BİZİM ve ONLARIN CUMHURİYETİ
YAŞAR EYİCE
*- ‘HER CUMHURİYET, CUMHURİYET DEĞİLDİR!’
Önceki Kültür Bakanlarından Suat Çağlayan, Cumhuriyet Bayramı kutlamaları kapsamında bir okulda yaptığı konuşmada Atatürk’ün tek adam olmak yerine ülkesi için laik Cumhuriyeti seçtiğini ve 100 yıl önce yaptığı seçimin ne kadar doğru olduğunun bugün çok net olarak görüldüğünü söyledi.
‘Her Cumhuriyet laik Cumhuriyet değildir!’ diyen Çağlayan İran’da başını açtığı için öldürülen Mahsa Amini olayını örnek gösterdi.
Prof. Dr. Suat Çağlayan’ın ‘Her Cumhuriyet Laik Cumhuriyet değildir!’ deyişi aklıma İzmir Namık Kemal Lisesi’nin iki unutulmak öğretmenini anımsattı.
Biri büyük Atatürkçü ‘Kaplan Kadın’ olarak bilinen Kimyacı Belkıs Hanım…
Çok önemli anıları var.
Namık Kemal Lisesi’nin o zamanki mezunlarından Usta Gazeteci Ünal Tümin, Gürkan Ertaç, Dr. Şaban Acarbay başta olmak üzere önemli yerlerde önemli görevlerde bulunan onlarca mezunu iyi bilirler, hâlâ o günün heyecanıyla anlatırlar.
Yine Namık Kemal Lisesi’nin o muhteşem dev kadrosunda meşhur bir fizikçi vardı, ‘Arap Binzet!’
Düşünebiliyor musunuz?
Bırakıp yardımcı ders kitaplarını, normal fizik kitapları bulunmazken Arap Binzet, o zamanki adıyla Sovyetler Birliği’nden ve Almanya’dan, yani yurt dışından oralarda yaşayan Türkleri buluyor, fizik problem kitaplarını getirtiyordu…
Bu arada belirteyim;
Adı İnönü Lisesi iken, Namık Kemal Lisesi olarak değiştirilmeden önce kurulan fizik ve kimya laboratuvarlarının tüm cihatları da Moskova’dan getirtilmişti.
Yani dünyaya açılmıştı, Cumhuriyet ile birlikte İzmir Namık Kemal Lisesi, Atatürk Lisesi ve zamanın okulları, yöneticileri ve eli öpülesi ‘bilim insanı’ Türk Öğretmenleri…
Prof. Dr. Suat Çağlayan gibi pek çok kıymetli, bilim insanları, ekonomistler, işverenler, girişimciler, siyasetçiler, gazeteciler, dallarında uzman birçok değeri yetiştirmişlerdir.
İşte diğer öğretmenler gibi ‘Arap Binzet’ de derslerinde, ya da cumartesi – Pazar günleri karşılıksız verdiği etüt şeklindeki çalışmalarında satır aralarına sıkıştırırdı, ‘Doğru olmayı!’
‘Dikkatle Bakın!, Dikkat edin!’ derdi, derslerinde…
Gözünüzü açın!
İçimizde; nankörler de vardır, ümitsizlik içinde çırpınanlar da…
Bir de, kendisine gelip çatan bir zorluk ve kederden sonra, bolluk ve nimet tadanların bazılarını görüyor ve yaşıyoruz; ‘Sevinç şımarığı’ ve ‘ kendini beğenmiş’ olduklarını…
Bunları ayırt etmek biraz da bilgi ve tecrübe ister…
Bunlar da bilgi yani okumakla öğrenilir…
Büyük ödülü bunları gören ve anlayarak uzaklaşanlar eninde sonunda kazanır.
Bunları da çevremizde görüyoruz.
İşte öğretmenlerimiz, yalnız problemlere ve fizik konularına değil..
İnsanlara nasıl yaklaşılacağını da anlatıyorlardı, doğruyu bulmaları konusunda…
Merak ediyorum;
Şimdi bu konular ele alınıp, anlatılıyor mu?
Ya da nasıl anlatılıyor?
Sevgili Okuyucularım her devletin bir ‘anayasası’ vardır…
Her devletin yönetim şekli bellidir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ne demişti?
‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!’
Bizim Cumhuriyet Anayasamız da buna göre düzenlenmişti.
Aynı şekilde, benzer cümleler Kuzey Kore’de de yürürlüktedir.
