KÖTÜYE HIZLA GİDİYORUZ
YAŞAR EYİCE
*- İNSANLIĞI KAYBETMEYELİM
İzmir özelliklerini kaybetmeye başladı.
Tabii bu ‘gerileme’ sadece İzmir’de değil, ülkemizin büyüyen her kentinde açık saçık meydanda.
Bir iki küçük ama önemli noktadan söz edeceğim.
Metroya bindim:
Bir baktım, çoğumuzdan sağlam biri, ‘Hastayım çalışamıyorum, evime bakmak zorundayım!’ diyerek yol kenarlarında, kavşaklardaki dilenciler gibi yolcuların duygularına hitap ederek paralarına çarpıyor.
Biri gidiyor, diğeri ortaya çıkıyor.
Bu kez sakallı bir kişi…
Alışkın olduğumuz şekilde ‘kağıt mendil’ sözde satıyor.
Sistem aynı, acındırma…
Vagondakiler bu kez başlarını iki küçük çocuğun ‘Ablalarım, ağbilerim!’ diye başlayan seslerine döndürüyor.
Biri darbuka çalmaya çalışıyor, diğeri elindeki kutuya para topluyor, bir yandan da ‘Sanatçılara yardım edin!’ diyor…
Bu çocuklar İzmir’in bir ucundan metroya nasıl geliyor ve sanatlarını (!) nasıl icra ederek, yolculara el açıyorlar.
*- KONTROL BIRAKILMIŞ
Bir ara bunlarla mücadele için ‘kontrol memurları’ bulunuyor, bunlar yolcular gibi hareket ederek, dilencilere ve yolcuları rahatsız edenlere, tabii ki şüphelileri gözlem altında tutuyorlardı.
Bu kısmı şimdilik bilemiyorum…
Ama gördüklerim ve yaşadıklarım yolcuları kendi haline bıraktıklarını görüyorum.
‘Yankesicilik’ bürosunun elemanları da bazılarına göz açtırmıyorlardı.
Şimdi bir de İzmir’deki ‘Tramvay’ yolculuğundan söz edeyim.
Aynen metro, İzban ve Tramvay seyahatlerinde yer kapan ayaktakilerle göz göze gelmemek için nedense başlarını kaldırmıyorlar,
Ya ellerindeki akıllı telefonları kurcalıyorlar, ya uyukluyor numarası yapıyorlar, ya da pencereden dışarıya bakıyorlar.
Yaşlılar, hamileler, çocuklular, kadınlar, engelliler, sıkışık şekilde seyahat etmek zorunda kalıyorlar.
Bu görüntü daha düne kadar İzmir’de görülmezdi.
Tabii ki bu görüntü toplu ulaşım araçlarından otobüslerde daha yaygın bir şekilde görülüyor.
Ne yapılabilir?
*- ANONS İLE OTURDUM
Fransa’dan bir örnek vereceğim.
İzmir’de görmeye alıştığımız gibi bir kadın sürücü, beni aynadan takip etti ve ‘Bana yer vermeleri’ konusunda uyarı yaptı.
Hemen biri kalktı ve bana yer verdi.
Çok daha önceki bir yıl, ve Paris içi toplu ulaşım aracında ise bilmeyerek, son yıllarda bizim toplu ulaşım otobüslerinde olduğu gibi, engelliler ve yaşlılara ayrılmış yere oturdum.
Belli yaşın üzerindeki bir yolcu, bana belediyenin verdiği kartı gösterdi ve ‘burası bana ayrılmış yer, lütfen kalkın!’ diye uyardı.
Özür dileyerek kalktım.
Şimdi bizde birini yerinden kaldırmaya kalkın bakalım, size neler neler diyecek!
Bir başka ülkeden de örnek vereyim:
Moskova metrosu dünyaca ünlü.
İstasyonlarındaki paha biçilmez eserleri görmek için, Amerika Birleşik Devletleri dahil, turist gruplarının geldiklerini gördüm.
İşte neredeyse 30 saniyede bir trenin geldiği İstasyonlar arası yaptığım tüm seyahatlerde vagona adım atar atmaz, mutlaka biri kalkıp yer verdi.
Yani insana saygı böyle oluyor, birçok ülkede…
‘Medeni’ denilen ülkeler acaba öncelikle insana yapılan saygı ile mi ölçülüyor?
