SELLUKALAR İZMİRİMİZİ SARSIN
YAŞAR EYİCE
*- SIRADAN OLMA
Yazacaklarım herkese, özellikle gençlere öğüt niteliğinde:
“Davet etmedilerse, kesinlikle gitme!
Sana anlatılmadıysa yine kesinlikle sorma!
Geç davet ederlerse kesinlikle reddet!
Asla kendi değerini küçültme!
Herkesten önce kendine saygın olmalı…”
Böyle davranınca, ‘Ne olacak canım!’ gibi davranışını önemsemeyenlere de ‘Hadi canım sende!’ bile demeden geç git…
‘Tavır’ senin karakterini ve duruşunu gösterir…
Sıradan olma!...
Birinin peşine takılma, kuyruk olma…”
Şunları da ilave edeyim:
“Patronun köle gibi çalışmanı ister,
Ailen, onların istediği gibi biri olmanı,
Sevgilin ise sürekli değişmeni ister.
Kimse olduğun gibi görmek istemez seni.
Herkes kendi icat ettiği gibi bakar sana.
Sonuç olarak bambaşka bir insan olursun...!”
*-TAŞ, KAĞIT, MAKAS
Akademisyen- Spor Yazarı- Araştırmacı Murat Adıtatar, doksanlı yıllardan bu yana siyasette, ekonomide ‘etkin bir güç’ olan küresel sermaye gruplarını araştırıyor.
Savaşlar çıkaran, sağlık, sinema, medya sektörlerinin sahibi olan, silah tüccarlığı yapan, içki ve uyuşturucu ticaretini kontrol eden bu küresel baronlarla ilgili çokça okuyarak, birçok uzmandan da çok fazla bilgi sahibi.
Değerli Yazar Murat Adıtatar, özellikle Texe William Marrs ve Erol Bilbilik’in kitaplarında ve Mustafa Yıldırım’ın ‘Sivil Örümceğin Ağında’ kitabında konunun çok detaylı işlendiğini belirtiyor.
Başta para olmak üzere neredeyse her sektörü kontrol eden bu örümcek ağının yapılanması ve işleyişi nasıl oluyordu?
Devletler üzerinde etkileri nelerdi?
İşte bu konuları içeren ve yeni basılan bir kitap eline geçmiş sevgili meslektaşım Murat Adıtatar’ın eline:
‘Taş, Kağıt, Makas...’
Yazarı da; Cemil Şinasi Türün…
*- BABADAN OĞULA
Yazar Cemil Şinasi Türün, yukarıda anlattığım bu dünyayı yöneten mekanizmayı üç kavram üzerinden o kadar güzel anlatmış ki, bir solukta bitirilecek cinsten.
Yani lam-lom falan yok.
Yazar Türün, kavramları şöyle açıklıyor.
KAĞITÇILAR: Merkez bankalarının sahibi olan kağıt parayı basan (yakında tamamen dijital olacak) bankalar sisteminin sahiplerini bu gruba dahil ediyor.
Merkezi İngiltere...
Esasen çıkış noktası 1700’lü yıllarda Almanya Frankfurt...
Baba Amchell Rothschild, o dönem Almanya’daki prensliklerle para ticaretine başlıyor.
Yani tefecilik yapıyor.
İşin kârlı olduğunu görünce dört oğlunu Avrupa’nın dört büyük şehrine (Paris, Viyana, Milano ve Londra) yolluyor.
Londra’ya giden Nathan, çocukların en akıllısı ve sistem o nedenle daha sonrasında İngiltere’den yürüyor.
*- İKİLİ OYUN
Ailenin büyümesi İngiltere ile Fransa arasındaki Waterloo savaşı (1815) sonrasında durdurulamaz boyuta ulaşıyor.
Hem İngiltere’ye hem de Napolyon’a borç veren Rothschild, savaş sonrası iki ülkeden de dokunulmazlık elde ederek büyük güç sahibi oluyor.
