıntısını gazeteci Enver Dolgun’un köşe yazısına aktardığı bir sözlü tanıklıktan öğreniyoruz. TCDD 3.Bölge Müfettişliğinden emekli olan Süreyya Dirik (2007 yılında 87 yaşında), söz konusu dar hattın Balıkesir- Balya – Edremit ve Aliağa bağlantılı demiryolu projesini ile geliştirilmesi projesinin de değerlendirilmesi amacı ile 1940 yılında hatta inceleme yapmakla görevlendirilir. Bundan sonrasını Süreyya Dirik’in sözlerinden öğrenelim. ‘Balya – Ilıca Demiryolunu Fransızlardan devir alan hükümet her hatta ve her vagona personel atandı ve zarar ettirildi. Öyle ki her ocağa bir sürücü, bir biletçi ve 2 de idare memuru atandı. Her vagona birer biletçi atanıp Balya trenindeki personel sayısını 35–40’lara çıkartıldı. Böylece zarar ettirildi. DDY Genel Müdürlüğü benimle beraber 5 müfettişi ‘işletme neden zarar ediyor?’ diye Akçay’a gönderdi. Akçay’a ilk gelişimdi ve akrabalarım vardı Akçay’da. Demiryolunun kapatılması için teftişe geldiğimi söyleyince kahroldular. 5 müfettiş arkadaştan 4 ü kapatılması için karar verirken, ben çok itirazlarda bulundum ama hükümet bu hattın kapatılmasına karar verdi. ‘DDY’na ait Balya-Ilıca hattı zarar ediyor’ diye kapatıldı ama zarar etmiyordu. Zarar ettirildi.” *- ATA’NIN PROJELERİ Süreyya Dirik’in sözünü ettiği hat kapanması geçici bir kapatma olduğunu, Edremit İstasyon Şefi Nurettin Şenol’un portresindeki ‘Hat 1950 yılı Ekim ayında kapanmış tasfiyesi ise 1959 yılına kadar tamamlanmıştır’ anlatımdan öğreniyoruz. 1959 yılındaki tasfiye esnasında demiryolu güzergâhına ait taşınmazın nasıl elden çıkartıldığını Müfettiş Süreyya Dirik şu sözlerle açıklıyordu. “Demiryolunun geçtiği yerler hazine arazisi olduğu için satılamıyordu. ‘Arazide zeytincilik yapılsın ve bazı yerler turistik bölge olacak’ denildi, ne yazık ki, Atatürk’ün projelerini terk eden hükümet, bu işletmenin kapatılmasının ardından arazileri parselleyip sembolik 1 TL bedelle sattı.” Demiryolcu Türk çocuğu olduğum için bu anlatımın beni ne kadar üzdüğünü anlatamam… Aslında günümüzle ilgili karşılaştırmalar da yapacaktım ama birilerinin ayağına basacağımdan, şimdilik kaydıyla, vaz geçtim. ‘Ah Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ‘seni, yıllar geçtikçe daha da hasretle, özlemle nasıl aradığımı’ ısrarla belirtmek istiyorum. *- UNUTULMAZ HİZMETLER 1960’lı yıllarda, yaz tatillerinde, dört yaşında kaybettiğim babamın arkadaşı müdürler sayesinde TCDD’de stajyer olarak, Alsancak’taki bölge müdürlüğünde çalışıyordum. Bir yıl ‘cer servisinde’, diğer yıl ‘yol servisinde’ mühendislerin yanında. Hatta ‘Yol servisinin Müdürü, Mimar- Mühendis, dünyanın en kibar insanı Samim Vakur Günöy ‘Almanca dersleri’ veriyor, ‘İleride Mühendisliği seçersen sana çok faydası olacak!’ diyordu. Cer Servisi’nin müdürü, Türkiye’nin ilk Makine Mühendisi Nuri Arun üstat gibi, Mimar Samim Vakur Günöy de, tahsillerini Almanya’da yapmış, yurda dönmüşlerdi. Alsancak semtinde, Talatpaşa Bulvarı üzerinde İzmir’in ilk çok katlı (dört ya da beş kat) Çim Apartmanını da Mimar Samim Bey İzmir’e kazandırmıştı. İşte o yıllarda, Desinatör Ali Tunçalp, Desinatör Osman Alpkonur, Desinatör Ali Bey, Mimar Samim Vakur’un yönetiminde İzmir Fuarına (Minyatür Tren) kazandırdılar. Yine aynı ekip, Urla’daki TCDD kampını inşa etti. Bu ekip, şimdi anlatacağım, Edremit- Akçay’daki Demiryolu kampını iyileştirdi. Yani hizmetleri çok fazla… Rahmetle anıyorum, keşke böyle ‘gerçek büyük ve idealist’ teknokratlarımız, çalışanlarımız olsa. Yeniledikleri istasyonları, hatları anlatmakla bitiremem… *- AKÇAY’DA TCDD KAMPI VE İSKELE Biraz geriye saralım: Edremit Akçay demiryolunun Akçay’a varış yerinde trenle gelen madenin gemilere yüklenmesi için bir iskele bulunmaktaydı. İskelenin hemen bitişiğine 1940 lı yıllarda oluşturulan TCDD kampı ve dinlenme tesisleri bu günde demiryolu çalışanlarına hizmet vermektedir. Demiryolunun ve kampı Akçay’da bulunuşu emekli olan Demiryolcuların Akçay’a yerleşmesinde etken olmuştu. Akçay’da yoğun olarak daimi ikamet eden emekli demiryolcular emekliliğin keyfini sürmektedirler. TCDD Akçay kampında denize giren sahilde iskelenin ayağı ve sahildeki kırmızı maden taşları geçmişin izini belki hala taşıyor. *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

BAŞIMIZ SAĞ OLSUN! ACIM BÜYÜK! BOLU'DAKİ OTEL YANGININDA 66 İNSANIMIZI KAYBETTİK

KİTAPLARIN ANLATAMADIĞINI ANLATIYOR