KİMİNE GÖRE MAHALLEYE, BANA GÖRE SOKAĞA DÖNÜŞ BAŞLADI

YAŞAR EYİCE *- SOKAĞA DÖNÜŞ Mahalleler teker teker ortaya çıkmaya başladı. Şöyle anımsatayım: Bizim gençliğimizde, neredeyse her sokakta futbol takımı vardı. Bizim takımın adı ‘Çevikspor’ idi. Sokağın ismini vermiştik. Sonra kentler büyüyünce, isimlerin sıfatların yerini numaratajlar almaya başladı. Çiçek isimleri ya da meyve isimleri verilenleri de biliyoruz. Yurtdışında da öğretmenlik yapan Ünal Türkeş hocamız, her sokağa ayrı birer meyve ağacının dikilmesini çok istiyordu. Böylece çocukların ağaçları tanıyacağını, meyvelerinden hem sokak ahalisinin hem de başta kuşlar olmak üzere hayvanların yararlanacağını belirtiyordu. Bugün dikkatimi çekti. Bir mahalledeki mimarlık ofisleri çalışanları, ‘Mahallenin Mimarları’ adlı yeni yıl kutluma etkinliği düzenlemiş. Aynı şekilde bir sokakta da, mahalle halkının yine ‘gülelim- eğlenelim’ adı altında kaynaşma toplantısı yaptıklarını öğrendim. Urla’da gördüm, İstanbul’da da… Sokak sakinlerinin bir araya gelerek, ‘Bahara’ ya da ‘Yaza merhaba’, ‘Elveda yaz’, ‘Hoş geldin sonbahar’ adıyla yiyip eğlendiklerini duyanlarımız olmuştur. Mahalle ya da sokak sakinleri ne yapıyor? Herkes maharetini gösteriyor, özellikle kadınlar, yaptıkları yemekleri, yemek tatlı yapamayanlar, tedarik ettikleri meyveleri ile eğlenceye katılıyor. İmkânı olan da olmayan da, çoluk çocuk herkes bir arada oluyor. Mahalle ve sokak dayanışması ve iyi ilişkileri geliştirme, birlik ve beraberliği sağlayıp, perçinliyor. *- ONLARI TANIMAYIZ Sokağımızdaki, mahallemizdeki bakkalı, kasabı yani esnafı tanırız. Ama ne milletvekillerini bilir tanırız, ne de belediye meclis üyelerini ve önemli noktalardaki bürokratları. Hatta doktorları bile… Çünkü bizlerle, yani mahalle halkı ile samimi olmayı, kendilerini tanıtmayı istemezler. Nedenlerinden en bilineni, ‘Aman beni rahatsız etmesinler!’ dir. Öyle ya kapılarını gece gündüz bir şekilde, örneğin ‘iş’ konusunda çalacaklar kesindir. Yardımcı olmayı istemezler. Ama kendileri bir şekilde daha iyi yerlere gelmek için el etek öpmeyi bilirler. ‘Emredersin müdürüm’ demeyi de bilirler, özellikle siyasetçileri iyi bilir, tanırlar… Bu arada öğrendim: CHP'li Gökhan Günaydın Kasım Ayında zirvedeymiş! Ağrı dağına falan mı çıkmış? Hadi oraya dağcılar bile zor çıkıyor, parası olanların tercihi Bursa Uludağ, ya da Erzurum Palandöken’e falan mı çıkmış, zirveye bayrağı dikmiş mi? Neymiş, söyleyeyim: Birileri Kasım ayında anket yapmış ve bu ayın en başarılı milletvekillerini belirlemiş. Buna göre en başarılı bu kişiymiş, yani zirvedeki isim Gökhan Günaydın imiş… Gökhan Bey, İstanbul Milletvekili… Anket firmasına göre, halkın ilgisini ve güvenini perçinlemiş… Ben inanmadım… Bu işte ‘Napolyonun’ parmağı var gibi… Ajda Pekkan bir zamanlar ne diyordu, şarkısında: ‘Para, para, para!’ Bu arada ilk beşi de meraklısı için belirteyim: 1- Gökhan Günaydın (İstanbul), 2 - Deniz Yavuzyılmaz (Zonguldak), 3 - Gökan Zeybek (İstanbul), 4 - Ali Mahir Başarır (Mersin), 5 - Süleyman Bülbül (Aydın). Sıralamayı görünce şöyle düşündüm: Denize bir olta atılmış ve ‘Ya nasip!’ denilerek, göğe avuç açılmış… Geçim dünyası işte… *- SÖYLEMEK KOLAY Şampiyon olmak kolay mı? Emek ister, zaman ister, çalışmak ister… İster de ister… Ama bazıları için bu iş gayet kolay! Bir zamanlar iki dev ülke Amerika Birleşik Devletleri ile Rusya yine it dalaşına girmişler. ‘Biz daha iyiyiz, biz her dalda şampiyonuz!’ demişler. Şimdi ‘Formula’ yarışları var ya, onun ilk adımını atmışlar. Sofya’da ilk otomobil yarışını yapmışlar. Amerikalılar ‘Ford’ ile Ruslar ‘Lada’ ile yarışa pilotlarını sokmuşlar. At yarışlarında ‘Burun farkı’ olur ya, Ford tampon farkı ile birinci olmuş. Tabii bizim süper ligdeki hakemler gibi kıyamet kopmuş ama ‘Hakimin kararı değişir, hakemin kararı değişmez’ denilerek Ford birinci Lada ikinci sayılmış. Moskova Radyosu haberi şöyle vermiş: ‘Amerikalılar yine nal toplattık. Sofya’da yapılan otomobil yarışlarında, Lada ile müsabaka giren Rus Pilot baştan ikinci, Ford ile yarışa giren Amerikalı pilot ise sondan ikinci olmuştur…’ Haberde yalan var mı? Yok tabii… Ama bakış açısı işte… Gelen spor haberlerini incelerken bunlar aklıma geldi. Bir büyükşehir belediye başkanı, yeni yıl etkinliği kapsamında Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü ile Gençlik ve Spor Hizmetleri Dairesi Başkanlığı ekibi ve sporcularıyla bir araya gelmiş. Büyükşehir Belediyesi’nin spora verdiği önemi hatırlatan Başkan, “2025’ten itibaren ‘Ben şampiyon olacağım, bizim takımımız şampiyon olacak, Büyükşehir Belediyesi’nin desteğine ihtiyacım var’ diyen herkesin yanında olacağız” demiş. Biliyorsunuz, A’dan Z’ye bütün belediyelerimiz spora önem veriyor. Politikaya atılıp, ‘zirveye!’ çıkmak isteyenler de, öncelikle mahalle ve kent takımlarının yöneticiliği, eşofman, forma, top hediye ederek, yani gençlerin gönüllerini kazanarak sahaya çıkarlar. Belediye başkanları ve adından söz ettirmek isteyenler mutlaka spora ve sporcuya yani gençliğe çengel atarlar. Anneler gibi gençlerin de hanelerinde sözlerinin geçeceğini ve böylece adlarını duyuracaklarını hesaplarlar… ‘Şampiyonluğu’ sporculardan çok politikacılar isterler… Bilmem anlatabildim mi? *- ÇOK UZAK 2025 yılı için belirlenen yüzde 30 artışla 22.104 TL olarak açıklanan asgari ücret zammına, işçi kesiminden tepkiler dinmiyor. Açıklanan bu rakamın Türkiye’de yaşayan milyonlarca asgari ücretlinin temel ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzak olduğunu belirtenler. ‘Bu maaş, vatandaşlarımızın artan kira, gıda, enerji ve ulaşım maliyetleri karşısında bir yaşam standardı sunmaktan çok uzak. Halkımız açlık sınırında yaşam mücadelesi verirken bu rakam bir çözüm değil, adaletsiz bir yaklaşımdır’ deniliyor. TÜİK’in açıkladığı %47’lik enflasyon oranı, halkın gerçek yaşam maliyetlerini yansıtıyor mu? Ben de sanmıyorum. Herhalde çarşıdan pazardan bizim görevli bürokrat tayfasının haberi yok. Kira artışları %60’ı aşmış, temel ihtiyaç ürünlerindeki fiyat artışı durdurulamaz hale gelmişken, %30’luk bir zamla halkı ‘enflasyona ezdirmedik’ demek, gerçeği ne kadar gösteriyor, bunu vatandaşa sormak lazım. Ne diyoruz: ‘Halkımızın emeğine, alın terine saygı duyulmalı ve hakkı teslim edilmelidir.’ *- ORADA BİR KÖY VAR Turistik köylerimizden birinin haberini de, doğa yürüyüşleriyle bildiğim Enver Kaya göndermiş. Balıkesir’in Körfez ilçelerinden Edremit - Küçükkuyu beldesinin kuzeyinde, yüksekçe bir tepenin içinde vadiye yerleşmiş, bir zamanlar Türklerin ve Rumların birlikte yaşadığı köyü ele almış. Verilen bilgiye göre: 1924 yılındaki Büyük Mübadele’de buradaki Rumlar Yunanistan’a giderken yerlerine Girit’ten Müslüman Türkler köye yerleştirilmiş. Kazdağları’nın güney eteklerinde zeytinliklerle çevrili taş evleri ve serin gölgeli sokaklarıyla bir rüya beldesidir. Hemen yakınında ‘Zeus Altarı’ olarak ünlenen sunak yeri vardır. Çevreye hâkim bir tepede olan sunak yerinde, taş bir oda ve su dolu bir sarnıç bulunmaktadır. Zeus Sunağı’nın bulunduğu tepeye çıktığınızda, doyumsuz bir manzara ile karşılaşırsınız; kıyısındaki köylerden dört mevsim dumanlar yükselen Edremit körfezi, Ayvalık civarındaki adalar ve bütün baştan çıkarıcılığıyla Midilli adası durmaktadır. Homeros, Troia Savaşı’nda Baştanrı Zeus’un savaşı buradan izlediğini söylemektedir. İşte burada son cümle biri