İSVEÇ'TE 'YILIN DOLANDIRICISI', BİZDE 'VİTRİN' DE...
YAŞAR EYİCE
*- EVET SEN!
Ne deniyor?
“Eğer dünyanın birçok küçük yerinde, birçok küçük insan, birçok küçük güzel işler yaparsa, dünya daha renkli ve daha yaşanır olur.
Kendimi güçlü tutuyorum.
Mucize benim!
Ve sende bir mucizesin…
Kendine güven!
Motivasyon gücünü arttırmayı hedefle ve harekete geç!
Mükemmelliği yakala…
Evet sen, sadece sen; istediğinde yeni bir ‘sen’ olacaksın!
İyilik ve güzel şeyler yaparak!...”
*- HAK SAHİPLERİNİN YÜZÜ GÜLDÜ
İzmir Büyükşehir Belediyesi yüzde yüz uzlaşma ve yerinde dönüşüm ilkeleri doğrultusunda 6 bölgede toplam 248 hektar alanda sürdürdüğü kentsel dönüşüm çalışmalarına hız kazandırdı.
İZBETON tarafından teslim alınan Örnekköy 3’üncü ve 4’üncü etapların inşaatlarını yeniden başlatacak ihale için istenen tüm ihtiyati tedbir talepleri ise mahkeme tarafından reddedildi.
İnşaatların kısa sürede bitmesi için Kentsel Dönüşüm Dairesi ve İZBETON koordinasyonunda yürütülen çalışmalar hak sahibi yurttaşları sevindirdi.
*- SOYGUN BİLE DENİLEBİLİR
Son zamanlarda ‘Bir Hobi ve Ticari Kazanç Alanı Olarak’ Psikoloji öne çıkıyor.
Bunu söyleyen, Prof. Dr. Acar Baltaş.
Bence de, öyle ‘ticari kazanç alanı’ oldu ki, ‘soygun’ bile denebilir…
Buna bazı doktorlar da ‘çanak’ tutuyor, sıradan ilgisi olmayanlar da…
Kızdıkları, sinirlendikleri kişilere, ‘Sen psikoloğa görün!’ diye sözde yol gösteriyorlar.
Hayatın hemen her cephesinden insanlar, farklı disiplinlerde eğitim almış olanlar, kendi mesleki yolculuklarında doyum bulamayanlar veya tıkandıklarını hissedenler psikolojiye âdete ‘sarılmış!’ durumda,
Doğru ama doğruyu bulmak kolay mı?
Her zaman söylediğimiz ve söylenen, mesleklerin başına hangi sıfatı ekliyoruz, söyleyeyim; ‘İyi’
‘İyi doktor’, ‘iyi öğretmen’, ‘İyi usta!’ gibi…
Neden?
Hepsi aynı eğitim ve öğrenimden geçerek, meslek sahibi olmuyor mu?
Olmuyor işte!
Çünkü eğitim zayıf!
Prof. Dr. Acar Baltaş’ın konu ile ilgili uzun makalesini okurken, yaşamımızı da gözden geçirdim.
Belirttiğine göre;
*- KENDİLERİNİ ve BİZİ ALDATIYORLAR
‘Bu kişilerin çoğu, yarı yapılanmış veya yapılanmamış yollardan geçerek veya yollarını kendileri inşa ederek, kendilerini başkalarına yardım konusunda uzman kabul ettiler.
Özel üniversiteler psikolojinin gördüğü bu ilgi karşısında sadece psikoloji bölümlerini değil, master programlarını da ön şart aramaksızın doldurdular.
Bu ilgiye karşılık verecek öğretim üyesi bulunmaması da sorun değildi.
‘Çocuk!’ denilecek yeni doktorlar, bölümlerin ‘öğretim üyesi’ olmuşlardı.
Bunları söyleyen Prof. Dr. Acar Baltaş…
Ben de Nasreddin Hoca’dan bir alıntı yapayım, anlayanlar için;
‘Parayı veren düdüğü çalar!’
*- ACI AMA DOĞRU
Bir ilave daha yapayım, İzmir’de bir Uzman Esra Hanımla bu konuyu çok yıllar önce konuşmuştum.
Anlattı;
Hem de bir üniversitemizin bu bölümü bir genç hastaya bir teşhis koymuş.
Bu teşhis bu çocuğumuzun her yönüyle hayatını yakından ilgilendiriyordu.
