EV SAHİBİ DE KİRACI KADAR HAKLI

YAŞAR EYİCE *- BODRUM ve TÜRKİYE KAYBI Urla’daki kitaplığımda elimi attım ve çıkan ilk kitaba göz attım. T.Oğuz Alpözen’in ‘Halikarnas Balıkçısının eşiğinde BODRUM KALESİ ve MÜZESİ’ eserine göz attım. Şunları anımsadım: ‘Bodrum Kalesi, içindeki ‘Sualtı Arkeoloji Müzesi’ konusunda dünyanın en büyüğü olmuştu. Hani televizyonlarda ve medyada, ‘Çık… çık… çık…’ diye TIR’ın altında kalacak birini kullanarak, imalatı ya da fabrikayı ‘Dünyanın en büyüğü!’ gibi tanıtmaya çalışarak, dikkat çekmeye çalışan reklam var ya, bu öyle bir şey değil… Gerçeğin ta kendisiydi… ‘Kendisiydi!’ diyorum şimdi yok! Hikaye oldu… ‘Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne benzersiz kılan Turgut Oğuz Alpözen, gücünü Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, ‘Temelimiz Kültürdür’ deyişinden, ‘Yurtta Barış Dünyada Barış’ görüşenden almıştı. Tanıdığım ve selamlaştığım, emekli meslektaşım Murat Eştürk’e ‘Demokrat İzmir’ Gazetesinin üç katlı dik merdivenlerinde ‘Merhaba Çocuk!’ diye selamladığı günleri anımsadığım, ‘Halikarnas Balıkçısı’ Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın, ‘Uygarlık Anadolu’dan doğdu’ ve onun doğa sevgisi yazarımızı yüreklendirmişti. *- SEVGİ ve SAYGIYLA Burada, disiplinli çalışması ile yine bir başka önemlimizi, değerimizi Haluk Elbe’yi de saygıyla anıyorum. Sualtı arkeolojisinin kurucusu Amerikalı George F. Bass’la, yıllarca süren dostluk ve batıklarla ilgili Turgut Oğuz Alpözen’in vefalı Bodrumlular tarafından heykelleri mi yapılır, büstleri mi, ya de en işlek caddelere adları mı verilir, bilmiyorum, ama ‘Şart’ diye düşünüyorum. ‘Balıkçı Oğuz’un kaleminden bu önemli kitapta, tekrar, müzenin yapılış öyküsünü okudum. *- KARA KAPKARA Ama benim gibi köklü Bodrumlular biliyorlar son zamanlarda, dünyaca ünlü ve Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi üzerinde kara kapkara bulutlarla birlikte fırtınalar estirildi ve bir daha yaşama geçirilmesi için ‘imkansız’ sözcüğünün bile kifayetsiz kalacağı olaylar yaşandı. Ankara’dan esen Kara Fırtına, ‘Balıkçı Orhan’ Turgut Oğuz Alpözen’in bildiğim kadarıyla, kale içinde açtığı on sekiz sergi salonunu, ağaçların çoğunu ve gül bahçelerini söküp attı. Şimdi ‘Müze hem var hem yok!’ dersem, birçok okuyucum ‘Şaşırdığımı sanacak ama gerçeğin en güzel özetlemesi böyle olur, diye düşünüyorum. *- HAYDİ VİRA Dr. Hc. T. Oğuz Alpözen Hocamın, üstadın, ‘Haydi Vira’ ve ‘umut tükenmez’ diyerek her türlü olumlu olduğu kadar olumsuzluklara karşı direncini ve bu sözlerini de unutamıyorum. Bu arada eklemeden duramayacağım: Atatürk’ün fotoğrafları özdeyişleri hemen tüm sergi salonlarında vardı, şimdi yok! Az önce Dr.Hc. Oğuz Alpözen ile George Bass’ın isimleri ile büst ya da isimlerinin Bodrum’un önemli yerlerine konulması gerektiğini önermiştim. Ama bir noktayı hatırlatayım: ‘George F. Bass’ın büstü Gelidonya Burnu Batığı salonunda, süngerci kaptanı Kemal Aras’ın heykeli Ulu Bahçe’de idi. Onlarda yok… Bir ekleme daha yapayım: Süngerci Kaptan Kemal Aras’ın da büstü bulunmalı ve şehrin görünen bir yerine yerleştirilmelidir, dosta ve kötü niyetlilere örnek olarak. Yazmıştım, aynı zamanda R. Dbg Şövalye unvanı bulunan Dr. Hc. T. Oğuz Alpözen hocamın ‘Bodrum Sualtı Arkeolojisinin Sonu’ ve ‘Bodrum Kalesi’nde Olanları- Bilin İstedim’ başlıklı kitaplarından da söz edeceğim. Bakanlık ve bazı memurların, çalışanların görüş ve yaptıklarıyla… *- ER GEÇ OLUR ‘Korku’ ile ‘ümit’ ayrılmaz