ARTIK DEGİŞME ZAMANIMIZ GELDİ

YAŞAR EYİCE *- SOĞAN BAŞI Bugün söz eski dost Selahattin Haseki’de… Günceli takip eden, birçok konuda gerçekleri dile getirerek uyarı görevini eksiksiz yapan Selahattin Haseki şöyle diyor: ‘Çok konuşanın yanında sağır ol, Cimrinin sofrasında tok ol, Kusur arayanın yanında yok ol, Vefa bilmeyene yabancı ol, Edebi olmayana uzak ol, Tevazu bilmeyene ırak ol!..” Rahmetli Hikmet Kumuk da, ‘Ol da istersen soğan başı ol!’ derdi. *- HAYAL EDELİM Çeşme’nin önceki belediye başkanlarından Hacı Nuri Ertan her gün ‘dini’ konuları ve hükümeti met eden yazılarla videoları paylaşıyor. Öyle ki, kendisini ve halini bilmesem, yakında tekrar siyasete girecek ve ya belediye başkanlığına ya da milletvekilliğine adaylığını koyacak diyeceğim. Bugünkü paylaşımında, şu başlığı kullanmış; ‘100 Sene Sonrasını Hayal Edelim!’ Konu güzel ama eski ‘Hacı’ başkanın sözü nereye getireceğini tanıyanlar tahmin etmiştir. Ben biraz makasladım ama yine de konu belli. Ama sonunda bir cümle de ben ilave edeceğim, bazen alıntılarda, yazının içinde, bir virgül koyarak görüşlerimi yazıyor, yorum yapıyorum. *- GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK UNUTULMAZ " Mesela 2124 yılında akrabalarımız ve arkadaşlarımızla birlikte hepimiz toprak altında olacağız, evlerimizde yabancılar oturacak, mal ve mülkümüze başkaları sahip olacak, bizden hiçbir şey hatırlamayacaklar. Mesela bizden kim dedesinin babasını hatırlıyor ki?” “Dakka bir, gol bir… Demek ki bu yazı bir yıl önce yazılmış, ‘Eski, hacı başkan, takip ettiği sitelerde yeni rastlamış, ‘100 yıl sonra!’ diyor, buna göre 99 yıl oluyor’ Neyse devam edelim: “…Biz insanların hafızasında sadece bir satır olarak kalacağız, isimlerimiz eşkâlimiz unutulacak... 100 yıl sonra toprak altında, karanlığın ve sessizliğin ortasında dünyanın ne kadar boş olduğunu, hayallerimizin ne kadar saçma olduğunu anlamış olacak ve keşke ömürlerimizin tamamını iyiliklerle ve güzel amellerle geçirseydik temennisinde bulunacağız. Mademki hayattayız o halde ibret alalım ve değişelim.,,” Evet değişmemiz lazım… Nasıl mı? İyiliğe sarılarak… Vicdanımızın sesini dinleyerek… Paylaşmayı bilerek… Fakir fukarayı gözeterek, Hayır yaparak, bir öğrenciyi okutarak, Soframızı ve gönül kapımızı açarak, Harama el sürmeyerek… Yalanı, dolanı bırakarak… Sahtekarların peşinden gitmeyerek, Daha sayılacak çok nokta var. *- ‘SONSUZLUK AĞACI’ ‘Araya girmeyeceğim!’ dedim ama sözümü tutamadım. İzmir Gazeteciler Cemiyeti Onursal Başkanımız Erol Akıncılar büyüğümüz böyle durumlarda, herkes gibi ‘Lafını balla kestim!’ demez, kendine has bir şekilde, ‘Bir dakika’ diye konuyu keser ve bir anısını anlatırdı. Ben de ondan esinlenerek, ‘100 yıl sonrası’ ile ilgili Meryem Fidancı’nın eğitici bir bilgilendirmesini paylaşayım, sonra yola devam ederiz: “Orman yangınından tam 1 yıl sorsa hemen hemen %90 ı yanmış olan bir zeytin ağacı, aradan bir yıl geçtikten sonra yeniden filiz veriyor. Hayata asla küsmüyor. Asla kendini dışarıdaki bu muhteşem hayata kapatmıyor... Ve büyük