Önü kesilmişti…
Hayatı zehir olacaktı.
İzmir’de Esra Hocama da getirmişler.
Test yapmış, verilen karar ve raporla hiç ama hiç ilgisi yokmuş…
‘Veriler raporu iptal ettirmek için çok uğraştım!’ dedi.
İşini sevmese, görevini bilmeseydi, ‘Bana ne?’ deyip ilgilenmeyip, bir noktada bu çocuğumuzu, gencimizi başından savsaydı, mesleğinin gereğini yerine getirmeyip, ‘Meslektaşlarının hatasına göz yumsaydı’ bir insanımızın ve yakınlarının hayatını mahvedecekti.
Bu arada şunu söyleyeyim, kendisinden izin almadığım için bu anlatımını paylaştığımdan, adını ve unvanını gizli tuttum.
Beni o kadar ilgilendirmiş ve duygulandırmış ki anlatamam..
Bu arada şunu da söyleyeyim, geçenlerde yaş gününü kutlayan meslektaşım Emine Kantarcı bu değerli bilim insanı ile tanıştırmıştı.
*- İŞTE ÖNEMLİ BİR ÖRNEK
Ben bunlara, bu tiplere ‘Paragözlere’ sahtekâr diyorum,
Ama bu tipler dünyanın her tarafında var.
İşte bir örnek, İsveç’ten;
“Alanda bir uzman tarafından yazıldığına ve insan psikolojisini anlattığına inanılan Thomas Ericson’un Surrounded by Idiots (Aptallarla Çevrili) kitabı İsveç’te 100.000 den fazla satarak 10 milyon eurodan fazla gelir elde etti.
Bu kitabın başarısı, iş hayatında birçok şirketin kişilik testlerine olan ilgisini pekiştirdi ve bu yeni pazarı değerlendirmek isteyenlerin sayısını arttırdı.
Uppsala Üniversitesinde matematik profesörü David Sumpter, Medium’daki yazısında İsveç Şüpheciler Derneği üyesi psikolog ve psikoterapist Dan Katz’ın yaşadıklarına dayanarak, Thomas Erikson’ın ‘Surrounded by Idiots’ kitabının bir ‘sözde bilim skandalı’ olduğunu anlatmış.
Bu kitabın dayandığı kuram ve bunu izleyen çalışmalar ‘sözde bilim saçmalığından’ ibaret.
Hatta Erikson psikoloji ve davranış bilimleriyle ilgili temel bilgiden bile yoksun.
Sonuçta;
Bu nedenle VoF (Vetenskap och Folkbildning — the Swedish Skeptics Society — İsveç Şüpheciler Derneği) ThomasErikson’ı ‘2018 Yılının Dolandırıcısı’ ilan etti…
Okuyucularım bilir, ben de ‘Şüpheciler’ grubundayım…
Söylediğim ve inandığım şudur:
‘Eğer birine ve olaylara şüphe ile yaklaşırsanız, mutlaka doğruyu bulursunuz.’
Ama bunun için okuman, araştırman ve düşünmen lazım…
*- GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDELER
Bizde de, özellikle bazı televizyonlara ‘para karşılığı’ çıkan, çıkarılan ‘dolandırıcılar’ var.
Ama ‘Menfaat dünyası’ diyoruz ya, bunlar karşılıklı menfaat için hep ‘El üstünde’ tutulur ve gösterilirler.
Halbuki yasalara göre, ne doktorlar ne de hukukçuların, hatta eczacıların kesinlikle bir sözcük ile bile ‘Reklamlarını’ yapmaları yasak…
Nedense bu tipler, dolandırıcılar özellikle medya sektöründe kol geziyorlar.
Görevleri bunları yakalamak olanlar da izlemekle kalıyorlar.
Şöhret yapılan bu kişiler gerek kitaplarının satışından gerekse muayene için kuyrukta olanlardan öyle büyük paralar yani kazanç sağlıyorlar ki, baksanız yüzde biri bile vergi vermiyorlar…
Bazı psikologlar, hastalarının anlattıklarını, aile sırlarını kitap ve senaryo haline getirerek milyarları kazanırken, insanlarımız da ‘Hayal mahsülü’ yabancı dizilerden de istifade ederek, ‘Gerçek hayattan’ denilerek aldatılıyorlar.
