70 YIL GERİYE GİTSEK, 140 YIL İLERİ GİDERİZ

YAŞAR EYİCE *- KAMYONDAN OTOBÜS Unutulan, unutturulan, kimsenin anımsamadığı ve kutlamadığı ‘Tayyare Bayramı’nı ısrarla anlatmıştım. Ben de, Gazi Mustafa Kemal’in ‘İstikbal göklerdedir!’ sözünün arkasında olduğumu bir zamanlar dizi gibi yazmıştım. Hatta TOG’tan önce üst karar vericilere ısrarla ‘Çin’ başta olmak üzere Uzaya yatırım yapanları anlatmaya çalışmıştım. Kısaca söylediğim şuydu: ‘Son model bir otomobili bizim tamircilerimiz alasını yaparlar!’ demiştim. İzmir Efes Oteli’nde yapılan bir özel fuarda konuştuğum ve izlediğim küçük anlatımlarda, ‘Biz uçağın da alasını yaparız!’ iddiasını gördüm. Hatta şu anda bilinen ya da bilinmeyen bazı uluslararası sanayicilerimiz var, nasıl ünlü arabaların önemli parçaları ve benzerleri orijinalleri İzmir’den, Manisa’dan, Marmara bölgemizdeki kentlerden gidiyorsa, yan sanayisi de bizde. Yaparız… Yani uçak da bizim kaliteli ustalarımız, teknisyenlerimiz ve onlara destek verip işi öğretecek uçak mühendislerimiz, makine mühendislerimiz, fizikçilerimiz, bilgisayar mühendislerimiz, bulunuyor. Yine geç kalmış değiliz… İha’lar, Siha’lar, yani insansız hava araçlarında bir şirketimiz kendini kanıtladı. Ama devlet – özel sektör işbirliğiyle yolcu taşıma uçaklarımızla kısa sürede alt yapıyı tamamlayıp, ileri hamleyi yapmamız işten bile değil. Tabii bu işin başında da liyakatlı yöneticiler olmalı… Kendi bilgisayarlarımız, kendi programlarımız olmalı, dışarıdan kimsenin heckerlemeyeceği cinsten… *- KASTAMONU BİR NUMARA İDİ Kayseri’deki ünlü uçak fabrikasını anlatmış ve okuyucularımıza nasıl kendi elimizle yok ettiğimizi anlatmıştım. Şimdi de yine bir başka Anadolu kentimizden ve büyük başarılarının nasıl yok edildiğini, terk edilmiş kasaba haline getirildiğini paylaşacağım. Yazık ki ne yazık! Anlatıyorum: Kastamonu’da 70 yıl kadar önce ‘otobüs’ yapılıyordu! Belki şaşırıyorsunuz ama; ‘Şehir değil şiir’ olduğumuz yıllarda, ‘ağır sanayi’ vardı Kastamonu’da, ‘efsane’ ustaların atölyesine ‘kamyon’ giren ağır vasıta ‘otobüs’ olup çıkardı, ülkenin dört bir tarafındaki otobanlar ‘ağlardı’… ‘Karoser’ sanayisi alıp başını yürümüştü bu ilimizde. ‘Endüstriyel’ oto fabrikalarının adım atmasına henüz yıllar vardı ülkemize, ithal otobüs fiyatları el yakıyordu, çare ‘el emeği’ ile otobüs icat etmeye bakıyordu, öyle de oldu, ülkemizin kimi illerinde olduğu gibi Kastamonu da kendi otobüsünü kendisi yaptı… *- KAMYONDAN OTOBÜS ÇIKTI ‘İnter’, ‘Vabis’ misali dönemin ağır tonajlı kamyonları, her ne kadar yakıt vesaire masrafları işletmeciye çok da olsa, Kastamonulu ustaların elinde otobüse dönüştü… Uzun burunlu kamyonların sırtına yerleştirilen ‘karoser’ sayesinde şehirlerarası yollar ‘otobüs’ gördü. 1940’ların sonundan başlamak üzere 1970’li yılların başına kadar ‘karoser’ fırtınası esti Türkiye karayollarında, 1960’lı yıllarla birlikte ‘ithal ikameci’ ekonomi sisteminin ülkemizde dal budak sarmasıyla yurtdışı şirketlerin yerli acenteleri ‘montaj’ üzerine kurdukları fabrikalar ile Anadolu sanayisini tahtından ettiler… Yerli sanayi böylece öldü! *- HER KÖŞEBAŞINDA VARDI 1940’lı yıllarla birlikte Kastamonu’da ‘karoser’ sanayisi oluştu… Hem de adeta ‘site’ oluşturacak yoğunluktaydı. “Kastamonu’yu yeniden ‘üreten’ bir kafaya çevirmek, özel sektöre ekonominin başrolünü oynatmak, ili bir bütün olarak devletten çare beklemeyecek güce kavuşturmak günümüzün öncelikli görevi…” diyor akla başında bazı yöneticiler. Ama her yerde her şehirde olduğu gibi uyurgezerler de çok… Farkında değiller mi, ‘Aksi istikamet (bugünkü rotamız) “terki diyar”. Evvela o “ruhu” yaratmak aslolan…’ diyenlere kulak asmıyorlar. Gençler iş istiyor, gelecek istiyor ama ellerindeki altın değerindeki ‘karoser sanayiinden’ habersiz ve bilgisizler… Örnek alınacak ‘70 yıl öncesi!’ Çünkü… Kastamonu’da dilden dile dolaşan, mazinin yeni geçmişin kıymetini anımsatan anlatan söz şöyle; ‘Bugün 70 yıl geriye gitsek, 170 yıl ileri gideriz!’ Umarım böyledir… *- İZMİR’DE İLK YİNE BORNOVA’DAN İzmir’den Bornova’dan örnek vereyim: Denizlili Nadir Bey’in Bornova’da şimdi yerle bir olan Karayolları Bölge Müdürlüğü’nün yanındaki alanda makamından dışarı bakınca, özellikle lavantenler tarafından yapılan yola talimatıyla çam ağaçları dikilir ve Demiryolunu kesen Çınarlı yolunun başından itibarın bugünkü Ege Üniversitesi hastanesine kadar karşılıklı ağaçlar bir güzellik katar. İşte bu yolun başında ‘Ziya Karasör’ bulunuyordu. Bir gün zamanın belediye Başkanı Etem Pekin, kendilerini ziyaret eder ve belediyeye ait iki kamyonun ‘karasör’ takılarak ‘otobüs yapılmasını’ ister. Ve Bornovalı Türkiye’de ilk demiryolu yani tren ile İzmir’in Basmane Garına, Halkapınar istasyonundan aktarma ile Basmane garından kalkıp Karşıyaka’dan Çiğli’ye giden trene biniyorlar, işlerine gidiyorlardı. Bornova Etem Pekin sayesinde 1940’ın sonlarından itibaren iki otobüsü ile de birçok belediyeye öncü olmuştur. Sonra yine iki tane şaşson ve belki de yine Türkiye’de ilk Mercedes otobüsler Bornova belediyesi tarafından alınmış oldu. Ama Bornova belediyesi bir ara İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlanınca Mercedes markalı lüks otobüslerden kurulu filo toplu halde İzmir Belediyesinin idaresine verildi. Zamanın bu lüks otobüsleri de İzmir’in Ballıkuyu semtinden tutun da Karşıyaka’ya kadar hizmet vermeye başladı. İzmir’de ve Manisa’da oto yan sanayi olağanüstü şekilde ileridir. Kastamonu’da olduğu kadar olmasa da İzmir’de aynı dönemde belki de daha önce kamyondan otobüse çevrilen yerleşim alanı Bornova idi… *- YORGUNUZ Şu memlekette yaşayıp da yorgun olmamak mümkün mü? ‘Beden yorgunluğu’ dediğinden ne olacak, iki-üç dinlenmeyle geçer, ama bizler aslında vatan yorgunuyuz! Ruh yorgunuyum, gönül yorgunuyum, hayat yorgunuyum; öğrenmek, bilmek, anlamak, anlamamış gibi yapmak, düşünmek, hissetmek, tanımak, tanık olmak, katlanmak, anlayış göstermek, görmezden gelmek, üzerinde durmamak, idare etmek, üzülmemiş görünmek, alışmak, alışamamak, sabretmek, katlanmak, beklemek yorgunuyuz!... Tam da artık ‘bu memlekette hiçbir şey şaşırtamaz beni!’ sanırken, her seferinde yeniden şaşırmak yorgunuyuz!’, değil mi? *- KUL HAKKI Bakın şair ruhlu bir vatandaşımız ne diyor? Her zaman ve sadece para- pul önemli değildir, bazen bir kalptir. Kırılmaması gerekirken, kırıp parçaladığımız, kazanılması gerekirken umursamadıklarımız… Bazen bir gönüldür vermemiz gerekirken vermediğimiz, almamız gerekirken almadığımız… Kederini dağıtmamız gerekirken önemsemeyerek yanından geçtiğimiz… Bazen bir itibar ve haysiyettir, korunması gerekirken yerle bir ettiğimiz Bazen bir onurdur, ayaklar altına alınmaması gereken… Bazen bir özveridir, bulunulması gereken, Bazen bir bakıştır, hakaretle baktığımız, Bazen bir dildir, alay ettiğimiz, iftira attığımız, Evet bu küçücük dil... Hem alay vesilesidir, hem moral, Hem yergi aracıdır, hem övgü, Hem ateş yakma sebebidir, hem ateşi söndürme! ‘Onca nimet varken kul hakkı yemeyin!’ diyor, bu satırların yazarı… Zeynel Sarıgül de bu arada, hepimizin öncelikli dileği ‘Huzur’dan söz ediyor ve ‘Nedir biliyor musunuz?’ diye soruyor. Huzur, ‘Dışarıda karanlık, puslu bir hava varken, sizin içinizde açan çiçeklerdir…’ Daha fazlası artık sizin kafanızda ve beyninizde… *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

OKULUN DUVAR GAZETESİNDE ATATÜRK

NEREDEYSE İÇ ÇAMAŞIRLARINI BİLE ALACAKLAR