VALİ İZİN VERİNCE
YAŞAR EYİCE
*- VALİ İZİN VERİNCE
Bir zamanlar İzmir Valisi’ne, ‘İzin verirseniz, görevlerini düzgün yapmadıklarına inandığım bazı trafik polislerini mahkemeye vermek istiyorum’ dedi.
Görevimi doğru, dürüst, duyarlı bir şekilde yapacağıma inanmış olmalı ki, ‘Tamam’ dedi.
Alsancak’ta Gazi Bulvarı bitişiğindeki bulvar üzerindeki trafik ekibinin, sürücülere laubali bir şekilde davranıyorlardı.
Yanlarına yaklaştım, ‘Hatalı davrandıklarını, ayrıca trafiği açacaklarına, karma karışık hale getirdiklerini, laubali hallerinin hiç de hoş olmadığını, üstelik ekip olarak güvenlik önlemlerini almadıklarını’ söyledim,
Nasıl bir tepki aldığımı düşünün.
Soluğu Kantar karakolunda aldım.
Kantar Karakolu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk Heykelinin bulunduğu Cumhuriyet Meydanı’nda Karşıyaka Vapuru ile deniz üstü iskelesini ortak kullandığı noktada.
Daha önce yazmıştım yazar- şair Attila İlhan, Karşıyaka’dan yönetiminde olan Demokrat İzmir Gazetesi’nin Konak’ta Milli Kütüphane yakınındaki matbaa ve idaresine yürüyerek gider, vapurdan bir iskele öncesinde inerdi.
Kapı görevlisi polis memurunun, sorusunu ‘Trafik polislerinden şikâyetçiyim!’ dedim.
Şaka yapıyorum, sandı.
‘Git başımdan!’ gibisinden laflar etti.
Israrla içeri girdim, ‘Polis memurundan şikayetçi olamayacağım’ belirtildi.
Daha sonra, ‘İfademi ve şikayetimi alacağım bir memurun olmadığı’ belirtildi.
Bekledikçe sinirlerim gerilmeye başladı.
O sırada devriyeden gelen Karakol Amiri Haydar Başkomiserin dikkatini çekmiş olmalıyım ki, ‘Size nasıl yardımcı olabilirim?’ diye sordu.
Durumu anlatınca, ‘Neden vatandaşı bekletiyorsunuz? Sizden de benden de şikayetçi olabilir. Biz gerekeni yaparız, mahkemenin işine karışmayız!’ gibisinden sözler etti,
Haber verilmiş, zamanın Konak Emniyet Müdürü Şamil Bey de gelir gelmez, önce yanıma geldi, ‘Geçmiş olsun, ben de ayrıca konuya eğileceğim’ dedi.
Arada olanları atlayayım.
Mahkemede, şikayetçi olduğum trafik polislerini baba-oğul iki avukat savunuyordu.la
Vatandaşa ne kadar iyi davrandıklarını, trafik düğümünü çözmek için canla başla çalıştıklarını, öyle ki, kendilerinden çok verdiklerini, emniyet tedbirlerini almadan, kesinlikle ezbere park yapmadıklarını’ anlattılar,
Sonuçta bizi barıştırdılar ve şikayetimi geri aldım.
Adım gibi biliyorum, bu mahkeme Trafik Polisleri bir yana tüm teşkilatta duyulmuş ve herkes kendine çeki düzen vermişlerdir.
Bunlar mahkeme kayıtlarında da var, gazete arşivlerinde de…
Bana ‘Mahkeme İzni’ veren İzmir Valisi daha sonra Emniyet Genel Müdürü ve bilahare Kırıkkale Milletvekili seçildi.
*- BU NEDİR?
Bunları neden yazdım?
Urla Kaymakamı ve Urla Emniyet Müdürü ile Trafikten sorumlu kimseye duyuruyorum;
Gişelerden Urla’ya girişte, İtfaiye geçilsin, Jandarma dönel kavşağına gelmeden önce, bir kadın polisin kullandığı Trafik aracı sağ şeritte durmuş.
Farkında olmadan arkasına yanaşanlara da, işaret ederek, şerit değiştirmelerini yani durmadan gitmelerini belirtiyorlardı.