Sonrasında bankacılık sistemini kurarak “paranın tanrısı” haline dönüşüyor.
İngiltere ve Avrupa’daki merkez bankalarından sonra 1913’te ABD merkez bankasının (FED) kontrolünü elde ediyor.
Bu arada Reuters haber ajansını kurdurarak iletişim ağının da hakimi oluyor. Bu sayede istihbarat sağlayarak çoğu olayı önceden öğreniyor.
*- BANKALAR ARASINDA
Kağıtçıların işleyişi ise şöyle:
Başta özel bir banka olan FED var.
Paranın çıkış noktası burası.
Oradan 8 özel bankaya milyarlarca dolar dağıtılıyor.
O bankalardan da daha aşağılardaki bankalara gidiyor.
Bunlar da 32 banka.
Mesela Yapı Kredi ve Garanti’yi satın alan bankalar bu 32 bankanın içinde yer alıyor.
Bunlar ‘batırılmasına izin verilmeyecek bankalar’ olarak tanımlanıyor.
Bu bankalar da devletlere, şirketlere fonlama yapıyor.
Bir piramit düzeni var.
Bunların arkasından da ülke bankaları geliyor.
*- MADENCİLER
Kitapta gelişim şu şekilde devam ediyor.
Örneğin, çocuk hatta büyükler oyununda olduğu gibi ‘Taşçılar’ anlatılıyor:
TAŞÇILAR: Bu grup ‘madenciler’ olarak tanımlanmış yazar tarafından. 'Almanya kökenli bir ailenin kontrolünde.
Orijinal ismi Rogenfeller. Sonradan Rockefeller oluyor.
Amerikan petrol endüstrisi devi Standard Oil’in sahibi olan aile 19. Yüzyılın sonu ve 20. Yüzyılın başlarında John D. Rockefeller ve kardeşi William A. Rockefeller Jr. tarafından kuruluyor.
Chase Manhattan Bank da aileye ait.
ABD Texas’ta küçük işletmeleri satın alarak büyüyorlar.
O kadar büyüyorlar ki, ‘tekelleşme yasası’ nedeniyle ABD hükümeti 20. Yüzyıl başında şirketi ‘yediye’ bölüyor.
Bölgesel şirketler haline geliyorlar ancak birbiriyle bağlantıları devam ediyor.
Taşçıların içinde demiryollarını finanse eden J.P. Morgan, Dale Carnegie gibi çelik tüccarı da yer alıyor.
*- TAŞÇILAR VE KÂĞITÇILARIN ORTAKLIĞI
Kâğıtçılar ile Taşçıların yolları ilk defa 1908 yılında Bakü’de kesişiyor.
O dönem petrol çok yaygın kullanıma sahip değil.
Sadece evlerde gaz yağı olarak ışıklandırmada kullanılıyor.
Ancak her yerde bulunmayan kömür yerine fuel oil denilen petrol ürünüyle gemilerin uzun zaman gidebileceği rapor ediliyor.
O dönem bilinen en önemli petrol havzası Hazar Denizi ve Bakü.
1937’ye kadar Arap petrolleri çıkarılmıyor.
Sadece Bakü ve İran’ın Ramadan kentinde petrol rafinerisi var.
Standart Oil, Rothschild’in finansal desteğiyle Bakü’ye gelerek 7+1 petrol şirketini satın alıyor.
Bunlara o dönemde ‘pamuk prenses’ ve ‘yedi cüceler’ deniyor.
Bu şirketlerin bir kısmı İsveçli Nobel kardeşlere ait. Diğer küçük şirketleri de satın alıyorlar.
*- HER ÜLKEDE PARMAKLARI VAR
Bu satın alma işlemlerine ‘Osmanlı vatandaşı Gülbenkyan’ aracılık ediyor.
Her işten yüzde 5 komisyon aldığı için ‘Yüzde 5 Gülbenkyan’ lakabıyla biliniyor.
