HEMŞİREYE TORPİL YAPTIM, PİŞMAN OLDUM

YAŞAR EYİCE *- TORPİLLİ OLMASINLAR Bazı okulların temizliği için 30 bin hizmetli işe alınacak. Resmen açıklandı. Bütçeden para çıkmış, onaylanmış, belli. Yılın ilk altı ayından sonra genelde, ‘Para yok!’ denilir, harcamalar belli yerlerin ve talimatların dışında verilmezdi. Bu bildim bileli böyle… Devletçi düşünce… Zaten devlete kapak atan önce bunu öğreniyor. Hani ‘Rabbena hep bize!!’ düşüncesi… Bu düşüncede olanın cebine giren yok. Düşünce, ‘Eğer para gelirse işin devam eder, yoksa işsiz kalırsın!’ Özel sektörde de böyle! *- PARA PARA PARA Bir büyük Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı yani patronunun yıllar önce sahip olduğu 53 fabrika yöneticilerine yazdığı mektuplarını okumuştum: Özetle; Yeni yıl tebrikinden sonra, ne kadar kazanç beklediklerini, bunu sağlamalarını istiyordu. Her fabrikanın yaptığı üretime göre özel kar- zarar hesapları çıkarılmış ve tarih verilerek açık ve net ‘Şu kadar parayı bana getireceksiniz!’ deniliyordu. Adamın çocukları da, belki de göstermelik olarak, bu fabrikalarda ‘Yönetici’ gibi bazı bölümlerinde ‘maaşlı’ çalışıyorlardı. Denilen ve talimat şuydu kısaca; ‘Personel alımı çıkışı size ait. Gerekirse çocuklarımın işine de son verebilirsiniz!’ ‘Vahşi kapitalizm’ dedikleri bu olsa gerek… Sanayicilerin, büyük işverenlerin, büyük patronların açık ve net düşüncelerini açıkladım. Bu bir hastalık türü, bütün dünyayı kaplamış durumda. Gizli kararlar, gurup kararları alınıp, yürütülür… *- İŞTE GERÇEK Yazıma alınacak 30 bin yeni hizmetliyi anımsatarak başladım. Umarım, kamuoyunun aklında olduğu, fikrinden geçtiği gibi olmaz. Yani ‘torpilli’ dediklerimiz inşallah ‘işbaşı’ yaptırılmaz. Şimdi size gerçekten söz edeyim: Bir büyük ‘araştırma hastanesindeyim!’ Bir hasta yenileri geldiği ve yoğun bakımda yatak olmadığından, servisteki tesadüfen tek yatağa alındı. İyi idi… Yürüyerek kendi işlerini de görebileceği belirtildi. Ama refakatçı da dikkatli olmalıydı. Sonda çıkarıldı, tuvalete gitmek için hareket ettiğinde, mesanedeki sıvı yani çiş boşaldı. Tutamadı, bu da ilk anda normal bir durum. Hemşire aracılığıyla temizlik görevlisi arandı, Bekle bekle yok, gelmiyor! Sinirler gergin, söylentiler başlıyor… *- UTANALIM MI, KIZALIM MI? Görünen bu! ‘Kim bilir nerede takılıyor?’ Bu takılan takımını az sonra açıklayacağım, şimdi yine hastanın kaldığı odaya dönelim. Sonunda bir hizmetli geldi, görevini yaptı gitti. Bir gün sonra öğrendim; Üç katın, her katta beş değişik servis olduğuna göre hepsinin sorumlusuymuş… Yani aynı anda çağrılara yanıt veremiyor. Ben dahil, çevredekiler ve hasta ile refakatçıların, yani hepimiz söylediklerimizden utanalım mı, kızmaya devam edelim mi? Önce utanalım, bir belki de ‘aciz’ kişi hakkındaki görüş ve düşüncelerimizden Ama kızalım? Çünkü, kadroya bakarsanız ‘temizlik’ ya da ‘hizmetli’ ne deniyorsa kadro ağzına kadar dolu… Resmi rakamlar yalan söylemez! Öğrendim ki, belki yüzde beşi var, yüzde 95’i hadi yüzde 80- 90’ı yok. Başka yerlerde, bürolarda görevlendirilmişler. Belki kadro açığı var, belki de torpilli rahat iş, bir masa ve sandalye daha ilave et büroya, durumu idare etsinler… *- KADROYA GİREN ‘Acaba?’ dedim, yine sağa sola sordum… Hani hepimizin ‘Kadroya alınsın!’ diye tempo tuttuğumuz kişilerden biri… Dileği yerine gelenlerden… ‘Sendikamız var, bazılarımızın hakkını koruyor!’ dedi. Ya da o anlama getirdi, anlatımında… Çünkü, Kadro dulu… Güzel mi, güzel! Fakat ortada birkaç kişi dışında, az önce belirttiğim gibi yoklar… Neden? İşi bilmemeleri önemli değil, ama öğrenmeye, daha doğrusu yapmaya niyetleri yok… Sıkıntıyı çeken, onların da işini yapıyor. Çünkü, ne şefleri ne müdürleri dinliyorlar, arkalarına birilerini almışlar. Aile Hekimleri de sağ olsun, bazılarının ‘rapor’ işini ayarlıyor. Sendika da ‘Hak, hukuk, adalet!’ diyor, şikayetleri göz önüne almıyor. Taşerondan kadroya geçen, sonradan gelene ‘Neden işini tam yapmıyorsun, temizliği yarım ve eksik bırakıyorsun?’ deyince araları bozuluyor. ‘Sana ne, sen de yapma!’ cevabını alıyor. İnanılacak gibi değil, birbirimizi tembelliğe itiyoruz. Yani kötü yol işimize geliyor. Hastane deki ‘Hastane mikrobu’ adı verilen virüs mü neyse işbaşı yapıyor. *- ÇARESİZ SEYİR! Özetle; Yazık ki ne yazık! Bu torpil işi ortadan kalkmadıkça, görevli görevini yapmamayı prensip edinmişse, ‘yanmışız, yanıyoruz, geleceğimiz kararıyor!’ farkında değiliz. Ya da ‘Çaresiz’ seyrediyoruz…. Sonunda ‘Bana ne?’ demek zorunda kalıyoruz… Bu durum bu büyük hastanede mi? Özel sektör haricinde her yerde, özellikle resmi kurumlarda kendini gösteriyor… Görünen köy kılavuz istemez, herkes görüyor, ama yetkililer ve bizim durumumuzu düzeltme görevi olan siyasiler görmüyor… Gemileri ‘caf caflı’ ne diyelim? İlave edeyim: Kadroya alındığı için bir noktada işi güvenli olan hizmetlinin şu sözleri de çok önemli ve düşündürücü: ‘Taşeronda çalışırken az ücret almamıza rağmen, işten çıkarılma, beğenilmeme korkusu ile çok daha ağır şartlarda çalıştırılıyorduk. Evime bakmak zorunda olduğumdan katlanıyordum. Ama o ortam bize disiplini ve işini doğru yanlışsız, hatasız yapmayı öğretti. Şimdi ‘Bana ne?’ diyemiyoruz, torpillileri gördükçe, bir noktada kendi kendimizi yiyoruz, Yoksa bizi sürerler…’ Korku dağları beklermiş… Ama böylesi olmamalı… *- TORPİLİ YOKMUŞ! Çok yıllar önce, yine bir hastanemizde, geçmiş olduğu için söyleyeyim, İzmir Tepecik SSK Hastanemizde, bir hemşire ya da görevli ‘Burada kalmak istemiyorum, Allah’tan başka hiçbir tanıdığım yok. Bana yardımcı olun, belediyeye geçeyim!’ dedi. Beni yüreğimden vurmuştu! Kadro olmasına rağmen verilmiyor. Hemşire ve hizmetli sayısı çok az. Tuvaletlere giremezsiniz. Bir değil, beni gördükçe ‘Aman yardım!’ diyor… Belediye Başkanı Makine Mühendisi, Namık Kemal Lisesi’nden ve futbol hakemliğinden tanıdığım Cengiz Bulut’a gittim, hemşire hanımın dileğini ve söylediklerini naklettim. ‘Mümkünse yardımcı olalım’ dedim. Duruma göre ‘Mümkün’ değildi ama mutlaka ilgileneceğim, ancak buna Hastane Başhekim ve yönetiminin de ‘Tamam’ demesi ve resmi yazışmaların yapılması gerektiğini anlattı. Tekrar ve birkaç kez hastaneye gittim, yıllarca sağlık sorunlarımızla da ilgilenen Başhekim dostumuza ilettim. Önce ‘İmkansız, bir personele bile ihtiyacımız var!’ dedi. Kadroları gösterdi. Sonunda, ‘Tamam seni kıramam!’ dedi. İşlem yapıldı. Hem de belediyede istediği bölüme verilmişti. Ben de mutluydum, ‘Allah’tan başka hiçbir tanıdığım ve torpilim yok!’ diyen hemşirenin yatay geçişini sağladığım için… ‘Ama!’, işin ‘aması’ var… *- HEMEN DEĞİŞMİŞ Yaklaşık altı ay mı, daha fazla bir süre sonra mı ne, Bornova Belediye Başkanı Cengiz Bulut’la karşılaştım. ‘Yaşar, senin bize getirdiğin kişi, ne şeflerini dinliyor, ne iş yapıyormuş, Üstelik ‘Ben başkanın adamıyım’ diyerek tehdit de sallıyormuş… Ne yapayım?’ dedi. Düşünmeden; ‘Hemen at, geri gönder ya da ağır bir iş verki, nankörlüğünün, yalancılığının cezasını çeksin. Şef ve müdürlerine de durumu anlat!’ dedim. Hiç unutmadığım olaylardan biri… Şunu da söyleyeyim, gücüm ve sözümün geçtiği, yani beni sevdikleri için geri çevirmeyenler için, kimi gönderdiysem ne tanıyorum, ne de ‘neyin nesisin?’ diye sormadım. Sormam da… İnandığım yolda hep ihtiyaç sahiplerinin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin yardımına, hiçbir karşılık beklemeden koştum. Burada ‘Hiçbir karşılık’ sözü çok geçerli… Benim dileğimi yerine getirenler de bunu çok iyi bilirler ve yılların dostluğu ve işbirliği ile gelişmiş ve çıkmıştır. Bunu her zaman iftiharla söylerim… Arada hiç, Bornova Belediyesi’ne yatay geçiş yaptırdığım kişi dışında çıkmadı. *- TEMİZLİK, AMA HER YERDE! Bir gün belki İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun, ‘Belediye Sarayı koridorlarında Belediye Meclis Üyelerinin dolaşmasını, bürolara girmelerin yasaklamasını’ ve perde arkasını da anlatırım… Yine belediye başkanlarımızdan, önceki Bakanlardan Yüksel Çakmur’un da, herkesten önce gelip, girişe bir sandalye ile oturup, geliş gidiş saatlerini ve durumlarını kontrol etmesini… Özetle; Hep ‘eğitim, sağlık ve kültür- sanat’ diyorum ya, buna ‘sağlık’ a ek olarak ‘Temizlik’i ilave ediyorum. Bu ‘Temizlik’ basit ve küçük değil, geniş bir alanı kapsıyor… Her yerde, hepimiz, herkes bunun içinde bulunuyor… Önce ‘Kapımızın önünden’ değil, çalıştığımız yerden, işyerlerinden, resmi kurumlardan, hatta politikacılar ve ‘iş takipçilerinden’ başlamalıyız… *- SADECE İNSAN Şimdi de, size bazı sorular soracağım, kardeşçe! Bakalım hangi soruma, olumsuz yanıt verebileceksiniz? Başlayalım mı? Sen hiç dalına küsen ağaç gördün mü kardeş, Ya da dikeninden, yaprağından utanan gül! Su toprağa tohuma gönül koyar mı hiç, Rüzgâr kıskanır mı yağmuru, bulutu? *- HANGİ HAYVAN? Hangi kuş aç bırakır, açıkta koyar yavrusunu? Hangi kurt, başka bir kurda acı verir? Köpek bile yalamaz mı sevdiğinin yarasını! Bilmez mi, çiçek arının, arı çiçeğin hatrını! Sen hiç işkence yapan aslan gördün mü kardeş? Ya da hangi sincap kırmıştır komşusunun kalbini? Hangi hayvan orman yakar, yuva yıkar? Hangi hayvan ilk önce sevdiğine kıyar? Milyonlarca farklı böcek türü var yeryüzünde, Kaçı savaşmıştır birbiriyle, kaçı katliama uğramıştır? Kaç aslan sürgün edilmiştir yerinden yurdundan? Kaç kartal gökyüzünde özgür diye taşlanmıştır? *- İNSANIN CEHENNEMİ? Sen hiç yalan söyleyen yıldız gördün mü kardeş? Ya da başkasının kederine keyiflenen yakamoz? Hangi dağ eteğindeki köyü üzmüştür? Ve hangi ırmak ihanet etmiştir aktığı denize? Sadece insandır, insanın cehennemi! İçindeki ateşte en çok kendi kavrulan. Yaşıyor kötülük ede ede, Yaşıyor kötülük bula bula… Sonuç ne güzel bağlanmış değil mi? Kötülük sadece insandan gelir? Bu kadar! *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

ANAHTARI SİZDE OLMALI

SAHTEKARLIĞI NORMAL KARŞILIYOR!