KUMARBAZIN BÜYÜK AŞKI ve MOR CEPKEN

YAŞAR EYİCE *- ZAMAN GEÇİNCE Çocuklarımızla ilgili yaşanan son olumsuz ve üzücü, can sıkıcı olaylardan sonra ‘Çocuklarınıza kızmayın!’ diyenler, uyarı mesajları atanların sayısı oldukça yükseldi. Emekli Fransızca Öğretmeni Nesrin Dizdaroğlu şöyle diyor: ‘Dağıldı, döküldü, kırıldı, kirletti!’ diye lütfen kızmayın çocuklara. Yıllar geçer, tertemiz ve düzenli bir eviniz olur belki. Onlar gitmiştin ve eviniz bomboş gelir. Çok özlersiniz, ‘gelse de dağıtsa!’ diye ama zaman geçmiştir, artık!...’ Nesrin Dizdanoğlu büyük olasılıkla, kayıp sayılan binlerce çocuk, katledilen yavrularımız, cinsel saldırı altında kalan evlatlarımız haberlerini duyup, sinirleri laçka olunca bu satırları yazma ihtiyacını duydu. Konu ile ilgili sananlar olabilir ama ben ‘ilginç’ bulduğum bir üniversitemizin araştırma ve değerlendirmesini de, yine zaman zaman konu edilen bir çalışmayı paylaşacağım. Belirttiğim gibi bunun, büyük dram yaratan Diyarbakırlı kızımızla ilgili senaryolarla da ilgili değil. Ben bilmiyordum böylece öğrenmiş oldum. Duyuran Mehmet Ali Karadoğan oldu. *- BİLİMSEL ARAŞTIRMAYA GÖRE Bir üniversitemizin yaptığı araştırmaya göre bilimsel sonuçlar şöyle: Türkiye’de belli başlı 30 tarikat silsilesi ve bunların 400 kolu bulunuyor. Sadece İstanbul’da 445 tekke faaliyetlerini açıktan yürütüyor. Çoğunluğu; İstanbul, Siirt, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Batman, Van, Hakkari, Şırnak, Ağrı, Muş, Bitlis, Gaziantep ve Şanlıurfa olmak üzere 800’ün üzerinde faal medrese faaliyetini yürütüyor. Büyük şehirlerde kaç apartman medresesinin faaliyette bulunduğu ise tam olarak bilinmiyor. Rapora göre; tarikat okullarındaki öğrenci sayısı 210 bin dolayında. 4 binin üzerindeki özel yurdun 2 bin 480’i bir tarikatla bağlantılı. Tarikatlara bağılı yurtların kapasitesi 380 bin olduğu ileri sürülüyor. Bu yurtlarda kalan öğrenci sayısı 225 bini buluyor. Mehmet Bey’in elindeki bilgilere göre:: Devlet, eğitimden kademe kademe çekiliyor. 4+4+4 uygulamasının başlatıldığı 2012 yılından sonra, Milli Eğitime Bağlı 4 bin 22 ilkokul kapatıldı. Ben de ilave edeyim: Köylerde, öğrenci sayısı 10 bireyden az ise o okul kapatılıyor. Bu da o şehirlerin bazı milletvekillerinin itirazlarına neden oluyor. Ama köylülerin dilekleri ve itirazları yerine gelmiyor. Geçenlerde bir televizyon kanalında konu işleniyordu. Yine ilave edeyim Prof. Dr. Esergül B. Tarafından 4 aylık çalışma sonucu ortaya çıkan bu rapor sonuçları ne zaman kamuya açıklandı, tarihi tam bilmiyorum. Ama bildiğimiz ve belirttiğim gibi konu gündeme çok geldiğinden yakın zamanda olduğunu sanıyorum, rakamlar da fazla değişmemiştir. Buradan çıkarılması gereken sonucu sizlere bırakıyorum. Örgütlenmenin büyük önemi ortaya çıkıyor. Ülkenin aydınlık geleceğinin üzerindeki kara bulutlar umarım dağılır, bu da yurtseverler sayesinde gerçekleşir. İlave olarak ‘irtica tehlikesine karşı’ hazırlıklı olmalıyız. Peki top yekün ne yapmalıyız, eğitimin dışında ne yapmalıyız? İşte onlardan birini açıklayayım; *- HEPİMİZ İÇİN TİYATRO Tiyatro bir şehrin ocakbaşıdır!... Orada güzel masallar söylenir, gerçek sözler duyulur. Tiyatro, sanatın tümü gibi bir okuldur; eğitir, geliştirir, insanın dünyasının sırımlarını genişletir. Tiyatro, gönüller arasında bağ kurar. Tiyatro, toplum