kardeş, ya da karı- koca gibidir. Bunu her yerde yaşar, görürüz, ‘dualarda’ bile… Tek başına korku, insanları; güvensizliğe ve tükenişe götürür. Tek başına ümit ise; hiçbir tehlike, zorluk, sınır tanımadığından benliği firavunlaştırır. Her yerde, otobüsten tutun da çarşıya, hatta komşularımıza kadar ‘Bağırıp, çağırarak haddini aşanlara’ rastlarız. Bazen bizler de bu konuda yani farkında olmadan konuşurken ‘bağırırız’ sanki normal bir şeymiş gibi… Buna da dikkat etmeliyiz. Çünkü bu yanımızdakini de çevremizdekileri de rahatsız eder. Ne derler: Bağırmak, riya ve şikayetin beslediği bir harekettir. Ustalarım; Erol Akıncılar ve Ünal Tümin’in de belirttiği gibi; önceden kaleme alınmış sayfaları dakikalarca okumak yarar sağlamaz. Ruh ve samimiyet önemlidir. Bunu bulmak da kolay değildir. Dileklerimiz, çalışarak er geç yerine gelir, ama doğru olursak. Umut kapısı er geç doğrudan yana olanlara da açılacaktır. Dualarımız yerine gelecektir. *- EV SAHİPLERİ HAKLI Orhan Kısa Bey, belki de ilk kez ‘kiracılara’ karşı, ‘ev sahiplerini’ koruyan bir mesaj yazmış. Mantıklı görülen söylem şöyle: ‘Ben hak veriyorum ev sahiplerine. Her şey ateş pahası iken ev sahiplerine ‘kira artırma!’ diyorlar. O da milyonlarca liralık yatırım yapmış. Ürününe veya hizmetine ‘enflasyon oranında zam yapmak’ onun da hakkı. Yıllarca enflasyon yüzde 120 civarında gezerken ev sahiplerine yüzde 25 zammı mecbur ettiler. Şimdi normal düzeye gelmesi için enflasyonun 5 katı falan zam yapmaları lazım. Ancak o şekilde hak ettiği yere gelir kira fiyatları. Ülkenin ekonomisi bozuksa, sorumlusu hükümettir. Ev sahibini bakkalı, manavı, marketi, lokantayı vs suçlamayı doğru bulmuyorum…’ İsim gerçek mi? Tanımadığım olduğu için bilmiyorum, ama okuyunca hak verdim. *- BAZI ÖRNEKLER Kısaca söyleyeyim: 8 bin lira kira, bir anda, birkaç göz aldatıcı makyaj ile 50 bin liraya çıkar mı? Gördüm… Hala, dul bir kadının evinde oturan iki kiracıdan biri avukat hanım.. 6 bin liraya oturuyor, İstanbul’un en ünlü bir semtinde… Beş bin liraya oturan bir esnaf, zaman zaman Yunan adalarına gidiyor, nedenini şöyle anlatıyor: ‘Lesyon satıyorum!’ Yani ‘koku’… Semra Hanıma sordum; ‘Sizin semtte ev kiraları ne kadar?’ diye… ‘Ortalama 20 bin lira!’ dedi… ‘Sen bu kira ile geçinebiliyor musun?’ diye sorduğumda ise ‘Almanya’da çalışan ‘Ya da yaşayan) oğullarımın yardımıyla!’ dedi. Su parası da ev sahibi Semra Hanım’dan… Bundan güzel örnekler vardır herhalde.. *- BUNLAR VİCDANSIZ Ama ‘vicdansız’ denilen bir ev sahibi yüzünden İzmir’in Karşıyaka semtinden Ziynet-Faik çiftinin, Antalya’ya taşındığını yazmıştım, Emekli polis memuru Sait T.’nin de aynı şekilde doğma büyüme İzmir’den Antalya’ya taşınmak ve bir el arabası ile ‘sokak lezzeti pilav’ ile ailesine bakmaya çalıştığını öğrendim. *- TÜRKİYE GERÇEĞİ Çok iyi biliyorum, emekliler ya da özellikle dul yaşlıların tek gelir kaynağı anadan- babadan kalan bir evleri oluyor. Geçinmeleri imkansız… Ama nedense bu hep göz ardı ediliyor, neredeyse yüzde 90’ı, sesiz, sekin ve yetişme tarzı nedeniyle ‘utanma duygusu’ içindeler. Özetle kimsesizlerın kimsesidirler. Özellikle bunları belirlemek lazım. İnanın bunları muhtarlar bile bilmez… Çünkü kendi içlerine ve dışarıya kapalı olarak yaşarlar. Bu kimsesizlerin kimsesini sadece, eğer mahallede eski ise, mahalle bakkalları bilirler. *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

SAHTEKARLIĞI NORMAL KARŞILIYOR!

NEREDEYSE İÇ ÇAMAŞIRLARINI BİLE ALACAKLAR