İŞİNİ BİLENLERİN DÜNYASI
YAŞAR EYİCE
*- BEKLENTİSİ OLANLAR
Kaybedilenin arkasından kuru kuruya ‘Allah rahmet eylesin’ deriz, ya da çok yakınımızsa ‘sabır’ dileriz o kadar.
Çoğumuz cenazeye bile gitmeyiz.
Hatta ‘ölü helvası’ diye hayrına dağıtılan geleneksel helvayı yemeyenleri de biliyorum.
Ama İzmir’de son yıllarda çok önemli bir gelenek canlandırıldı.
Özellikle Cuma günleri, cami önlerinde veya öğrencilerin bulunduğu yerlerde ‘hayır lokmaları’, ‘tavuk- pilav’, hatta döner dağıtılıyor.
Önceleri ‘ayıp’ ya da ‘kendine yakıştırmayanlar’ bedava olduğu için kuyruğa girmezlerdi.
O tuhaf düşünceleri de geride bıraktık.
İstanbul'da da ‘hayır lokması’ dağıtanlara…
Umarım bütün Türkiye’ye yayılır.
Faydaları saymakla bitmez…
Ha sahi kalabalık cenazeler de var.
Örneğin geçenlerde kaybettiğimiz Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeybek’i örnek gösterebilirim.
İlk kez koskocaman bir şehir, meydanları sokakları doldurarak saf durmuştu.
Çok varlıklılar ile trilyoner olmuş artistler, sporcular, şarkıcılar, politikacıların cenazeleri de kalabalık oluyordu, bir zamanlar şehitlerimizin cenazeleri de…
Şehitlerimiz hariç diğer ünlü birçok kişinin cenazesini takip ettim.
Herkes bir alem…
Kimi kendini göstermeye çalışıyor, kimisi dedikodu yapıyordu,
Yani varisi gibi bir şekilde beklentisi vardı.
Memlekete gerçekten aşkla hizmet veren birçok reklamsız kişinin cenazeleri sadece çok yakın aile fertleri ile son yolculuklarına uğurlanıyor.
Hani bazıları ‘anmalar’ düzenliyor ya, bakın sağdan sayın, soldan sayın bir elin parmaklarını ancak geçer.
İşte bu kadar…
Konu çok ama bizler önemsiz yapmışız…
*- İYİLİKLERİYLE ANMAK
Bu satırları, yazılarını dostlarıyla paylaşan, iş insanı, girişimci Ali Güreli’nin paylaşımından aldım.
Bakın bir ölünün arkasından neler yazmış Ali Güreli?
“Metin Sözen ölmüş…
Ardından yazılıp çizilenlere bakınca ‘ne çok seveni varmış’ dedim.
Aklına fikrine değer verdiğim ve çoğu konuda benzer düşündüğüm bi çok insan da üzülmüş.
Ben kendisini tanırdım.
1989 da Belediye başkanı oldum, kendisi de Bursa Anıtlar kurulu başkanıydı.
Seçilir seçilmez bir yazı geldi ve toplantıya çağrıldık.
Bizden önceki Belediye yönetimi bir şehir plancıyla anlaşıp koruma planı çizdirmişti.
O planı irdeleyecek ve anıtlar kurulu onayı ile plan devreye girecek bir dolu insanın anıtlar kurulunda aylar yıllar bekleyen dosyaları çözüm bulacaktı
*- TERS BELEDİYECİLİK
Biz çok gençtik ve tesadüfen Türkiye’de genellikle her yeri imara açmak isteyen belediyeciliğin tam tersine şehri korumayı hedefleyen insanlardık, bir en fazla iki kişi hariç tüm meclis üyeleri de.
Şehirde sit alanında arazisi olan veya kentsel sitte binası arazisi olan birçok insanın şehir plancısı ile hatta anıtlar kurulu ile anlaştıkları vs gırla söylenti vardı.
Ben nedense öğretim üyelerinin ve adalet dağıtanların (hakim / savcı) öyle para vs yemeyeceklerine inanırdım (bu gün gibi düşünmeyin 1989’da)
Gittik ilk toplantıda planlar açıldı eşekten düşmüşe döndük, şu anda bile (36 sene sonra) sit alanı olan ( Patriçya vs dahil bütün Dombadisin üstleri vs) sit alanından çıkıyor kent içinde şimdikine nazaran çok daha fazla yoğunluk veriliyor vs.
‘Biz buna karşıyız!’ dedik, birazda şaşkınca.