şüpheli! Neden mi? Zeus un Troya savaşını buradan izlemesi mümkün değil. Homeros’un bahsettiği tepe Gargaron tepesidir. Buradan bakıldığında savaşın olduğu bölge görülebilir. Bilenlerin söylediklerine göre: Yamaçta adaklar için bölmeler var. Bu da çok kişinin dikkatini çekmez. Zeus Altarındaki tepe denizin sol tarafına bakar, Troya savaşı sağ Çanakkale yönünde buradan izlenmesi mümkün değil, mesafe 85 km. Gargaron tepesinden izlenmiş olabilir mesafe yakın. *- ARTIK KOLAY Şimdi de bilgimizi imtihan edelim! İnternette, sosyal medyada bu tür bilgileri bulmak kolay. Neden Matematikte bilinmeyenin ‘x’ harfiyle tanımlandığını hiç merak ettiniz mi? Bugünkü Özbekistan topraklarında yaşayan ünlü matematikçi El-Harezmi, denklemleri çözme biliminin temellerini atarak ‘al-cebr’, yani cebiri geliştirdi. El-Harezmi’nin “Kitab el-Muhtasar fi Hisab el-Cebr ve’l-Mukabele” adlı eseri, cebirin kurucu metinlerinden biri olarak kabul edilir. O dönemde formüller yerine denklemler kelimelerle yazılırdı. Örneğin, El-Harezmi bilinmeyen için ‘şey’ (şey anlamına gelir) terimini kullanmış ve araştırmalarını bu eserinde yayımlamıştır. 12. yüzyılda, El-Harezmi’nin eserleri İspanya’ya ulaştı ve Latinceye çevrildi. O dönemde, eski İspanyolcada [ş] sesini ifade etmek için X harfi kullanılıyordu (örneğin, eski İspanyolcadaki Don Quixote ismindeki ‘x’ harfi gibi). Bu nedenle, bilinmeyen ‘şey’ kelimesi İspanyolca çevirilerde ‘xei’ olarak yazılmaya başlandı. Zamanla bu kelime kısaltılarak sadece x harfiyle ifade edilir hale geldi. Bu popüler hikaye, matematikte bilinmeyenin ‘x’ harfiyle gösterilmesinin en yaygın açıklamalarından biridir. Ancak, başka teoriler de vardır: 1. X’in alfabetik sırası: Matematikte bilinmeyenler genellikle alfabetik olarak tanımlanır. Bu nedenle ilk bilinmeyen için x, ikinci için y ve üçüncü için z harfleri tercih edilmiştir. 2. Latince ve Arapça çeviri etkisi: Latince çeviriler sırasında Arapça ‘şey’ kelimesinin doğru bir karşılığını bulma çabaları, zamanla x harfinin kullanılmasına yol açmıştır. Her ne kadar bu açıklamaların kesinliği tartışmalı olsa da, El-Harezmi’nin cebire ve modern matematiğe katkıları tartışılmazdır. Onun çalışmaları, Avrupa’da matematiğin gelişimine büyük bir ivme kazandırmıştır. *- HİÇ GÖRDÜNÜZ MÜ? Bir gün dostları Nasrettin Hoca’ya: ‘Dünyada en tehlikeli ve korkunç hayvan hangisidir?’ diye sormuşlar. Hoca hiç düşünmeden, ‘İnsandır!’ demiş. Dostları bu cevaba hayret etmişler ve itiraz ederek: ‘Bu nasıl olur?’ Diye sormuşlar. Hoca şu açıklamayı yapmış: ‘Köpek ekmeğini yediği adama hıyanet etmez. Yılan kendisine dokunmayanı sokmaz. Kurt, insanın bulunduğu yerlerden uzakta yaşar. Halbuki insan, hiç de böyle değildir. O kendisine iyilik edene bile fenalık yapar. Siz, hiç dünyada kendi cinsine insanlar kadar kötülük eden bir varlık gördünüz mü?’ *- MADRA DAĞI… İlgili ve meraklısı çok fazla. Bu nedenle kısa ve öz olarak Bergama’dan, Kaz dağlarının bittiği ya da başladığı yerden Madra Dağı'nda söz edelim. Madra Dağı,1341m Madra suyunun kaynağı, Bergama-İvrindi yolunun Korucu kasabasından yol dar ve virajlı olarak devam eder. Son köyden sonra yaklaşık olarak yol 20 km. topraktır. Bazı yerler engebeli ama manzaralar, doğa ve kamp için olanak çoktur. Su boldur ve yürüyüş rotaları yapılmıştır. Kamp yapıp yürüyüş yapabilirsiniz, Madra Dağı'nda. Bir zamanlar milli atletimiz Bornovalı Nüvit Belevi köşesinde rota çizer, özellikle karavancılara yol gösterirdi. Kendisinin yazılarını ve anlattığı kamp yerlerini özlediğimi de belirtebilirim. *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

SAHTEKARLIĞI NORMAL KARŞILIYOR!

NEREDEYSE İÇ ÇAMAŞIRLARINI BİLE ALACAKLAR