Yazara göre Rothschild ve Rockefeller, 1917’de Rus devrimi sonrası Sovyetler Birliği ile günümüzde de Rusya ile devam eden gizli bir anlaşma yapıyor.
Sovyetler Birliği içindeki madenlerin işletilmesi için ortaklık kuruluyor. Böylece petrolü ve diğer madenleri çıkartıyorlar.
Günümüzde dünyada dolaşımda olan paranın yaklaşık yarısı enerji sektörüne harcanıyor.
Bir anlamda parayı basan şirketler (kağıtçılar) ile enerjiyi üreten şirketler (taşçılar) işbirliği yaparak çok büyük gücün sahibi oluyor.
Aralarında devletler üstü bir anlaşma yapıyorlar.
*- GÜÇLERİ SAYESİNDE
Güçlerinin zirvesine ise 1971 yılında ulaşıyorlar.
ABD başkanı Nikson, o yıl altın standardından çıkıyor.
Suudi Arabistan ile ABD özel bir anlaşma yapıyor.
Rockefeller’ın danışmanı olan Hanry Kissenger’ın hükümetteki gücü sayesinde petro – dolar sistemine geçiş yapılıyor.
O tarihten itibaren satılan bütün petrol dolarla işlem görüyor.
Yazar Cemil Şinasi Türün, Kağıtçılar ile Taşçılar arasında işbirliğini şöyle açıklıyor:
Parayı Kağıtçılar üretiyor.
Ancak kullanım hakkı için arkasında Taşçıların olması gerekiyor.
Bir anlamda garantör ve sigorta işlevi görüyor.
Parayı basanlar Kağıtçılar, sigortayı verenler Taşçılar.
Taşçılara ait büyük sigorta şirketleri var.
Bir de arada ülkelerin kredi risk primlerini hesaplayan Moodys, Standard & Poor’s gibi şirketler var.
Bunların hepsi aynı merkezlerden yönetiliyor.
Sonuçta verilen krediler faiziyle basıldığı bankalara geri dönüyor.
*- HADİ CANIM SENDE
Akademisyen- Yazar Murat Adıtatar bu arada ‘Ortaklıktaki Çatlak’ı da ele almış.
Belki bir gün yazısından bu kısmı da alıntı yapar, sizlerle gerisini de paylaşırım.
Yani işler ‘zeka ile kurnazlığın’ birleşiminden geçiyor.
Bizler de sadece seyirciyiz.
Zaten bunlar güçlerini kimseyle paylaşmazlar, ‘ezmeyi’ ve ‘sömürmeyi’ en iyi şekilde bilirler.
Aklıma hep ‘güç’ ile birlikte Napolyon yani ‘Para’ geliyor…
‘Ahlak’ mı?
Bunların kapısının önünden bile geçmez…
*-
Yazılarımı hep uzattıkça uzatıyorum.
Neyse ki, ‘ortaklıktaki çatlağı’ da ele almadan yazıyı noktalayabildim.
Yoksa yeni bir kitap daha ortaya çıkacaktı.
Akademisyen- Spor Yazarı- Araştırmacı Murat Adıtatar’ın, doksanlı yıllardan bu yana siyasette, ekonomide ‘etkin bir güç’ olan küresel sermaye gruplarını araştırdığı şekilde sizlere özet anlatım bile bu kadar uzun olarak, ucuz et ve gıda kuyruklarındaki insanlarımız gibi gelecek, ulaşacaktı.
Ama yine de olsun;
Neden mi?
Bakın, yine araştırmacı- yazar- fotoğrafçı Gürol Tulunay hasta yatağından, makalelerimi okuyunca ne göndermiş:
‘Yalnız başına kalınca, önemli ve ders verici nitelikteydi Eyiice…
Teşekkür ederim.
Selam ve sevgilerimle…’
Benzer cümleleri kullanan Maden Mühendisi Göksel Yelken de, ‘Sanki aklımdan geçenleri naklediyorsunuz’ diyor.
