AVANTACILAR VE SÜLÜKLER REKORU YİNE BİZDE

YAŞAR EYİCE *- KİM BU AVANTACILAR Koltuklar ballı mıdır, tutkallı mıdır, nedir? Kimse bırakmak istemiyor… Özellikle Futbol Federasyonu başkanlığından söz etmek istiyorum, bir iki örnekle! Bir kişi bile ‘Kal!’ demedi ama adam yüzsüz müdür, nedir? Ama çok uyanık olduğu, yüzde 85 insanımızın kurban bile kesemediği bir dönemde, Türkiye’nin belki de dünyanın en zenginlerinden biri… Ama elini cebine hiç atmayanlardan… Koltuk nasıl korunur bunu da iyi biliyor… Senin, benim, hepimizin parasıyla koltuğunu korumaya devam ediyor. İşte güncel bilgi… Hepimiz ilk defa kupaya katılma hakkını elde eden Gürcüstan’ı 3-1 yendik. Neredeyse milli bayram ilan edilecek… Allah’tan uzatmada adamların şutu üst direkten döndü beraberliği kurtardık, Allah’tan kalecileri de bizim sahamıza geldi ve sayesinde farkı ikiye çıkarıp 3-1 galip geldik. Portekiz yenilsin diye dua ettim, hiç olmazsa berabere kalsınlar dedim, ama mağlubiyetten galibiyete yükselmeyi bildiler. Dualarım kabul olmadı… Zaten bazı başarılar dua ile değil çalışma ile elde edilir. Çoğu zaman ne deriz? ‘Hak eden kazansın!’ Ama şimdi adını bile yazmak istemiyorum, Futbol Federasyonu başkanı acaba koltuğunu hak ediyor mu? Şimdi size rakamları aktarayım: Feyzi Hepşenkal’ın da dediği gibi TFF, EURO 2024'de tarihe geçti! *- BİZİM AVANTACILAR EN BAŞTA İngiltere Futbol Federasyonu: Sadece Milli Takım kafilesinin masraflarını karşılıyor. Fransa Futbol Federasyonu: Milli Takım kafilesi dışında 27 davetlinin masraflarını karşılıyor. İsviçre Futbol Federasyonu: Milli Takım kafilesi dışında 14 davetlinin masraflarını karşılıyor. İspanya Futbol Federasyonu: Milli Takım kafilesi dışında 40 davetlinin masraflarını karşılıyor. Portekiz Futbol Federasyonu: Milli Takım kafilesi dışında 33 davetlinin masraflarını karşılıyor. Türkiye Futbol Federasyonu: Milli Takım kafilesi dışında 613 davetlinin masraflarını karşılıyor… Benim gibi herhalde birçok okuyucum da ‘Yuh!’ diyordur. Bu avantajılar kimler? Liste açıklansın da görelim!... Açıklamazlar… Hiç kimse de yazmak istemez, çünkü başına ya da sonuna adını yazmak zorunda kalacaktır. Neyse bizler tahta sandalyeler üzerinde belediyelerin hazırladıkları dev ekranlarda seyretmeye devam edelim… Gelin birlikte çocukluğumuza, ‘fakirdik!’ dediğimiz günlere gidelim: *-KONU DIŞI AMA ÖNEMLİ Takipçilerimden, sanıyorum emekli öğretmen Ender Avcı bir önceki yazıma güzel yorumlar yapmış Ancak ben isim vermedim ve konu bir haksızlık idi… Kendi adıma söyleyeyim: Mesleğimizle hiç ilgisi olmayan ama bir şekilde patron ya da yöneticilerin yakını, akrabası, sevgilisi olanlar ‘Yağma Hasan’ın böreği!’ gibi yeşil pasaport gibi benzer hakları olan ‘gri hizmet pasaportu’ alarak yurt dışı seferleri yaptılar Öyle ki, ticaretini yapanlar bile oldu. Ama şimdi iş sıkı tutuluyormuş! Ben almadım, hep normal pasaportu kullandım devletin istediği harçları da yatırdım. Rusya, İngiltere, Yunanistan, Fransa, İtalya dahil hiç biri de bana zorluk çıkarmadı… Neden çıkarsın ki, ben hep ‘Bizim memleketimiz buralardan daha güzel’ dedim ve yazdım… *- GÖZLERİ FALTAŞI GİBİ AÇILDI Ama konumuz olmasa da Ender Avcı öğretmenimizin şu satırlarını paylaşmak istiyorum: '…Ayrıca bir notum olacak! Yakın arkadaşımdan destek alarak iki oğlumun sünnetini ona yaptırdık. Çalıştığı hastanede kendi muayenesinde, her birinden 1000’ er lira istedi. (1989) yılı!... Gözlerimiz açık eve döndük bilmenizi istedim…’ Ben yine geri günlere ‘Ne güzel fakirdik!’ dediğimiz günlere döneyim: *- NE GÜZEL FAKİRDİK Dünyamız küçücüktü. Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı. Öyle güzel fakirdik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç. Dışarıda kar… Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki. Kuzinenin üzerinde demir maşa… Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri. Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu… Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli. Ekmek her zaman ekmek gibi… Bir kez olsun kümesten yumurta almamış, bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım… Dışarıda kar… İçeride kanaat… İçeride huzur… Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı. *- KEYİFLİ GÜNLERDİ Öyle güzel fakirdik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç. Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk. Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu. Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar… Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası… Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin aklına gelirdi. Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi, sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı. Çay da kokardı… Domates de… Küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu. Dışarıda kar… İçeride huzur… *- KAFAMIZA TAKILMAZDI Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi… Kimin umurunda… Ne güzel fakirdik. Ama mutluluğun resmini çiziyorduk.... *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

SAHTEKARLIĞI NORMAL KARŞILIYOR!

NEREDEYSE İÇ ÇAMAŞIRLARINI BİLE ALACAKLAR