bir yangından sonra, her dalı, her yaprağı yanmış olmasına rağmen, bir yıl sonra toprakta yer etmiş, sağlam kökleri sayesinde, yeniden küllerinden doğuyor, yeniden o yanan gövdesinden filiz veriyor, yeniden umut oluyor ve yeniden hayata dönüyor, bütün heybetiyle hayata tutunuyor... İşte bu yüzden zeytin ağacının Anadolu topraklarında, Ege kıyılarında, zeytin toplayan ve zeytini işleyen, yağ haline getiren, çizen, kıran mutfakta yemek için limonla karıştıran, hazırlığını yapan çiftçilerimiz arasındaki adı, ‘Ölmez Ağacı’dır ... *- Bu ağaç, kendisine uzak, yakın fark etmeksizin bütün insanlardan her türlü saygıyı hak ediyor, her türlü hürmeti, en yüksek özeni, en yüksek dikkati ve binlerce yıllık minnet duygularını ve her azman takdir edilmeyi hak ediyor... Zeytin ve Zeytinyağı Ege kıyılarında, Akdeniz kıyılarında, yeryüzündeki en önemli, en faydalı, en lezzetli hayat iksiridir. Dünyada kesilmesi yasak olan başlıca iki ağaç, Zeytin ve Sakız ağaçlarıdır... Diplerine kimyasal dökülmediği müddetçe sonsuza kadar yaşarlar... Zeytin, sonsuzluktur..! Ülkemiz halklarımız umudumuz Zeytin ağacı gibi olsun sevgiyle...” Benim gibi inançlı olan Meryem Fidancı, yazısına bir de, ‘mucize’ olayın, zeytin ağacının fotoğraflarını eklemiş… *- PARAN KADAR SEVİLİRSİN Hacı Nuri Ertan bu arada, bir insan gözlerini tamamen kapattıktan sonra her Müslümanın bildiği rutin dini merasimleri ve gidenin arkasından yapılanları anlatıyor. Sonra da şöyle devam ediyor: ‘Elbiselerin, çanta ve ayakkabıların, ne varsa hepsini seçip ayıracaklar; Muvaffak olurlarsa onları sadaka olarak fakirlere dağıtacaklar… Emin ol, sen öldükten sonra kimse işini gücünü bırakıp senin hasretini çekmeyecek. İşler ve ticaret kaldığı yerden devam edecek. Senin görevin bir başkasına devredilecek. Malın ve servetin bölüşülecek, mirasçıların hepsini sahiplenecek. Sen ise kazandığın o malların hepsinden tek tek hesaba çekileceksin. Öldükten sonra senden alınacak ilk şey adındır. O nedenle öldüğünde sana ‘cenaze’ derler; kimse seni isminle çağırmaz. Sana namaz kılmak için geldiklerinde, adını sormaz, ‘Cenaze nerede?’ diye sorarlar. Omuzlarında taşıdıklarında ve defnettikleri zamanda da adını söylemez, Cenazeyi tutun derler…’ Hepsi doğru ve alışık olduğumuz gelişmeler, Ama burada, Cuma vaazı gibi önemli bir açıklama var: ‘O hâlde, dikkatli ol; Soy, nesep, milliyet, para ve makam seni aldatmasın… Öldükten sonra senin için üç tür üzüntü olur: 1- Seni biraz tanıyanlar,’ Yazık!’ derler. 2- Seni daha fazla tanıyan dost ve arkadaşların birkaç saat veya en fazla birkaç gün üzülür, sonra da Şakalarına ve gülüşlerine devam ederler. 