*- SAHTEKAR ve DOLANDIRICI
Şimdi İzmir’den devam edeyim:
Tramvay ile Karataş istasyonundan Çankaya istasyonuna gidiyordum.
Çankaya’da tramvaydan inip Bornova’ya gidecek metroya transfer olacaktım.
Tabii ki yine ayaktayım…
Oturan bazı tipleri anlatmıştım
Tam arkamda biri telefonla konuşuyor.
‘İzsu’da bir işi takip ediyoruz!’ diyor.
Sonra devam ediyor:
‘Tapu’da da takip ettiğimiz bir iş var!’
Müteahhit falan diye düşündüm.
Telefondaki kişiye, ‘Senin işi de hallederiz. Sen bu işi ticaret olarak düşün. Senden boşuna para alır mıyız? Tabii ki birilerine vereceğiz. Bizi herkes tanır, çok güvenli iş yaparız. Seni arayacağım, bu konuyu görüşeceğiz!’ deyince, aklımdan ‘Kim bu dolandırıcı?’ diye geçti ve arkamı dönerek baktım.
40 yaşlarında iriyarı biri.
Giyimi de iyi ve dikkat çekici…
Altın bilekliği de gözüme takıldı…
‘İşte İzmir’de iş tutan, bir son model İzmirli (!) dedim…
Bilmem ne demek istediğimi anlatabildim mi?
Böylelerine ne İzmir’de, ne İstanbul’da ne de başka şehirlerde ihtiyacımız yok!’
Ama nedense bu tipler, ‘İş takipçileri’ kendilerine iş (!) buluyorlar.
Nedeni de açık;
‘Normal işler yürümüyor…
Bugün git, yarın gel!’ deniliyor.
Bu da vatandaşı ‘Avcının kocağına’ atıyor.
Bu tipler ‘av peşinde koşanlar’ için ‘yakalama’ dahil işlem neden beklenildiği kadar yapılamıyor…
*- BAYRAK YERİNDE, YA BEŞ YAVRUCAK?
Türk bayrağını kimler asıyor?
Yakın zamanda belirttim.
Binlerce, milyonlarca Türk bayrağı dağıtıldı, yasa gereği olmasına rağmen esn
af ve kamuya ait lojmanlarda, resmi kurumlardan maaş alan birçok memur ve müdürün evinde Türk bayrağı görülmediğini iddialı bir şekilde yazmıştım.
Ne demiştim, ‘Türk bayrağını yoksullar asıyor!’
Bir de şehitlerimizin gecekondularında…
İşte yine İzmir’den içler parçalayan bir olay ve Türk Bayrağımız…
İzmir’in dünyaca ünlü ‘Efes Selçuk’ ilçesinde, yaşları bir ile beş arasında değişin beş kardeş yangında can verdi.
Baba cezaevinde, anne ise hurdacılık yapıyor.
Çöplerden, atıklardan topladıklarını satarak kendinin ve çocuklarının yaşamlarını sürdürmesini sağlıyor.
Ve gecekondu tipi külübemsi evlerinin bahçesindeki ağacın üst dallarına, devletine bağlılığını göstermek için Türk Bayrağını asmış bulunuyor.
Yine işe çıktıktan sonra, birer yaş aralıklı beş küçük yavrusu uyurken kulübede bırakıyor ve üşümesinler diye ‘ölümlerine’ neden olacak, elektrikli sobayı açık bırakıyor.
Kapıyı kilitleyip Türk Bayrağının altından geçerek çöplerden hurda toplamaya gidiyor.
Evine yorgun döndüğünde faciayı görüyor.
Artık çocukları yoktur…
*- DIŞARI--. DIŞARI!...
İzmir’de, AKP’li Latif Aydemir, Meclis toplantısında erkekler tarafından öldürülen kadınlarla ilgili boyunu aşan bir konuşma yapmıştı.
Kendi partisi tarafından da konuşması olumsuz karşılanan Latif Aydemir, ‘Erkekler kadar kadınlar da suçlu!’ diyerek, öldürülen kadınların öldürülmelerini hak ettiklerini anlatmaya çalışmıştı.
Son belediye meclisinden başta CHP’li üyeler topluca ayağa kalktılar ve Latif Beyin önceki toplantıdaki konuşmasını (Öldürülen kadınlar da suçludur!) sıralara vurarak protesto ederken, ‘Dışarı!.. Dışarı!’ diyerek, salonu terk etmesini istediler.
