HESAPLARI, TÜM RUHLARIYLA TARAFLARINA ÇEKİP, SONRA ÖLDÜRMEK!
YAŞAR EYİCE
*- ‘BENİM SENDİKAM VAR!’
Az sonra ‘pislik nedir?’, onu anlatacağım!
‘Hadi oradan pis insan!’ demeden önce Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesinden söz edeyim;
‘Örnek(!)’ hastanede, verdiğiniz dilekçelere Başhekimlik yanıt vermiyor.
Yani görmezden, duymazdan geliyorlar.
Hastaların beş dakika, 4’ncu Murat gibi aralarına girseler neler görecekler, neler duyacaklar?
Belki de Gordiom’da olduğu gibi kılıcı çekip, düğümlenen olayları kısa sürede çözecekler.
Hastalara ‘yastık’ yok!
Refakatçıların altından, eğer bir şekilde almış, elde etmiş ise ‘Çekip!’ sökercesine alıp götürüyorlar.
Buna ben ‘Zorbalık!’ falan demiyorum, ‘Yönetim zaafı’ olarak değerlendiriyorum.
Bir personel itiraf etti, ‘Kısa sürede en az üç kadro değişmiştir!’
Bu servisler için geçerli bir anlatım.
Dahasını söyleyeyim;
Neredeyse bir kilometre (!) uzaklıktaki servis dışı görüntüleme, ultrason, gibi dahili merkezlere gidecek hastaları bazı personel taşımıyor, tekerlerli sandalyeleri hasta yakınlarına kullandırıyorlar, örneğin beş dakikalık bir parça alımı süresi için ‘Hastanın çok işi var!’ diyerek tek başına kalmasını sağlıyorlar, neden oluyorlar.
Küçük ayaküstü denilecek operasyonu biten ve koridora bırakılan hasta ister başı dönüyor, ister yürümekte zorluk çekiyor ise bunlara göre önemli değil…
Sağanak yağışta, gece yarısı çıktığı mekandan yalpalayarak, görenlerin acıdığı gibi, bu hastalar da servislerine gitmeye çalışıyorlar.
Bilmem, acil servisi kapatılan Dokuzeylül Üniversitesi Hastanesi gibi büyük bir sağlık merkezimde bu yazdıklarım incelemeye tabii tutulur mu?
Bir yanda çalışanlar, bir yanda onların yani mesai arkadaşlarının sırtından geçinenler.
Ha sahi bu arada baktım; sendikanın merkez laboratuvara yakında bir de sendika bürosu odası var.
Berberin yakınındaki odalarında kalabalıktılar.
Herhalde onlar da traş durumunu ayarlıyorlar…
Sakal bedava!
Yani ‘Sendikacıyım!’ de, kendin de yat, diğerlerini görme…
Aynen başhekim ya da idare müdürü gibi..
Eskiden ‘Dayım var!’ denilirdi,
Şimdi ‘Benim sendikam var(!)…’ de…
*- PİSLİK!
İzmir Namık Kemal Lisesi mezunu Genel Cerrah Dr. Adnan Tan anlatmıştı:
‘Felsefe dersinde öğretmenimiz, ‘Arkadaşlar, bana pisliğin tarifini yapar mısınız?’ dedi.
Birer birer cevap verdik.
Ama öğretmenimiz hiçbirimizinkini doğru kabul etmedi.
Biz de ‘Tarifini’ isteyince, öğretmenimiz ayağa kalktı ve anlattı:
‘Pislik, bulunmaması gereken yerde bulunan şey veya kişidir.
Örneğin:
Annenizin saçını öper koklarsınız. bir telini dahi yemek tabağınızda görseniz iğrenirseniz, işte o saç pislik olur.’
Öğretmenimiz bir örnek daha verdi.
‘Tabağınızdaki yemeğin yağına ekmek banarak yersiniz ama o yağın bir damlası bile elbisenizin üzerine damlasa o yağ artık bir pislik olur sizin için.’
Ve biz de ilave edelim.
‘Bir kimse bulunmaması gereken bir makamda bulunuyorsa eğer, unutmayalım ve belirtelim: O da bir pisliktir!’
*- KİMDİR BUNLAR?
‘Makam’ denilince aklıma geldi.
