MARKAYA VERİLECAK PARA İLE ÖĞRENCİ OKUTULUR
YAŞAR EYİCE
*- TAM BİZİM KAFAMIZDA
Nesrin Dizdaroğlu ‘Çocuklarım bana cimdi diyor!’ dedikten sonra şöyle devam ediyor:
‘Markaya para vermiyorum, vereceksem yerli markalara veririm, Kendi kimliği belirtmek için başkasının baş harflerini sırtımda taşımam, Bunlara verecek para ile ihtiyaç sahiplerine yardımcı olurum.’
Esin Kundakçı’ya göre ‘Tam bizim kafamızda bir hanımefendi!’
Bunu çocuklarımıza aşılasak her halde yurdumuza da kendimize de büyük yarar sağlarız, bana göre de…
Ne diyor büyüklerimiz;
‘İnsan insana çözüm olmalı; düğüm değil,
İnsan insana ilaç olmalı, dert değil.
İnsan insana yoldaş olmalı, yük değil,
İnsan insana lazımdır ama insan insana!..’
İnsan denilince aklıma usta Aziz Nesin geldi.
Herkes bir şey yazıyor, bir de kendisini İzmirli usta Gazeteci Feyzi Hepşenkal’dan dinleyelim:
*- HAVA RÜZGARLI, DENİZ DALGALIYDI
M. Feyzi Hepşenkal anlatıyor:
“Onu tanıma, birkaç kez aynı masada oturup konuşma fırsatına sahip olan şanslı insanlardan biriyim.
Sanırım 1987 yılı, bu zamanlardı. Dikili’den feribota binmiş, Midilli’ye gidiyorduk.
Hava rüzgârlı, deniz dalgalıydı.
Yolcular bir o yana, bir bu yana sallanıyor; ara sıra da bir yükselip, bir oturuyordu.
Sadece Aziz Nesin, hiç istifini bozmuyordu.
Gözü elindeki kitapta, her koşulda okuyordu.
Okurken de yazıyor, boyuna not alıyordu.
Eskiler ‘velut’ derler ya, verimli sanatçılara.
Öyleydi.
Nesin Yayınevi’nin açıklamasına göre 111 kitap üretmişti.
*- SONRA 1992 YILI GELDİ
Eylül ayında, Torbalı’da bir panelde buluştuk bu kez, siyaset ve gülmece ilişkisini konuşmak için.
Bir yıl sonra, Aziz Nesin’i kaybedecektik belki. O meşum 2 Temmuz 1993 günü, Madımak katliamından sağ kurtulması, gerçekten mucizeydi. Yine Torbalı’da, tekrarlanacak panelin yasaklanması nedeniyle dar kapsamlı bir toplantıda birlikte olduk.
Ardından İzmir’de düzenlediğimiz Kordon Toplantıları’na da davet ettik onu.
Çoğu yerde, ‘giyimine önem vermez!’ görünen Aziz Nesin, deyim yerindeyse, ‘iki dirhem bir çekirdek’ geldi, Büyük Efes Oteli’ne.
Herkes merakla, belki biraz da ürkerek ‘Acaba ne diyecek?’ diye bekliyordu kendisini.
Aziz Nesin fena şaşırttı dinleyenleri…
Konuşmasının bir bölümü ‘Türkçe’ hakkındaydı ve özellikle ‘dili kullanma’ üzerineydi.
Örnekse, ‘çağdaş değil, çağcıl’ demişti ısrarla.
*- ÇAĞCIL BİR AYDIN
O bir yazardı, sanatçıydı ve ‘çağcıl bir aydındı’ kelimenin tam manasıyla.
Ne zaman, nerede, ne söyleyeceğini de, ne giyeceğini de, nasıl davranacağını da çok iyi bilen bir insandı.
6 Temmuz 1995 günü Çeşme’de, yine rahmet isteyen sevgili dostum Ahmet Piriştina’nın evindeki yemek sonrası kaldığı otelde hayata veda etti.”
*- İYİ BİR TERZİ
Kırklareli Vize Evrencik Köyü’nden Nevin Kaya İşçimen yazmış:
“Genç adam iyi bir terziymiş.
Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış.
Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış.
Çok soğuk bir kış gecesi dükkânı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş.
Artık ne bir işi varmış ne de parası.
Günler boyu iş aramış ama bulamamış…
Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış.
Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini…
Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş.
Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında.
Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma…
*- YALNIZ KALMAK İSTEYİNCE
Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam, ‘Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer!’ diye söylenmiş.
Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş.
Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle.
Birden siniri geçiveren ihtiyar, ‘Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?’ diye düşünmeye başlamış.
Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş.
O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş.
*- PALTO ADAMA YAKIŞMIYORDU
Yaşlı işadamı, terzinin yanına yaklaşıp, ‘Ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim!’ deyince, ‘Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş’ diye yanıt vermiş terzi.
Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış.
Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş.
‘Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?’ diye soran yaşlı adam, ‘Ben terziyim”’ yanıtını alınca ‘Benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın’ diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi.
Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş.
Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş.
*- ÜNLÜ İŞİNSANI OLUNCA
Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış.
Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş.
Küçük dükkân önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış.
Terzi artık ‘ünlü işadamı’ diye anılır olmuş.
Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş.
Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış.
Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş.
Hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmasını sağlamış.
Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş. Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş.
Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş.
Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş.
*- DAHA SONRA
Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış.
Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış.
Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için.
Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama kendi anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş.
Ve başlamış anlatmaya:
‘Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış.
Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış.
Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş.
Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş.
Bülbül ona ‘Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın’ demiş.
Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış. Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş.
Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler.
Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş oduncu.
*- YARDIMA KOŞMAYINCA
Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş.
Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan.
Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış.
Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış.
İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış.
Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu.
Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın…’
Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir sözü yokmuş…
Dostluk iplerinizi koparmamanız dileğiyle....”
Hikâye içinde hikâye dinlemiş olduk!
Umarım biz de halkın değişiyle ‘Bozulmuş!’lardan olmayız!
Çevremizde yani yakınımızda olduğu kadar, uzaklarda da böyle kendini beğenmiş, halktan kopuk sadece kendini ve parasını, malını düşünenleri görüyor, biliyoruz.
Umarım onlarla bir şekilde aynı noktada bir olmalıyız.
*- DİKKATİMİ ÇEKMEK İÇİN
Muammer Kantarcı bir zamanlar ünlü bir turizm şirketinin en önemli elemanı idi.
Hatta ben uzun zaman kendisini şirketin sahibi olarak düşünüyor ve görüyordum.
Rıdvan Kaynar ile beni davetli Kuzey Kıbrıs’a götürmüştü, 1974 harekâtından sonra.
Krallar gibi ağırlanmıştık.
İşte bu Muammer Kantarcı son zamanlarda bana videolar gönderiyor.
Bazılarına yanıt veriyor, bazılarını irdelemeye zaman ayıramadığımdan ‘Beğendim’ işaretini koyuyorum.
Arka arkaya aynı videoyu gönderince, ‘Bunda bir iş var!’ diye düşündüm, dikkatle izledim.
Videoda, ağzında sigara ‘bıçkın’ tipli bir genç aracından iniyor ve ‘İzmir’e 14 kilometre’ levhası olan noktada, çakmakla yerde yaktığı bir bezi ya da gazlı bir şeyi yakarak otların içine atıyor.
Videoda daire içinde alınmış kurak, sararmış otlara atılan ateşler görülüyor.
Yani bir sabotajcı…
Yani bir hain…
Bu arada yanından hızla başka araçlar geçiyor, kimse dikkat etmiyor,’ Kim bu ne yapıyor?’ ya da ‘Bir şeye ihtiyacı var mı?’ diye düşünmüyor…
‘Radara yakalanmayayım’ diye gözünü dört açanlar, birinin yangın çıkaracağını ya da bir haince hareket yapabileceğini düşünmüyor!
Poz verip, videosunu yayınlamaktan çekinmeyen, İzmir ve vatan düşmanı genci kimler bu şekilde yetiştirmiş?
Belki de en ufak bir olumsuz yazı yazanları yakalayanlar, aslanlar gibi bir hareketli bu İzmir ve vatan hainini yakalarlar.
Hesabı sorulur…
Muammer Kantarcı internette gezinirken bulmuş bana da yetkililerin dikkatini çekmek için göndermiş olmalı.
*- ŞÜPHE ve DİKKAT!
Hep söylüyorum;
Şüphe ve dikkat insanı doğru yola götürür, tabii ki okuyarak bilgi sahibi olmakla.
İki olayı anlatayım:
İzmir Enternasyonal Fuarı, yani Kültürpark’ın ana girişi, Dokuz Eylül Kapısı yakının da görevli bir eleman, bankta oturan birinin halinden şüphelenir ve göz takibine alır.
Bir süre sonra durumu polise duyurur.
Yakalanan kişinin üzerinde ve çantalarında patlayıcı madde bulunur.
Soruşturma ve kovuşturmada, ‘Bombacı olduğu, terör örgütlerinde yetiştirildiği ve İzmir’de havaya uçuracağı yeri ve zamanını’ öğrenmiş olurlar.
Belki de birçok günahsız insanımız terör şehidi olacaktı.
Dikkatli bir insanımız sayesinde bir olay önlenmiş olmuştu…
Tabii benim bu yazdıklarım kayıtlarda var.
*- AKLIM ALMIYOR
Hüseyin Altınay da, hırsızlıklardan bahseden bir video göndermiş!
İddiaya göre,
‘Hırsızlık babadan oğula geçer,oğuldan babaya değil!’
Konu derin ve ince…
Sonu bazı politikacılara ve siyaset sayesinde zengin olanlara kadar uzuyor.
Yani bal tutan parmağını yalamıyor.
Tümünü birden götürüyor.
İki ay kadar önce, İstanbul Beşiktaş’ın Boğaz gören koruluklarından birinde 100 kovanı olan bir bal üreticisi sabaha karşı soyuldu.
Nasıl mı?
Kamyon ya da bir TIR’la yola park eden araca, içleri en azından ikişer kilo bal olan kovanları alıp gittiler.
Aklım almıyor?
Nereden anladılar, bildiler kovanların yerlerini.
Ben birine bile çalıları, tepeleri ya da uçurum gibi yerlere girip bir tane kovanı bile, yara bere içinde en azından bir saat, hatta daha fazla bir zamanda yola indirebilirim.
Bunu nasıl başardılar?
Belirttiğim gibi aklım almıyor!
*-
Yorumlar
Yorum Gönder