Tabi şerit değiştirmeler sıkıntı yaratıyordu.
Bu nasıl bir düşünce?
Ya yol verme olmasaydı, belki de yaralamalı bir kaza meydana gelseydi suçlusu kim?
Bir bakıyorsunuz Kaymakam’ın talimatı ile birçok trafik polisi Meydanda toplanmış.
Biri gelip geçeni düdük çalarak, uyarıyor ‘Devam et!’ diyor.
Yani bu görev için bir memur yeterli.
Ya diğerleri, taksi durağının yanında herhalde günlük çalışmalarını değerlendiriyorlar.
Bunu da geçelim…
Çarşıya girişin tüm ara sokaklarına kadar belli saatlerrde engeller var.
Zabıta geliyor, kilidi vuruyor gidiyor.
Allah korusun ya yangın çıkarsa!
Ya birisi hastalanırsa!
Sorumlusu kim?
Herhalde bu kararı alanlar hiç felaketle karşılaşmamışlar.
Bunu Kartalkaya’da gördük.
Hala konuşuluyor.
Bilmezler ben anımsatayım;
Bornova’da ve bir yıl ara ile Balçova’da öğrencilerin gittiği internet kafelerde çıkan yangında, içeridekiler kendilerini dışarı atamadan alevlerin arasında kalmış, feci şekilde can vermişlerdi
Ne itfaiye ne de ambulans kilitli yollara girememişlerdi.
Yalnız Urla değil…
İzmir’in Konak ilçesinde, Çankaya’da. İkiçeşmelik yokuşuna doğru görevli bir trafik polisinden söz edecektim.
Tabii benim konum hep tavır ve üslup üzerinedir.
Kendi kendime, ‘Sana ne be Yaşar?’ deyip konunun çözümlerini amir durumunda olanlara bıraktım.
Zira bunları yazarken, 87 yaşında bir kağıt toplayıcısı vatandaşımızın soruları yanıtlamasını dinledim.
İçim burkuldu…
*- SONUÇ BÖYLE OLUR
Okuyucularım anımsayacaktır.
İzmir’de otoparklardan gazeteciler dahil, belediye meclis üyelerinin araçları da ‘Plaka okuma’ sistemine alındı.
Yani bu araçlar, otoparkların tamamından böylece para ödemeden yararlanıyorlar.
Ben ‘Olmaz, hata!’ diye bir iki uyarı yazısı yazdım.
Arşivlerden arayabilirsiniz?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ‘Bu plaka okuma’ sistemini kaldırdığını, örneğin meclis üyesi ya da gazetecinin resmi kimliğini, devletin verdiği eskilerin değişiyle ‘Sarı Basın Kartını’ göstererek, imkandan yararlandığını anlattım.
Dinlemediler.
Çünkü çok bilen müdürler var,
Ama;
Sayıştay denetçileri İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne geldiler.
Ve,
Sayıştay, ‘Belediyenin büyük zarara girdiğini, hiç kimseye ücretini almadan otopark hizmeti verilemeyeceğini’ kayıt altına aldı.
Ve ‘ücretsiz’ otoparklardan yararlananların plakalarındaki otomatik okuma sistemi kaldırıldı.
Neymiş efendim, gazeteci ile meclis üyelerinin 60’şar lira kârları iptal edilmiş oldu.
Şimdi bu ’60 lira kazanç’ için İzmir Gazeteciler Cemiyeti büyük mücadele ediyormuş.
Bakın sonucu söyleyeyim:
‘Bu 60 lira kazanç’ sadece ve sadece Reis’in izni ile tekrar yürürlüğe girebiliyor.
Yani; ne milletvekillerinin, ne de bakanların, ya da partililerin hiçbir dahli yok.
Ama Meclis üyeleri için çare bulunmuş.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne fatura kesiliyor ve ödeme yapılıyor.
İşte vatan, millet, Sakarya diye seçilen İzmir Büyükşehir Belediye Meclis üyeleri de ‘60’şar liradan’ kurtulmuş oluyorlar.
Kimi kutlayalım, onları mı, belediye başkanını mı, bu aklı veren müdürleri mi?