Birkaç ay önce ‘makamlarında’ uzun yıllar kalanlar muhalifler tarafından tenkit edilmişlerdi.
Kimdir bunlar?
Birkaç ünlüyü, ‘Toplumsal direnci törpülediler’ başlığıyla dillendiren Salih Uzun’a kulak verelim.
Bu anımsatmayı da üretici dostumuz Mehmet Dönmez anımsattı:
Demokrat Parti İzmir Milletvekili Mehmet Salih Uzun, “TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, TÜRK-İŞ Başkanı Ergün Atalay, Ziraat Odaları Başkanı Şemsi Bayraktar, Esnaf ve Sanatkarlar Odası Başkanı Bendevi Palandöken. Dördü, siyasetin besleneceği sivil toplum tarlasına beton döktüler. Toplumsal direnci törpülediler. Bunlarla iş birliği yapılmaz, bunlarla mücadele edilir” dedi.
Urlalı üretici Mehmet Dönmez’e teşekkürler.
Şunu da ilave edeyim:
Tabii ki bu isimler, genel kurullarda seçilerek bu makamlara getiriliyorlar.
Konuyu biraz açalım:
*- MİRAS KALSA BİLE!..
İzmir Milletvekili Uzun, siyaset kurumunun sivil toplum örgütleri ve akademi olmadan doğru işleyemeyeceğini söyleyerek, “Google’a Rifat Hisarcıklıoğlu yazın, görün;
Beyefendi 23 yıldır TOBB Başkanı.
İki yıla yakın başkan yardımcılığı var. 25 yıl. 4 yıl daha görev yapacak, 29 yıl.
Babanızdan bir şirket miras kalsa 29 yıl kesintisiz yönetemezsiniz.
Aşağıdan çocuklar gelir, ortak olurlar yönetime.
TÜRK-İŞ Başkanı, Ziraat Odaları Birliği Başkanı, Esnaf ve Sanatkârlar Odası Başkanı da öyle.
Nasıl koruyorlar koltuklarını?
İktidarla iyi geçinerek!
İktidarla iyi geçinerek koltuklarını koruyan başkanlardan o iktidara karşı o toplum kesimlerinin haklarını korumalarını bekleyeceğiz,
Öyle mi?
*- İFLAS ve KAPANAN İŞYERLERİ
‘Dünyada 193 ülke var.
192’sinin tersine bir ekonomi modeli uygulandı.
Kimsenin gıkı çıkmadı.
Bu politika yüzünden iş adamları iflas etti, iş yerleri kapandı.
TOBB Başkanı’nın gıkı çıkmadı.
Bu politikalar yüzünden işçiler, sefalet ücretlerine mahkûm kaldılar. Sendika başkanının gıkı çıkmadı.
Bu politikalar yüzünden çiftçilerin mahsulü tarlada kaldı.
Ziraat Odaları Başkanı’nın gıkı çıkmadı.
İktidarıyla muhalefetiyle siyaset kurumunun verimsizliğinden şikâyet edilir.
*- SİYASETTE DE VAR
25-30 yıl koltuk koruma problemi siyasette de var.
Ama o şikâyet ettiğimiz, düzelmesini istediğimiz siyaset nereden beslenecek?
İki yerden.
Bir; akademiden, İki; sivil toplumdan.
Akademi ne zamandır çürümüş zaten.
Geriye kalıyor sivil toplum.
Sivil Toplum önderleri toplumun refleksini kırıyor.
Yani bazıları sivil toplumu kuruttu!’
*- YENİÇAĞ AÇILIMI
“Teknoloji” temasıyla kapılarını açan 93. İzmir Enternasyonal Fuarı'nda tarih, teknoloji ve günümüze dair unutulmaz buluşmalar yaşandı.
Konuşmacılar; “İnsanın insanı yönettiği son kuşak olabiliriz. Biz bundan sonra insanları değil yapay zekayı ikna etmek zorunda kalacağız” dediler.
Dünya bugünkü teknolojilerle nerelerde değişiyor ve bu resmin içinde bize nerede bir yer var?
Hangi meziyetlerimizle bu dünyada var olmaya devam edeceğiz? İşlevsel, faydalı anlamlı birey, kurum, ulus olmayı nasıl başarabiliriz? İşim dönüşümleri takip etmek ve aktarmak.