kültürünün aynasıdır. Tiyatro, kalp perdesini açan bir sanattır. Tiyatro, adamı insan eden sanattır. Tiyatro, ağlarken güldürmektir, Tiyatro, sevginin bilgisidir. Tiyatro sonsuzdur. Ömür kısa kiminin yüreğinde tek tel kırıldıysa onun yüreğidir. Tiyatro'nun işlevi eğlencedir; öğrenmekten doğan eğlence. Tiyatro'suz bir toplum yeni doğmuş bir çocuk sayılır. Tiyatro'su olan ve Tiyatro'ya ilgi duyulan bir ülkede, kötülükler, çirkinlikler, yanlışlıklar sürüp gitmez. Tiyatro; insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatıdır... Gelmiş,Geçmiş Tüm Tiyatro,Sahne ve Sanat Emekçilerinin ve Tiyatro Severlere selam olsun. Ek bilgi vereyim; 27 Mart Dünya Tiyatrolar günüdür. O gün tiyatrolar ücretsiz oyun sergiler, Bir çok kentimizde şehir ve belediye tiyatroları bulunuyor. Sanatsız ve tiyatrosuz olunamaz... Beynimizi temizleyen, düşündüren, doğruya götüren de tiyatrodur… Ama her şeyin olduğu gibi tiyatronun da taklitlerinden kaçınılmalıdır. Yani doğru olanını bulmak lazım, özellikle zamanımızda… Ne denir? İnsanın bilgisi arttıkça cahile tahammülü azalır. Görgüsü arttıkça kalabalığa sabrı azalır. Vicdanının nisbetinde haksızlıktan rahatsız olur. Bilgili, vicdanlı, geniş ufuklu ve nezaket sahibi insanlar; vasat ortamlarda nefes alamazlar. *- MOR CEPKEN ÇIKSIN MI? Şimdi de size, evli erkeklerin korkulu rüyası ‘Mor Cepken’ den söz edeceğim. Mor cepken, kadınların çeyizine konurmuş eskiden. Çeyiz sandığının en altına konur ve evlenen kadının onu hiç giymemesi temenni edilirmiş. Çünkü; kadının o mor cepkeni giyip, evin damına, bacasına, köy meydanına, herkesin görebileceği bir yere çıkması, ‘Kocamı sevmiyorum, kocam bana eziyet ediyor, gönülsüz evlendim, boşanmak istiyorum, zor durumdayım, bana yardım edin’, anlamına gelirmiş. Ve köylülerce, o kadına mutlaka yardım edilir ve kocası ayıplanırmış. Bu nedenle erkekler, eşleriyle yasadığı problemleri şiddete başvurmadan, saygı ve sevgi ile üstelik eşlerine önemli ödünler vererek çözmeye gayret ederlermiş̧. Aksi durumda kocalar, eşinin ‘mor cepken’ giyeceğini bilirlermiş. Eşi mor cepken giyen erkek, eşinden boşanmakla kalmaz, bir daha da kolay kolay evlenemezmiş̧. Çünkü herkes bilirmiş ki; eşine ‘mor cepken’ giydiren adamdan koca olmaz. Kadına saygı göstermeyen, şiddet uygulayan insana bir daha kimse kız vermez, bir daha evlenmesi de güç olurmuş. Hal böyle olunca, şiddete maruz kalan kadın sayısı yok denecek kadar az olurmuş. Eğer; bir kadın mor cepkeni giyerse, o zaman akan sular durur, inek sağan, yün eğiren, kilim dokuyan eller durur, yaşlı analar neneler, doğum yaptıran ebeler, işlerini güçlerini bırakarak, mor cepken giymek zorunda kalan kadını korumaya alırlarmış. Bu arada çevrede düğün, davul zurna, eğlence ne varsa, hepsi susarmış. Çünkü evli kadının mor cepken giymesi ve zor durumda olması, ölüm gibi bir şey olarak kabul edilirmiş. Mor cepken giyen kadının kocası evinden dışarı çıkamaz, kahveye gidemez, kimse de yüzüne bakmazmış. Eğer, biz kültürümüze sahip çıkıp, geleneklerimizi devam ettirebilseydik, ülkemizdeki ‘mor çatıya’ ilham veren ‘mor cepkeni’ dünyaya gerektiği gibi tanıtabilseydik belki de; bugün çok daha farklı olabilirdi. Hiç bir kadının mor cepkeni giymek zorunda kalmaması dileklerimle... *- KUMARBAZ OLUNCA Bir de ünlüden ve kötü alışkanlığını ele