*- ARAŞTIRMACI ÇİFTEN ÖĞRENDİM
Son zamanlarda karı-koca çalışkan insanlar Erciyas çiftinden söz etmiştim.
Benden, yayınlanacak (yayınlandı) bir kitap için yazı istemişlerdi, nazik Saadet Tuğray- Hüseyin Erciyas çifti.
Son araştırmaları dikkatimi çekti, Erciyas’ların.
Çoğumuzun içine giren ve sinen ‘Kıskançlık’ bunlarda yok.
İşte örneği;
“Pelin Uğur İzmir'de adı belleklerde kalmış bir çiçeği yeniden gündeme getirip, bahçelerde, balkonlarda yeniden yeşermesini sağlıyor uzun süredir.
Çabası büyük, emeğinin karşılığını o kokular İzmir'in her yerini yeniden sardığında almış olacak.
Sayesinde bizler de o güzel çiçekle yeniden buluştuk.
Ben henüz aldığım tohumumu bir bahçem olmadığı için dikemedim ama en azından saksıda yetiştirmeye çalışacağım.
Umarım başarılı olurum.
Bir araya gelmeniz çok keyifli olmuş Semra'cığım.
Bu güzel buluşma mis kokulu bir yazıya dönüşmüş.
Güzel İzmir'in güzel yürekli kadınları, ikinizin de emeklerine sağlık arkadaşlarım. Semra Yeşil, Pelin Uğur...”
İzmirli olduğum halde bu çiçeği bilmiyordum, son zamanlara kadar.
Hatta bir iki belediye başkanı da, ‘tanıtım’ için biraz çapa harcamış
Kent-Yaşam Dergisi’ndeki Semra Yeşil’in yazısını merak ve ilgi ile okudum.
İzmir'de bir zamanlar neredeyse her evin bahçesini mor salkımlı sellukalar sarar, kokularını da bütün şehre yayarlarmış…
‘İzmir'in kaybolan kokusu’nu yazarak yaşatmaya ve hatırlatmaya çabalayan Kent-Yaşam yazarı Semra Yeşil, ‘Sellukalar sarsın İzmir'imizi’ diye yazmış, birlikte okuyalım:
*- SELLUKA NEDİR BİLİR MİSİN?
Semra Yeşil şöyle diyor:
“İzmir’in sarmaşığı Selluka hakkındaki ‘İzmir’in kaybolan kokusu’ isimli ilk yazımı bundan tam on beş yıl önce o yıllarda çalıştığım Akdeniz Tekstil’in sahibi Sevgili Hamit Tatari ile bir sohbetimizden esinlenerek yazmıştım.
‘Sen selluka nedir bilir misin?’ diye sormasıyla başlamıştı sohbetimiz,
’Bilirim’ deyince çok şaşırmış,
‘Nereden biliyorsun? Bu çiçek, uzun zamandır ortalarda yok!’ diye devam etmişti.
Çok haklıydı, çünkü gerçekten de ‘Bilirim’ demiştim ama ben o güne kadar fotoğrafları dışında hiç selluka çiçeği görmemiştim.
Oysa ki Hamit Bey’in çocukluğunun geçtiği İzmir’de o zamanlar neredeyse her evin bahçesini mor salkımlı sellukalar sarar, kokularını da bütün şehre yayarlarmış…
‘Biraz bana o günlerden söz eder misiniz?’ deyince Hamit Bey memnuniyetle anlatmaya başlamıştı.
Zaten o günlere olan özlemi gözlerinden okunuyordu:
*- BÜYÜLEYİCİ KOKULU
Tekstilci Hamit Tatari anlatıyor:
‘Şu an oturduğumuz apartmanın yerinde, mor salkımlı sellukalar ile enva-i çeşit meyve ağaçları ile bezeli çok büyük bir bahçemiz ve ortasında üç katlı, ahşaptan yapılmış, beyaza boyanmış bir evimiz vardı.