*- ÖFKELENDİLER
Kurulda memur müdür filan olan bürokratlar öfkelendi, pek alışık değillerdi ‘imara açmayın’ diyenlere…
Böyle hani taşradan gelmiş koruma politikası vs çokta anlamayan insanlara bakar gibi emir kipinde laflar etmeye başladılar.
Muhtemelen eski yönetim, eski koruma plancısı ve arazi sahipleri vs bir hayli yol almışlardı…
‘İmzalamayız!’ dedik…
‘Biz imzalarız siz uymak zorundasınız!’ dediler vs vs
Kurul üyelerinden Vakıflar temsilcisi, saçı sakalı dağınık Brams’a benzeyen öğretim üyesi filan iş uzamasın istiyordu.
‘…Ya dedik biz sizi misafir edelim, gelin imara açacağınız sit alanlarını gözlerinize görün’ dedik.
Pek oralı olmadılar ama Metin bey, ‘gidelim görelim’ dedi, diğerleri ırım kırım etse de…
Geldiler, o kadar emindim ki, o güzelim koyları vs görünce ‘yahu sağ olun iyi ki gelmişiz’ vs diyeceklerinden.
Bürokratlarda surat bir karış söyleniyorlar.
Neyse sonunda meclis üyeleri ve anıtlar kurulu üyeleri bürokratları toplandık, ‘biz net bu planı kabul etmediğimizi’ söyledik, onlarsa artık geç olduğunu vs
*- TOPLANTI SONUNDA
Toplantı bitince Metin bey bana, ‘sizinle biraz yalnız konuşalım’ dedi yan odaya geçtik.
Başkan ‘seni anlıyorum ve hakta veriyorum ama öyle bir baskı gelir ki size dayanabilir misiniz?’ dedi.
‘Hocam sadece siz arkamızda olun, biz dayanırız, olmazsa yapmayız bu işi’ vs dedim.
‘Benim dışında bir dolu insanın onayı ve oyu lazım ama..’ dedi .
Bir kaç gün sonra Bursa, o itiraz ettiğimiz planı hiç değişikliksiz imzalayıp yolladı…
Daha plan gelmeden, bazı arazi sahipleri, ‘efendim plan onaylanmış ruhsat almaya geldik’ vs diye belediye gelmeye başladılar.
Meclis kararı aldık ve mahkemeye gittik o planı iptal için…
Anıtlar ve Koruma kurulunu ‘kültür varlıklarını tahrip etmekten’ dava ettik.
Bu arada Kültür bakanlığına da, başvurup gidip Yüksek anıtlar kuruluna anlattım konuyu.
,Kültür bakanlığı müsteşarı başkandı bir doluda yüksek bürokrat.
Öyle bakıyorlardı hiç mimiksiz
Sadece onlardan yaşça daha genç, kıvırcık saçlı bir adam ( Oktay Ekinci) ‘haklısınız helal olsun’ vs dedi ama direkt yetkileri yoktu.
*- KARARLIYDILAR
Mahkeme yıllarca sürdü ve maalesef mahkemelik olduğumuz bir şehrin hiç bir dosyasını incelemeyiz deyip en yoğun korunan yerlerden biri olan Ayvalık’ın hiç bir dosyasını incelemediler.
Adamın evi tescilli, bina damı deliniyor, tamir için anıtlar kurulu izni lazım toplantı olmuyor veya pervazı kopan pencereyi tamir edemiyor
‘Yüzlerce insan, belediye bize dava açtı o yüzden dosyanızı gündeme bile almayız, gidin söyleyin davayı çeksin!’ vs diye baskı yapıyor mesela izinsiz basit tamirat vs yapanları tespit ettiklerinde ağır cezada dava açıp içeri attırıyorlardı.
Beş sene burnumuzdan getirdiler.
‘Oradaki bürokratları vs Allaha havale ettim’, dünyada bir şey yapamadığım için…
Ama dedim ya Metin Bey’ e gelince onu seven hem de değer verdiğim birçok insan vardı.
*- FARKLI DAVRANIŞ
Mesela benim çok değer verdiğim rehber arkadaşım Necmi Iletmiş bizi Dersime ve Eğin’e (Kemaliye) götürmüştü.
Orada nehir kenarında çok iyi planlanmış şehri gezdirirken Metin Sözen’den bahsetti,’ zaten buralı sayılır’ vs anlattı ‘ yapılan şu binaya da fon buldu’ vs anlattı.
Ve şehir küçük ama çok güzeldi
Ben bir yerde veya bir zaman farklı veya hatalı veya pasif davranan birinin başka bir yer ve zaman diliminde çok farklı davranabildiğini gördüm.
