HERİF İLE ADAM ARASINDAKİ FARKLAR?

YAŞAR EYİCE *- ŞANSLI ÖĞRETMENLER Ali Barutçu yaş gününü kutladı. Ama daha önceleri şu paylaşımı yapmıştı, dikkatimi çekti: ‘Bir mezar taşıdır insanlara yarından kalan! Onu da başkaları yaptırır!’ Benim yerime, Faruk Calapkulu şu yanıtı veriyor: ‘Mezar taşı bir sembol. İnsanlardan geride kalan eserleridir. Öğretmenler daha da şanslı en büyük mirasları paylaştıkları bilgiler ve sevgileri yaşatan öğrencileri olduğuna inanıyorum.’ Bu arada önceki yazılarımdan birinde, Çeşme belediyesinin festival ve eğlenceleri bırakarak, bunun parasıyla ‘Yangın söndürme uçağı’ almasını öneren okuyucuma şu yanıtı vereceğimi söylemiştim: ‘İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Cemil Tugay, Mayıs ayında bakanlıktan yangın söndürme uçağı satın almak ve kullanmak için belediye adına yetki talep ettiği ancak onay alamadığını belirteyim.’ *- NEDENSE GÖRMÜYORLAR Şimdi de İzmir’den bir nostalji yaşayalım: “BMC TM-25, BMC tarafından üretilen hafif ticari araç serisi. BMC'nin ilk hafif ticari araç serisidir. Austin ve Morris markaları ile de piyasaya sürülmüştür. 1967 yılında üretilmesine rağmen 1970 yılında Türkiye'de ve Avrupa'nın bazı ülkelerine ihraç edilmiştir. BMC'nin Bornova'da bulunan fabrikalarında üretilmiştir. Kamyonet şasesi üzerine minibüs ve panelvan kupası konmak suretiyle farklı karoser tipleri oluşturulmuş, motoru ise ön döşemenin altına yerleştirilmiştir. Tüm TM-25'ler de 1600 cc hacminde benzinli motorlar kullanılmıştır. Nedense İzmir’in bu ilklerini özellikle İstanbul medyası ve işinsanları görmek bilmek istemiyorlar. *- ADI BİR ARA MANŞETTİ Tamer Dursun zaman zaman takip ettiğim yazılarını beğendiğim bir şair ve oyun yazarı. Duygusal yüklü ve toplumsal farkındalığa sahip eserleriyle tanınan bir yazarımız. Hatta Doğan Prepol dostumuz da bir ara, Tamer Dursun’un yazılarını gönderiyordu, yararlanmam için. Radyo oyun yazarı, tiyatro yönetmeni ve eğitimci gibi birçok yaratıcı rol üstlenmişti. Şimdi kendisine söz verelim: *- DERVİŞİN SÖZÜ Yıllar evvel, ebeveynleriyle birlikte tatil için Didim'e gelen bir grup genç, yol ortasında şortlarını indirip, tarlada çalışan köylülere popolarını göstermişlerdi ve köylülerin haklı şikâyetleri üzerine de olay yerine polis gelmişti. Gençler, tutanak tutan polislere ‘Ama biz tatil için buradayız...’ gibisinden, salakça ama bir o kadar da dikkat edilmesi gereken bir söz etmişlerdi. ‘Ama biz tatil için buradayız...’ cümlesinin açılımı ‘Bizim için tatil demek, kendi ülkemizde yapamadığımız ne kadar rezillik varsa, onları yapacak özgürlüğe sahip olmaktır. Hayır yani, biz şimdi burada popomuzu da gösteremeyeceksek, ne anladık bu tatilden?’ dir. Çünkü, kimi turistler için gerçekten de, tatil anlayışı, rezilliğin ve kepazeliğin dibine vurmaktan geçiyor. Kendi ülkelerinde, arabalarını kaldırımlara park edemeyenler, gece yarıları sokak aralarında nara atamayanlar, ufacık çocuklar yanlarındayken, sabahlara kadar alkollü mekânlarda ‘Oh Yes Baby’ yapamayanlar ve çöplerini kapılarının önüne bırakamayanlar, bütün bunları gittikleri tatil beldekinde rahatlıkla yapabiliyorlar. *- BENZETME YANLIŞ ve YAKIŞIKSIZ Bizler ev sahibi olarak, tuvalet kâğıdını alıp, oturma odasına koyarsak, elbette misafir de gelir, odanın tam ortasına pisler. Kural budur. Sözün özü, başımıza ne geliyorsa, ezikliğimizden, özgüvensizliğimizden ve memlekete sahip çıkmayı beceremediğimizden geliyor. Masaların üstünde gerdan kıran yarı çıplak gençler, yoldan geçenlerin kollarından bacaklarından tutup, içerlere çeken esnaf, eğitimsizlik, cahillik, sonradan görmelik, çakallık... Turist de, zavallım ne yapsın, bakıyor ki, tuvalet kağıdı oturma odasında...” Yazıları keyifle okunan ve içimizden biri olarak yaşananları dillendiren Tamer Dursun bu kez ‘Tuvalet kağıdından ‘ yola çıkmış ama daha rakama vurursak yüzde 30’dan yukarı çıkamadığımız tuvalet kağıdı yerine bir başka madde bulabilirdi. Acaba arkadaşları ya da yakınları tuvalet kağıdığını kristal diye mi kullanıyor? Benim de aklıma bu geldi. Fanatik turistlerin dışında böyle durumlara düşen artık yok gibi… Başka ülkelerde bunun çok daha ileri safhasında olanlar çıkıyor. *- BİLMEZLER, BİLMEZLER… Şadıman Şenbalkan’ın yazılarını beğeniyorum. Bunu da kendisine birkaç kez söyledim. Ben bu konularda patavatsızım, aklımdan geçeni düşünmeden söylerim. Yaz aylarında özellikle İzmir kıyı şeridindeki yerleşim yerlerine yakın ormanlarda neden yangınlar çıkıyor hem de arka arkaya! Hangi dikkatsiz, hangi acımasız yaratıklar çıkartıyor yangınları bilmem ama ‘bu kadar da olmaz ki!’ dedirtiyor insana… O herkimseler bilmezler mi ormanın hayat hatta birçok hayatlarla bezenmiş olduğunu? Bile isteye ve dikkatsizce her kim sebep olduysa bu acımasızlığın vebalini ödesinler tez zamanda… Önceki yazılarımda, Muammer Kantar’ın gönderdiği videodaki hainden söz etmiştim. Yolun kenarındaki ‘İzmir’ levhasının önünde çakmak ve sigara izmariti ile kuru otları yakmaya yani yangın çıkarmaya çalışırken görünen genç, ne korkuyor, ne de çekiniyordu ciğerlerimizi yakmaya da görüntülenirken… Ermeni arkadaşım Zagik’e, ‘Ben yangınları birilerinin çıkardığını sanıyorum’ derken o da, ‘Kesinlikle’ diye benim düşüncemi desteklemişti. *- MEDYA KULLANILIYOR ‘Toplumlarının paradigması bilgidir’ demektedir kuramcı D.Bell. Ama nasıl bilgi? Kirli veya gelişigüzel bilgi mi? Bilişsel psikolojiyle öğrenilmiş bilgi mi? Sosyal medya platformlarında herkesin malumatı-furuş kesildiği güya bilgiler sinsilesi mi? Maalesef bazı kişiler, fırsat bu fırsattan faydalanarak, gövde gösterisi yapmak için sosyal medyayı mı kullanmıyor değil hani! Oysa bilgi gerçektir, ispatlıdır ve bilimseldir. Bundan mağda kuramcı Bacon der ki; Bilgi güçtür. Ama ve lakin eksik bilgilerle ortalıkta cirit atan yarı aydınları bilgi mücevheri gibi TV’lerde, sosyal medyada boy gösteriyorlar. Bu bağlamda; toplumu şekillendiren unsurlar nelerdir onlara bakmak elzem olmuştur artık. Kollektif