alalım: Dostoyevski kumar alışkanlığından ötürü aşırı derecede borçlanmıştır. O sırada ortaya Stellovski adında bir yayıncı çıkar. Dostoyevski’ye şunları söyler: ‘Bak senin bütün borçlarını kapatacağım. Sana iki yıl yetecek kadar da para vereceğim. Fakat bir sözleşme imzalaman gerek. Senden bir kısa roman istiyorum. Bu kısa romanı bana bu sözleşmeyi imzaladıktan tam 24 ay sonra vermeyi kabul edeceksin. İstediğim sürede bitirip bana teslim edersen sorun çıkmayacak. Fakat eseri bir gün bile geç verecek olursan bundan önce yayımladığın ve bundan sonra yayımlayacağın bütün eserlerin hakları benim olacak.’ Çok fazla borcu olan Dostoyevski sözleşmeyi mecburen imzalar. *- AKLINI ÇELERLER Aradan 23 ay geçer fakat tek bir cümle bile karalamamıştır. Durumdan haberdar olan Fransız yazar Stendhal, Dostoyevski’ye 'Ben ‘Parma Manastırı’ romanımı dikte ettirerek (söyleyerek yazdırmak) yazdırdım, sen neden denemiyorsun?” der. Başka çaresi olmayan Dostoyevski kabul eder. O zamanlar Rusya’da bir dikte etme okulu vardır. Okulun en yetenekli öğrencisi Grigoryevna Snitkin adında İsveç asıllı genç bir kızdır. Kız bu görevi yapmaktan gurur duyacağını söyler ve Dostoyevski ile eseri yazmaya başlarlar. *- UYANIK YAYINCI Eseri son gün bitiren Dostoyevski hemen Stellovski’nin yanına gider. Dostoyevski’nin yazma sürecini baştan sona takip eden uyanık yayıncı Stellovski Dostoyevski eseri teslim edemesin diye ofisini kapatıp gitmiştir. O zamanlar Rusya’da noter yoktur. Noter görevini polis karakolundaki memurlar yapıyordur. Dostoyevski eserini polis karakolundaki memurlara onaylatır. Daha sonra bu olaydan dolayı yayıncı ile davalık olsalar da davayı Dostoyevski kazanır. *- GÖNÜL ALMA Her Rus gibi Dostoyevski de zaferi kutlamak için bol votkalı bir davet verir. Davete bütün dostları ile birlikte romanı dikte ettirdiği genç kız Grigoryevna Snitkin’i de çağırır. Gecenin ilerleyen saatlerinde Dostoyevski genç kıza “senden bir konuda fikir almak istiyorum “der. Bu durum genç kızın gururunu okşamıştır. “Memnuniyetle, ben size nasıl bir fikir verebilirim merak ettim” diye karşılık verir. *- EVLENME TEKLİFİ Dostoyevski şöyle der: “Ben bir roman yazmaya çalışıyorum. Romanın başkarakteri korkunç biri… Sara nöbetleri geçiren, kumar bağımlısı, düşman kazanmaktan çekinmeyen bir adam. Bu adam kendinden genç bir kıza aşık oluyor. Sence bir evlenme teklifi kaleme alacak olsam bu gerçekçi olur mu?” Kız ise şöyle der: “Evlenme teklifinizi kabul ediyorum Bay Mihayloviç… O kız Dostoyevski’nin ikinci eşi Anna Grigoryevna Snitkin’dir. Yazdıkları eser ise ünlü roman “Kumarbaz”dır. *- DÜŞÜNCEDE BİLE Anna, Dostoyevski'yi ve hayatını anlattığı bir kitapta şöyle söyler: "Öyle göz alıcı bir güzelliğim de yoktu, ne özel bir yeteneğim ne de sıradışı bir zekâm vardı, düz bir eğitim almıştım. Buna karşın, zeki, üstün yeteneklere sahip bir erkekten büyük saygı görüyor, neredeyse tapılıyordum." Dostoyevski'nin ölüm döşeğindeyken ona şöyle demiştir: "Anna, en üzüntülü ve sevinçli anılarımı seninle bölüştüm. Tek başıma aşamayacağım zorlukları seninle aştım. Ve şunu unutma ki seni büyük bir tutkuyla sevdim. Bir kere bile aldatmadım. Düşüncede bile." *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

OKULUN DUVAR GAZETESİNDE ATATÜRK

NEREDEYSE İÇ ÇAMAŞIRLARINI BİLE ALACAKLAR