İstekleri yerine gelince, meclis toplantısı kaldığı yerden devam etti.
*- ERKEKSEN!...
Kızı ünlü bir film sanatçısı olan Avukat Senih Özay anlattı:
‘Halk vecizesi polis vakası mı, köy mü ne diyorlar buna bilemedim!
Bir kamyonun Çarpmasıyla yaralanmış olan çiftçi Mehmet amca kazadan sorumlu tuttuğu taşıma şirketine dava açıyor.
Mahkeme salonunda şirketin avukatı ile Mehmet Amca karşı karşıyalar, ve Avukat soruyor:
“Ama siz kazadan sonra gelen polis memuruna ‘Ben çok iyiyim!’ demediniz mi?”
- Anlatayım ağam; Ben bizim eşeği gasabada satışa götürmek üzere gamyonetime bindirmiştim ki...
“Bırakın ayrıntıları Memet Bey, siz sadece soruma yanıt verin:
Siz, kazadan hemen sonra gelen Polis memuruna ‘Ben çok iyiyim!’ dediniz mi, demediniz mi?”
- İşte anlatıyom ya Avukat bey; eşeği gamyonete yüklemiş, yola çıkmıştım ki...
Avukat tekrar adamın sözünü kesti ve Hakime dönerek:
“Sayın hakim, size olayın tam olarak nasıl gerçekleştiğini davacının kendi ifadei ile almaya çalışıyorum ama, soruma yanıt vermiyor.
Bu bey, kazadan hemen sonra olay yerine ulaşan polis memuruna ifadesinde ‘çok iyi’ olduğunu söylemiş.
Kayıtlara geçmiş.
Şimdi, aradan kaç hafta sonra müvekkilime dava açıyor.
Ben bu davada, bu şahsın mahkemeyi yanıltmaya çalıştığına inanıyorum.
Lütfen, sadece soruya yanıt vermesini söyler misiniz?
Hakim çiftçinin hikayesiyle ilgilenir gibiydi:
- Eşek hakkında söyleyeceklerini merak ettim aslında; Bırakalım da anlatsın....
Memet amca Hakime teşekkür ederek devam etti:
“İşte dediğim gibi, sayın Hakimim, tam eşeğimi gamyonetime bindirmiş şehre doğru gidiyodum ki, bu şirkete ait gucuman bi kamyon, ‘DUR!’ tabelasına aldırmadan üzerime sürdü ve bize çarptı.
Ben yolun bi yanına fırladım, Garagaçan bi yana...
Nasıl kötüyüm, nasıl kötü, anlatamam...
Gıpırdanamıyom sancıdan...
Öte yanda Garagaçan bir anırıyo, bir anırıyokine, ortalık inliyo.
Derkene bi pulis memuru geliveedi, Garagaçanın sesini duymasile önce ona dooru getti, eğildi, bahtı, tabancasına davrandı, alnının göbeenden Garagaçanımı urmasın mı???
Soonacııma, yolun garşı tarafına geçti, bana dooru geldi, dedikine:
‘Eşeğin hali berbattı, vurmak zorunda galdım, ‘sen nassın?’ dedi...
Hadi erkeğisen kötüyüm de...’
Mahkemenin sonucunu yazmama gerek yok.
Herhalde herkes tahmin etmiştir.
*- ‘KUŞ CENNETİ’ DE SAHİPSİZ
Prof. Mehmet Sıkı, yazmış;
"İzmir’de ‘Kuş Cenneti!’ vardı.
Ancak ben 6 yıldan beri, burayla ilgili hiçbir haber duymadım.
Peki siz duydunuz mu?
Ey İzmirller, Kuş Cennetine sahip çıkın!
Bu Cennet bu güne kolay gelmedi.
Selam ve saygılar!”
Prof. Mehmet Sıkı, ‘Kuş profesörü’ olarak tanınır.
İzmir Kuş Cennetinin yaşaması ve gelişmesi için yaptığı mücadeleyi bilenlerden ve takip edenlerden biriyim.
Neden aynı Bodrum Kalesi ve Müzesi gibi yok ettiğimiz uluslararası bir değerimizi adım adım kaybettiysek, neden aynı şekilde Prof. Mehmet Sıkı hocamız ‘Emekli’ olduktan sonra İzmir Kuş Cennetini de yok etmeye çalışıyoruz.
Akıl alacak gibi değiil…
*-
Yorumlar
Yorum Gönder