Birinin yaşamı, gerekli izinler alındıktan sonra ‘belgesel’ haline getirilebilir.
Ama hayal mahsulü, sözde ‘Gerçek yaşamdan’ denilerek bir ailenin doktor ile anlatanın arasında ömür süresince ‘sır kalması’ gerekenler nasıl, seyircinin ağzına sakız olabilir.
Bununla kalınmıyor, ‘Şu kişinin, şu ailenin’ denilerek ifşa da ediliyor.
Baştan sona dolandırıcılık ve menfaat var.
Haydi, sıkıyorsa, İsveç’te olduğu gibi bunları ‘Yılın değil yılların dolandırıcısı’ olduklarını afişe etsenize?
İnsanların gözündeki perdeyi kaldırsanıza?
*- YUVALAR YIKILDI
İsveç’ten söz ettik, yine o ülkeden devem edelim, bize gelelim.
Bir zaman önce, İsveçli’ler bir anda üzerinde gölgeli kırmızı, sarı, yeşil ve mavi figürler bulunan bir kapak ve kitapçılardaki bu kapağın posterlerini her yerde görmeye başladılar.
Özellikle havalimanlarında ve uçakta bu kitabı okuyan insanların yanından geçmek olağan oldu.
Aynı dönemlerde, uzman psikologlar bazı hastalarının ‘sarı insanla yaşayamayacaklarını’ belirttikleri için partnerlerinden ayrıldıklarını bildirdiler.
Aynen bizim falcılar hatta astrolog denilen kişiler, biraz da ruh sağlığı ile ilgili uzmanlar (!) tarafından olduğu gibi…
Dahası;
İnsan kaynaklarının yaptığı testler sonucu, bazı çalışanlara şu anki takımlarındaki ‘renk uyumsuzluğundan’ dolayı başka bir takıma geçmeleri gerektiği söylendi.
Cafe’lerde ‘Ben kırmızıyım, biraz da mavi. Senin rengin ne?’ tartışmaları duyuldu.
Bizdeki ‘renk aşıkları!’ fanatik kulüp taraftarları gibi…
Hani az önce, ülkesinde ‘Yılın dolandırıcısı’ ilan edilen Thomas Erikson’un medyada boy göstermesi gecikmedi.
İsveç ulusal kanalı TV4’teki sabah haberlerinde, onu davranış ve iletişim alanlarında uzman olarak tanıttı.
*- İNANILACAK GİBİ DEĞİL
İkinci kitabı Surrounded by Psychopaths (Psikopatlarla Çevrili) yayınlandığında devlet kanalı STV, Ericson’ı psikopatlar hakkında konuşmak için ‘Doktora Sor’ programına davet etti.
Ülkenin önemli gazetelerinden biri olan Aftonbladet, psikolojiyle ilgili soruları cevaplaması için ona haftalık bir köşe verdi.
Yüksek ücretlerine rağmen, ‘konferans biletleri yok satmaya’ başladı ve Erikson bu konferanslarda, insanların ‘nasıl kırmızı, mavi, sarı ve yeşil olarak bölünebileceğini’ anlattı.
*- KOLAY KANIYOR, İNANIYORUZ
Demek istediğim şu:
Bu dolandırıcılar bizde de var, dünyanın her ülkesinde de, insanların bence boşluklarından yararlanılıyor.
Bu tiplerin söyledikleri ve ileri sürdükleri testler dahil, bu çalışmalar, çok sayıda araştırmaya konu olmasına rağmen bilimsel olarak geçerliliğini gösteren hiç bir sonuç bulunamadı.
Fakat, ‘psikoloji disiplininden uzak iş hayatı yöneticileri’ tarafından coşkuyla karşılandı.
Bunun en önemli nedeni çıkan sonucun, aynı astrolojik tanımlamalarda olduğu gibi, değerlendirilen kişinin kendini çok iyi hissetmesini sağlamasıdır.
Yıldız burçlarında olduğu gibi, bu test de herkesin kendi sonucuna aşık olmasını sağlar.
Gelsin paralar…
Ne güzel değil mi?
Kişilik konusu herkesin ilgisini çektiği halde, geniş halk topluluğu kişilik hakkında bilimsel bir anlayışa sahip değildir.
Bu nedenle astrologlar, falcılar ve kerametleri kendilerinden menkul pazarlamacılar kişilik konusunda toplumun bilgisizliğini kolayca paraya çevirebilir.