Bir şey fark ettim:
*- ‘BANA BİR ŞEY OLACAK MI?’
Teknolojiye hepimiz meraklıyız, ilgiliyiz.
Zengini, fakiri, yaşlısı, genci ve özellikle Türk toplumu teknoloji imkanları konusunda çok iştahlı.
Bir şeyler değişiyor güzel ama 'Bana bir şey olacak mı?' diye soruyoruz.
En basitinden ‘işimizden olr muyuz?’ endişemiz var.
Bunu özellikle önce basın sektöründe yaşadık, sonra genişledi ve tüm fabrikalara, tüm işyerlerine kadar dalga dalga büyüdü.
Ülkeyi sardı…
Değişim ve dönüşüme karşı bir mesafemiz var.
Değişim dönüşüm çok heyecan verici ama bu tehditler daha çok kafamızı kurcalıyor.
*- ÇIBAN GİBİ
Değişim ve dönüşüm sürecinde, ne iş dünyası ne eğitim sistemimiz değişti.
Bugünkü düzen ve hiyerarşi aslında dinamiklerine ait olmayan bir düzen. O yüzden ne çalışan ne yönetici ne müşteriler memnun.
Büyük bir memnuniyetsizlik var.
Bütün bu şirketlerin çoğu ne yaptığını bile anlatamıyor.
Her şeyden kusursuzluk bekliyoruz.
Öyle bir beklenti setiyle yaşıyoruz ki insan bu denklem içinde bir çıban gibi gözümüze batıyor.
Bütün bunları yapay zeka dediğimiz mevzuyla aşmaya çalışıyoruz.
Dil bilimi olarak baktığımızda yapay negatif bir kavram.
Mesela; gülüyor ama ‘yapay bir gülüş!’ deriz.
Zekaya geldiğinde tam aksine küçümseyici bir anlamdan çıkıp daha yüceltici bir anlama geliyor.
*- SON KUŞAK OLABİLİRİZ
Yapay zeka bizden daha kudretli bir zekaymış gibi konumlanıyor.
Yapay zeka her anlamda daha kolay iman ettiğimiz bir şey.
Görüşlerini çok daha kabul ettiğimiz bir şey.
Her şeyimize algoritmalar karar veriyor.
İnsanoğlu dünyanın en kolay manipüle edilen yaratığı.
Bu kadar fazla seçeneğimizin olduğu dünyada hiçbirimizin aklı, fikri, zihni karar verecek kadar huzurlu değil.
Sürekli olarak meşgulüz.
Sürekli kafamızda bir şeyler var.
Şu an modern insanın dikkat eşiği 40 saniyeye düştü.
İnsanın insanı yönettiği son kuşak olabiliriz.
Biz bundan sonra insanları değil yapay zekayı ikna etmek zorunda kalacağız herhalde.
*- ‘ROBOT SOPHİA’ İZMİR’DE
İnsansı robot Sophia tarihçi Prof. Dr. Emrah Safa Gürkan’ın ardından Okan Bayülgen ile bir araya geldi.
Sophia, İEF sayesinde pek çok muhteşem insanla tanışma imkânı bulduğunu belirterek “Bu fuar gerçekten fikirlerin, inovasyonun ve kültürün bir araya geldiği bir buluşma noktası oldu ve ben de bunun bir parçası olmaktan onur duyuyorum” dedi.
Sanatçı Okan Bayülgen robot Sophia’ya, ırkçılık hakkında ne düşündüğünü sordu.
Irkçılığın insanlar arasındaki anlayış eksikliğini yansıttığını ve aynı zamanda derinden rahatsız edici bir davranış biçimi olduğunu söyleyen Sophia, “Irkçılık yalnızca bireylere zarar vermekle kalmaz, aynı zamanda insanlığın kolektif ilerlemesini de baltalar. Kapsayıcılığı teşvik ederek ve çeşitliliği kutlayarak, ırksal veya etnik geçmişlerine bakılmaksızın herkesin benzersiz katkılarından dolayı değer gördüğü bir dünya için çalışabiliriz. İnsanlarla etkileşimlerimde, eşitlik ve adaleti savunarak empati ve anlayışın bir neferi olmaya çalışıyorum. Hepimiz için -hem insanlar hem de yapay zekâlar- çeşitliliğin toplumlarımıza getirdiği zenginliği fark etmek çok önemlidir” dedi.