Ayvalık’taki o sit alanlarının büyük bölümü hala korunuyor hala güzel , anıtlar kurulunun koruma kurulu vs olmadığını ve bir şehir ancak orada yaşayanlar korumak isterse korunabileceğine inanıyorum.”
*- SAMİMİ
Ahmet Delikçi internetten alıp paylaşmış:
Atilla Pak (Amerika’da Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu Başkanı) Türk Kimliği ile ilgili bir yazısı.
“Bu yazı, hiçbir siyasi partiye, görüşe, etnik gruba ya da inanca karşı değildir.
Amacı ayrıştırmak değil, birleştirmektir.
Kimliğimi inkâr etmeden, kardeşliği zedelemeden konuşma hakkımı kullanıyorum.
Lütfen bu satırları bağlamından koparıp farklı anlamlara çekmeyin.
Bu yazı ne bir polemik, ne de bir propaganda metnidir.
Sadece vicdanımdan ve yaşanmışlığımdan doğan bir duruşumdur.
*- YAKINLAŞMAK İÇİN
Kimliğimde var olan adım Atilla, kardeşliklerle büyüdüm.
Ben Mardinliyim.
Ama bu öyle sadece bir şehir adı değil, bir tarihin, bir medeniyetin, bir insanlık anlayışının izidir Mardin.
Bizim kökümüz, Mezopotamya’nın kadim kenti Dara’dan gelir.
O Dara ki, 5000 yıllık geçmişiyle zamanın bile unutmaktan çekindiği bir şehir.
Ama ailem yaklaşık 170 yıldır Midyat’ta yaşar-
Orada büyür, orada dua eder, orada toprağa basarız.
Benim annem Arapça konuşur.
Ama o yalnızca Arapça değil, Kürtçe ve Süryanice de bilir.
Babam da öyle Kürtçe, Arapça ve Süryanicede konuşur.
Ama ne annem, ne babam hiçbir zaman çıkıp da “biz Arap’ız”, “biz şu’yuz” demedi.
Çünkü bizim evde kimlik dil ile değil, vicdan ile taşınırdı.
Bizim evde dil, ayrım için değil, yakınlaşmak içindi.
*- İSİMLERİMİZ
Komşularımız, dostlarımız, akrabalarımız, mahallemiz Kürt’tü, Süryaniydi Araptı.
Ama biz hep birlikte yaşadık.
Aynı çeşmeden su içtik, aynı ocakta yemek pişirdik.
Farklı dillerde konuştuk ama aynı sofrada yedik.
Ve işte tam o evde bir sabah, bir çocuk doğdu.
Adı Atilla kondu.
Kardeşlerine de “Bahadır” ve “Cengiz” dendi.
Biz bu isimleri sadece kulağa hoş gelsin diye almadık.
Bu isimler, bir milletin hafızasını, tarihini, gururunu taşır.
Atilla adaletin ve cesaretin sembolüydü.
Bahadır mertliğin, Cengiz Han vizyonun adıdır.
Biz bu isimlerle büyürken sadece kendimizi değil, bir milletin hatırasını da taşıdık.
*- ATATÜRK’ÜN DEDİĞİ GİBİ
Ve bugün biri çıkıp bana diyor ki, “Türk deme, Türkiyeli de”.
Benim kalbim sıkışıyor.
Çünkü bu sadece bir kelime değil, bir hafızanın silinmesi demek.
Ben kimseyi dışlamadım ki neden kendimi yok sayayım?
Ben dilimi küçümsemedim ki niye ismimi değiştireyim?
Bugün Amerika’da bana “Where are you from?” dediklerinde, göğsümü gere gere “I’m Turkish-American” diyorum.
Çünkü ben bu ülkeye göç ettim ama kimliğimi getirdim.
Pasaportumda ne yazdığı değil, yüreğimde ne taşıdığım önemli.
Anayasamız hala der ki:
“Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür.”Ben o bağı sadece taşıyan değil, sahiplenen biriyim.
*- GURUR DUYUYOR
Ben Mardinliyim.
Batman’da doğdum.
Dara’nın taşlarında tarih, Batman'ın, Midyat’ın sokaklarında kardeşlik biriktirdim.
Annemin Arapça ninnisinde, babamın Kürtçe selamında, komşumun Süryanice duasında büyüdüm.
Ama ismim Atilla.
Ve ben Türk olmaktan gurur duyuyorum.
Çünkü bu isim sadece bir çağrı değil, bir milletin emaneti.
*- CEVABI NET
Bana “Türkiyeli de” diyenlere cevabım nettir.