*- YILIN DOLANDIRICISI
‘İsveç Şüpheciler Derneği’ bu konuda belki de en ileri gidenlerden biri olduğu için ve sözde bilim saçmalığı ile uluslararası bir ün ve servetin sahibi olan Thomas Ericson’un hikâyesinin peşine düştü ve gerçeği açıkladı: ‘Yılın dolandırıcısı!’
Suç olacağı ve benim işim olmadığı için Türkiye’den örnek vermiyorum.
Ama dolandırıcıları, bir noktada hırsızları hepimiz biliyor, duyuyoruz.
*- DOĞRU BİLDİĞİMİZ YANLIŞ!
Çok rastladığım ve bazı yakınlarımın da uyguladığını gördüğüm için ‘Özgüven’ konusuna da dokunmak istiyorum.
Özgüvenin tanımı, kişinin kendisi hakkında olumsuz düşüncelere sahip olmasıdır.
Bu da bir kısır döngüye yol açar ve böylece düşük özgüven, düşük özgüvenle açıklanır.
Psikolog Törnblom, özgüveni düşük insanların aynaya bakıp defalarca ‘Ben harikayım.’ demelerini önerir.
Böylece özgüvenin artacağına ve kişinin topluluk önünde konuşmak gibi daha önce yapmaya korktuğu şeyleri yapabileceğini iddia eder.
Ama;
Birçok yaşam koçunun hatta terapistin, kendileri hakkında olumsuz düşünceleri olan insanlar için sıklıkla önerdiği bu tarz onaylamaların aslında zarar verici etkisi olduğu Wood’un 2009 yılındaki çalışmasıyla ortaya kondu.
Bu egzersizler yapıldığında, beklenenin aksine birçok kişide olumsuz düşünceler ve gerginlik artar.
Bu durum psikoloji konusunda eğitim ve deneyime sahip olmayan, iyi niyetli insanların önerilerinin, ‘zarar verici sonuçlar doğurabileceğine’ iyi bir örnektir.
‘Özgüven’ problemlerini tedavi etmek, bu ve benzeri basit mantraları tekrar etmek kadar kolay olsaydı, günümüzde ‘yetersizlik duygusuna sahip’ insan kalmazdı.
Bu nedenle, insanları; ‘kırmızı, mavi, yeşil, sarı’ olarak adlandırmak hiçbir şeyi açıklamaz.
*- BEŞ ÖZELLİK
Davranış bilimlerindeki, modern ‘kanıta-dayalı metotlar’, insan davranışlarının, ‘bağlama bağlı’ olduğu düşüncesini temel alır.
Gerçek psikologların ‘kişilik terimini’ kullanırken çok dikkatli olması bu nedenledir.
2000 yıl önce Hipokrat, mizacı dört şekilde gruplandırmıştı:
‘Asabi, soğukkanlı, melankolik, ümitli,,,’
Bu çalışmaların bilimsel temele oturması, 1980–90’larda ortaya atılan ‘Beş Faktör Kişilik Kuramı’na kadar mümkün olmamıştı.
“Büyük Beş” bir kuramla değil, her biri yüzlerce soru içeren binlerce kişilik anketinin istatistiksel analiziyle belirlendi.
Zaman içinde nispeten sabit olan beş özellik şunlar:
‘Deneyime açıklık, sorumluluk, dışadönüklük, uyumluluk ve duygusal denge.’
Bu özellikler, insanların farklı tiplerde sınıflandırılmasına neden olmaz. İnsanlar ‘çok uyumlu’ olmakla, ‘uyumsuz olmak’ aralığında bir yerde konumlanır ve büyük çoğunluk ortada yer alır.
Aynı zamanda bu ‘beş özellik’ birbirini dışlamaz ve deneyime açık biri, aynı zamanda ‘yüksek sorumluluk duygusuna’ sahip olabileceğini kabul eder.
Şunu da ilave edeyim:
Başarı yönelimi yüksek insanlar, başkaları ve kendileri ile yarışır.
Bazıları ‘başarısız olduğu zaman’ üzülür, fakat sonucu kabul eder. Bazıları ise ‘mızıkçılık yapar’ ve fırsat varsa ‘hile yolunu’ dener.
Bu noktada davranışı belirleyen; kişilik değil, kişinin sahip olduğu değer sistemidir.
