BORNOVA'DA HAVA KARARINCA!

YAŞAR EYİCE *- DAHA ÇOK BEKLERİZ! Bornovalı olmamın herhalda büyük rolü var, bu nedenle, yaşamını Foça’da sürdüren Buket Işıkdoğan Köse’nin tarihi Bornova Büyük Çarşı esnafıyla yaptığı söyleşileri okumayı ve sizlerle paylaşmayı seviyorum. Buket Işıkdoğan Köse ‘kıvrak kalemi’ ile sıradan ama önemli esnaf ve sanatkârlarla yaptığı konuşmaları öyle güzel anlatıyor, aralara da güzel mesajlar veriyor ki, hayran kalmamak mümkün değil. Yeni bir şeyler de öğrenmiş oluyorum: İşte ‘Tenekecilik’ yazısından aldığım bir örnek; Bir mahallesinin bile birçok Anadolu şehrinden daha fazla nüfusa sahip olduğu koskocaman Bornova’da belki de tek kalan Tenekeci Musa Koç unutamadığı bir anısını anlatıyor: ‘Kazma, kürek yapan demirci dükkanına bir adam torunuyla birlikte geldi. Demirci işini yaparken bir taraftan da çocuğu şöyle bir süzdü ve dedesine ‘Bu çocuk sapsarı hiç mi fark etmiyorsunuz?’ dedi. Demircilerin ocağının yanında demire tav vermeleri için su bulunurdu. Yaptıkları malzemeleri ateşte işledikten sonra suya batırarak çelikleme yaparlardı. Bu sular mermerden oyulmuş dibek taşlarının içine konulurdu. Her demirci dükkanında vardı bu mermer dibekler. Ateşten alınan demir bu kaplardaki suya batırılırdı. ‘Caz’’ diye bir ses çıkardı sudan. Her neyse demirin batırıldığı bu suyun üzeri kaymak tutardı. İşte bu demirci ustamız suyun üzerinde demirin çelikleşmesiyle oluşan kaymağı elinle ittirdi ve çocuğa suyu içirdi. Düşünün ki, vücuttaki demir eksikliği, demirin içinde söndürüldüğü bu suyu içerek gideriliyor. Bu çarşının zanaatkarları gerçek ustalardı her konuda bilgiliydiler. Ben kendimi onların arasında yetiştiğim için şanslı görürüm…’ İlk defa bu anlatımdaki ‘şifa’ arayışını duydum… Umarım doğru bir saptamadır. Tabii şimdi böyle bir ‘şifa bulma’ yok, modern tıpta!... *- YOK OLMAYA DOĞRU Yok olmaya yüz tutmuş mesleklerden biri olan ‘tenekecilik’, özellikle Anadolu’da yaygın olan, ancak modernleşme ve sanayileşme ile birlikte giderek azalan geleneksel bir zanaattır. Tenekecilik tarihi, Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar uzanan köklü bir zanaattır. Geleneksel Osmanlı şehir düzeninde, diğer esnaf ve zanaatkarlar gibi çarşı bölgesinde toplu bir şekilde faaliyet gösterirlerdi tenekeciler. Bir cami ya da bedesten çevresinde oluşan çarşının merkezinde, çarşı halkına ya da gelenlere satış yapan bir kuşak yer alırdı. Bu kuşak içerisinde aynı zamanda han, hamam, mescit ve kıraathaneler bulunurdu. Tenekeciler ise çevreye rahatsızlık verebilecek tabakhane, boyahane, demirci, bakırcı ve kazancılar gibi diğer imalatçılarla birlikte, genellikle çarşı sisteminin dışında yer alırlardı. Peki Bornova’da durum nasıldı? *- TENEKECİ, DEMİRCİ, HIRDAVATÇI Tenekeci Musa Koç anlatıyor: ‘Benim çıraklık yaptığım 60 lı yıllarda, Büyük Çarşı’nın cami ve çevresindeki dükkanların biraz uzağında arka sokağında on iki tane tenekeci