DÜĞMEYE BASIP MAAŞINI ALIYORDU

YAŞAR EYİCE *- HİÇ ŞÜPHESİZ! Çoğumuz, bildiğimizi sanırız ama perde arkasından haberimiz yoktur! Madalyonun arka yüzünü bilmeyiz! Binde bir meraklı çıkar ve bizi bilgilendirir… Sonra da Nurşen Gezgin gibi düşünürüz: ‘Halk olarak hepsinin sonlarının hüsranla bittiğini okuyorduk, duyuyorduk! Allah rahmet eylesin!’ Son günlerde, haftalarda belki de Nurşen Hanım’ın dediği gibi en fazla bu cümleyi kullanıyoruz: ‘Allah rahmet eylesin!’ Umarım bu güzel tatil günü bu cümleyi hiçbirimiz kullanmayız… Her olayın, güzelliğin ya arkasında mutlaka bir emekçi vardır. Haberciler buna ‘mutfakta’ derler… Sinema, tiyatro, güzel sanatlar için de hemen hemen aynı cümle kullanılır. Şimdi de size Tugay Başaran’ın kaleminden, tatil günü olduğu için bir sinema emekçisini anlatacağım. Tugay Başaran’ın ‘Pırıl pırıl’ olarak tanımladığı bir Kunta Kinte! Yeşilçam, neredeyse yarım asır boyunca sayısız filmler üreten bir sanayiydi... Bu yüzden pasta da büyüktü ancak büyük dilimi her zaman patronlar bazı yapımcı yönetmenler ve sayılı başrol oyuncuları aldı... Çoğu karakter oyuncusu ve emektarlaraysa o pastanın kırıntıları kaldı. Buna rağmen sinemadan vazgeçmeyip devam edenlerin sonuysa maalesef kötü bitti. Çoğu yalnız ve yoksulluk içerisinde öldü şöhretleri karınlarını doyurmaya yetmedi, Abdi Algül de onlardan birisiydi... Son yıllara kadar hayatta olmasına rağmen sinemanın hayrını görmedi, 3 ayda bir aldığı emekli maaşıyla bir barakada yaşam mücadelesi verdi. *- KAVUN- KARPUZ 1933'de Kütahya'da dünyaya geldi. Bazı kaynaklar 1939 dese de kendi anlatımıyla 1933 yılıdır. Asıl adı Abdül Algül'dü. 1971 de kavun karpuz taşımacılığı yaparken bir yönetmen onu fark eder ve figüran olarak filmlerde oynamasını ister kabul eder. 1971 tarihli Yılmaz Güney'in 'Baba' filmi ile kendisini siyah beyaz ekranda gördük ve bu ilk filmde oynayışıdır. Kendi anlatımıyla; ‘1970'li yıllarda limanda otururken bir adam geldi. Seni meşhur edeceğim ‘artist edeceğim seni!’ dedi… -Ulan bu kim? -Artis ne demek? Anlamadım sordum. -One ki? dedim!.. -Meşhur olacaksın filmlerde çıkartacağım seni, dedi…’ *- HEP DAYAK YEDİ 70'li yıllarda birçok filmde yer aldı Abdi Algül… Hemen hemen en ünlü aktörler ile aynı karede görmek mümkündür kendisini… Ama nedense, her Yeşilçam filminde hep dayak yiyen, çete elemanı, mafya takımındaki bir yüzle tanıdık kendisini. Yeşilçam komedilerinin vaz geçilmez karakteri oldu, özellikle Kemal Sunal filmlerinde yer aldı. ‘Birçok film hala dün gibi aklımda. Benim unutamadığım ne biliyor musunuz? Kemal Sunal’la oynadığım filmler ve bu filmlerin arasında 'Sahte Kabadayı'dır…’ *- BİRÇOĞU GİBİ Evlenen ve iki çocuğu olan sanatçının, ne bir sigortası nede bir güvencesi vardır… Yeşilçam yavaş yavaş bitiyordu, bu yüzden gelen tekliflerde azalıyordu... Aydemir Akbaş'ın 1985 tarihli 'Gazino Bülbülü' en son yer aldığı Yeşilçam filmidir. Birçok Yeşilçam oyuncusu gibi sanatçıda unutulmuştu… O saatten sonra ne dizi, ne de film teklifi alacaktır… Cankurtaran’daki barakan bozma evinde ziyaretine gidenler oldu bir dönem, destek verme için… Vatandaşlar, yiyecek ve içecekler götürerek destek ve güç vermeye çalıştı. ‘İki çocuğum vardı… Birincisi kızım! O benim gözümün nuruydu! Erol Taşın kahvesinin yanında oturuyordu; Allah nur içinde yatırsın… Birde oğlum var! Ara sıra geliyor, torbalarla bir şeyler getiriyor sağ olsun… Dostlar da sağ olsun… Bin şükür vaktinde yetişiyor vatandaşlar. Ama Yeşilçam’a ben ömrümü verdim, bir kez olsun kapım neden çalınmadı? ‘Yahu arkadaş onca emeğin var halin nasıl ne durumdasın?’ diye sormadılar... Biraz yürümekte zorlanıyorum ama yine de bin şükür iyiyim, dedim ya… Şükürler olsun eşimin de sağlığı iyi… Herkes kendi derdinde…’ *- YAŞLILIK MAAŞI İLE… Eşiyle barakada yaşayan sanatçı 3 aylık yaşlılık maaşlarıyla geçimlerini sağlıyorlardı… Kalp hastalığı ile mücadele eden Abdi Algül 30 Eylül 2019'da sokakta yürürken rahatsızlandı yere yığıldı… Sağlık ekipleri çağırıldı ancak çok geçti… Yaşarken olduğu gibi, öldüğünde de yanında kimse yoktu… 86 yaşında hayata veda etti... *- KURUŞA MUHTAÇLAR Defnedildiğinde yanında sadece bir kaç Yeşilçam emektarı vardı... Yeşilçam'da bazıları şan ve şöhretin zirvesinde lale devrini yaşarken, çoğu emekçi ‘bir kuruşa muhtaç’ kaldı, ya da kaderlerine terk edildiler.. Yokluk ve yoksulluk içinde göçüp gittiler bu Dünyadan… Keşke bu emektarların sonları böyle olmasaydı… Yüzlerini, filmlerini milyonlar bilse de gerçek hayatlarını kimse bilemedi… Godamanların aç gözlülükleri yüzünden nefes dahi alamadılar… Tugay Başaran bizim aklımızdan, yüreğimizden geçenleri seslendiriyor: ‘Bu güzel yürekli kocaman insanların haklarını ve hayatlarını umursamayanlar sözüm size; Bir gün bu terazi de sizde tartılacaksınız… Hiç şüphesiz...’ *- DUDAK UÇAKLATAN CİNSTEN Bu yazıyı bitirdikten sonra, az önce öğrendim: 200 bin lira maaş alan bazı büyüklerimiz varmış! 150 bin lira alanları duymuştum… 3-4 maaş alanları da… Örneğin Urla’da kayyum belediye başkanlığı yapan Kaymakamın iki maaş artı huzur hakları aldığını da… Ama ya hiçbir emek göstermeden, çeşitli yönetim kurumlarında gösterilen ve ay başlarında zarf içinde ekstre para alanlara ne demeli? Bunlardan ‘ağabey’ dediğimiz ikisini anımsıyorum… Resmi kurumun şoförü her aybaşında geliyor, zarfı veriyor, imzasını alıp gidiyordu… Bilmediğimiz ve soramadığımız ise zarfın içinde ne kadarlık bir meblağ vardı… Maaş artı ikramiyeler mi? Ya da ekstra maaş ve hiç katılmadığı ama gelen karar defterine imza atarak haksız bir şekilde aldıkları büyük paralar mı? Sorsan ‘Hakkım!’ yanıtını alıyordunuz… Sizi güldüreyim: *- GÜNDE EN FAZLA 3- 4 KEZ DÜĞMEYE BASIYORDU
Bir teleksçi arkadaşımız vardı, Mehmet İzmirli adında… İnsan olarak çok iyi ve dürüsttü… Önceleri verilen yazıları dizgici gibi banda alıyor ve şeridi makinaya geçirerek merkeze geçiyordu… Bu işi haber ajanslarında ve önemli medya kuruluşlarında yapanların görev sırasında sırtlarından ter aktığını biliyorum… Ama zamanla teleksin yerini faks almıştı… İşte o Mehmet İzmirli şöyle diyordu: ‘Benim işim çok zor! Sabahtan akşama kadar aynı sandalyada oturuyorum, küçük bir yerde. Ve gün boyu gelen iki üç A4 parsömen kağıdı yerimden kalkarak makinaya geçiriyorum. Sonra parmağımla düğmeye basıyor ve bu kağıdın üzerindeki yazıların karşı tarafa geçmesini sağlıyorum…’ Buna kara mizah mı, dersiniz? Yoksa ne derseniz deyin, işte… Böyleleri de var aramızda… Bu nedenle yeni doğanlara ne denir? ‘Allah şansını ve bahtını açsın!’ Şansı belki yaratır ama baht ayrı bir şey… *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ACİLDEN DE ÖNCELİKLİ

OKULUN DUVAR GAZETESİNDE ATATÜRK

NEREDEYSE İÇ ÇAMAŞIRLARINI BİLE ALACAKLAR