*- SİZ HANGİ RENKTENSİNİZ?
Zamanımızda, işveren ile çalışan arasındaki çatışma ve anlaşmazlıkların kaldırılması ön plana çıktı.
Bunu ‘asgari ücretin belirlenmesi’ öncesi ve sonrasında özellikle patron durumundaki olanların açıklamalarından öğreniyoruz.
‘İşverenlerin çalışanlarını anlamasıyla’ ilgili, pazarlanan testler var.
Bazı şirketlerdeki ‘insan kaynakları’ bunları değerlendiriyor.
Çok kullanılan, DiSC testine göre dünyadaki insanlar dört ayrı kategoriye bölünür:
Kırmızı: Baskın, çözüm odaklı, azimli
Mavi: Analitik, dikkatli, titiz
Yeşil: Sabırlı, düşünceli, hassas
Sarı: Dışa dönük, üretken, sözel…
Yani insanlar, bizler bu teste göre, renklendiriliyoruz, olimpiyat halkalarındaki gibi…
İlginç olan; modelin ortaya çıkmasında 50 yıldan fazla zaman geçmesine ve üstelik yaygın olarak kullanılmasına rağmen hakkında herhangi bir bilimsel çalışma olmaması.
Hatta, testin İsveç’teki temsilcisi olan IPU ya da Kişisel Gelişim Enstitüsü, test hakkında hiçbir bilimsel makale yayınlamamış.
Bizimkiler de, ‘Gavur bunu yaparsa doğru yapar!’ mantığı ve düşüncesiyle hareket ederek bu testi kabul ediyorlar.
İnanması çok zor bir durum.
*- ‘BASKIN KARAKTER’ MİŞİM…
Bu durumda, insanların, ‘teste tutarlı cevaplar verip vermediğini bilmek’ de mümkün değil.
Örneğin bu durum, ‘kırmızı’ tipteki insanların gerçekten baskın ya da azimli olup olmadığını bilmenin hiçbir yolu olmadığı anlamına geliyor.
Özetlemek gerekirse, dört renk modeli bilimsel temeli olmayan bir kurama dayalı, titiz çalışmalarla incelenmemiş ve çelişkili sonuçlar veriyor.
Basit olarak ifade etmek gerekirse model tipik bir sözde bilim örneği…
Bir gün bir doktor benim için de ‘Baskın Karakter!’ demişti, arkamdan söylenerek.
Birinin hakkını arıyordum, odasından çıkarken. arkamdan söylediği buydu…
Böylece, muayene olmadan, kendimin ne olduğunu da öğrenmiş oldum!
Acaba ‘renk kuramı’ ya da ‘renk teorisi’nin, kendimizi ve başkalarını anlamak konusunda yardımcı olduğunu ve bunun sonucunda iletişimi iyileştirerek çatışmayı azalttığını, düşünebilir miyiz?
Aslında, insanların nasıl davrandığına karar veren, onların içinde bulundukları koşullar olduğu için, bir anlaşmazlıkta öncelikle organizasyonun nasıl çalıştığına bakmak gerekir.
Bu nedenle sorunu çözmesi için getirilen danışmanın, kişilere bakmadan önce organizasyonun yapısına ve kurum kültürüne bakması beklenir.
*- KISIR DÖNGÜ
Çalışanlar verilen kararlar hakkında nasıl bilgilendiriliyor?
Sorumluluk nasıl paylaşılıyor?
Hangi davranış cezalandırılıp, hangisi ödüllendiriliyor ve kullanılan yollar neler?
Stres, organizasyona bağlı yapısal problemlere verilen normal bir reaksiyon olmasına rağmen, genelde çözüm, ‘sorunlu’ çalışanın stresle baş etmeyi öğrenmesi için yollar öğrenmesinde aranıyor.
Bu durum giderek bir kısır döngüye dönüşerek, stresli çalışanın sorunun nedeni olarak algılanmasına yol açıyor.
Kişinin belirli bir şekilde davranması, onun ‘rengine’ bağlanır ve problemin asıl nedeni görmezden gelinir.
Bir sorunu ele alırken, problemi çatışmanın merkezindeki kişinin “mavi” olmasına atfetmekten daha nahoş ve adaletsiz bir yol hayal etmek zordur.