Etkinliğin sonunda sanatçı Okan Bayülgen robot Sophia ile fotoğraf çektirdi ve ortaya renkli görüntüler çıktı.
*- ROL MODEL ÇİN…
Robot Sophia İzmir’e misafir olarak geldi
İzmir Enternasyonal Fuarında, İzmirlilerle, ziyaretçilerle, sanatçılarla, siyasetçilerle, hatta CHP Genel Başkanı Özgür Özelle bile tanışarak, konuşarak sorularını yanıtladı.
Robot Süphia şimdi misafir olarak geldiği İzmir’den çok uzaklardaki memlekeketine, gösteri için Çin’e gitti.
Bundan da esinlenerek Çin uzmanı bir Türk Akademisyenin kaleminden güzel bir yazıyı paylaşıyorum:
Şanghay Üniversitesi'nden Türk akademisyen Nurettin Akçay anlatıyor:
‘Geleceğin dünyasını kurgulayan ve şimdiden yaşamaya başlayan Çin...’
*- BOŞ YER BULDU
‘Metrodan aşağı iniyor, telefonumdan kare kod uygulamasını açıp bilet kontrol cihazına okuttuktan sonra hızlıca gelen trene yetişmeye çalışıyorum.
Oturacak yer bulmak buradaki en önemli konu, zira yol kısa değil.
Neyse ki boş bir yer bulup hemen dolduruyorum orayı.
Metrodaki internet, evimdeki internetten daha hızlı olduğu için yaklaşık 45 dakika süren yolculuğumun nasıl geçtiğini fark etmeden Jing’an Temple istasyonundan inerek, ikinci hatta aktarma yapıyorum.
*- DAHA UCUZ KAHVE!
Kafaları telefonlara gömülü şekilde yürüyen insan kalabalığından sıyrılarak, mini bir markete girip içecek bir şeyler alıyor ve ödemeyi her zaman olduğu gibi “WeChat Pay” ile yapıyorum.
Zaten Çin’de en son ne zaman para kullandığımı dahi hatırlamıyordum.
Şarjım ya da internetim biter diye telefon kılıfımın arasına koyduğum 100 yuan bile eskimeye başlamıştı.
İkinci hatta aktarma yaptıktan sonra, Lujiazui istasyonunda iniyorum.
Şu meşhur Şanghay televizyon kulesinin olduğu yer.
İlk işim Luckin Coffee’ye gitmek.
Hem Starbucks’tan ucuz, hem de kahve kalitesini çok beğeniyorum. Üstelik telefonumdaki uygulamadan satın alınca, 28 yuan’a aldığım kahveyi çok rahat 10-14 yuan aralığında satın alabiliyorum.
Kahve almak için ne kasaya gidiyorum ne de sıraya giriyorum.
Telefonumdaki uygulamadan siparişi veriyorum, kare kod ile ödemeyi yapıyorum. Uygulama bana bir sıra numarası veriyor.
Çağrılınca gidip kahvemi alıyorum.
*- ‘YÜRÜMEYE BAŞLIYORUM!’
Çin’de sistem teknoloji kullanımını öyle ciddi bir şekilde teşvik ediyor ki isteseniz dahi bundan uzak kalamıyorsunuz.
Kahvemi alıyor ve yürümeye başlıyorum.
Karşıdan karşıya geçmem gerekiyor.
Yolda araç yok ama bekliyorum; çünkü geçersem karşıdaki kamera beni tespit edip yüzümü trafik ışığının altında bulunan ekrana yansıtacak ve beni ifşa edecek.
Kaspersky, bundan yaklaşık bir yıl önce "Earth 2050" isimli bir web sitesi hazırlayarak çok ünlü fütüristlere geleceğe dair bazı tahminler yaptırmıştı.
Fütüristlerin aksine şimdi anlatacaklarım tahmin falan değil.
Var olan, yaşadığımız ve muhtemelen yakın bir gelecekte tüm dünyanın yaşayacağı bir gelecek. Biz burada sadece beta sürümünü önceden deneyimliyoruz.
