19 YILLIK ÖĞRETMENMİŞ (!)
YAŞAR EYİCE
*- UNUTMA
Roma imparatoru Marcus Aurellus bir zafer kazanıp da şehre geri döndüğünde halkı selamlarken, tacı başından düşmesin diye yardımcısı yakınında durur, tacı tutarmış!
Ancak yardımcısının tek görevi bu değilmiş!
Bu kişi imparatorun kulağına eğilir, ‘Memonto Mori’ dermiş..
‘Ölümü hatırla, zafer sarhoşu olma, ölümlüsün unutma!’
Unutmayacağımız çok örnek var.
İşte birisi;
‘Eğitim gerçeklerin öğretilmesi değildir.
Düşünmek için aklın eğitilmesidir!’
‘Eğitim’ dedik ya duymuşsunuzdur;
‘Bu ülkede, ataması yapılmayan, bekleyen o kadar çok öğretmenimiz varken, Trabzon’da ‘sahte öğretmen’ yakalandı.
19 yıldır öğretmenlik yapıyormuş!
Yetmemiş, 2025 yılında, yani bu sene, ‘Yılın Öğretmeni’ seçilmiş!”
Aslında bu ‘iyi haber’ çünkü, artık öğretmenlerin de olsa, doktorların da olsa ‘doğrusu’ sahtesi öğreniliyor, ortaya çıkarılıyor.
Şimdi de ‘Doktor’ sözcüğü önemli bir konuyu gündeme getirdi.
Anlatayım:
*- KABAHAT KİM DE?
Bir değil, birçok hastaneden ‘aynı yanlışı’ duydum, öğrendim.
Hatta bir keresinde bizim de başımıza gelmişti”
Emekliliğini kazandığını belirten sevgili Seda Doğan anlattı:
‘O ana kadar her şey çok güzeldi, tıkır tıkır işliyordu.
Annemin göz rahatsızlığı acil servis doktorunun dikkati sayesinde ortaya çıktı.
Uzmana danıştı ve hemen yakındaki bir üniversite hastanesini sevk etti.
Orada da çok ilgilediler, servise havale ettiler.
Gayet iyi muayene edildi, ameliyattan yeni çıkan doktor tarafından.
‘Önemli’ diyerek hemen ameliyat edilmesini önerdi.
Ertesi gün için sıra verdiler.
Ancak ameliyat gerçekleşmedi, annemin gözü mikrop kapmış.
İlaç veren doktor, ameliyat günü ve saati için randevu verdi.
Ama o gün doktor yoktu!
‘İzne çıktı!’ dediler.
Başka doktorlar kesinlikle ilgilenmiyor.
‘Kendi doktorun ilgilensin, operasyonu gerçekleştirsin!’ diyorlar.
Doktorumuza minnetarız, annemin kör olmasını önlemişti.ul
Ama ameliyat günü yoktu…
Herhalde sabah saatinde, ‘Tamam sen izinlisin!’ mi denmişti.
Önceden izne çıkacağını bilmiyor muydu?
Bildiğini kabul edelim!
Neden izin günü için ameliyat saati vermişti?
Yani ortada önemli bir anlaşmazlık var.
Belki de, beş dakika vakti olmayan diğer meslektaşları da ‘Biçe ne diyorlardı!’
Kabahat kimde?
En iyisi suçu, zavallı sekretere’ yükleyelim…
‘Neden böyle önemli hata yaptın, ya hasta zaman kaybı yüzünden (kör’ olursa bunun cezasını kim çekecek?
Hiç duydunuz mu, ceza alanı?
Ama özellikle bu yaz aylarında, çoğunluk, bir şekilde tatile çıktığından, doktorların yerine, onun hastalarına bakacak bir meslektaşı olmalı.
Bu ilk değil, bu gidişle tedavi ve operasyonlar geriye kalıyor,
Son nokta, yani neşter anında konulmalı ve vurulmalı…
Yoksa her şey bir anda sıfıra düşüyor, dönüşüyor.
*- SALLANTIYI HİSSETTİM
Sındırgı (Balıkesir) depremini duyduk, hissettik.
Aynı gün, duyarlı bir vatandaşımızın yaşadıklarını paylaşmıştım.
Mustafa Alhat, deprem nedeniyle yıkılma tehlikesi olan evini ya da bulunduğu apartmanı anlatmıştı.
Araştırmasına göre, ‘güçlendirme’ sil baştan yapmak aynı paraya mal oluyor.
Yani kazanan hep inşaatçılar ile müteahhitler oluyor.