Büyük lafı dinlemezseniz, başınız daha çok sıkıntıdan kurtulamaz.
Benden söylemesi…
Aynı şekilde ‘Körfezin dip çamurlarının’ toplanmasının da ileride büyük sıkıntı yaratacağını iddia etmiştim.
Dünyanın parası harcanıyor ama hesap ve düşünce yanlış…
Bunu önceki yıllarda yaşadık…
Ama bilmezler ki, İzmir ile alakaları yok birçoğunun…
Aynen ‘Kent Konseylerinde’ olduğu gibi…
Hani milletvekillerine ‘trafik cezaları’ için kızıyoruz ya, bu Meclis üyelerine bir sözümüz olmaz mı?
Acaba aylık kazançları ne kadar?
*- BOĞAZLIYAN KAYMAKAMI’NDAN GÜNÜMÜZE
Arada tarih kitaplarını kurcalıyorum.
Ders alınacak çok konulara rastlıyorum.
Bazıları unutturulmak isteniyor, bazıları da hainleri anımsattırıyor
İşte bir örnek;
6’ncı Mehmed Vahdettin, son Osmanlı Padişahı ve 115’inci İslam Halifesidir.
13 Kasım 1918...Osmanlı’nın Başkenti İstanbul işgal edilir.
Padişah Vahdettin direnmez.
Makamını korumak için, İngilizlerle adeta ortaklık kurar.
Örneğin;
Vahdettin, İngiltere’yle sorun yaşamamak için, ‘sözde Ermeni Soykırımı’nı kabul etmekte bile bir sıkıntı görmez.
İngiltere, Padişah’a talimat verir(!)
İngiliz savaş esirlerine kötü davrananların ve sözde ‘Ermeni Soykırımı’na karışanların cezalandırılmasını ister.
*- DERDEST EDİLEREK, HAPSEDİLİR
Yaklaşık bir ay sonra;16 Aralık 1918...
Sözde ‘Ermeni Soykırım’ yalanıyla, Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey tutuklanır.
Meşhur Bekirağa Bölüğü’ne, askeri cezaevine atılır.
O dönem Silivri yoktu...
Padişah ve Başbakan Damat Ferit, muhalifleri Bekirağa Bölüğü’ne gönderirlerdi.
*-TESADÜFE BAKIN
5 Şubat 1919...
Mehmet Kemal’in yargılaması başlar.
Mahkeme üyelerinden bazıları, Ermeni’dir.
Tesadüf bu ya... Tanıkların da çoğu Ermeni’dir.
İşte bu mahkeme, 8 Nisan 1919’da Boğazlıyan Kaymakamı’nı idama mahkûm eder.
*- BİR GÜN SONRA
Türk halkı, idam kararını yoğun gösterilerle protesto eder.
Tek amacı iktidarını korumak olan Padişah Vahdettin, kamuoyunun tepkisine aldırış etmez.
Ve İngilizlere şirin görünmek için, Boğazlıyan Kaymakamı’nın idam hükmünü onaylar:
10 Nisan 1919...
Suçsuz Mehmet Kemal, Beyazıt Meydanı’nda asılır.
İdam Fetvası da, idamdan bir gün sonra gelir.
*- ‘BEN MASUMUM!’
Mehmet Kemal Bey’in asılmadan önceki son sözleri şöyledir:
‘Sizlere yemin ederim ki ben masumum!
Yabancı devletlere yaranmak için beni asıyorlar.
Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adalet!’
İdamdan 3.5 yıl sonra... 14 Ekim 1922...
Ankara’da, Mustafa Kemal Paşa’nın Başkanı olduğu TBMM, Mehmet Kemal’e ‘Milli Şehit’ unvanı verir.
Tarih, Boğazlıyan Kaymakamı’nın idamını onaylayan Padişah Vahdettin’i hain olarak kaydeder.
Aynı tarih, Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Beyi kahraman ilan eder.
*- İSTEMEKLE OLMA
Bir ara eğitmen Mustafa Saraç hocamdan öğrenmiştim.
Lafı uzatmadan konuya gireyim:
“Üniversitede, en çok sevdiğim hocanın odasındaydım.