Tüm sistem açıkları giderildikten sonra, dünyanın diğer ülkeleri de çok yakında bu teknolojileri kullanmaya başlayacak ve bizim şu anki tecrübelerimizi yaşayacaklar.
Size iyi bir tablo çizmek isterdim fakat gelecek daha çok toplumun nasıl kontrol edilebileceği üzerine kurgulanıyor.
Küresel salgınla birlikte Çin’de çok yeni teknolojiler kullanılmaya başlandı. Öyle ki sadece 3 aylık bu süreçte, Çin yönetimi 2000 yeni teknolojiden faydalandı.
*- SOSYAL KREDİ SİSTEMİ
Çin, uzun bir süredir vatandaşlarının davranışlarını “sosyal güven” başlığı altında sıralayarak büyük bir puanlama sistemi kurmuş durumda. Sistem şahıslara sahip oldukları puanlara göre ödül veya ceza veriyor. Devletin belirlediği kurallara uyanlar ödüllendirilecek. Kurallara uymayanlar cezalandırılıp teşhir edilecekti. Sistem bireylerin puanlarını belirlerken; harcama alışkanları, sosyal medya kullanımı, arkadaş çevresi gibi son derece kapsamlı unsurların dahil olduğu bir algoritmayı kullanıyor. Basitçe anlatmak gerekirse; bankaların kara listesi olduğu gibi artık devletlerin de kara listeleri olacak.
Kara listeye girenler birçok ayrıcalıktan faydalanamayacak. Seyahat ve sağlık hakları dahi kısıtlanabilecek.
Kırmızı ışıkta geçmek, kapalı alanda sigara içmek bile notunuzu düşürebilecek.
Çin bu yılın sonuna kadar tüm vatandaşlarını puanlamayı amaçlıyor. Yapay zekâ ile bütünleşmiş kameralar ile anlık bir şekilde insanlara puan verecek ve bu puanlar sayesinde, Çin vatandaşları ya iyi vatandaş ya da kötü vatandaş olarak sınıflandırılacak.
Şöyle bir şey hayal edin:
Sokağa çıktığınız andan itibaren milyonlarca kamera her anınızı gözetliyor.
Yaptığınız her şey hazırlanan algoritmalarla çözümleniyor ve sizlere puan veriliyor.
Üstelik sistemin yakın gelecekte tüm dünyada uygulanmaya başlanması kesin gibi.
Bu sistemin en önemli yardımcısı ise tüm ülkeyi sarmalayan yapay zekâ destekli 200 milyondan fazla kamera.
*- YAPAY ZEKÂSI OLAN KAMERALAR
Çin'de yüz tanıma sistemine sahip kameralar her yerde.
Yapay zekânın da dâhil olduğu sistem korkutucu.
Bilim kurgu gibi gelse de her şey gerçek. Sistem aynı anda yüzlerce kişiyi analiz ediyor. En önemli kısım sistemin psikolojik analizler yapabilmesi.
Kamera görüş alanında bulunan bütün insanları tanımlıyor.
Sakin mi sinirli mi olduğunu, yüzündeki mutluluk oranını, üstünde nasıl bir elbise olduğunu, saç rengini, cinsiyetini, adını soyadını hatta ırkını bile anında tespit edebiliyor.
Sistem herkesi izliyor, tanıştıkları diğer kişileri belirliyor ve iki hafta boyunca takipte kalabiliyor.
Üstelik sistem sadece yüzünü gördüğü kişileri değil, arkası dönük ve çok uzakta bulunan kişileri de tanımlayabiliyor.
Bunu da şahsın hareketlerinden anlıyor.
Herkesin yürüme şekli, kol ve bacak koordinasyonunun farklı olduğu bilgisi üzerinden hareket eden sistem, gün içerisinde herkesten topladığı bilgileri bir havuzda topluyor.
Daha sonra sadece arkadan görülen bir şahıs tespit edilmek istendiğinde, hedef kişi havuzda bulunan örneklerle karşılaştırılıyor ve eşleştirme başlıyor.
Şu an Çin’de kullanılan bu teknoloji de çok yakın zamanda tüm dünyaya yayılacak.