Gözünü açmazsan, inşaat başladıktan sonra eline geçen ödemeler gözünü açtırıyor ama geç kalıyorsun.
Aslında ne yaparsan, kime danışırsan boş, şansın varsa, ‘İyi süt emmiş’ birilerine rastlarsan mesele yok gibi olur, birazcık azalır.
Hazine arazilerine ‘kaçak’ gecekondu yapanlar, şimdi apartman sahibi oldular, aflar sayesinde..
Ama Mustafa Alhat gibiler, bir noktada kara kara düşünüyor
Çünkü gerçek mallarının gerçek değerli arsaları, yok çekme, yok anlattığın gibi bilmem ne, nedeniyle halkın ifadesiyle kuşa dönüyor.
Neymiş yenileniyormuş…
Neymiş değer kazanıyormuş!
100 metrekare daire ile 30 metrekarelik bir artı bir mi ne deniyor, konutun değeri bir olur mu?
Bu konu umarım bilirkişiler tarafından değerlendirilir ve hiç kimsenin hak kaybı olmadan yenilenmiş ya da güçlendirilmiş evinde, dairesinde sıkıntısız günler, yıllar geçirir.
Bilim insanı profesörün anlatımı kulağımdan gitmiyor!
‘Bugüne kadar ölenlerin hep fakirler olduğunu gördüm!’
Bir de ısrarlar, ‘Hep yapılması gerekenleri sıralıyoruz, Ne okuyan , ne dinleyen, ne de uygulayabilen var!.. Çünkü bunlar para isteyen noktalar, Parası olana zaten sorun yok. Vay olmayana???’
*- KULAĞINI ÇINLATTIM
Sındırgı depremi sonrası halk geceyi statta geçirmiş…
Güzel…
O sahayı kim yaptı?
Bir zamanların fırtına oyuncusu İzmirsporlu Sezen Kadıoğlu belediye başkanı olmuştu.
Sanıyorum 1973- 1977 yılları arasında idi ve beni de ilçeye davet etmiş, ‘Gençlerimiz için yaptırdığım futbol sahamızın açılışını katıl!’ demişti.
Gerçekten önemli ve büyük bir hizmet idi ama ‘Bu nedir? Bu savurganlık!’ diye karşı çıkanlar olmuştu, bunları da anımsıyorum.
Bakın futbol sahası yıllar sonra da olsa işe yarıyormuş.,,
Sezen Kadıoğlu sanıyorum Beşiktaş’tan İzmirspor’a transfer olmuş ve jübilesini İzmir’de yapmıştı.
Önce Urla’da Atatürk mahallesinde komşularımdan olmuştu.
Son gördüğümde Urla- Çeşmealtı’na yerleştiğini söylemişti.
Bunları yine en iyi, eski spor yazarlarından İzmirsporlu Ali Kıray bilir.
*- DOĞRUSU BÖYLE…
Gazeteci Doğan Prepol göndermişti.
Şu ana kadar dikkatimden kaçmış.
Daha doğrusu gelen maillerin hepsini takip edemiyorum.
İşte böyle çoğunu kaçırıyorum.
Söyleyeceğim tek söz var, sizlerden; ‘Af ola!’
Neyse şimdi güzel sözlere bir göz atalım:
“Paranı ver, gönlünü ver, selam ver, canını ver ama; SIRRINI verme!
Günlerini say, büyüklerini say, paranı say ama; YERİNDE sayma!
Emek ver, kulak ver, bilgi ver ama; Hiçbir zaman BOŞVERME!
Satıcı ol, alıcı ol, bulucu ol ama; BÖLÜCÜ olma!
Eşini beğen, işini beğen, aşını beğen ama; KENDİNİ beğenme!
Fidan büyüt, garip doyur, çocuk besle ama; KİN besleme!
Davet et, hayret et, af et, tövbe et ama; İHANET etme!
Hedefe koş, yangına koş, yardıma koş ama; ŞİRK koşma!
Elini aç, gözünü aç, kapını aç ama; AĞZINI açma!
Okumaktan zarar gelmez, oku ama; LANET okuma!
Rakibini seç, sınıfını geç ama; GÜLÜP geçme!
Ev al, araba al, abdest al ama; BEDDUA alma!
Zülmü devir, nefsi devir ama; ÇAM devirme!
Yaklaş, konuş, tanış ama; UZAKLAŞMA!
Doğrul, devril ama; EĞRİLME!
Seslen, uslan ama; YASLANMA!
