ELE VERİR TALKIMI, KENDİ YUTAR SALKIMI

YAŞAR EYİCE * *-, NE OLDUĞUNU ANLAMAZSINIZ Cezaevleri okuldur! İyiyi de doğruyu da, fenayı da orada öğrenirsiniz. Ama koğuş arkadaşlıkları ise, aynen okul arkadaşlıkları, dostlukları gibidir. Tabii bu gerçek ‘kader mahkumları’ için… Bir de ‘ıflah edilmezler’ var ki, ne öğretsen, ne söyleşenler anlamazlar. Bunlardan koğuş arkadaşları değil, anneleri babaları kardeşleri, arkadaşları akrabaları bile illallah demektedir. Konuşmak bir yana, selam bile verilmez. Bunlar zaten yollarını seçmişlerde, kötülükten yana… Bunlar, halkın değişişle ‘İçimizdeki Şeytan’la işbirliği yapmaktan mutludurlar. Yasadan, kuraldan, insanlıktan anlamazlar…. Kaba kuvvet ve hile işleridir. Kendilerine her şeyi hak ve mubah görürler… Bir dedikleri diğer söylediklerini tutmaz. Bakışları bile ‘haince’ dir… Bunlar da cezaevlerinde, gizlice, ama koğuştakilerin gözleri önünde, gruplaşarak, ‘Nasıl aldatılır, nasıl hem polisi, savcıyı, hakimi, herkesi kandırır, suyumuzu, dümenimizi sürdürürüz!’ sistemini, hatta yasaların boşluklarını öğrenirler. Bunları bilirler, kademe kademe atlarlar. Bilmeyen yasalara, kurallara, toplum kurallarına uyanlar bizleriz… Bunlardan ne kadar sakınsanız, sizi bulurlar ve yapışırlar. Özellikle iş güç sahibi iseniz.. Yani, Ceza ve Tutuklu evleri, hapishanelere ve böylelerine rastlamamak en büyük dileklerimizden biri olmalıdır. Ama hayatta neredeyse imkânsız gibidir. Bir kere şu var; Namuslu, işinde gücünde olandan fazla, bunlar size öyle güven verirler ki, soyup soğana çevirirler, ne olduğunu anlamazsınız… *- HASTANE ODASI Mahalle, okul, asker, hapishane arkadaşlıkları gibi bir de en önemlisi, ‘kötü gün’ arkadaşlıkları vardır. Bunlar kısadır, ama daha samimidir. Eski zaman yolcularının ‘Han duvarlarına’ yazdıkları kısa hayat hikâyelerindeki, başlarından geçenleri bir iki sözcük, beyit, anonim türkü sözü ile belirtmeye çalıştıkları gibi… Konular olmuş, edebiyat ödülleri kazananlar da olmuştur bunlardan. Şimdi sizi, zamanımızdaki bir hastana odasına götüreyim: Önce bir görevli ‘Buraya yeni bir hasta gelecek!’ diyor… Zaten yatak ancak bir saat önce boşalmıştır. Yani ‘fabrika’ düzeninde bir çalışma ve hizmet var. ‘Dur yahu, ne oluyor?’ demeye, birkaç saat başınızı dinlemeye hiç ama hiç zaman yok. Bu arada ‘yeni’ oda arkadaşınızın yakınlarının ‘Tek kişilik oda yok mu?’, ‘’Hususi oda yok mu?’ diye etraftakilere ‘Yanıp, yakındıklarına’ tanık oluyorsunuz. Yok!... İstiyorsan, gücün yetiyorsa ‘özel’e git… Sağımızda solumuzda dolu… Üstelik beş yıldızlı otel gibiler, her şey var, sağlık hizmetlerinin dışında… Sadece para geçerli… Orada bile şüpheli… Neyse; Çok uzun zaman, yatak sırası beklemekten ve bunun yorgunluğunu, ‘Halim ne olacak?’ şüphesini üzerinden yeni yeni atmaya çalışırken, önce bir temizlik görevlisi geliyor, olağanüstü bir hızla yatağın çarşaflarını temizleyip, kullanım alanını ve dolaplarını ıslak bezle silip gidiyor… Arkadan hasta büyük ihtimalle sedyede getiriliyor. Ayakta olanlar ise polikliniklerden randevu alabildilerse, oralardalar… Sırası bitmeyen, doktorlar, hemşireler… ‘Yatak hastası’ iseniz, yönetim değil, servis yönetimi iyi ise mesele yok. Gerçekten ve istinasız herkese aynı şefkat ve sevgi ile yaklaşıyorlar. Kibarlar, sizin hastalık modunuzu bildikleri için kesinlikle hart hurt yok. Ama siz ipin ucunu kaçırıyorsanz, tatli sert olmayı da biliyorlar. Bundan anlamayanlar, ’Dağ kanununun’ geçerli olduğu sananlar, odada yatanların durumlarını anlayamayanlar da maşallah az değil… İşte bu neden ‘normal’ hasta iseniz, ‘Kim gelecek?’ sorusunu aklınızdan geçirip, sağlığınız gibi bu yeni misafir ‘!’ ve rafakatçısı için de ister istemez düşünmeye başlıyorsunuz… Sonrası ‘Ya kısa ve güzel dostluk’ için de geçer, ya da ‘Aman kurtulayım!’ şeklendi… Ama bir süre sonra ‘menfaatsiz’ dostluklar başlar, yardımlaşmalar sürür ve ‘Hayat hikayeleri’ özetlenir… Anasının, babasının, çoluk çocuğunun bilemediklerini, yaşamını anlatır, aklını, düşüncesini ruhunu sizinle paylaşır… *- BOŞ GÖZLERLE Hasta odaya, yatalak bir şekilde geldi. Yanında oğlu, gelini… Bazıları daha kalabalık, ya da bir kişi ile de olabiliyor. Başına doktorlar ve hemşireler üşüştürmeden, sorular sormalarından önce siz de karşılıklı, şüpheli meraklı gözlerle ‘Geçmiş olsun!’ dileklerinizi sunuyor, ya da ‘Farkında değilmiş gibi’, ‘Otobüslerde yer vermemek için başını çevirenler’ gibi ya ‘uyuyor!’ numarası yapıyorsunuz, ya da ‘Öküzün trene baktığı’ gibi boş gözlerle… Baktım, 89 yaşındaki bilinci yerinde, diyaliz hastası, bir emeklimiz ile ‘Kendini emekliyi ayıran’ oğlu ve iyi giyimli gelini de odaya girdiler. Bir meslek verelim! ‘Hırdavatçı!’ 50 yaşlarındaki evladın bakışından ve hareketlerinden, gidiş gelişlerinden çekinti geldi. ‘Ben bunla anlaşamam!’ dedim ama yine ’utanayım mı?’ bilmiyorum! Birbirimize öyle ısındık ki, ‘Burada traş pahalı, evde olurum, ya da babama beklerken hastane odasında!’ diyen bizim ‘Hırdavatçı’, ‘İyileş seni BMV arabamla alıp, benim yazlığa götüreceğim, çay içeceğiz, sonra seni yine istediğin yere bırakacağım!’ teklifini birkaç kez ısrarla yeniledi. Güldüm! ‘Neden çay, yemek yok mu? Yoksa pinti misin?’ dedim. Liseden arkadaşım, Doç. Dr. Suavi Tuncay ısrarla ‘Mutlaka öğle vakti bekliyorum, Sakın yemek yeme, iyi sağlıklı lokantalarımız var!’ diyor. Paran mı, yok! Durumu daha iyi olsun, 5-6 kira geliri var. Büyük bir şehrimizin en önemli, işlek caddesi üzerinde hala damadının işlettiği önemli bir büyük mağazası ile yine büyük bir şehrimizde, ağzımızdan ıslık çıkartacak yerde 3 katlı kiralık bir dükkanı daha var. Bunları kendi anlattı… Ayağını yorganına göre uzatmıyor, cenin durumunda duruyor ve yaradılışı, çalışma düzeni ve normal hayatı ise şöyle… *- TUZU KURU Bakışından ve yürüyüşünden çekindiğim bizim esnaf ya da ticaret erbabı, mutlu! İki kızından biri öğretmen… Lafa girdi, ‘Kadınlar için en iyi meslek öğretmenlik. Benim kızım öğretmen, yarım gün okul… Ben sabah 06’da kalkıyor, dükkanı açıyor, akşam saat 19,00’da eve zor gidiyordum. O evde çocuklarıyla ilgileniyor. Cumartesi – Pazar tatil. Yazın tatil… Ne zaman çalışacak?’ Maaşı da 35 bin liraymış… Ona göre, harca harca bitmez ‘Ev kirası, çocukların giderleri?’ diyorum… Bir kolu ve eli ile işaret yaparken, arka arkaya ‘Yeter, yeter!’ diyor… Pahalılıktan söz edip, örnekler verince de, ‘Biraz idare etsinler!’ deyip, ahkam kesiyor… Bazı sokak söyleşilerinde, konuşup bizim de sinirlerimizi oynatanlar gibi… İnsanın tuzu kuru olunca, kızını bile görmüyor… *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

ANAHTARI SİZDE OLMALI

SAHTEKARLIĞI NORMAL KARŞILIYOR!