MEMLEKET MESELESİ GİBİ

YAŞAR EYİCE *- KUTLU OLSUN! Merhaba! Bugün biz Müslümanların ritüellerinden Mevlid Kandili. Bu mutlu gecenin, birlik ve beraberliğimizi arttırmasını, tüm insanlığa barış, huzur, bolluk ve bereket getirmesini içten diliyorum. Bu arada hafta sonunun da sevdikleriniz ve sevenlerinizle keyifli, neşeli, keyifli geçmesi, hayallerinizin gerçekleşmesi dileğiyle sevgilerimi gönderiyorum. *- HEPİMİZİN ÖNEMLİ SORUNU Hastanelerde bakıcılar var. Bunlar birine girdiler mi, aynen politikacılar gibi çapa atıp, aylar değil yıllarca tutunuyorlar. Bu herkesin işine geliyor, hastabakıcısından yönetime kadar. Ama bunların çoğunluğu Türk vatandaşı değil. Çoğunluğu Türkmenistan vatandaşı… Birine adını sordum; ‘Gül!’ dedi… Bir başkasına, o da, ‘Sultan!’ Bir ‘gece’ ya da ‘gün’ diyelim, aldıkları bakım yevmiyesi 2 bin liradan başlıyor. Hastanenin bir çalışanına sormuştum; ‘İş durumuna, yani isteğe bağlı fiyatları değişiyor… Bazıları bin liraya kadar düşüyor!’ dedi. Sonra öğrendim: ‘Birçoğu dışarıdan bir menajerliğe bağlı. Tabii ki, gelirlerinin bir bölümünü belki de yarısını kendilerine alıyorlar. Bunların özel bir ismi var, çoğu da emekli memurlardan oluşuyor. Biz ‘şirket!’ diyelim. Yine bir Türkmen çalışan ile sohbet ettim. Söylediği şu: *- HESAPTA ŞAŞTIM! ‘Bir arkadaşımız 40 bin liraya anlaştı. Şirket hem onun 20 bin lirasını yarısını aldı, hem da hasta sahibinden istedi.’ Düşünün hastaneleri ve dışarıdan çalışanlara ödenenleri, yani dönen parayı… Vergisi de yok, şu su busu da! Ne kadar zaman için anlaştığını sormayı unuttum, ya da not almadım. Ama geceliği 2 bin liradan başlayan bir ‘hasta bakıcı’ pazarında düşünürken, ‘aylık olamayacağı’ intibaına kapıldım. *- ÇEKİRDEKTEN HEMŞİRE OLMUŞLAR 10 yıldır Türkiye’de olan bir ‘ithal!’ sözde özel hemşire ile görüşürken, belli yaşın üstünde yine ‘ithal’ bir hemşire (!) geldi. Durumunu sordum: ‘Bir yıldır burada! Ama o benim kadar tecrübe ve bilgili değil. Yeni yeni öğreniyor!’ dedi. Şunu anladım; ‘Kimisi hemşire kadar bilgili, kimisi de yalnız altını değiştirip, hemşire ya da doktorun dediklerini, istediklerini yerine getiriyor. Örneğin verilecek ilaçları kullanmalarına yardımcı oluyorlar, yatalak hastaların… Daha geçenlerde açıklandı: Şehirlerimizde ne kadar hastane ve bu hastanelerdeki yatak sayısını. Tabii ki, yatak bekleyen hastaları ve de acilleri… *- DUYUNCA İÇİMİZ ÜRPERİYOR Acil servislere günün her saatinde hastalar geliyor… Ambulansların, yani ‘cankurtaran’ların acı acı öten siren seslerini de her gün yine sık duyuyoruz. Bu hastalar yoğun bakımlarda bekletiliyor, ilk müdahalelerinden sonra servislerde boşalan yatağa kaçta olursa olsun, gece yarısı ya da sabaha karşı hiç fark etmiyor, gönderiliyor. Bir hastaya sorduğumda, kendisine ‘yatak’ sırasının altı ay sonra geldiğini anlatmıştı. Durum çok vahim… Şehir Hastanelerimiz de var, ama onların durumlarını bilmiyorum. *- HAYDİ ÖZELE… Bazı hekimlerimizin teşhis için bakmak zorunda olduğu özel tahliller de, yine bazı araştırma hastanelerinde bile bazı elde olmayan nedenlerle yapılamıyor. Peki sonuç ne oluyor? Hastayı kurtarmak ya da bir an önce doğru teşhis konulması için hasta yakınının maddi durumu soruluyor. Tabii ki ‘Hayır!’ diyen çok az kişi çıkıyordur. Ama bundan ‘hasta bakıcı tedarik eden özel şirketler’ gibi gerçek sağlık hizmeti veren doktorların, özetle servislerin kesinlikle bir beklentileri olmuyor, anlattıklarına göre. Bunları neden yazdım? Yine dallandırıp budaklandırmadan anlatayım? *- İKİ KİŞİLİK ODADAKİ KOLTUK Bir hasta yakını ile bir Türkmen hemşire ya da hasta bakıcının arasındaki görüşmeyi nakledeyim: Devletimize ait bu araştırma hastanemizde, hasta sahibi tarafından para ödeyerek kalan refakatçı ile hasta yakını arasında söz düellosuna tanık oldum. Hasta sahibi iki kişilik odada kendilerine tahsis edilen koltukta otururken, Türkmen bakıcı ‘Böyle olmaz, ben ayakta duramam’ diyerek söylendi. ‘Yan yana oturalım!, ya da sen çık biraz dışarıda hava al, gel!’ önerisini de kabul etmeyerek, ‘Ben gidiyorum, o zaman hastanıza siz bakın!’ çıkışı geldi. Tesadüf ya, ben de orada olduğum için, araya girmeye çalıştım. Ehh biraz da başarılı oldum, ‘Bana muhtaçsınız!’ diyen hasta bakıcı galip gelmiş, hasta sahibini odadan çıkarmıştı… *- ‘HEM PARA VERİYORUZ!’ ‘Hem para veriyoruz, hem de hakarete uğruyoruz!’ diye söylenerek odadan çıkan ve Adanalı olduğunu öğrenen ileri yaştaki kadın hasta sahibi altta kalacağa benzemiyordu. Düşündüğüm gibi oldu, ‘Memleketimizde rezil oluyoruz!’ diyen Adanalı, sonradan öğrendim, bir başka hasta bakıcı ile anlaşmış ve ‘Bana muhtaçsınız’ diyeni göndermiş… Parası ödendikten sonra odadan eşyalarını toplayarak çıkan Türkmen bakıcı, ‘Ben işsiz kalmam!’ diye söylenmiş. *- YARIŞ VAR Sonuç olarak; ‘Nasıl hasta yakınları, ya da hastalar kendilerine dört gözle yatak sırası ve yatak boşalmasını bekliyorsa, parası olsun olmasın yatalak hastası olanlar da maddi imkanlarını zorlayarak bu ithal hastabakıcıları kapmak (!) için adeta yarışıyorlar. Yalnız hasta bakıcı değil, çocuk bakıcılarından tutun da, aşçılara ve ev temizliklerine kadar ithal çalışanların hepsi Türkiye’yi ‘iş bulma ve çok para kazanma pazarı ‘ olarak görüyorlar. Bir çoğunun çalışma izni yok! Bir çoğu turist olarak geliyor ve ‘hemen işbaşı’ yapıyor. Özetle: Ezberledikleri sözler şunlar: ‘Bize muhtaçsınız!’ Acaba öyle miyiz? Doğruluk derecesini ihtiyaç sahipleri biliyor. *- GİRDİ- ÇIKTI YAPIYORLAR Bir de bu işlerden büyük haksız kazanç sağlayan ara bulucular… ‘Bir sana, bir bana!’ hikayesi yaşanıyor… Nasıl düzensiz göçmenler sorun olarak görülüyor ve yaşanıyorsa, hasta bakıcılarından tutun da çocuk bakıcılarına kadar bu büyük bir sorun… Oğlu ile kocasının Türkmenistan’da olduğunu söyleyen bir Hasta bakıcısına ‘Gurbette ailenden uzakta yaşıyorsun değiyor mu?’ diye sorduğumda iki ev yaptığını, şimdi üçüncü evi bitirmek üzere olduğunu, belki bu yapıyı da tamamladıktan sonra ülkesine döneceğini söyledi. Biri neden olduğunu bilmiyorum bu ay içinde ülkesine dönecekmiş, uçak biletini almış. Üç ev sahibi olacak olan ise ‘Aralık’ta ben de gideceğim!’ dedi… O an boş bulundum ve ‘Neden?’ demeyi unuttum. Acaba bizim Almancılar gibi ‘ülkeye girip çıkma mecburiyeti mi var, bazı haklarını kaybetmemek için?’ Belki de ‘Turist vizeleri bitiyor, kendi ülkelerine gidip tekrar turist olarak ülkemize dönüyorlar…’ *- BİSİKLETLİ ADAM Şimdi de bir fıkrayı kısaltarak, aklımda kaldığı kadarıyla paylaşayım. Bu fıkra bazen Avrupa ülkelerinde bazen de Ortadoğu’da geçtiği şekilde anlatılıyor. Bunu da şöyle anlatayım: Adamın birisi sınırdan diğer ülkeye, yanında bir poşette iki avuç kadar kum ile her gün bir bisikletle giriyormuş. Gümrükçüler şüpheye düştükleri için bisikletliyi arıyor, ‘kumun içinde kaçak bir şey var mı?’ diyerek tahlil bile ettiriyorlarmış. Sonuç sıfır, elde var sıfır… Bu böyle süre gelmiş, geçmiş… *- DİKKATTEN KAÇAN Yıllar sonra bisikletli ile gümrükçü bir lokantada karşılaşmış. Gümrükçü, ‘Ben emekliyim. Allah aşkına söyle, meraktan öleceğim, sen bir şey kaçırıyordun ama neredeyse saçlarının arasına kadar aramamıza rağmen bulamadık, yemin ediyorum söylersen kimseye söylemeyeceğim’ deyince adamın ağzından bir sözcük çıkar: ‘Bisiklet!’ Yani bazı olumsuzluklar, yanlışlar, hatalar gözümüzün önündedir ama fark etmeyiz, sorunu başka yerlerde arar dururuz… Mühim olan yaşamakla beraber bakmak, aramak değil görmektir… Koskocaman bisiklet görülmüyor, gözler ve dikkatler bisikletlinin elinde taşıdığı bir yada iki avuç kuma çevriliyor. *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

OKULUN DUVAR GAZETESİNDE ATATÜRK

NEREDEYSE İÇ ÇAMAŞIRLARINI BİLE ALACAKLAR