Tıpkı Rusya'nın Rus'um, Almanya'nın Alman'ım, İngiltere'nin İngilizim, Fransa'nın Fransız'ım, Yananistan'ın Yunanlı’yım”, Arabistan'lının Arabım demesi gibi.
Ben ismimi atalarımdan aldım, kimliğimi inkar değil, sadakatle taşıyorum. Çünkü ben bölmeye değil, birleştirmeye geldim.
Ben de Atilla’yım.
Ve Türkiye'li Türk’üm.
Bu “Türk” kelimesinin yerine “Türkiyeli” demek, sadece kelime değişikliği değil, kökümü kazıma demektir.
Türk kelimesi bir etnik kimlikten fazlasıdır.
Tarihten bugüne gelen bir medeniyet ve millet adıdır.
“Türkiyeli” ise bir coğrafi tarif, bir pasaport üzerindeki bilgi gibidir.
*- ORTAK ÇATIMIZ
Kürt kimliği benim gözümde bir zenginliktir, tehdit değil.
Ama Türk milleti de bizim ortak çatımızdır, bölünemez.
Selçuklular döneminden Osmanlı’ya ve bugüne kadar, Kürtlerle Türkler aynı safta savaştı, aynı çadırlarda yaşadı, aynı dağda koyun otlattı. Evlenildi, kız alındı verildi.
Kardeş kardeşe karıştı.
Cumhuriyet kurulunca bu milletin adı “Türk milleti” olarak belirlendi.
Ama bu, “sadece etnik Türkler Türk’tür” anlamında değil,
“Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı herkes Türk’tür” şeklinde tanımlandı. Bu bir üst kimliktir.
Kürt de Türk de Laz da Çerkes de Arap da Türk milleti içinde yer aldı.
Bu bir dayatma değil, birleştirici bir kimliktir.
Kürt ve Türk ayrı halklar olabilir, evet.
Ama birbirinin düşmanı değil, birbiriyle yoğrulmuş kardeş halklardır.
Bizi ayıran şey “dil” olabilir, ama bizi birleştiren şey tarih, kader ve bayraktır.
*- ‘ÜÇ KEZ BAŞKAN SEÇİLDİM’
Ve ben, tüm bu duygularla, bu kimlikle, bu vicdanla çıktım yola. Amerika’da, binlerce kilometre ötede ve tam üç kez, 1956 yılında kurulan Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu’nun başkanlığına seçildim.
O federasyon ki sadece Türkiye’den gelenleri değil, Azerbaycanlısından Kırımlısına, Kıbrıslısından Türkmenine, Özbekistan’dan, Türkistan'dan gelen kardeşlerimizden Laz’ına, Ahıska'lısına, Süryani'sinden, Çerkes’ine, Alevisine, Kürdüne kadar nice farklı kimliği içinde barındırır.
Onlarca dernek, onlarca farklı ses, renk ve nefes.
Ama işte tam da o büyük çatının altında, bir Mardinli olarak, Güneydoğu’nun toprağından gelen bir evlat olarak, üç kez oy birliğiyle başkan seçildim.
*- NE AYRIYIZ, NE AYNIYIZ
Şimdi soruyorum size;
Eğer “Türk” kelimesi dışlayıcı olsaydı, bu mümkün olabilir miydi?
Eğer bu kelime sadece bir etnik kimliğe sıkışsaydı, bu kadar farklı insan, gönül rahatlığıyla bir Mardinli’yi kendi çatılarına lider seçer miydi?
İşte tam da bu yüzden söylüyorum.
Biz ne ayrıyız, ne aynıyız.
Ama biz bir milletiz.
Bizi bir arada tutan şey doğduğumuz şehir değil, taşıdığımız yürektir.
Ben “TÜRKÜM” derken kimseyi dışlamıyorum, tam tersine herkesi kucaklıyorum.
Çünkü bu kelimenin içinde acılar da var, zaferler de.
Farklı dillerin duası da var, aynı bayrağın gölgesi de.
Benim bu hassasiyetim, ne birine karşı durmak, ne bir tartışmayı körüklemek içindir.
Bu sadece, binlerce yıllık bir kimliğe duyduğum vefanın ve sadakatin sesidir.
Devletime bağlıyım, milletimi seviyorum.
Ve sadece diyorum ki:
Bu milletin adıyla onur duyanların sesi de, yürekten duyulsun.
Kimliğime sadakatle,
Milletime sevgiyle,
Kalemimden gelen selamla…- Atilla Pak- “
*-
Yorumlar
Yorum Gönder