İtil, atıl ama; SATILMA!...”
Şimdi de günün yorumuna bir göz atalım…
Nedense böylesine olumsuz durumlar hep çıkıyor, hep dediğim yıllardır.
*- YILLARDIR BÖYLE…
CHP’de delege seçimleri ve bitmeyen parti içi mücadele!
Tekrarlıyorum:
CHP’de Delege Seçimleri ve Bitmeyen Parti İçi Mücadele!...
Cumhuriyet Halk Partisi’nde bu yıl gerçekleşecek olan delege, ilçe, il ve kurultay seçimleri için listeler askıya çıktı.
Parti içi mücadele mi dersiniz, parti içi savaş mı?
Onu bilemem; ama toplantılar başladı bile!
Uzaktan izlediğinizde çok ilginç manzaralar görebiliyorsunuz.
Mesela, birkaç seçim önce ‘bu son seçimim’ açıklamaları yapan partililerin, hâlâ mücadeleye devam ettiğine ibretle tanıklık ediyoruz.
Ya da geçmiş seçimlerde birbirleri hakkında ağır sözler sarf edenlerin bugün kol kola yürüdüklerini gördüğümüzde artık şaşırmıyoruz!
*- SAKIN ŞAŞIRMAYIN
Savunmaları da bildik klişe sözler, ‘siyasette küslük olmaz!
Elbette yalnız siyasette değil, yaşamda da küslük olmaz, fakat omurgalı, dik duruşlu ve onurlu da olmak gerekmiyor mu?
Ya tükürmeyeceksin ya da tükürdüğünü yalamayacaksın…
Bu tablo, bana Türk siyasetinin önemli figürlerinden Osman Bölükbaşı’nın o unutulmaz sözünü hatırlatıyor:
“Dün sövdüklerini bugün övenler, dün övdüklerine bugün sövenler göstermişlerdir ki:
‘Köpek her avcı ile ava çıkar!’ ”
Delege olmayı başarabilmek, ilçe veya il başkanı yahut kurultay delegesi seçilebilmek adına geçmişte birbirleri hakkında ağır ithamlarda bulunanların, bugün kol kola girmelerine sakın şaşırmayın!
*- DİKKATLİ OLUN!
Biz yıllardır bu sahneleri çok yaşadık.
Hatta, bıraksan nasıl gideceğini bilmediği mahallelerde siyaset yapan, farklı hesaplar peşinde dokuz takla atanlar da eksik olmaz.
Çünkü bu kişiler, parti ilkelerinden çok, kendi menfaatleri doğrultusunda hareket ederler.
Ellerine fırsat geçti mi, belediye imkânlarını da sonuna kadar kullanmak isterler.
Adında ‘halk’ olan ve sosyal demokratlığı savunan bir partide bu tip insanların yeri olmamalı diye düşünüyorum.
Onun için de gerçekten CHP'li üyeler çok dikkatli olmalı değil mi?
Mahallenizde, yaşamayanlara, nerede olduğunu bile bilmeyenlere, oturmayanlara destek verdiğiniz sürece siz gerçek CHP’liler hiçbir şey olamazsınız, sürekli kullanılan ve aldatılan sizler olursunuz.
Sonra söylenenleri duyup, yazılanları okuyunca kahrolursunuz, çoğu zaman olduğu gibi…
*- ÇIKAR PEŞİNDELER
‘Ne yazık ki, bazı CHP üyeleri Cumhuriyet Halk Partisi’nin menfaati için değil, kendi çıkarları için koşuyor.
Başınızı kaldırıp etrafınıza bakarsanız, ne demek istediğimi net bir şekilde göreceksiniz.’ Diyor Doğan Prepol!
Sonra şöyle devam ediyor:
‘Umarım bu delege seçimlerinde bu söylediklerim gerçekleşmez de yanılan kişi ben olurum.
Ancak şu ana kadar duyduklarım, okuduklarım ve gördüklerim, yanılmadığımı gösterir nitelikte.
Özetlemek gerekirse;
Delege ağalığı yıkılmadığı sürece, rahmetli Osman Bölükbaşı’nın sözü güncelliğini korumaya devam edecek gibi görünüyor…”
Ben de sadece ‘Sağlıcakla kalın!’ diyorum, Doğan kardeş gibi…
*- ÖNEMLİ HATIRA!
Safiye Ayla anlatmıştı:
“İzmir eşrafından Halim Alanyalı adında bir hayranım vardı.
