DUAYEN SÖZCÜĞÜNÜ SEVMİYORUM

YAŞAR EYİCE *- HALLEY KUYRUKLU YILDIZINDAN SONRA! Size bir hikâye nakledeceğim… Biliyorsunuz, ‘Hikâye’ denilince benim aklıma hep rahmetli usta gazeteci büyüğümüz Kaya Çelikkanat geliyor… Tatil günleri siyasetten laf edecek değiliz ya… Bu arada yine ‘usta’ Gazeteci Murat Eştürk’ten de haber alamıyorum… İzmir’deki gelişmeleri ve kulis çalışmalarını Murat Eştürk ile Artun Sucuoğlu ve Halide Demir Demir Polatlı’dan öğreniyordum… Cemal Bilge ise bir bakıyorsunuz Çeşme’de, ya da Bursa’da… Ertesi gün ise Türkiye’nin bir başka bölgesinde… Hiç kimsenin yazmadıklarını, görmediklerini ya da görmek istemediklerini evimize kadar getiriyor… Servet Vural ise yine bizim korkusuzlarımızdan… Ama Çeşme’de İsa Atagöz var… Sakın onu soyadından ‘gözcü’ falan diye düşünmeyin, o da bizim gibi ‘gazeteci’ denilen habercilerden… Geçenlerde saldırıya uğradı… Haberini Cemal Bilge Öz yapmış ve duyurmuştu… Gelişmeleri de Yusuf Çınar’dan öğrenmiştim… Yani; Okuyucularım bilir, kesinlikle ‘duayen’ sözcüğünü kullanmam… Çünkü piyasada ‘duayen’ diye gezen ve tanıtılanların neredeyse tamamına yakınını ‘sahtekar’ diye tanıdığım, bildiğim için gerçek habercilerin, emekçilerin de onlarla aynı sınıfta olmalarını istemiyorum… Yakıştıramıyorum… Şimdi yine gerçeklerin ‘hikaye’ haline getirilmesini okuyalım: *- ‘KÜT!’ DİYE KAPANDI Değerli Emekli Arkadaşlarım! Çok zor günler geçirdik. Daha da her şey bitmedi... Geçenlerde kapının zili çaldı. Hanım kapıyı açtı, açmasıyla kapaması bir oldu. Zaten bizim evde pencerelerden biri açık oldu mu hava cereyan yapar ve kapı: ‘Küt!’ diye kapanır. Yine öyle oldu zannettim. Hanım, suratı asık yanıma gelince, anlatır diye biraz bekledim: ‘Dilenci!’ dedi. Dilenciler bazen böyle kapımızı çalar. Ben açsam usulüne göre nasihat eder gönderirim. Kapıyı hanım açsa, mutlaka bir şeyler verip gönderir. Dilenciler zaten kapıyı çalınca: ‘Evin hanımı açsa!’ diye dua eder... ‘Kadınlar daha yufka yürekli midir, yoksa daha saf mıdır?’ diye ben karar veremem ama bizim hanım için söyleyebilirim ki katıksız saftır. Kapı, hava cereyanı yapıp kapanınca hanım tekrar açar ve özür diler ve bana seslenir: ‘Yatak odasının camını kapatır mısın, cereyan yapıyor.’ Ama bu sefer seslenmedi, kapı kapanınca yanıma geldi: ‘Dilenci!’ dedi. ‘Bir şey vermedin mi?’ diye gülümsedim. Hanım, dilenciyi azarlar gibi: ‘Maske takmamış’, dedi. Ben biraz yapmacık da olsa ciddileştim: ‘Belki maske alacak parası yoktur’, dedim. Daha sözümü tamamlamadan, hanım birden dönüp kapıya koştu ama dilenci çoktan gitmişti. *- ÖNEMLİ YÖN! Hanımın, eleştiremeyeceğim önemli bir yönü var: ‘Temizlik!’ Pandemi döneminde buna bir de maske ve mesafe eklenince bizim hanım iyice hassas oldu. Ben zaten alışığım. Evde temizlik olacağı zaman sabah erkenden evden çıkarım, akşama kadar ‘orada burada’ vakit geçiririm. Akşama yakın telefon açarım: ‘Bitti mi?’ Gelen cevaba göre hareket ederim. Bugün temizlik yok. İstediğim gibi hareket edebilirim. Ayaklarımı uzatabilirim, divana uzanabilirim. Kendime her türlü konforu sağlayabilirim. Hanım, hem örgüsünü örüyor, hem de televizyondaki haberleri dinliyordu... Haberin önemine göre bazen başını kaldırıp televizyona bakıyor, sonra örgüsüne devam ediyordu. Ben gazetemi okuyordum. Bir ara hanımın sesini duydum: - İğğ!’ - Ne oldu hanım? - İğrenç! - Nedir iğrenç olan? - Deniz salyası mı ne diyor... Kim yapıyor bunları? Ben biraz gülümsedim: – Sen, ben, dedim. Hanım sinirlendi: – Aa! Hadi sen neyse, benim salyam mı akıyor? Soruya biraz kaçamak cevap verdim: – İnsanlar denizi kirletiyor hanım, dedim. Biraz yumuşadı. O yumuşaklıktan faydalanarak açıkladım: – İnsanlar bütün pisliklerini denize akıtıyorlar. Akıtamadıklarını da ormanlara atıyorlar. – Elleri kırılsın!.. ‘Amin’, demem gerekirdi ama demedim. Belki akıllanırlar da pişman olurlar, diye düşündüm. Televizyondaki haber hâlâ devam ediyordu. Belediyelerin bazıları kepçeyle bazıları kaşıkla deniz salyası topluyordu. Toplamakla biter mi, önce kaynağını kurutmak lazım. Sen Marmara’nın koynuna pisliği akıtırsan, salya-sümük sana geri döner. Şimdi ben suçlu aramıyorum, sadece insaf sahibi insanlar arıyorum. Allah’ın bize bağışladığı bu güzel tabiatı kendi küçük çıkarları için feda etmeyen, içinde bir acı hisseden ve Allah’tan korkan insanlar... *- KUYRUKLU YILDIZ, GİBİ… Telefonum çaldı. Hanım, ‘Telefonun çalıyor’, dedi. - Duyuyorum hanım... – Bazen duymuyorsun da... Evde oturup ayaklarını uzatmak iyi de, hanımla zıt gitmemek şartıyla... Telefonun yanan ışığına baktım, bizim Necib... – Alo Necip! Hayrola, bugün erken aradın. – Erken sayılmaz abi, geç bile kaldık. Hadi hazırlan arkadaşlarla geliyoruz. – Geliyor musunuz? Niye? Kaç kişi? – Arkadaşlar işte abi, niye soruyorsun? Sen, ben o... Bildiğin kişiler. – İyi de Necip, evde bir gram kahve kalmamış, bari gelirken marketten yüz gram kahve al, gelince parasını veririm. – Abi, kahveye gerek yok, oturmaya gelmiyoruz. Hemen seni alıp gideceğiz... – Nereye? – Müsilaj seyretmeye abi, hadi oyalanma! – Yaa! Necip, bırak yaa! Madem geliyorsunuz parka gideriz. – Abi müsilaj... Çok ilginç deniz salyası... Sen ömründe hiç gördün mü? – Görmedim ama geçen sefer de ‘kara delik’ seyretmeye götürdün hiçbir şey göremedik. – Bu başka abi, herkesin salyası denizin üstünde... Hadi uzatma, senin eve yaklaştık. Meğer Necip hem yürüyor hem de benimle konuşuyormuş, emekli arkadaşlar da peşinde. Gittik... Kötü bir pislik... Herkes kendi salyasını aradı. Kimi buldu, kimi benzetti. O gün neşeli ama pis bir gün geçirdik. Yine de bütün emekliler gibi mutlu bir gün geçirmeyi becerdik. Hoşca kalın! *- NEREYE GİTTİM Bu hikaye beni 5 Mayıs 1910’a götürdü.. Hüseyin Rahmi Gürpınar, o tarihte, dünyaya çarpma olasılığı olan kuyruklu yıldız hakkındaki korkuyu ele aldı. Babasından kalan yüklü bir mirasın sahibi İrfan Galip, Avrupai bir hayata özenmekte, Türk kadınlarının cahil olduğunu düşünmekte ve onlarla alay etmektedir. Kuyruklu yıldızın dünyaya çarpacağını öğrenen İrfan Galip, panik ve korku içinde olan mahalle kadınlarını toplar ve onlara bir konuşma yapar. Toplantıdan birkaç gün sonra bir mektup alır. Mektup, oldukça kültürlü ve eğitimli bir kız tarafından yazılmıştır. İrfan Galip uzun aramalar sonucu kıza ulaşır. İrfan Galip ile Feriha, Halley Kuyruklu Yıldızı’nın geçtiği gece evlenirler. Eserde toplumun değer yargıları, cahillikten kaynaklanan inanışlar ve yanlış Batılılaşma eleştirilmiştir. Roman, ustaca hazırlanmış entrikalarla ve mizahi anlatımıyla güldürürken düşündürmeyi amaçlamaktadır. *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ACİLDEN DE ÖNCELİKLİ

OKULUN DUVAR GAZETESİNDE ATATÜRK

NEREDEYSE İÇ ÇAMAŞIRLARINI BİLE ALACAKLAR