75 BİN ÇALIŞANI BULUNUYOR

YAŞAR EYİCE *- SURİYELİ ÇALIŞANLAR ‘Gıda Çarşına’ gittiğimde, Ramazan ayı süresince bazı ihtiyaçlarımı gidermeye çalıştım. Belki de yarım asırdan fazla alışveriş yaptığım bir kuruyemişçiye, çalışan gençlerin arasından sıyrılarak girdim. Benim gibi, ‘hem ucuz, hem taze!’ diye düşünenler piyasayı hareketlendiriyor, herhalde. Bu arada çalışan gençlerden biri, ama Türkçe ama Arapça biraz söylenmeye başladı. Anladığım kadarıyla, kendisine daha fazla iş yüklendiğini belirterek itirazını yapıyordu. Kapıya doğru yanaştığımda ‘zıpkın’ gibi dediğimiz bir genç daha geldi. Çömeldiği yerde ürünleri kutulara dolduran ve kapatan biri, işine ara vermeden ‘Neredeydin?’ diye sordu. Ne olduğunu anlayamadım, dört gün önce bir işi halledecekmiş, ama ortadan kaybolmuş… ‘Suriye’ye gittim, döndüm!’ dedi, gayet düzgün Türkçe ile… Demek ki, iki ülkeye girip çıkmak o kadar kolaymış… Bir de gitsinler görsünler Batı gümrük kapılarını? Demek istediğim şu: Sanayici gibi, tüccarın da, birçok işverenin de işine geliyor, yanında Suriyeli çalıştırmak. Emek sömürüsü de yapılıyor, devletten vergi kaçırmak da işlerine geliyor herhalde… Elden para ödüyorlar, kaçak çalıştırdıkları Suriyelilere… Sorsanız, ‘Türk gençler iş beğenmiyor!’ gibi sıradan bir laf edecekler. İnanın bırakın akşamları, gündüz bile geçmeye korktuğunuz çekindiğiniz, depolar, imalathaneler, küçük sanayicilerin bulundukları semtlerde genç kızların ekmek parası için nasıl işyerlerine gittiklerine tanık oldum. Dünya güzeli genç kızların aynı şekilde karda- buzda yollarda olduklarını gözledim. Mutlaka beni okuyanlardan, benim anlattıklarıma tanık olanlar vardır. Her yerde her zaman mutlaka Suriyeli gençlere rastlarsınız. Ha sahi hepimizi yine çok ilgilendiren konuyu az kalsın atlıyordum. Çarşı- Pazar diyoruz, ya ister Gıda çarşısına, ister toplantıcılara gidin son bir ay önceki fiyatların yerinde durmadığını anlayacaksınız. *- ÜÇ DİNİ BARINDIRAN KEMERALTI Şimdi size İzmir’in ünlü çarşısı Kemeraltı’ndan bazı bilgileri paylaşacağım. Emin olun İzmir’de oturan yani yaşamını bu güzel şehirde sürdürenlerin büyük kısmı da bu paylaşacaklarımı bilmezler. Kemeraltı, dünyanın en eski çarşısıdır. Kemeraltı, dünyanın kesintisiz ticaret yapılan en eski liman kenti çarşısıdır. Dünya’nın en büyük agorası, Kemeraltı’ndadır. Tarihi ‘İpekyolu’nun son noktası, İzmir Kemeraltı’dır. Kemeraltı, ‘Batı Avrupa Pazarı’nın başlangıcıdır. Kemeraltı’nın içinde bulundurduğu; ‘cami, sinagog ve kiliseler’, üç dini içinde barındıran bir hoşgörü merkezidir. Kemeraltı’nın nüfusu, 1900’lü yıllarda, Paris ve Londra’nın yerleşik nüfusundan daha fazlaydı. Dünyanın en büyük alışveriş merkezi İzmir’in Kemeraltı’sıdır. Kemeraltı, 270 hektarlığında büyük bir alandır. İzmir denilince akla gelen ikinci kelime ‘Kemeraltı’dır. Kemeraltı içinde 300’ü aşkın, meslek kolunu barındırır. Milyonlarca çeşit ürün ve hizmet sunan bir çarşıdır. Bir ihtiyacınız varsa, ‘Kemeraltın’da bulursun!’ diye ihtiyaç sahibi oraya yönlendirilir. Kemeraltı’nda düne kadar yalnız Ege Bölgesinden, 150 bin ile 750 bin arasında ziyaretçiyi barındırır. Kemeraltı’nda 75 bin çalışan bulunuyor…” Bilmem önemini anlatabildim mi? *- BÜYÜK İSKENDER NE YAPMALI? Büyük İskender, Aristo’ya bir mektup yazar. ‘Zapt ettiğim topraklardaki insanları, tahakkümüm altında tutabilmek için neler yapmalıyım? diye, şu görüşlerini beyan eder; - Ülkenin ileri gelen insanlarını sürgüne mi göndereyim? - Ülkenin ileri gelen insanlarını hapse mi atayım? - Ülkenin ileri gelen insanlarını kılıçtan mı geçireyim?” *- EN İYİ USUL; NİFAK SOKMAK! Aristo’nun cevabı şöyledir: - Sürgünde toplanıp sana karşı başkaldırırlar! - Hapishaneler militan yuvası olur, kontrolden çıkar! - Onlardan sonraki kuşak ‘İntikam hırsıyla’ büyür, tahtını sallar. Aristo’nun ‘çözüm’ önerisi ise, yani nasihati şöyledir: ‘İnsanların arasına nifak tohumları ekeceksin! Birbirleriyle savaşınca, hakem olarak kendini kabul ettireceksin. Ama anlaşmaya giden bütün yolları tıkayacaksın!” *- ÖZEL HASTANELERE DENETİM Değerli okurlarım: Özel hastanelerin çalışma ve denetlenme kuralarının yer aldığı yeni yönetmelik yayımlandı. Özel hastanelerde SGK tarafından belirlenen fark ücretleri dışında vatandaştan herhangi bir ücret talep edilmesi yasaklanıyor. Yenilenen ‘Özel Hastaneler Yönetmeliği’, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yönetmelikteki 52. maddeyle eski yönetmelik yürürlükten kaldırıldı. Özel Hastaneler Yönetmeliği, 27 Mart 2002'de yayımlanmış, sonraki süreçte yönetmelikte 44 kez değişiklik yapılmıştı. *- EKSTRA FARK ALINMAYACAK Üzerine basarak tekrarlıyorum: Özel hastanelerde SGK tarafından belirlenen fark ücretleri dışında vatandaştan herhangi bir ücret talep edilmesi yasaklanıyor. Yeni yönetmelikle, fahiş fiyat politikasının önüne geçilerek standart bir fiyat politikası hayata geçirildi. Fiyatlar belirlenirken SGK tarafından belirlenen SUT fiyatları baz alınacak. Yılda 3 kez yapılan rutin denetimlerde, kalite standartlarına uygunluk kontrolünün yanında, artık yalnızca kalite açısından değil, tıbbi işlemlerin içerikleri de denetime tabi tutulacak. Bakanlık tarafından kurulan 20 bilimsel komisyon, işlemlerin tıbbi gereksinimlere uygunluğunu değerlendirecek. Bilimsel komisyonlarda her branştan Türkiye'nin önde gelen uzmanları yer alacak. *- FAHİŞ FİYAT YASAK Tekrar tekrar yazıyorum: Özel hastanelerde ‘fahiş fiyatlar!’ yasaklandı Özel hastanelerde SGK tarafından belirlenen fark ücretleri dışında, vatandaştan herhangi bir ücret talep edilmesi yasaklanacak. Yeni yönetmelikle, fahiş fiyat politikasının önüne geçilerek standart bir fiyat politikası hayata geçirilecek. Fiyatlar belirlenirken SGK tarafından belirlenen SUT (Sağlık Uygulama Tebliği) fiyatları baz alınacak. *- VATANDAŞTAN MEMNUNİYET BİLDİRİMİ Vatandaşların özel hastanelerden aldığı sağlık hizmetinden memnuniyetini bildirebilmesi için ‘Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi’ ile entegre karekodlu etiketlerin özel sağlık tesislerine konulması zorunlu hale getirildi. Bu uygulama sayesinde vatandaşlar doğrudan Bakanlığa bildirimde bulunabilecek. Özel hastaneler, 24 saat hizmet verecek ambulans servisine kayıtlı, denetlenebilir nakil ambulansı bulundurmak zorunda olacak. Yeni uygulama ile kayıt dışılığın engellenmesi ve vatandaşa erişilebilir sağlık hizmeti sunulması amaçlanıyor. Bakalım yeni yönetmeliğe hangileri ne kadar uyacak, şikayet halinde ‘Cezasını öder, yine işime bakarım!’ mı diyecekler. *- ASRIN EĞİTİM PROJESİ Yıl,1950… Yer. Londra. ‘Asyalı Öğrenciler Konseyi Toplantısı’ yapılıyor. Konuşan UNESCO Başkanı.’ Diyor ki, ‘Türkiye, Köy Enstitüleriyle asrın eğitim projesine imza atmıştır. Bugün, Köy Enstitüleriyle ilgili birçok belge ve doküman elimizdedir. Köy Enstitüleri tüm dünya ülkelerine örnek olmalıdır.’ Bu büyük projenin kopyalarını alan yabancı eğitimciler döndüler, ülkelerine, hemen işe koyuldular. Hollanda, Danimarka ve İskandinav ülkeleri kalkınma planlarının eğitimle ilgili bölümlerinde Köy Enstitülerinden esinlendiler. Başöğretmen Atatürk, cumhuriyeti ‘kimsesizlerin kimsesi’ olarak kurmuş, Cumhuriyet de Köy Enstitüleriyle, o güne kadar kimsesiz bırakılan en ücra köyü dahi bilimin meşalesiyle aydınlatmaya başlamıştı. Duvar ören, tarım yapan, marangozluk, demircilik yapan, aynı zamanda dünya klasiklerini okuyan ve müzikle ruhunu güzelleştiren mutlu insanlar yetişiyordu. Köylerde tiyatro kuruluyor, köy kahvelerinde okuma odaları açılıyordu. İsmet İnönü, Hasanoğlan'a giderken, yol kenarında koyun güden çocukların heybelerinde ekmek parçasının yanında, dünya klasiklerini görünce, ‘Aradığımı buldum; gelecekten her zamankinden daha umutluyum,’ diyordu. *- ‘BİZDEN ALSINLAR!’ 1940'lı yıllarda üniversitelerin özerkliğinin başlaması ve Köy Enstitülerinin kurulması aynı döneme denk geliyordu. İşte bu dönemde, UNESCO, dünyaya Türk Eğitimini örnek gösteriyordu. Hasan Ali Yücel, Köy Enstitülerini anlatırken, ‘Biz kimseden almadık, bizden alsınlar,’ demişti. Köy Enstitülerini açıldığı günden beri çok yakından takip eden bir ülke vardı: AMERİKA. Bu model Amerika’yı ürkütmüştü. *- VERİLENLER… İstihbaratçılarına detaylı bir rapor hazırlattı. Rapor dehşetti! ‘Dikkatli olun; Türkler büyük bir eğitim atılımıyla geliyor,’ diyordu. Sonra ortaya Marshal Yardımı çıktı. Bize İkinci Dünya Savaşından kalma süt tozu, peynir falan verdiler. R.Ş. S. Çıktı, Tonguç Baba’yı suçladı! ‘O köy çocuklarına sıçmayı öğretmeden, okumayı öğretti,’ dedi. Ve kendince yapılması gerekeni de söyledi: ‘Sen bunları uyandırıyorsun, ama bunlar ellerine fırsat geçerse bizi keserler, onları karanlıkta bırakacaksın, din afyonu ile uyuşturup, çağdaşlıktan koparacaksın, geri ve ilkel bırakacaksın!...’ *- SONUÇTA KAPATILDILAR Tonguç’un felsefesi ise, başkaydı: ‘İnsan, halka yararlı bir iş yapmadan ölmeye utanmalıdır.’ Köy ağası K.K. çıktı. ‘Benim köylerimden ikisine Akçadağ Köy Enstitüsü çıkışlı iki öğretmen geldi. Altı ay sonra bu köyler bana biat etmekten çıktılar... Ben sırtına bindiğim atın akıllı olmasını istemem,’ dedi. 1951’de Tevfik İleri geldi. Köy Enstitülerini İlköğretim Okullarına döndürdü… Bu bilgileri ‘Hayal Köksal Hoca’nın kitaplarında çok daha geniş şekilde bulmak ve okumak imkan dahilinde. Şimdi yine bir ustanın, Bornovalı Selahattin Haseki’nin bir yazısından alıntı yapayım, konu ile ilgili olarak. *- 258 KÖYÜ VARDI Selahattin Haseki, ‘K.K’dan Samimi İtiraf!’ başlıklı paylaşımında, şu vurucu üst başlığı da kullanmıştı: ‘Köy Enstitülerini Ben Kapattırdım!’ ‘Alkışlayalım mı?’ istiyordu acaba! Neyse lafı K.K’ya verelim: ‘Köy Enstitüleri kesinlikle Komünist bir uygulama değildi! Doğuda, ‘en yüksek’ eğitim gören insan benim, Üstelik Rus Ordusu’nda görev yapmış biriyim. Köy Enstitüleri, bizim devlet üzerindeki gücümüzü kaldırmaya yönelikti. Bunu içimize sindiremedik! Benim ‘Van Yöresinde’ 258 köyüm var. Bunlar devletten çok, bana bağlıdırlar. Ben ne dersem bunu yaparlar. Ama köylere öğretmenler gidince, benim gücümden başka güçler olduğunu öğrendiler. Ağaları örgütledim. Örgütlü olarak D. Parti ile pazarlığa girdik, kapattık!...’ K,K.’yı tanırdım… Köy sahibi ve ağası olduğu kadar, partisinde ne kadar güçlü olduğunu biliyordum… Şimdi bazı uzantıları partilerde yine var. Hatta biri bir partide, diğeri diğer partide olan kardeşleri, yakın akrabaları biraz siyasetin içini girip de bilmeyen yok gibidir. Bu da siyasi yazar ve araştırmacıların görev sahaları içine giriyor. *- 4 BİN 936 DENETİM İzmir'de 2024 yılında, 188'i İzmir Büyükşehir Başkanlığı katı atık depolama ve atık su arıtma tesislerine yönelik, 4 bin 748'i sanayi tesislerine yönelik toplam 4 bin 936 denetim gerçekleştirildi. Çevre mevzuatına aykırı faaliyet gösterdiği tespit edilen 207 işletmeye 119 milyon 954 bin 899 TL idari ceza uygulanırken 23 tesis için faaliyet durdurma kararı alındı. Bu cezaların 16 milyon 357 bin 685 lirası İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na, 103 milyon 597 bin 214 lirası ise sanayi tesislerine kesildi. İzmir'de geçen yıl gerçekleştirilen 9 bin 196 gemi denetiminde ise 12 deniz aracına 961 bin 293 TL ceza uygulandı. Umarım bu ciddi ve sıkı denetimler sürer… *- MASADAKİ İKİ SEÇENEK Gazeteci Mustafa Yılmaz’ın araştırmalarından, yani yazısından bazı notlar almıştım. Şimdi yeri gelmişken, biraz da olayları anımsatmak için paylaşmak istiyorum. ‘Bürokratları, İzmir’in merhum Belediye Başkanı Ahmet Piriştina’nın önüne göreve seçildikten sadece bir ay sonra 1999 yılı Mayıs ayında bir proje koydu. Söz konusu proje İzmir’de o güne kadar gerçekleştirilen en büyük altyapı projesi olan Büyük Kanal’dı. Masada iki seçenek vardı. Birinci seçeneğe göre o güne kadar 30 yıldır devam ettiği gibi pis su ve yağmur kanallarının ayrı yapım işleri devam edecekti. Ama bu durumda İzmir Körfezi’ne en azından 30 yıl daha evsel ve sanayi atığı akmaya devam edecekti. Ayrıca projenin maliyeti de o günlere göre belediye bütçesinin 10 katından daha fazla olacaktı. İkinci seçeneğe göre ise pis su ve yağmur suları aynı borulardan akacaktı. Böylece, kanalizasyon atıklarını Çiğli’deki Arıtma Tesislerine ulaştıracak sistem birkaç yıl içinde tamamlanacaktı. Yağmur suyu kanalları da sonraki yıllarda tamamlanacaktı. *- İÇİNDEN BİRİ Ahmet Piriştina, dönemin İZSU Genel Müdürü ve Genel Sekreter Yardımcısı Hasan Fehmi Mani’nin önerisiyle kentin kaderini etkileyecek kararını verdi. İkinci projeyi seçti. Göreve geldiğinde Konak Vapur İskelesi’nden Güzelbahçe’ye kadar 1 metre bile Büyük Kanal borusu yoktu. Güzelbahçe’de kanalizasyon sistemi bile yoktu. Atıklar foseptik çukuru yöntemi ile hallediliyordu. Hepsi tamamlandı. Yüksel Çakmur’un büyük emek verdiği, Burhan Özfatura’nın ‘Tamamlamak için gerekirse belediye binasını bile satarım’ dediği projede mutlu sona ulaşılmıştı. 