HAYALLERE DALMAYALIM, GERÇEK BÖYLE

YAŞAR EYİCE *- VAY CANINA! Nedeni açıklanmadan aday gösterilmeyen önceki İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, bir medya gurubuna verdiği demeçte, ‘CHP Normalleşmeyi bırakıp, iktidar olmak için muhalefet etmeli!’ dedi. Tunç Soyer’den önce mi, daha sonra mı tam çıkaramıyorum, Tunç Soyer’den önceki, en fazla başkanlık yapan Aziz Kocaoğlu da, anımsadığım kadarıyla aynı nakaratta laflar etmişti, gazetecilere… Fazla zaman geçmedi, dikkatimi çekiyor, parti içi muhalifler anlaşmış gibi ‘Özgür Özel normalleşmeyi bıraksın’ diyorlar. Bir başka söylenenler de şöyle; ‘Artık Özgür Özel, açıklama yaptıktan sonra, açıklamanın açıklamasını da yapmasın!’ Örnekleri çok… Bu açıklamalar, ‘yanlış anlaşıldım!’ sözleri de, ‘Yanlış yaptım!’ın bir başka versiyonu… Türkçemizde çok güzel sözler var, örneğin, ‘Az konuş da molla sansınlar!’ gibi… Özgür Özel’in işi çok zor gibi görülüyor… Ne derler, ‘Balık hafızalımı ne?’ Bakıyorum, çoğunluk ‘Ben akşam ne yediğimi bile bilmiyorum!’ diye yanıt veriyor, güncelleri sorduğumuzda… Yanı ‘Balık hafızalılar’ çoğunlukta… Öyle olunca, ben de Turgut Özal siyasetini uygulayayım, anımsadığım bazı haberleri paylaşayım ki, bir işe yarasın… İşte örneği; *- BALIK HAFIZALIYIZ Ayşegül Demir, ‘Milletvekili sayısı azaltılsın, 4 yıllık fakülte mezunu olmak ve yabancı dil bilmek şartı getirilsin, asgari ücretin biraz üstünde maaş alsınlar, dersem katılır mısınız?’ diye soruyor… Rıdvan Kaynar isminde Ödemişli bir arkadaşımız vardı, ona ‘Gaddar!’ derdik ama Ayşegül Hanım bu dileğiyle gerçekte pamuk gibi olan bu arkadaşımızın haksız sıfatını elinden almış oluyor. Herhalde biz bu istek ve dilekle milletvekili bulamayız ve aynen muhtarlar gibi ‘Ne yapıyorlar?’ diyerek, milletvekili sayısının neredeyse 50-60’a inmesini isteyenlere çanak tutmuş oluyor. *- TAZE VE SAĞLIKLI İzmir’in Çeşme ilçesinin kendisi kadar ünlü Alaçatı’sında bir ‘gıda topluluğu’ bulunuyor. Nasıl birçok kişi ‘Platform’ adı altında bir araya geliyor, Alaçatı’da yaşamını sürdürenlerden bir grup da ‘Gıda Topluluğu’ adı altında bir araya gelmişler. Tülay Arıcan’ın belirttiğine göre, Alaçatı Gıda Topluluğu yeni bir uygulamayı başlatmış ve ‘Tarım Projesini’ hayata geçirmiş. Anladığıma göre; Geçtiğimiz yıl Çeşme ve Alaçatı’da yaşayanların bir araya gelerek oluşturduğu Alaçatı Gıda Topluluğu (AGT) oluşumu bu bölgede yaşayan üretici ve tüketicilerin ilgisini çekmeye devam ediyor. Topluluk, amaçlarını ‘İyi gıdaya doğrudan ve tercihen yerli üretici yoluyla ulaşabilmek, daha az karbon ayak izi için uzaklardan getirilecek ürünleri toplu sipariş edip üretici ile tüketiciyi buluşturmak’ olarak açıklıyor. *- SAYILARI ARTIYOR İstanbul başta olmak üzere Çeşme ve Alaçatı ile bir şekilde ilgili olanların da anımsayacakları gibi, 219 katılımcıya ulaşan oluşum geçtiğimiz yaz Ovacık’ta bir limon bahçesi hasadı ile Ildırı’da enginar hasatı etkinlikleriyle ilk adımını attı. Ardından katılımcılar yine Ovacık’taki yerel üreticilerle buluşup