Aynı cümle onlarda da var;
Herhalde bizden kopyalamışlar;
‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!’
Acaba oradaki yönetim bunu benimsemiş midir?
Suat Çağlayan’ın belirttiği gibi;
‘Her Cumhuriyet, cumhuriyet değildir!’
Cumhuriyeti güçlendiren kavram ise demokrasidir.
Atatürk ve arkadaşlarının başardığı kurtuluş ve hayata geçirdiği devrimler, bizleri Ortadoğu bataklığının sıradan bir ülkesi olmaktan, gururlu, onurlu, laik modern ve medeni bir ülke olmaya yöneltmiştir.
Bu nedenle çok büyük adamdır, Gazi Mustafa Kemal Atatürk…
Eşsizdir.
Bu ülkenin tek ve ebedi lideridir.
Unutmayalım, unutturmayalım…
Mustafa Kemal Atatürk’ü sevdiğimiz kadar anlamalıyız…
Bu da okumakla, araştırmakla olur…
*- BODRUMDA YAPILACAK
Prof. Dr. Erkan Sevinç’ten, ‘Ezoterizm ve Felsefe Zirvesi Bodrum’da’ haberini öğrendim.
Zirve 12-13 Kasım 2022 tarihlerinde Şevket Sabancı Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek.
Toplantıda konusunda Türkiye’nin en popüler akademisyen ve eğitimcileri olan Murat İrfan Ağcabay, Göktuğ Halis,Osman S.Börütecene, Can Sinanoğlu ve Fulya Erdemil’in konuşmacı olacaklar.
Biliyoruz;
Bizim coğrafyamızdan çok felsefeci geçmiştir.
Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras düzenlenen etkinliği vatandaşların ücretsiz izleyebileceklerini ve oturumlara interaktif katılabileceklerini belirterek konuya ilgi duyan herkesi zirveye davet etti.
Ben de sorayım ve anlatmaya çalışayım;
Soru şu:
‘Peki nedir, Ezoterizm!’
Ezoterizm felsefe alanına giren bir terimdir.
Kelime olarak Ezoterizm, asıl gerçeklerin yalnızca onu anlayacak kabiliyette olan kişilerin bildirilebileceği görüşünü kabullenen bir öğreti sistemi olarak karşıya çıkmaktadır.
*- KAYNAĞI BİLİNMELİDİR
Ezoterizm temelinde, bilgi ve öğretilerin kademeli olarak verildiği bir öğreti sistemi ve çalışma sistemi olarak tanımlanmaktadır.
Burada dikkat edilmesi gereken hususun öğretilerin kaynağının bilimsel, töresel ve dinsel nitelikte olabilmesinin bilinmesidir.
Ezoterik, içrekçilik ya da batınilik gibi konulardaki derin bilgiler ile sırların ehil olmayanlara söylenmeden, bir bilge tarafından sadece alanında ehil olan kişilere öğretilmesi demektir.
Ezoterizm bir din ya da bir inanç sistemi ile sınırlandırılmaz.
Genellikle ezoterik yani içrek ezoterizm ile ilgili ve ona dair anlamlarında kullanılmaktadır.
Bilmiyorum anlatabildim mi?
Bu arada yine ekleyeyim:
Her yazılana, her söylenene kesin gözüyle bakıp inanmayın…
Mutlaka ve mutlaka ‘doğruluğunu’ araştırın ve bir başka gözle de bakmayı unutmayın…
*- ‘OSMANLIYIM’ DİYENLERE
1920’de ; nüfus 12 milyon dolayındaydı,
11 milyon kişi köyde yaşıyordu.
40 bin köyün 38 bininde okul yoktu.
Traktör yoktu;
Hititlerden kalma Kağnı ve Kara saban kullanılırdı.
5 bin köyde sığır vebası vardı.
Hayvanlar da, insanlar da kırılıyordu.
Yaklaşık;
2 milyon sıtmalı, 1 milyon frengili ve 3 milyon trahomlu insan vardı. Anadolu’da; verem, tifüs, tifo salgını kol geziyordu;
Doğan her iki bebekten biri (AS: bizdeki bilgilere göre her 5 bebekten 1’i) 1 yaşına gelmeden ölüyordu;
Ortalama yaşam süresi 40 yıl kadardı.
Memlekette;
Doktor sayısı 337, Ebe sayısı 136, Eczacı sayısı 60 idi. Diplomalı Diş hekimi yoktu.
*- YABANCILARIN TEKELİNDE İDİ
Limanlar, madenler, demiryolları yabancılara aitti.