3- Yokluğunu ve ayrılık acısını derinden hisseden ailen ise birkaç hafta, birkaç ay veya en fazla bir yıl üzüntünü yaşarlar, Sonra da seni kendi hatıralar arşivine atarlar. *- DİĞER TARAFA GİTMEZ İşte bu şekilde senin halk arasındaki öykün son bulur. Güzelliğin, sağlığın, çocukların, evin, eşin, malın ve mülkün ne varsa hepsi elinden çıkar… Bu anlatılanlar hayatın, gerçeğin bilinen ve görünün yüzüdür. Ben de geçenlerde dini törenleri ve inanışları bir yana bırakarak belirtmiştim. Hatta Şadıman Hocam, yazıma ‘Akıcı ve çok güzel’ diyerek yorum da yapmıştı. Fakir fukara, ya da sıradan bizlerin cenaze törenleri birkaç akraba ve tanıdıkla kaldırılır, ya ünlüler ve çok varlıklılar? Çok kalabalıklarla… Ama herkes kameralara çıkmak, fotoğraflarda görünmek için adeta çırpınır. Kendini herkese tanıtmaya çalışır. Çünkü bir şekilde beklentisi vardır. Bu beklentiler de çeşitlidir… Bir ara camide olduklarını unutanlar, anlattıkları hikayeye kendilere gülüp kahkaha bile atarlar. Üzüntü sadece basit bir maskedir. Hacı Nuri ağbimiz bilir. Padişahların dalkavukları gibi tarihta ‘özal ağlayıcılar’ da vardır. Ne kadar ağlar, kendini yerden yere atar, paralarsa o kadar bahşişi parayı hak ederdi. *- DEĞERLERİMİZ NEREDE? Lütfiye Kader, değerli öğretmenlerimizden biri. Kendisine bugün şu notu geçtim: ‘Değerli Hocam (öğretmenim) bugün senin yazını okumak için Bursa’ya gidiyorum!’ Tabii ironi yaptım. Çünkü makaleleri, ‘Düşünce farklılıklarımız, kültürel zenginliğimizdir’ diyen Bursa Arena’da yayımlanıyor. Şimdi de söz Lütfiye Kader Öğretmenimizde; “Öğretmen olarak ilk görev yerim Serik İmam Hatip Lisesi’ydi. Türkiye’nin en güzel şehirlerinden biri olan Antalya’yı bileğimin ve şansımın gücüyle kurada çekmiştim. Kura hikâyesini (https://www.genelhaberler.com/kose/oku/6903) okuyabilirsiniz. Serik İmam Hatip Lisesi, Serik için önemli ve gerekli bir okuldu. *- KÖYLÜ BİR KENT Serik, o zamanlar pamuk ve toprak ağalarının zenginliği içinde köylü bir kentti. Bu yüzden tarım önemliydi. Türkiye’nin neredeyse narenciye zincirinin %50 sini karşılayan verimli toprakları olan, şehir merkezine yarım saatlik uzaklıkta bulunan sahil kentlerinin (Side, Manavgat, Alanya gibi) ayağında bir şehir olmasına rağmen, turizmini iyi canlandıramamış, şehre yakınlığı dolayısıyla kendi içinde çok da kalkınamamış bir kazaydı. *- KÜFE GERİYE GİTTİ Öğretmenliğimin ilk ve en güzel yıllarını orada geçirdim. Serik‘te iken annem ve babam beni hiç yalnız bırakmamışlardı. Ne de olsa ‘kız çocuğu, başına bir iş gelmesin!’ diye benimle kalıyorlardı. Evim okuluma çok yakındı. Serik’in tanınmış esnaflarından Aksekili beyaz eşyacı satıcısı bir bayinin evini tutmuştuk. Üç katlı bir bina idi. Ben üçüncü katta oturuyordum. Bir gün, okuldan çıkışta eve döndüğümde kapıyı açınca kocaman bir küfe gördüm. İçi meyve ve sebze doluydu. Annem ve babamın meyve sebze aldığını düşünmüştüm. Babam kızım bunu biz almadık ‘Hasan Ali’ diye bir öğrencinin ablası getirdi’ dedi. Çok şaşırmış ama hemen tepkimi koymuştum. -Nasıl alırsınız anne! Beni ne duruma düşürdüğünüzün farkında mısınız?” diye sesimi yükselttim. ‘Yarın, bunu geri vereceksiniz’ dedim ve uzun süre konuşmadık. Hâlbuki dürüstlüğü ve adaleti bana annem ve babam öğretmişti. Babam, öğrencimin bana karşı sevgi ve saygısını gösteren bir davranış olarak nitelediği için küfeyi aldığını söylemişti. Ama ben böyle bir davranışı asla kabul edemezdim. Ertesi günü sebze ve meyve dolu küfeyi geri verdik. *- YA ŞİMDİ! ‘Neredeeeeen nereyeee!..’ derler ya… O zamanki değerler anlayışımız, adalet ve liyakatlerimiz şimdi o kadar yozlaşmış oldu ki, milyonlarca insanın önüne geçerek sınav soruları çalınıyor, gençlerin gelecekleri karartılıyor. Yüzlerce sahte diplomayla profesörler, mühendisler, doktorlar, öğretmenler ve devletin en üst kademesinde bulunan insanlar vicdanlarını nerede kaybettiler! diye sormadan edemiyorum. İnsanların atalarından kalma malları mülkleri veya alın teriyle kazandıkları birikimlerinin sahte tapularla satışı, hangi ahlaksız ve vicdansızın işidir? *- ELE ALINMALI Milli Eğitim Bakanlığı ( MEB) okullarımızda “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” denilen “ÇEDES PROJESİ” bu işin neresinde fayda sağlıyor? Örgütlü suç çeteleri, bu ülkenin temeline dinamit koyarak herkesi aynı cehenneme sürükleyip suça ortaklık yapılması ve ses çıkartamayanların bu suç ortaklığına neden boyun eğdikleri ortadır. “Tencere dibin kara seninki benden kara” örneği gibi. *- SORULAR, SORULAR… Gençlerimizin çoğu uyuşturucu belasına bulaşıyor, kumar batağına saplanıyor. Aile yapımız neden bozuldu? Uyuşturucu üreten ülkelerin Afganistan ve Asya ülkelerinin pazarı olan Avrupa ve Amerika için bu uyuşturucu yolları neden Türkiye üzerinden geçiyor. Türk aile yapısının etkisiyle uyuşturucu belasından yıllarca gençlerimizi ve ailelerimizi biz korumuştuk. İnsan neden böyle şeylere bel bağlar? Yetersizlik duygusu taşıyorsa, öz güven eksikliği varsa, Çocukken, çok şiddet görüp çok sıkıntı çekmişse, Sevgiden mahrum yetişmişse, Kişilik bozukluğu var ise, Sosyal hayatı eksik ise, Birey kendisini güçlü görmüyorsa ve korkuyorsa kendisine, ailesine, ülkesine, milletine zarar verir. *- GÖRDÜĞÜNÜ YAPAR Nasıl gördüyse nasıl yaşadıysa çocuk onu öğrenir ve ne kadar eğitim de alsa aileden gelen olumsuz genlerin ve öğretilerin etkisiyle, hak yer, kadın öldürür, sahtecilik, talan, soygunculuk ve cinsel istismar yapar, değerlerimizi yok eder. Toplum bütünlüğünü ve sağlığını bozar. En büyük değerler aile, vatan millet sevgisi, saygısı ve kültürdür. Bunlar olunca onur, haysiyet, güçlü duruş, zaten kendiliğinden oluşur. Bu yüzden Türk aile yapısının maneviyatı ve kültürel yapısı korunmalıdır. *- KENDİNİ HAKLI SANANLAR Günü, ‘Halil Kocakabak’ın ‘Gerçek sözlerden bir demet bırakıyorum buraya…’ deyişiyle kapatalım: ‘Manzara ne kadar güzel olursa olsun sana acı veren pencereyi kapatacaksın… Çünkü bazen en çok güvendiğin insan en derin yaran olur, en çok değer verdiğin yokluğunla seni sınar. Sen fedakârlık yaptıkça, o bunu kendine hak zanneder, sen sessiz kalıyorsun diye, kendisini haklı sanır… Ve belki sen hepsini affedebilirsin ama gün gelir kendini affedemezsin… O yüzden unutma; seçmek kadar vazgeçmek de önemlidir bu hayatta… Zira herkesi yarına götüremezsin, ‘dün’de kalmalıdır bazıları da…” *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

BAŞIMIZ SAĞ OLSUN! ACIM BÜYÜK! BOLU'DAKİ OTEL YANGININDA 66 İNSANIMIZI KAYBETTİK

KİTAPLARIN ANLATAMADIĞINI ANLATIYOR