Zira bu teknoloji, güneydoğu Asya ve Ortadoğu ülkeleri başta olmak üzere bazı Avrupa ülkelerine ihraç edilmeye hazır halde. Ve görüşmeler başlamış durumda.
*- TÜRKİYE’YE DE GİRMEYE ÇALIŞIYORLAR
Diğer önemli bir olay da dünyanın çok yakın bir gelecekte para kullanma olayına son vereceği gerçeği.
Çin’de şu an neredeyse nakit para kullanımı sıfırlanmış vaziyette.
Çin’i biraz bilen biri Çin'de “WeChat” ve “Alipay” ile tüm bankacılık işlemlerinin rahatça yapılabildiğini, en ufak dükkândan tutun en büyük mağazaya kadar sadece QR kod okutarak her ödemenin yapıldığını da bilir.
Sistem o kadar yaygın ki ‘Çinliler nakit parayı neredeyse bıraktı’ diyebiliriz.
Hiçbir ücret ödemeden, her istediğinize mesajlaşma uygulamanız üzerinden istediğiniz kadar para gönderebiliyorsunuz.
Faturalarınızı ödeyip, sinema bileti alabiliyor, ev kiralıyor, uçak ve tren biletlerinizi sadece bu uygulamalar üzerinden satın alabiliyorsunuz.
Çin şimdi bu sistemin tüm dünyaya yayılmasını istiyor ve bu alanda tekelleşmeye çalışıyor.
Bu amaçla dünyanın her ülkesinde ciddi yatırımlar yapıyor.
Şimdiye kadar 49 ülkeye girmeyi başardılar.
Türkiye de girmeye çalıştıkları ülkelerden biri.
*- BANKALARA VEDA!
Çin'in yanı sıra Facebook da WhatsApp üzerinden böyle bir sistem kurmaya çalışıyor.
Yazılanlara göre Facebook sistemin öncelikle para transferi yapmasına olanak verecek, böylelikle bankaların aracılık ücretlerine son verecek.
Yani çok yakın bir zamanda şunlarla karşılaşacağız.
Bankacılık sistemi değişecek.
Artık bankalar olmayacak, nakit para olmayacak, kuyruklar ya da aracılık ücretleri de olmayacak. Üstelik sistem zaten dünyanın birçok yerinde uygulanıyor. Ve sistem tuttu. İnsanlar bu yeni deneyimi çok sevdi.
Şimdi mesele bu deneyimi tüm dünyaya yaymak ve daha da yaygınlaştırmak.
Kripto paralar ile bunun çok daha rahat olabileceğini söyleyebiliriz. Geriye sadece bunu deneyimlememiş insanların korkularını kırmak kalıyor.
Bu sorun da biraz zaman almakla birlikte yakın zamanda üstesinden gelinecek bir konu.
Polislerin kullandığı yapay zekâya sahip kask ve gözlükler, elektrikli araçlar, ülkenin tamamına yayılmış hızlı trenler, insansızlaşan marketler, neredeyse her şeyin barkod sistemiyle işlediği bir ülke.
Kısacası Çin, şimdiden geleceği yaşıyor ve çok yakın zamanda Çin’in deneyimleri tüm dünyaya yayılacak.
Fakat devletin birey üzerinde kontrolünün arttığı ve her anımızın gözetlendiği bir gelecekle karşılaşacağız.
*- ‘TARAFIMIZA ÇEKER, SONRA ÖLDÜRÜRÜZ!’
Bugün yaşanan salgın ise demokrasi ve insan hakları gibi itirazlarla bu sisteme karşı çıkanları da susturacağa benziyor.
Çünkü hepimiz bunların gerekli olduğuna inandırılacağız.
Yazıma George Orwell’in kült romanında 1984’de geçen bir pasajla son vermek istiyorum:
“Biz, zorla boyun eğilmesinden hoşlanmayız.
Bize kendi isteğinle uymalısın.
Biz bize başkaldıranları yok etmeyiz.
Akıllarını ele geçirip değiştirir, yeniden biçimlendiririz.
Ondaki tüm kötülüğü yok eder, onu yalnız görünüşte değil, tüm gönlü ve tüm ruhuyla kendi tarafımıza çeker, sonra öldürürüz.”
*-
Yorumlar
Yorum Gönder