Bana, ‘Ne olmak istiyorsun?’ dedi.
‘Entelektüel olmak istiyorum!’ dedim.
- Senden entelektüel olmaz” dedi.
Şaşırmıştım, sonra, kırılgan bir ses tonuyla;
‘Dersinizi geçmeme rağmen, sürekli dersinizdeyim.
Okulda en çok okuyan, araştıran ve tartışmalara giren, hep benim!’ dedim.
- Senden Entelektüel olmaz, dedi.
Çok kızmıştım!
‘Tezlerin konularını bile ben öneriyorum’ dedim.
Prof. gülümseyerek geriye yaslandı.
‘Senden çok iyi bir araştırmacı olur.
Ama entelektüel olmaz!
Nedenine gelince, ‘sana entelektüel olamazsın!’ dediğimde, bana bir entelektüel gibi ‘Niçin olmaz?’ diye sormadın, aksine alındın ve hiddetlendin.
Yazarlık bilgi işidir.
Entelektüellik bilgi değil, davranış biçimidir.
Bir insanın entelektüel olması için en az 3 kuşak ailesinin okuması gerekir.
Okulun önüne bak.
Hepsi son model araç dolu ve hocalara ait.
Her sene model yenilerler.
Gerçekten böyle bir yenilenmeye ihtiyaçları var mı?
Niçin bu şekilde yaşıyorlar.
Çünkü o unvanlarla gördüğün hocalarının kariyerleri ne kadar yüksek olursa olsun, ruhları feodal bir köylü.
Güçlerini topluma kabul ettirmek için böyle hava atmak zorundalar.
Gerçek bir entelektüel asla bu güdüyle hareket etmez.
Entel feodal köylülere artık diploma ve unvan da yetmez.
Tıpkı paranın yetmediği gibi…”
*-SEN BEN BİZİM OĞLAN
Türk müziğinin iki efsane ismi Cem Karaca ve Barış Manço, Grup İlayda konseri ile Bornova’da anıldı.
Bornovalıyım ama belediyenin hiçbir etkinliğine katılmıyorum.
Nevzat Kavalar Kültür Merkezi nikah salonundaki konserin başarılı geçtiği izleyenler tarafından belirtiliyor.
Ben de ‘fırsat bu fırsat’ diye, sözü, ‘Cem Karaca’nın bin yıllık dostuyum!’ diyen Prof. Dr. Erkan Sevinç’e veriyorum;
Cem Karaca’nın Gözyaşları, 8 Şubat 2004 yılında hayata veda eden, 'Tamirci Çırağı’, ‘Namus Belası’, ‘Bu Son Olsun’, ‘Resimdeki Gözyaşları’ gibi birçok esere imza atan Anadolu rock müziğin efsane ismi Cem Karaca’nın hayat hikayesini konu eden bir film.
Müzik kariyeri
Özel yaşamıyla ilham veren isimlerden olan Cem Karaca’nın hayatının bilinmeyenlerinin anlatıldığı yapımda, müzikle geçen elli sekiz yıllık bir ömrün içindeki başarılar, çatışmalar, aşklar ve müzik kariyerinde iniş çıkışlar gözler önüne seriliyor.
Yüksel Aksu imzalı ‘Cem Karaca’nın Gözyaşları’ filminin başına gelenleri biliyorsunuz.
Filmin vizyona girdiği hafta Cem Karaca”nın son eşi İlkim Karaca, tedbir kararıyla gösterimi durdurdu.
Daha sonra üst mahkeme kararıyla haklı bulunan ve yeniden gösterime girmesi onaylanan film şimdilerde Amazon Prime’da izlenebiliyor.
İsmail Hacıoğlu’nun Cem Karaca’yı canlandırdığı filmin oyuncu kadrosunda Fikret Kuşkan, Yasemin Yalçın, Melisa Aslı Pamuk, Meral Çetinkaya, Melisa Döngel, Buçe Buse Kahraman, Kubilay Tuncer ve Alper Saldıran yer alıyor.
*- ‘ÖZEL ÖDÜL’ SAHİBİ OLDU
Bu arada festivalden söz etmişken bir geleneği devam ettirmek güzel ama böyle olmamalı.