dükkânı vardı. Tenekeciler, demirciler, hırdavatçılar bu sokakta bulunurdu. Her biri kendi sanatının ustasıydı bu insanlar. Demir sesleri, teneke sesleri şimdi bile çocukluğumun kulaklarını çınlatmakta. Şimdi, bin 800’lü yıllarda, edebi yönü güçlü eserler yerine ‘öğretici’ eserleri yazmayı tercih eden ‘Ahmet Mithat Efendi’ gibi ‘Tenekecilere’ devam edelim: *- SARAY ve ORDU İÇİN ‘Osmanlı döneminde tenekeciler, saray ve ordu için çeşitli kaplar, su mataraları ve mutfak eşyaları üretirdi. 19. ve 20. yüzyıllarda, Anadolu’da tenekecilik, köy ve kasabalarda çok yaygın bir zanaat haline geldi. Ancak sanayileşme ve plastik malzemelerin yaygınlaşması ile birlikte tenekeciliğe olan ihtiyaç azalmış, meslek yavaş yavaş yok olmaya başlamıştır. Bugün, bu zanaat birkaç usta tarafından yaşatılmaya çalışılmaktadır. Tenekecilik zanaatını günümüzde sürdürmeye çalışan ustalarımızın sayıları parmakla gösterilecek kadar azdır.’ *- ÜZÜNTÜ VERİCİ El zanaatlarının mesleki olarak yok olması üzüntü verici. Tenekecilik mesleği yok olduğu Bornova çarşıdaki son temsilci Musa Koç, 58 yıldır zanaatımı sürdürüyor. O zamanlar civar köylerin köylüleri ürünlerini çarşıya getiriler, alışverişlerini yaparlar, tamir edileceklerini ettirir, akşam olunca da köylerine dönerlerdi. İşte o zamanlarda, Ege Üniversitesi’nin kurulduğu zamanlardı. Bir personel kaza geçirmiş kolu yanmıştı. Biri geldi ve tenekeci ustamıza, ‘Bana el profili lazım, yapar mısın?’ dedi. Çizmişler şeklini, ‘Ben de alüminyumdan kestim hazırladım. Hazırladığım el profilini doktora göstermişler. Doktor incelediğinde detaylar karşısında hayranlığını saklayamamış. El profilini yaparken, elimizdeki bütün kıvrımları çizip öyle şekillendirmiştim alüminyumu. Daha sonraları ortopedik ayaklara lehim yapmışlığım da var. İnşaat işleri için baca kenarı, oluklar da yaptım. Soba, boru, kazan, kova, davlumbaz, baca, metalle ilgili aklınıza ne gelirse yaptım.’ Peki zamanımızda ne oluyor? Bunu da tenekeci ustamızın ağzından öğrenelim; ‘Mesleğimi gelecek nesillere aktarmayı çok istedim ama çırak yetişmiyor. Çıraklık işi de öldü. Değişen, gelişen teknolojik gelişmeler çoğu zanaatın sonu oldu ve biten bir mesleği öğrenmek istemiyor şimdi gençler.’ *- GELENEK BİTTİ Mİ? Tarihi Bornova Büyük Çarşının bir geleneği göreneği vardı. Akşam hava karardığında bir torbaya ekmek konulur ve dükkanların pervazlarına asılırdı. İhtiyaç sahipleri gelip alırlardı. Bu çarşı geleneğini Tenekeci Musa Koç hala sürdürmeye çalışıyor ama zamana uyarlayarak elbette. Okullara, Ege Üniversitesi’nin 5-6 yaş grubunun eğitim aldığı okul öncesi kreşine gevrek (simit) alıp gönderiyor. Bu geleneğin Türkiye’nin her köşesinde yaygın şekilde sürdürülmesi dileklerinden biri tenekeci ustamızın… *- KAPIYI AÇMAYAN ANAHTAR Burada yine ‘Ahmet Mithat Efendilik!’ yapayım; Çarşı esnafı ve zanaatkarları nüktedandır. Gülmeyi güldürmeyi, birbirlerine dalaşmayı severler. Her birinin kendilerine göre özellikleri vardır. Kimi şarkı söyler, kimi hikaye anlatır, kimisi de fıkra. İşte Tenekeci Musa Koc’tan bir fıkra: ‘Adamın biri anahtarcıya gidiyor ve soruyor: ‘Burada her türlü anahtar yapılır mı?’’diye. Anahtarcı, ‘Kapıyı açmayan anahtarın dışında her anahtar yapılır!’ diyor. ‘Peki bu kapıyı açmayan anahtar hangisidir?’ Cevap veriyor: ‘İşte bu anahtar, ‘Solfej’ anahtarıdır’ diyor ve bir Karadeniz türküsü mırıldanıyor. ‘Oy Giresun evleri cıva ile kaplama/ Kız benimle oynadın/ Başkasıyla oynama!’ Şimdi yine gelelim günümüze ve belediye başkanlarından isteklere! *- TELDEKİ CANBAZ, ESNAFTAN DAHA GÜVENDE Bornova Büyük Çarşı esnafından Tenekeci Musa Koç’un istek ve dileği İstanbul’un bir semtindeki esnafın dileğinden başkası değil. Sadece yer ve mekan değişiyor, genelde. Söz yine Teneke ustası Musa Koç’ta; ‘Yerel yönetimlerle ilgili söylenecek çok şey var aslında ama ne kadarına değinilmeli? Belediye Başkanı seçtiğimiz arkadaş esnafa zabıtalarını göndermek yerine, tarihi eskilere dayanan çarşımızın esnafını bizzat gelerek tek tek dolaşsa, karşılıklı tanış olsak, konuşsak fena mı olur? Sorunları esnafla birebir konuşarak çözmek gerekmez mi? Esnaf zaten kan ağlıyor, Belediyelerin kaynak bulmakta ne kadar zorlandığını elbette biliyoruz ama bu açığı dükkanını zar zor açık tutmaya çalışan esnafın kapatmasını beklemek ne kadar doğru? Teldeki cambaz esnafın durumundan daha garantide. Çünkü onun elinde terazisi var ve düşmesini engelliyor ama esnaf düşerse işi bitmiştir. Bizim problemimiz dayatılan sisteme karşı birlik olamamakta. En basiti çok uzun yıllardır Esnaf ve Sanatkârlar Odası’na üyeyim. Baktım kaydım silinmiş ve tekrar kayıt olmam isteniyor. Şimdi tekrar gidip kayıt yaptıracağım. *- BÖYLE OLUR MU? Bir de sokak temizliği konusu var. Dükkânın önündeki yolun kıyısı çalı-çırpı dolu. Belediyeyi arıyorsun gelen ekip çalıyı alıyor diğerlerini bırakıyor neymiş, onları da başka ekip gelip alacakmış. Oldu yangın çıktı ne olacak halimiz? Aynı sorun nedense her yerleşim alanında var. Bu da ‘Sendikalaşmanın’ sonucu.. Neymiş efendim, işe alınan kişiyle nasıl sözleşme yapıldıysa kendisinden başka bir iş bekleyemezsin. Yani kesinlikle bir başka işi, ucundan tutmak bili olsa yaptıramazsın, yapmazlar, çünkü tembellik iliklerimize işlemiştir. Örneğin bir şoföre, yük indiren yada yükleyen bir hamal ‘Yardım et!’ diyemez. Çünkü o şoför, arkasını döner ve araca binip oturur, işin bitmesini bekler. Aksi halde sendika ağaları gelip, ‘Bizim üyemize başka iş veremezsiniz!’ diyerek olay çıkarırlar. Bornova’daki tenekeci ustamızın söylediğinin benzerini Urla’dan vereyim: İkinci çöp bidonunu koydurmayı başaramadığımız Atatürk mahallesinde çöp arabasının temizlik görevlileri budanmış iki dal parçasını almadılar. ‘Neden?’ sorusunun yanıtı da aynen şöyle: ‘Bu traktörün işi, onlar gelip alacaklar!’ Halâ bekleniyor, bu traktörle evsel atıkların dışındaki atıkları almaya gelecekler. Tamam ‘Sendikacılar’ kendilerine göre haklılar ki, çalışan onlardan yana olsun, peki ‘işveren’ durumundaki, bizim seçip paramızı emanet etiklerimiz neden toplu görüşmelerde ‘tacir’ gibi davranmıyorlar? Sanki el birliğiyle yıkıma ve çöküşe çanak tutuyorlar!.. *- Demokrasi ve Geleceğin İnşası Nobel Ödüllü Ekonomist Daron Acemoğlu ve ekibi tarafından, 343.115 kişinin katıldığı ve 107 ülkeyi kapsayan araştırmaya göre, demokrasiyi uzun süre deneyimleyen ülkeler, sadece siyasi istikrar açısından değil, aynı zamanda ekonomik refah ve toplumsal huzur açısından da çok daha güçlü bir gelecek inşa ediyor. Bu bağlamda, demokrasiyi bir yaşam biçimi olarak topluma kazandırmanın ve bireylerin daha çocukluk döneminden itibaren demokratik değerlerle tanışmasının ne kadar kritik olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, Türkiye’de 0-9 yaş grubundaki çocuklar, toplam çocuk nüfusunun %55’lik kısmını oluşturuyor. Türkiye’nin geleceğini temsil eden bu geniş nüfusun, erken yaşlardan itibaren doğru değerlerle donatılması büyük önem taşıyor. Eğitim uzmanları, çocukların bulundukları kültürel ve siyasi ortamı anlamaları için yerel tarih ve değerlerle erken yaşta buluşturulmasının önemine dikkat çekiyor. Cumhuriyet’in kuruluş ilkeleri olan özgürlük, eşitlik ve adalet gibi değerlerin aktarılmasında, eğitim kurumları ve aileler önemli bir rol oynuyor. Öte yandan, bu değerlerin çocuklara nasıl aktarılacağı sorusu, aileler için cevaplanması gereken önemli bir konu haline geliyor. *- ÇOCUKLAR ANLAMALI Çocuk Gelişim Uzmanlarına göre; Çocukların yaşadıkları toplumla ve onun değerleriyle bağlantı kurabilmesi için, bu değerlerin onların anlayabileceği şekilde sunulması gerekiyor. Eğitim materyallerinde Cumhuriyet, özgürlük ve demokrasi gibi kavramları basitleştirip eğlenceli bir formatta çocuklara sunmak, onların erken yaşta bu değerleri içselleştirmelerine yardımcı olur. Yerel tarih, kültürel unsurlar ve geleneklerle desteklenen eğitim yaklaşımlarının, çocukların yaşadıkları yere olan bağlılıklarını artırdığını vurgulayan uzmanlar, müze gezileri, yerel hikayeler, dramatizasyonlar gibi somut yöntemlerin; çocukların geçmişle bağ kurmalarını sağlayacağını ve onların geleceğe dair daha güçlü bir vizyon geliştirmesine yardımcı olacağını belirtiyor. *- BİLİNÇ GELİŞTİRMESİNE KATKI Araştırmalar, yerel kültürle bağ kuran çocukların sosyal becerilerinin, özgüvenlerinin ve kültürel farkındalıklarının daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. Bu bağlamda, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı gibi tarihsel olayların çocuklara aktarılması için geliştirilen özel içerikler, çocukların toplumsal bilinç geliştirmesine katkıda bulunuyor. *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

SAHTEKARLIĞI NORMAL KARŞILIYOR!

NEREDEYSE İÇ ÇAMAŞIRLARINI BİLE ALACAKLAR