İşte ben o evde doğdum.
Deniz tarafında tüm komşu evlerde olduğu gibi uzun tahta bir köprü ile karaya bağlanmış, üzerinde küçük bir soyunma kabini olan banyo bulunurdu.
Yaz aylarında günümüzün büyük bir bölümü bahçede geçer, özellikle akşam yemeği sonrası ailecek bahçede otururken, imbatın serinliğine karışan sellukaların şu an bile burnuma gelen, limon çiçeği ile yasemin arası büyüleyici kokusunu içimize çeker, güzelim körfezi seyrederken, hayal âlemine dalar giderdim.
Mehtaplı gecelerde ise bir başka güzel olurdu bahçelerimiz.
Yemek sonrası bazen ışıklar söndürülür, mehtabın körfezin sularına karışmış yansıması seyredilerek sohbetler edilir, bazen de gecenin sessizliğinde iki ağaç arasına kurulmuş hamaklarda sallanarak şarkılar söylenirdi.
Bu sırada sellukalar da kokularını daha bir güzel yayarak hoş sohbetlere eşlik ederlerdi...”
*- SEVDİĞİNİZİ ‘ÇİÇEK TOHUMU’ İLE MUTLU EDİN
Aniden susunca ben de dalıp gittiğim hülyalı âlemden yeryüzüne inmiş gibi olmuştum.
Bu sohbet sonrası ona sürpriz yapmak istemiş, biraz zor da olsa şans eseri bir selluka fidesi bulup, hediye etmiştim.
Bu onu çok sevindirmişti.
Fabrikanın bahçesine diktiğimiz sellukaya gözümüz gibi baktık, ancak bu nazlı çiçeği hayatta tutabilmek o kadar da kolay olmadı.
Bir süre sonra da kurumasına engel olamadık.
Tekrar tohumlarını bulmak için epeyce uğraşsak da sonunda bulduk.
Bu defa sellukaya Hamit Bey’in Bodrum’daki evinin bahçesi kapılarını açtı.
Özenle dikilip, özenle bakıldıkları haberleri geliyordu.
Ta ki sevgili patronumun 2022 yılında vefatına kadar…
Yazı, yazdığım dönemde çok büyük ilgi gördü.
Üyesi olduğum ‘İzmir İçin Düşünceden Eyleme Grubu’ günlerce sellukayı konuştu.,,
*- FENA MI OLUR?
Deniz Sipahi de, yazının bir bölümünü köşesine taşıyarak, kendisi de selluka için şunları yazmış;
‘Selluka çiçeğini artık çok az evin bahçesinde görüyorum ben de…
Oysa çok hoş kokulu, eflatundan beyaza spiral şeklinde sarmaşık tarzı bir çiçek…
Kokusu limon çiçeği, yasemin arasındadır. Zor yetişir, nazlıdır, ama güzeldir…
Tıpkı İzmir gibi, Ege’nin diğer sahil kasabaları gibi…
Ezgi’nin Günlüğü’nü dinleyenler bilir. ‘Aşk’ albümünde bir şarkı vardır.
‘Yağmur yağdı, gene dallar boyandı.
Sellukalar uyandı.
Işık kapıya dayandı.
Sen, sen, sen aşkı bulsan.
Selluka gibi sarılsan…’
Ne dersiniz?
Şarkıda olduğu gibi sellukalar yeniden uyansa, İzmir’i yine sarsa…
Fena mı olur?”
*- KAYBOLAN KOKU
Şimdi de Semra Yeşil’i dinleyelim;
‘Selluka çiçeğini, sosyal medyada ve farklı mecralarda tekrar tekrar paylaştım.
Çünkü ‘İzmir’in kaybolan kokusu’nun tekrar hatırlanmasını, tekrar İzmir’i sarıp sarmalamasını istiyordum.