Hem iş ortamında hem aile içinde, kişiler arası çatışma ve sorun yaşanmasından daha doğal bir şey yoktur.
Bu sorunların çözümü kişilik kuramına inanarak karar vermekten değil, kişiler arası iletişimin ve ilişkinin kalitesini geliştirmekten geçer.
Bazı insanların, herkesin kendi gibi düşünmediklerini fark etmesi, önemli faktördür.
Kendini ‘davranış uzmanı’ ve ‘iletişim uzmanı’ olarak tanıtanlara da dikkat etmeliyiz.
Bunları boşuna söylemiyorum.
*- LİSE MEZUNU
Şimdi size yine bir dolandırıcılıktan, yani anlattıklarımın boşuna olmadığını ispatlayayım:
‘İki uzman ve araştırmacı Psikolog, İsveç’teki üniversitede okuyan herkesin kayıt olduğu sistem olan Ladok’u kullanarak, renkleri konu alan, Erikson’un aldığı derslere ulaşmaya çalıştı.
Ancak, Türkiye’de de kitapları satılan, bu kişinin adı ve doğum tarihiyle kayıtlı kimse bulunamadı ve Erikson’ın profesyonel yaşamının, ‘satış üzerine kurulu’ olduğu görüldü.
Bir süre Bank Nordea’da çalışmış, sonra da ‘satış elemanlarını’ eğittiği kendi şirketini kurmuş ve muhtemelen sahip olduğu en iyi akademik geçmiş İsveç denkliği olan bir ‘lise diploması' olduğu anlaşılmış.
Ama bunlar, ‘vahşi kapitalizm’ de hiç önemli değil..
*- AÇIK ve NET SÖYLÜYOR
Ya buna ne demeli?
İşin garibi, DiSC testini satan organizasyon IPU’nun sahibi Sune Gellberg’e göre, ‘kişilik testini uygulamak için hiçbir niteliğe gerek yok.’
‘Danışmanlarımızın hangi eğitimlere sahip olduğunu bilmiyorum çünkü önemli değil’ demiş.
‘Kişilik analizini yapan ve danışmana katılımcıyla üzerinden geçebileceği raporu sunan bilgisayar programının yeterli olduğunu’ söylemiş.
Bu yaklaşım testin temsilcisinin bile psikoloji bilgisine ihtiyaç olmadığını ortaya koyuyor.
Kişilik danışmanlarının da test metodolojisi ve kişilik kuramı hakkında bilgisi yok.
Onlardan beklenen sadece numaraları bilgisayara girmek.
Doğal olarak sonucun ne anlama geldiği ya da bilimsel değeri ile de ilgilenmiyorlardı.
İlgilenilen, sadece gelecek büyük miktardaki paralar.
Maalesef aynı sistem birçok ülkede ve bizde de uygulanıyor.
Tabii bu da birçok büyük haksızlıklara yol açıyor.
Sonuç hep çalışanların aleyhine çıkıyor.
İsveç’te yasal olarak herhangi resmi bir niteliğe sahip olmadan kendine ‘davranış bilimci!’ demek mümkün…
*- NEDEN İNANILIYOR?
Şimdi gelelim konunun can alıcı noktasına:
Hayal mahsulü kitaplara, sözlere, dizilere, filmlere… Abartılara.
Tüm uyarıları rağmen, neden bu kadar insan, yalan söyleyenlere inanıyor?
Bunu Türkiye’de siyaset sahnesinde de açıkça görüyoruz.
Neden bu tiplere halâ inanıyoruz, inanmaya devam ediyoruz?
Bu sorunun yanıtını da gerçek psikologlar şöyle yanıtlıyor;
“Bunu insanların düşünme sistemi hatalarına bağlamak mümkün olabilir. Örneğin, bir kitabın bu kadar popüler olması, ‘kartopu etkisi’ (snowball effect) nedeniyle olabilir.
İnsanların kitap hakkında konuşması ilgi doğurmuş ve satışı artırmış olabilir.
Başka bir ‘birinci sistem düşünme hatası’, ‘batık maliyet yanılgısı’ (sunk cost) olabilir.
Kitabı alanlar para verdi, okuyarak zaman harcadı, belki başkalarına da söyledi ve hata yaptıklarını itiraf edip küçük düşmek istemediler.
Bir başka düşünce hatası bulunabilirlik (availability) etkisidir;
Çok sık karşılaşmak, önemli bir şeyi kaçırma kaygısı doğurur.