mısır hasadı, bostan hasadı ve kavun hasadı etkinlikleriyle yeni deneyimler kazanma fırsatı yakaladılar. Bölgenin en eski yerleşimlerinden Germiyan’daki buluşmada ise yörenin kopanisti peyniri ve geleneksel yöntemlerle susuz tarım uygulamasıyla üretilen Çeşme kavunu hakkında bilgi verildi. AGT’nun en önemli hedefi ise üretici-tüketici bağını oluşturan Topluluk Destekli Tarım uygulaması projesinin yıl boyu devamlılığını sağlamak. Bu kış Ovacıklı yerel üretici Nuri-Özlem Avcı’nın paydaşlara alan tahsisi ve ev sahipliğiyle, S.S. Çeşmeköy Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Başkanı Kazım Beyaz’ın teknik bilgi katkılarıyla yeni bir projeye de başlangıç yapıldı. Üretici ailenin AGT için tahsis ettiği 3 dönümlük arazide iyi tarım uygulamaları eşliğinde biyolojik zirai bakım ürünleri ile kışlık fide dikimi yapıldı. 4 hasat buluşmasıyla tarladaki ürünler bizzat üyeler tarafından toplanıp paydaşlar arasında dağıtıldı. Üretim fazlaları ise eş, dost ve restoranların sahip çıkmasıyla İYTE Vakfına burs ve Hayatın Anlamı Kitap projesinde de Çeşmeli 200 ilköğretim öğrencisine kitap olarak katkı sağladı. Bu proje deneyiminden yola çıkılarak Topluluğa üye paydaşların gruba tahsis edeceği daha geniş tarım arazilerinde yaz sebzeleri üretimi ile uygulamaya devam edileceği bilgisi paylaşıldı. Faydalı ve güzel oluşumun başarılı olması kadar sürekliliğini korumasının da önemli olduğuna inanıyorum. *- KAZ DAĞLARI DIŞINDA Duymamışsınızdır. Çünkü reklam yani para peşinde koşanların başka iş ve görevleri bulunuyor, bazı patronlara karşı. Urla’da Jeotermal bahanesiyle en güzel kıyı şeridinde arazi kapatılmasına yöre halkından tepki geldi. Jeotermal yatırıma su sıcaklığının 25-30 derece olması nedeniyle uygun olmayan Urla’nın Demircili ve Altınköy arasındaki en güzel sahil şeridinde ÇED süreci başlatılması bölge halkını endişelendirdi. İşin özeti bu! Yöre halkı ve çevreciler adına açıklama yapan Avukat Şehrazat Mercan, ‘Daha önce bir başka şirket ile başlayan jeotermal arama-sondaj girişimini, çok sayıda dilekçe ve valiliğe bizzat giderek yaptığımız açıklamalar sayesinde valilik tarafından başlatılmış olan ÇED sürecini durdurmayı başarmıştık. O proje Zeytinler köyünden başlayıp Seferihisar'a kadar ulaşan ve daha geniş bir alanda planlanmıştı. Şimdi, başka bir şirketin, biraz daha daraltılmış ama yine Demircili ve Altinköy koylarını da içine alan ve Azmak'a kadar uzanan alanda arama-sondaj için başvurusu var. Bu kez JES Arama Ruhsatı alınmış ve ÇED süreci başlamış durumda. Yağcılar, Altinköy ve Urla'dan küçük bir grupla toplanıp elimizdeki koordinatlara göre sondaj yapılması planlanan alana yürüdük.’ *- DELİCE ZEYTİNLİKLER Şu kadarını söyleyeyim: Altınköy plajının sağ tarafındaki burunda, yolun biraz üstünde zeytin delicesi ağaçlarının olduğu birçok koyu gören tepede inanılmaz bir manzara hâkim… Ayrıca yakın çevrede, özellikle Altinköy'e girmeden sağ tarafta kalan zeytinlik arazide 300, 400 metre kare şeklinde oluşturulan parsellerde, yüzlerce konut planı var. Bu planlara karşı açılan dava devam ediyor. Çünkü üst ölçekli planlarda bu parseller, mahkeme kararıyla ‘tarım alanı’ olarak belirlenmiş, karar altına alınmış durumda. Zeytinler gençleştirme adı altında budandı ve belli ki kısa süre araziyi açmak için nakledilecekler. Ülkenin birçok sorunu var. Bunu biliyoruz. Ama çevrecilerin, doğa koruyucuları bir grup insanın da, yalnız, çaresiz, sahipsiz kaldıklarını, bunun da ne demek olduğunu da biliyorum. *- AMERİKALILARIN BAKIŞI Konu memleket meselesi olunca şunları da anlatayım: CİA önceki Türkiye sorumlusu Paul Henze, ABD Dış İşleri Bakanlığına 2016'da şöyle bir rapor veriyor: ‘Türkiye bu haliyle ABD çıkarlarına hizmet edemez, sistem değiştirilmeli. Çünkü, ülkeyi kuranlar denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde TBMM, Meclisi ikna ettiğimizde ordu, Orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza dikiliyor. Eğer Amerikan çıkarına göre Türkiye'de bir federasyon kurulacaksa mutlaka, Meclis, Ordu ve Yargıyı devre dışı bırakan sistem kurulmalıdır. İşte ‘dost’ bildiğimiz Amerikalıların bizim için yıllardır düşündükleri bu… Bunlarla partilerimiz, milletvekillerimiz ilgilensin… Bizim ilgi konumuz ortada; İnsanımız bütçesine göre kiralık ev bulamıyor, emekli sokakta kalıyor, gençler ev bulup evlenemiyor... Emeklisi, işsizi, asgari ücretlisi vurdumduymaz bir şekilde ortalıkta dolaşıyor. Delirmiş durumdayız özetle… *- TEKNOLOJİ DURUNCA Bir ülkenin teknolojik ilerlemesi durur mu? Uğur İşven’in paylaştığı habere göre Türkiye'nin ki durdu Yüksek teknoloji payımız %6-7 aralığından %3-4 aralığına düştü Orta-üst teknoloji payımız ise yüzde 37'lerde 2007'den beri aynı kaldı. Teknolojisi duran ülkede ne olur? Teknolojisi duran ülke kalkınmaz; büyümeler sadece şişme olur; hatta o büyümeler fakirliği azaltmayacağı gibi tersine artırır Paranın değeri de bir başka göstergedir Ama asıl gösterge büyüme=cari açık denkleminde yatar. Özal öncesi: %1 büyüme=-831 milyon $ Özal dönemi: %1 büyüme=-132 milyon $ 90'lı yıllar: %1 büyüme=-495 milyon $ AKP ilk 10 yıl: %1 büyüme=-4.531 milyon $ AKP 2. 10 yılı: %1 büyüme=-4.247 milyon $ Kısaca Türkiye tam bir yabancı sermaye bağımlısı oldu. *- HANGİ MİLLİYETÇİ Uğur İşven’in yazısını okurken, ‘Hangi Milliyetçi-Vatansever ülkesinin yabancı sermaye bağımlısı olmasını ister?’ sorusu dikkatimi çekti. Hiç kimsenin ve hiçbir Türk’ün diye soruya yanıt verdim aklımdan. Umarım bu sıkıntılar hemen düzeltilir ve yoluna konur. Yazı şöyle bitiyor: ‘İşin özeti mi? BOP tıkır tıkır işliyor Rahmetli Necmettin Erbakan ve Rahmetli Muhsin Yazıcıolu'nun uyarıları doğruymuş. Türkiye büyük bir yapısal yıkım içinde…’ Böyle haberleri ve yazıları okuyunca inanın uykularım kaçıyor, tansiyonum yükseliyor, işin kötüsü önüme gelene çatmaya başlıyorum. Yani dayak yiyeceğim günler uzakta değil… *- TÜRKLER KURMUŞTU Osmanlı imparatorluğu; - 1299 da kurulmuş, 1579'a kadar 3 asır yükselmiş.... - 1579 dan 1699 kadar, 1 Asır duraklamış. - 1699 dan 1919 kadar