2002 yılı Kasım ayında İzmir’in evsel ve sanayi atıklarının tamamı artık ileri biyolojik arıtma tesisine ulaştırılıyordu. Dünyanın en büyük çevre projesi 30 yıl sonra nihayet tamamlanmıştı. *- AÇIK ARA ÖNDE Aziz Kocaoğlu ve Tunç Soyer dönemlerinde yapılan paket arıtmalarla İzmir arıtma konusunda açık ara Türkiye birincisi konumuna geldi. Türkiye genelinde Avrupa Birliği standartlarında arıtılan atık suyun yüzde 12,2'sinin İzmir'de arıtıldığı da TÜİK verilerinin ortaya koyduğu bir başka gerçek. Yani İzmir'de Türkiye ortalamasının 2,3 kat üzerinde Avrupa Birliği Standartları'nda atık su arıtımı yapılıyor. Bu yatırımların tamamı İZSU bütçesinden, yani İzmirlinin ödediği su paralarından yapıldı. Dünyanın en büyük çevre projesi olan Büyük Kanal’ı İzmirliler finanse etti. İzmirlilerin ödediği su paralarından 50 milyar lira 30 yıl içinde bu proje için harcandı. *- NEREDE, NEREDE? Peki bu dönemde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı İzmir Körfezi için ne yaptı? İzmit Körfezi’nin temiz olması için projeyi tamamen üstlenen Bakanlık İzmir Körfezi için hangi bütçeyi ayırdı, ya da hangi projeyi gerçekleştirdi. Tek bir projeyi bile hayata geçirmedi Bakanlık İzmir Körfezi için. Beş yıl önce İzmir Şehir Hastanesi inşaatının atıklarının kaçak şekilde kanallara döküldüğü suçüstü yapılarak tespit edildi. İzmir Körfezi’nin ana kaynaklarından birinin kaçak deşarjlar olduğu biliniyor. Ama Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bu kaçak deşarj için ne bir ceza kesti ne de uyarıda bulundu. Gediz çevresindeki 109 yerleşim yerinde arıtma tesisi yok. Atıklar doğrudan Gediz e deşarj ediliyor. Bu bölgelerdeki 88 sanayi tesisi de atıklarını doğrudan Gediz’e deşarj ediliyor. Turgutlu Organize Sanayi Bölgesi’nde bile arıtma yok. Bu kirliliğin tamamı Körfez’e akıyor. *- KÖRFEZDE İLK… Dahası da var. Geçen yaz İzmir’de ciddi şekilde balık ölümleri yaşandı. Körfez’de renk değişikliği ve balık ölümlerine neden olan mikroorganizma türü, Körfez’de ilk defa tespit edildi. Normalde İzmir’de görülen türler değildi. Muhtemelen Körfez’e gelen gemilerle taşınma sonrasında iklim değişikliğinden yararlanarak çoğalmışlardı. Körfez’i mahveden organizmalar özellikle Alscancak’taki yük limanına gelen gemilerle buraya ulaşmıştı. Ayrıca Alaybey’deki tersanede de askeri gemilerin yanında sivil gemilere de boya başta olmak üzere tamir işlemleri yapılıyor. Buraya gelen gemilerle taşınma ihtimali de vardı. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, temiz Körfez için Alsancak’taki yük limanı ile Alaybey’deki tersanenin de taşınması çağırısı yapmış, Körfez’deki sorumluluğun birinci derecede Bakanlıklarda olduğunu hatırlatmıştı. Tüm bunlar yapılırken Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı çok tartışılacak bir adım attı. Körfez’in temizlenmesi için 50 milyar liranın üzerinde bir kaynak ayıran İZSU’ya kirletme cezası kesti. Bunlar hep resmi ağız ve kaynaklardan alınan bilgiler. İnanmak inanmamak tabii ki okuyucularıma ve İzmirlilere kalıyor. Sonuç şu: Yerel İktidar ile genel iktidar ‘Kayıkçı kavgasını’ bırakıp el birliğiyle başta Körfez olmak üzere İzmir’in tüm büyük sorun ve projelerini yürütmelidir. İzmir’e artık ‘olumlu gözle’ bakılmalıdır. Nedir bu ayrılık, ayrıcılık? *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

ANAHTARI SİZDE OLMALI

SAHTEKARLIĞI NORMAL KARŞILIYOR!