Toplumda göz önünde bulunan ancak temel psikoloji bilgisine sahip olmayan kişilerin kanaat önderi sayılarak kitapla ilgili konuşmaları (messanger effect) yaratır.
İnsanların öngörülebilir şekilde akıldışı davrandıkları ve sistemli olarak düşünce hatası içinde oldukları bilinen bir gerçektir.
Unutmamak gerekir ki, birçok saygın medya kuruluşu yıldız fallarına yer verir ve yüksek eğitimli birçok insan bunları okur.
Aslında bu paragrafta sahtekarları, dolandırıcıları, bazı politikacıları ismen vermek istedim ama kendimi tuttum.
Şöyle söyleyeyim, günü gelince hepsini ama hepsini mutlaka bir yerde toplu halde tutulurlarken göreceğiz.
*- GÜVENİ KULLANANLAR
Bildiğimize göre, İsveç toplumu güvene dayalıdır.
Toplum, kitap yazanların ne hakkında yazdığını bildiğini varsayar ve saygın kitap yayınevlerine güvenir.
Gazete editörlerinin gerçekleri kontrol ettiğini düşünür ve televizyon ve radyoya inanır.
Burada çağın en büyük problemlerinden biriyle karşılaşıyoruz.
Herkesin fikirlerini çevrim içi platformlarda sınırsızca yayınlayabildiği bir çağda, yayınevleri, yayımcı, editörler gibi güveni temsil eden kurumlar, kendi güvenirliliği korumak için daha çok özenli olmak zorunda. Yazarlara göre eğer o güven yitirilirse, demokrasi ve açık toplum riske girer.
Ama öyle olmadı;
2019 İlkbaharında ilk makalenin yayınlandığı andan beri, Erikson’ın kitabı 35’ten fazla ülkede sattı, 2018 yılında Norveç’te bir önceki yılın tüm zamanların en çok satanı haline geldi.
Forbes bu kitabı ‘okunmalı’ listesinde ilk 10’a koydu.
Kitap dünyada 2 milyon civarında satış yaptı.
Ve Erikson’ın yayımcısı amazon.com’da onu hala ‘davranış bilimci’ olarak göstermeye devam ediyor.
Sonuç
Sumpter’in Medium’daki yazısı Ocak 2020’deki durumu özetleyen son paragrafla bitiyor.
Aradan geçen beş yıldan sonra Ericson’un kitapları Türkiye’de raflarda duruyor.
Hiçbir bilimsel temele dayanmayan testlere bakarak iş hayatında çalışanlar hakkında kararlar veriliyor.
Hiçbir eğitimi olmayan kişiler, hiçbir referans vermeden beyni formatlayan yüz bin basan kitaplar yazıyor.
Saygın olmasını beklediğimiz yayınevleri bunları basıyor.
Amerikan psikolojinin bulguları evrensel gerçekler olarak kabul ediliyor. Falcılar, astrologlar, medyumlar ‘kanaat önderi’ olarak görülüyor ve ‘yaşam koçları’ hayatın her alanında ‘hızlı çözümler’ sunmaya devam ediyor.
Gerçek bilim insanları, örneğin; Prof. Dr. Acar Baltaş gibiler kendilerini paralıyorlar…
Arada çıkan diğer uyarıcılara da kulak asmıyoruz.
Kandırmacalar, aldatmacalar, dolandırıcılıklar her yerde süregeliyor…
Geçenlerde Aziz Nesin’in konuyu ele alan bir hikayesini paylaşmıştım.
Aziz Nesin, eserinde, bakmış hiç kimse ilgilenmiyor, uğraşı boşa gidiyor. Yolunu şöyle bulmuş:
Birincisi sahte bir Amerikalı ismi bulmuş.
Kendini ikinci plana atarak, hikâyeyi ondan tercüme ettiğini anlatmış.
İnanmışlar ve beşteler olmuş….
Çok para kazanmaya başlamış….
Ama hiç kimse, ‘Böyle bir kişi, Amerikalı var mı?’ diye araştırmamış…
Herkesin keyfi, para kazandıklarından, ‘gıcır’ imiş…
‘Gıcır’ sözcüğü psikolojide var mı, bilmiyorum ama bildiğin halkın ağzında olduğu…
*-
Yorumlar
Yorum Gönder