gerilemiş ve yıkılmıştır. Gerçekte iki farklı Osmanlı vardı; - Halifeliğe kadar olan Osmanlı... (1299-1517) Nam-ı diğer Türk İmparatorluğu, - 1517 tarihinde Halifeliğin alınmasından sonraki Araplaşan Osmanlı İmparatorluğumuz… Ve Araplaştıkça daha çok batan koca Osmanlı İmparatorluğumuz… Aslında Türkler için her şey güzel gidiyordu... Ta ki Halifelik sevdasına düşülene kadar… O günkü şartlarda halifeliği olmazsa olmaz gören Yavuz Sultan Selim ile akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve diğerleri Memlüklülerin elinden Abbasi halifeliğini almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını tertip ederler... Bu savaşların sonunda, kılıç zoruyla artık halifelik Türklerdedir. (1517) Ama çok büyük bir sorun çıkar, çünkü Arap dünyası halifeliğin kendilerinden alınmasına şiddetle karşı çıkar ve Türk halifeye biat etmek istemezler... İşte bu sorunu çözmek, Arapları, Türk halifeye bağlamak için Arapların da kabul edeceği bir orta yol bulunur. Bu yol Mısır’dan ve Arap diyarlarından seçilecek iki bin civarında ulemanın, Mollanın, Ebussuud Efendilerin İstanbul’a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi de verilerek kalıcı olarak yerleşmeleri sağlanır... İmparatorluğu Araplaştırmak, diğer bir deyişle; Türk İslam’ının terk edilerek, Arap İslam’ına doğru evrilmesini sağlamak konusunda anlaşırlar. Bu projeyi Araplar da destekleyince proje hayata geçer ve maalesef bundan sonra artık imparatorlukta bugün de kısmen rastladığımız gibi ‘Türk’ kelimesi yasaklanır, “Türk’üm!”, “Türkmen’im!” diyen Kızılbaş diye aşağılanır, dışlanır, kafası kesilir. Bu dönem sadece Kuyucu Murat Paşanın “Türk’üm!", “Türkmen’im!” dedikleri için kafasını kestirip, kuyulara doldurduğu insan sayısı 158 bindir. *- TÜRKLERE ZULÜM Maalesef Osmanlının son 350 yılı ilk 250 yılın aksine, Türklere zulümle geçer, sıkı bir Arap tandanslı mezhepçilik kurulur... 1603 yılına gelindiğinde artık Ehl-i Beyt Türk Tekkeleri yasaklanır, kapatılır; yerine Halidî, Nakşî, Kürdî Tekkeler kurulur. Yine bu dönem Kürtlere sayısız imtiyazlar verilir, 1839 birinci Tanzimat Fermanına kadar Kürtler askerlikten bile muaf tutulurlar. (Kürtlere Şah İsmail diyeti ödenir…) *- TÜRKLERİN TASFİYESİ Yine bu dönem Türkler, saraydan, ordudan ve müesses nizamdan tasfiye edilirler… Türklerin askeri ve siyasi gücünü kırmak için bu Arap mollaların fetvalarıyla, serdengeçti birlikleri sadece Türklerden oluşturulur ve en ön safta savaştırılır, böylece kırdırılırlar, ganimet bile toplatmazlar… Ganimeti de saraylardaki Arap mollalar ile işbirliği yapan yeniçeriler kendi aralarında paylaşırlar… Ordudan, saraydan ve müesses nizamdan yavaş yavaş tasfiye edilen, kafası kesilen, sürgün edilen Türklerin bir kısmı bu mollalara kızar ve canını kurtarmak için de Kürtleşmeyi ana stratejik hedef olarak seçerler. Bu aşiretler ve boyların en büyükleri Avşarlardır, Halaçlardır, Mukri, Bayat, Beğdili, Evya, Yıvadır… Buna tarihimizde “Ekrad (kürtleşmiş) Türkmanlar” denir… Yine Kelkit’ten Hakkâri’ye