Toplam sermayenin yalnızca %15’i Türk sermayesi sayılabilirdi.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan yalnızca dört fabrika vardı,
Hereke ipek, Feshane yün, Bakırköy bez, Beykoz deri…
‘Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras’ listesinde; 85 milyon Lira (600 ton altın) borcu da unutmayalım.
Elektrik yalnızca İstanbul, İzmir ve Tarsus’ta vardı.
Otomobil sayısı 1500 kadardı…
Kadın, insan değildi.
*- 4 DEĞİL16 ve 22…
Veremle boğuşan halk, ahırda yatarken… Osmanlıcıların yere göğe sığdıramadıkları Abdülhamid Han Hazretlerinin (yaş olarak tümü “çocuk” sayılacak 16 karısı vardı:
Nazikeda, Safinaz, Dilpesent, Peyveste, Nazlıyar, Bidar, Mezide, Emsalinur…..
Osmanlıcıların ‘dedemiz’ dedikleri Abdülmecid’in de 22 karısı vardı. Tiyatro yok, müzik yok, resim yok, heykel yok, spor yoktu.
Arkeolojik eserler, öyle gizli saklı değil, padişahların hediyesi olarak ya da çalınmış, gemilerle, trenlerle Avrupa müzelerine götürülmüştü.
Takvim ve Zaman birliği de yoktu; Kimisi güneş batarken ‘grubi saat’i esas alıyor, güneşin battığı anı 12.00 kabul ediyordu, kimisi güneşin tümüyle battığı ezani saat’i esas alıyordu; kimisi zevali saat’i kullanıyor, güneşin en tepede olduğu anı 12.00 kabul ediyordu.
‘Saat kaç birader?’ diye sorduğunda, her kafadan bi ses çıkıyordu.
Kimisi ‘hicri takvim‘ kullanıyordu, kimisi ‘rumi takvim‘ kullanıyordu. Kimisinin Şubat’ı kimisinin Aralık’ına denk geliyordu.
Herkes aynı zaman dilimindeydi ama, farklı aylarda, farklı saatlerde yaşıyordu!
Dirhem, okka, çeki vardı.
Arşın, kulaç, fersah vardı.
Ne Ortaçağdan kalma ağırlık ölçüleri dünyaya ayak uydurabiliyordu, ne de uzunluk ölçüleri…
Erkeklerin yalnızca % 5’i, kadınların binde 5’i okuma – yazma biliyordu.
Okur-yazar erkeklerin çoğunluğu, subay veya gayrimüslimdi.
Okul yaşı gelen her dört çocuktan zaten üçü okula gitmiyordu.
Toplam, 894 ilkokul, 72 ortaokul ve yalnızca 23 lise vardı.
Ülkedeki liselerin tümünde salt 230 kız öğrenci kayıtlıydı.
Öğretmenlerin üçte birinin, öğretmenlik eğitimi yoktu. Tek üniversite vardı, Darülfünun, medreseden halliceydi.
Ülke bilim’den çoook uzaktı.
600 yıl boyunca Türkçe’nin ırzına geçilmiş, Osmanlıca denilmişti.
Arapça, Farsça, Fransızca, İtalyanca kelimeler, Levanten terimler dilimizi istila etmişti.
Kelimelerin yalnızca %5 kadarı Türkçeydi.
Arap alfabesiyle Türkçe yazmaya çalışıyorlardı.
‘Harf devrimi yapıldı, bir gecede cahilleştirildik, köpekleştirildik..’ falan deniyor ya…
İbrahim Müteferrika’dan başlayarak 150 yılda basılan toplam kitap sayısı kaçtı biliyor musunuz?
Yalnızca 417’ydi ki, zaten, ülkeye matbaayı getiren Abraham Müteteferrika da Macar kökenli bir devşirmeydi.
Oysa Gutenberg’in çalışan ilk matbaasından sonra, yani 1453’ten 1850’ye dek 400 yılda Avrupa’da 8 milyon kitap basılmıştı…
Voltaire, bir kitabında şu belirlemeyi yapmıştı:
İstanbul’da bir yılda yazılanlar, Paris’te bir günde yazılanlardan daha azdır!
Ve neymiş efendim, ‘mezar taşı okuyamaz’ haldeymiş…
Sen önce adam gibi, nesnel bilgi veren iki kitap oku da, Dünyadan haberin olsun biraz!
*-
Yorumlar
Yorum Gönder