İşte tam da ben bunları düşünürken, onu yazarak yaşatmaya ve hatırlatmaya çabalarken, bu konuda fiilen harekete geçmiş bir kişinin varlığından haberdar oldum.
O kişi sevgili Pelin Uğur’du…
Pelin Uğur’un İzmir’in sarmaşığı sellukanın yaşaması ve İzmir’i yeniden sarıp sarmalaması için bir dernek kurduğunu öğrendim.
O kadar sevindim ki anlatamam.
Derneğin faaliyetlerini hep takip ettim.
Bizim Pelin Hanım ile bir araya gelmemiz biraz geç oldu, ama hiç de güç olmadı.
Kendisiyle duvarlarında selluka desenlerinin de olduğu tablolarıyla, ortadaki ahşap masasına açtığı sofrasıyla, o sıcacık dernek ortamındaki sohbetimiz bir yana öncelikle yaptığı çalışmalardan söz etmek istiyorum…’
*- SİZ DE İSTEYEBİLİRSİNİZ
Semra Yeşil’i ilgiyle dinlemeye devam ediyorum.
‘Her şeyden önce dernek, yetiştirilmiş sellukalardan alınan tohumları başta İzmir ve çevresi olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanına hatta yurt dışına bile ücretsiz olarak dağıtıyor.
Bu işe nasıl mı başlamışlar?
Hemen anlatayım;
‘Derneğin kurucularından Selma Aydıngöz, Ege Üniversitesi mezunu bir Yüksek Ziraat Mühendisi.
Yıllarca selluka yetiştirip, çevresindekilere dağıtırken, Pelin Hanım ile tanışıyorlar.
Pelin Hanım ilk tohumları kendisinden edinmiş ve ondan aldığı tohumlarla yetiştirdiği sellukaların tohumlarını bugüne kadar çok sayıda kişiye ulaştırmış…
Derneğe destek veren çok sayıda gönüllü var.
Derneğin gönderdiği tohumlarla onlar da selluka yetiştiriyor ve çevrelerine ücretsiz dağıtıyor.
Pelin Uğur, ‘selluka’nın İzmir için, İstanbul’un ‘erguvan’ı gibi bir ‘sembol’ olmasını arzu ediyor.
Bu yolda çok önemli girişimleri var.
*- ÖĞRENCİLER ve EĞİTİM
Elbette bu derneğin tek faaliyet konusu bu değil.
Pek çok kültürel ve sanatsal etkinliklere de öncülük ediyor.
Tezhip Sanatçısı Kardeşi Selin Hanım ile birlikte Geleneksel Türk El Sanatlarının yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamak için pek çok çalışma yapıyorlar.
Tokat ahşap baskıdan tutun da ebru, tezhip, minyatür gibi geleneksel sanatlarımızın unutulmaması ve geleceğe aktarılması için pek çok sanatçının yetişmesine de vesile olmuşlar.
Bir yandan ihtiyaç sahibi öğrencilere eğitim bursu verirken okullarda selluka tohumu dağıtımı ve çimlendirme etkinlikleri de yapıyorlar.
*- GÖNÜLLÜLÜK ESASI İLE
İzmir’in hem doğal hem de kültürel mirasına sahip çıkarak, şehrin değerlerini gelecek nesillere aktarmayı hedefleyen Selluka Derneği’nde her tür faaliyet gönüllülük esasına göre gerçekleşiyor.
Derneğin hedeflerinden bir tanesi de bir Selluka Festivali düzenlemek. Ahhhh… Olursa ne kadar da güzel olur değil mi?
Umarım bir gün ben de yetiştirdiğim sellukadan tohum alarak, Pelin Hanım ve ekibinin bu güzel çabasına gönülden destek verebilirim…
Hadi bakalım… Sellukalar sarsın İzmirimizi…”
Sevgi ve güzellik saçan bir yazı…
Umarım içimizden bazıları da ‘sellukacı’ olarak ileride karşımıza çıkar…
*-
Yorumlar
Yorum Gönder