kadar olan bölgede yaşayan Akkoyunluların büyük bir kısmı İran’a gider. (Bugün dünyanın en büyük Türk nüfusunun yaşadığı başkent Tahran’dır…) Böylece yüzyıllarca başımızı ağrıtacak Kürt sorunu ve bu politikalar sonucu gelişir ve büyür. Osmanlı öyle bir açmaza düşmüştür ki, ne halifelikten vazgeçebilir, artık ne de imparatorluğun kan kaybetmesini durdurabilir... Çünkü imparatorluğu kuran asli unsur Türkmenler dışlanmış, mezhepçiliğe kurban edilmiştir… Mollalar, başta matbaa olmak üzere bir sürü saçma sapan fetva verirler… Ve sonuçta Osmanlı’ya Rönesans’ı ıskalatırlar, Rönesans’ı İngiltere kapar… Matbaa Osmanlı’ya ilk kez 1480’de Yahudiler ile gelir, sonra 1527’de Ermeniler matbaaya kavuşur. 1563’te ise Rumların matbaası vardır. Bu meşhur mollalarımız her seferinde yeni bir fetva ile bizimkilerin matbaaya kavuşmasını engellerler, ta ki Batı Rönesans’ı ve aydınlanmayı yakaladıktan, yani 240 yıl sonra, 1727’de İbrahim Müteferrika’nın çabaları ile matbaaya kavuşuruz; ama bilgiye sahip olmak için artık çok geçtir… *- HEP KAZANMAKTAN, HEP KAYBETMEYE Şimdi açıkça şu soru sorulmalıdır: 1299’dan 1683 Viyana Bozgunu’na kadar savaştığı tüm savaşları kazanan bir Türk imparatorluğu (Osmanlı) varken; neden son 250 yılda girdiği tüm savaşları kaybedip, bir de Kurtuluş savaşı yapmak zorunda kalmıştır? Osmanlı bu dönemde; yani yaklaşık son 250 sene, 1683 Viyana Bozgunundan, nihayet 1922’de Ankara, Haymana Ovası’nda yapılan Sakarya Savaşını kazanana kadar tüm savaşları kaybetmiştir. Acaba; Halifelik ve akabinde yürütülen Türk düşmanı, Arap tipi mezhepçi politikalara dönülmeseydi; koca bir imparatorluk batar mıydı? Ve yine; Yunus Emre'lerin, Hacı Bektaş'ların, Seyit Gazi'lerin, Ahmet Yesevi'lerin İslam’ı, İslam değil miydi? Osmanlıyı kuran Şeyh Edebali'lerin İslam’ı, Akşemseddin'lerin İslam’ı İslam değil miydi de, Ebussuud'lara teslim edip batırdık koca imparatorluğu… *- DERS ALMIYORUZ Bugün de aynı sürecin devam etmesi tarihten hiç ders almadığımızı göstermektedir. Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi der ki: ‘Din bir seçimdir, ama Türklük kaderdir!’ İşte bu yüzden ‘Arap sevici, mezhepçi’ değil, Cumhuriyetçiyiz, Türk'üz, Atatürkçüyüz... Ne Mutlu Türküm diyene...’ Bu bilgileri de Halit Kakınç’tan öğrendim… İnsan okudukça, araştırdıkça, bazı gerçekleri de, balonları da görüyor, doğruyu anlıyor… Bilmiyorum yanılıyor muyum? Şunu da ilave etmek istiyorum, Eğitmenler ‘yalan’ ve ‘vahim’ haberlerin yayıldığını görünce, ‘yalanı’ da üçü ayırıyorlar, ‘Yalan’, ‘Kuyruklu yalan’ ve ‘istatistiki yalan!’ Hepsini görüyor, yaşıyor ve biliyoruz… *- KIRBAÇTAN KURTULAMIYORLAR Üzerimizdeki yorgunluğu atmak için biraz da ‘gülmece’ diyorum. Hoca Efendiye sormuşlar; ‘Kapımızın üstüne at nalı assak uğur getirir mi?’ Hoca Efendi cevap vermiş; ‘O nallardan her atta dört tane var! Ama her gün kırbaç yemekten kurtulamıyorlar!’ *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

SAHTEKARLIĞI NORMAL KARŞILIYOR!

NEREDEYSE İÇ ÇAMAŞIRLARINI BİLE ALACAKLAR