Misal altı ayda bir yapılan Edebiyat Festivali, yılda bir yapılan Müzik ve Film Festivali yeterince ilgi görmüyor.
Onca ünlü isim İzmir’e davet ediliyor, salonlarda ‘sen ben bizim oğlan’ durumu.
Festivalin düzenleyicilerinden festivale maddi manevi kaynak sağlayan İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden bırakın başkanı tek bir yetkili yoktu Müzik ve Film Festivali’nin ödül töreninde.
Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde çoğu görevli ya da konuk bir avuç insan.
Kitap Fuarı da öyle.
Siz bakmayın haberlere incin top attı fuarda.
Yazar imza günleri yine ‘sen ben bizim oğlan’ durumunda.
Gaziemir Fuar Alanı’nda kitap fuarı olmayacağı yanlışını farketmiş olacaklar ki 2025 de fuarın Kültürpark’ta düzenleneceğini açıkladılar.
Bu arada söz etmeden duramayacağım.
Herhalde biz yazılarımızı suya yazıyoruz kimsenin taktığı yok.
‘Basın daveti nasıl yapılır’ başlıklı bir yazı yazmıştım, ilgili kurumlardan ciddiye alan yok.
*- YAŞAMINDAN BİR KESİT
Cem Karaca’nın Gözyaşları’na tekrar dönersek…
Film sanatçının yaşamının bir dönemini anlatıyor.
Dönemin yani 1980 öncesinin baskı ve kaos ortamı filme paralel gidiyor. Toplumsal mücadele ve özgürlük arayışı Cem Karaca’nın söylemleriyle ifade ediliyor.
Tüm bunlara karşın ‘Ben memleketimin sesi oldum’ ve ‘Bir şarkı söyledim diye Allah’ın bana vermediği 400 seneyi istiyorlar’ sözlerinin etkili biçimde vurgulanıyor olması filmin başarılı bir özelliği; çünkü bu iki cümlesi, Cem Karaca’nın Türk toplumundaki yerini özlüce anlatıyor.
Metaforik ve son derece güçlü bir mesaj.
Bunun yanında İsmail Hacıoğlu’nun performansı muhteşem.
‘Cem Karaca’nın Gözyaşları’ filminde Yasemin Yalçın Toto Karaca rolünü oynuyor ve izlerken ‘Cem Karaca’nın anne ve babasını da iyi tanıdığımdan bu kadar mı uygun bir seçim olur’ demeden de edemedim.
*- ALMANYA’DA GRUP KURMUŞTU
Baba rolünde Fikret Kuşkan’a da bir kez daha hayranlık duydum.
Yeni parça yapmadıkları için tekneyle balığa çıkmaya hazırlanan Cem Karaca’yı parça yapsın diye tekneye hapsetmeleri sahnesinden sonra 1970’lerdeki Fitaş konseri bir parça verilebilseydi, iyi olurdu.
Almanya’da kaldığı dönemde Almanca’yı söken hatta orada bir grup bile kuran Cem Karaca odasından çıkmayan iletişim kuramayan biri gibi niye gösterilmiş anlamadım.
*- EKSİKLER KİMLER?
Prof. Dr. Erkan Sevinç bu arada şöyle dedi:
‘Eksiklerden biri de biziz.
Gerçekten biziz!’
Sonlar anlatımını sürdürüyor;
‘Cem Karaca Apaşlar döneminde İzmir’de Cem Karaca Fan Klüp’ü kuran bizleriz.
O zaman büyük sükse yaratan açık otomobiller ve motosikletlerle tüm İzmir’i grupla gezen bizleriz.
Bu filmde olabilirdi.
Yine İzmir’de Saat Kulesi’nin de hasar gördüğü deprem günü sahnede 6 saat kalan ( 3 seans halinde) Cem Karaca konserini düzenleyenler bizleriz.
Bu da filmde olabilirdi.
Prof. Dr. Erkan Sevinç, ‘Bin yıllık dostum’ diye adlandırdığı Cem Karaca ile birçok anısını sıralamak isterken, ‘Tamam tamam anladık!’ diyerek sözünü kestim.
*-
Yorumlar
Yorum Gönder