Bana sık sık tenekelerle yağ, çuvallar dolusu erzak ve sabun yollardı. Ben de bir gün tuttum, hepsini Bursa’ya Nazım’a gönderdim.
Aradan birkaç gün geçti, bir sabah sivil bir polis gelerek beni Birinci Şube’ye götürdü.
Nazım Hikmet’e erzak gönderip göndermediğimi sordular.
Hiç çekinmeden ‘Gönderdim, gene göndereceğim’ dedim.
Komiser, ummadığı bu cevap karşısında sinirlenerek, ‘Bana bak Safiye Hanım, sen komünistleri mi besliyorsun?’ diye bağırmaya başladı.
Ben de sinirlendim ama bozuntuya vermedim.
‘O sizin tarifinizle komünist olabilir.
Ben komünistlik, momünistlik nedir bilmem.
Böyle şeylere de inanmam.
Arkadaşım hasta ve parasız. O nedenle gönderdim.
İhtiyacı olduğunu duyarsam gene gönderirim’ dedim.”
Belki de Doğan Propol’un CHP’li bazı partililer için ‘Dik duruş!’ dediği böyle bir şey olmalı.
Önce Halim Alanyalı’dan söz edeyim:
Şu kadarını bilin, Konak’tan Kemeraltı’na yani İzmir’in dünyaca ünlü, İstanbul’un Mahmutpaşası gibi kalabalıkların olduğu önemli çarsısına girdiğinizde hemen az sonra sol tarafta Hükümet Konağı sağ tarafta ise Halim Alanyalı pasaj ve sinemasını görürsünüz.
Bir gün daha geniş anlatırım.
Peki ‘Atatürk’ün Şarkıcısı’ olarak bildiğimiz ve tanıdığımız Safiye Ayla’yı tanıyor musunuz?
Genç nesle tanıtmaya çalışayım:
*- SAFİYE AYLA'NIN HAYATI
Safiye Ayla Targan, Türk sanat müziğinin en güçlü ve kendine özgü seslerinden biri olarak Cumhuriyet dönemine damgasını vurmuştur.
Hayatının önemli dönüm noktaları:
Doğum: 14 Temmuz 1917 (bazı kaynaklara göre 1907), İstanbul
Ailesi: Babası Hicazîzade Hafız Abdullah Bey, annesi Seyyide Hanım’dır. Her iki ebeveynini küçük yaşta kaybetti.
Çocukluğu: Çağlayan Darüleytamı’nda büyüdü. Daha sonra Bursa Muallim Mektebi’ne kaydoldu ancak hastalıklar nedeniyle mezun olamadı.
Müziğe Başlangıç: Küçük yaşta piyano çalarak müziğe ilgi duydu. Eyyubi Mustafa Efendi ve Yesari Asım Bey gibi ustalardan ders aldı.
İlk Plak: 1930’da Columbia Plak Şirketi adına ilk plağını doldurdu.
Sahneye Çıkışı: 1931’de Darüttalim Musiki Heyeti konserinde sahneye çıktı. Kısa sürede assolistliğe yükseldi.
Atatürk’le Tanışma: 1932’de Atatürk’ün huzurunda şarkı söyledi. Atatürk, onun sesini çok beğendi ve özel konserler düzenletti.
Evlilik: 1950’de udi ve bestekâr Şerif Muhittin Targan ile evlendi.
Soyadı: Eşinin soyadını alarak “Safiye Ayla Targan” olarak anılmaya başladı.
Plaklar: 500’den fazla plak doldurdu;
‘Çile Bülbülüm’, ‘Yanık Ömer’, ‘Bir İhtimal Daha Var’ gibi eserlerle tanındı.
Tarzı: Kendine özgü yorumuyla, hem klasik hem halk müziği eserlerini başarıyla seslendirdi.
Vasiyet: 1968’de hazırladığı vasiyetname ile tüm mal varlığını Türk Eğitim Vakfı’na bağışladı.
Ölüm: 14 Ocak 1998’de İstanbul’da hayatını kaybetti.
Defin: Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.
Safiye Ayla’nın sesi, sadece bir dönemin değil, Türk müziğinin kalıcı bir parçası oldu.
Günün özeti:
İnsan içindeki niyetin tonunda yaşar!
Kalbi neyle yoğrulmuşsa onu görür, yolu ona döner.
Kimi karanlığını taşır, kimisi güneşi!...
Mutluluğunun sürmesini istiyorsan, hayatındakilerin de mutlu olmasına özen göster, derler…
*-
Yorumlar
Yorum Gönder