bilinçte ise Drukheim, kolektif bilinci savunur. Zira toplumu şekillendiren unsurlar çoklukla gözlemleme yoluyla yapılır. Kuramcı Bandura’da gözlem yoluyla öğrenme kuramını savunmuştur. Gözlemleyerek öğrenme: Dikkat yöneltme, anımsama, davranış sergileme güdülenmedir. Onun için toplumda kabul görmüş, şarkıcı, sanatçı ya da tanınmış kişilerin gençlere örnek olacak davranışlarına dikkat etmeleri gerekiyor. Kaldı ki, İnstagram da vur patlasın çal oynayanların, bir avuç tuzu kuruların size ne katkısı ve ne faydası var birileri söylesin Allah aşkına… Bırakın artık şu vakit kayıplarını ve bilginin okullarda, bilimsel çalışmaların yapıldığı üniversitelerde olduğunu anlayın. Aksi takdirde bilgi bilgi olmaz, model olanların bilişsel süreçten faydalanarak yaptıkları kendilerine yaptıkları yatırım olur çıkar. “E… Üne ün katmak ta egonun ‘ben duygusu' işi değil mi ama?” diyor sevgili Yazarımız Şadıman Şenbalkan… Sağolsun Şadıman, sayesinde yeni bir diploma sahibi de olacağız, verdiği akademik bilgiler sayesinde… Şimdi devam edelim, Şadıman’la… *- HAYAT PAHALLIĞI Varlığın konusuna ilişkin olmazsa olmazımız hayatımızı idame ettirecek işimizdir. Eskilerin değimiyle ‘İşim, aşım, evim’ saptamaları son derece yerindedir. İş olmazsa aş bile olmaz değil ki ev… Determinist bir yaklaşımla yaşa ve gör savı da anlamlanır bu bakış açısıyla. Biz buna ‘algıda seçicilik’ diyoruz. Bundan mağda psikolog ve kuramcı Abraham Maslow’un ‘İhtiyaçlar Hiyerarşisi Piramit’inde’ birincil ihtiyaçları dört temel ihtiyaç olarak açıklamıştır. Bunlar: -Beslenme, barınma, giyim, sağlık olarak açıklamıştır. Bu ihtiyaçlarını gidermiş kişiler de ‘İhtiyaçlar Hiyerarşisi Piramit’inin’ en tepesindeki; İnsanın kendini gerçekleştirme ihtiyacıdır. Bizde sıra oralara geldi mi bilmem ama sosyal hayatın da insanın gelişmesi için olan bir zarureti var olmalı… Ama sanal değil… Yüz yüze… Göz göze… el ele… Gönül gönülle… Eskiler ne derdi? ‘İnsan insanın zehrini alır… İnsanlar konuşa konuşa anlaşırlar…’ Onun için önce konuşacağız, birbirimizi germeden… İnsan olmanın gerekliliğinde… Adres sorar gibi sevmemeli insan. Öyle ürkek, kayıp ve yabancı. Kuru bir dalı ortasında kırar gibi, kırıyorlar insanı Söylenmemiş her söz, yaşanmamış her an, sevilmemiş her insan, ya bir şiire ya da bir intihara sığınıyor. *- BİTMEYEN KOKU Her kavuşma bir ayrılık, her ayrılık bir kavuşmadır. Günü gelir, zamanı gelir ve biri birinden çeker gider. Geriye sadece gidenin kokusu kalır; bir vagonda, bir sokakta, çay bahçesinde ya da apartman merdivenlerinde... Bir yerlere koşuştururken, evde otururken... Asansörde, metroda, banyoda, balkonda ya da parkta… Birden kokusu gelir burnuna. ‘Yoksa?..’ dersin, bir umut etrafına bakınırsın. Sen ölene kadar bu böyle kalır. Herkes gider ama o koku hep sende kalır. *- BİRAZDA KÖYLERİMİZDEN SÖZ ETSİN Yazının kapanışını da Turan Bey’den yapalım: “Biraz topallasa at, Hastalansa koyun, Kaybolsa eşek. İnsanın dünyası yıkılırdı, canından can giderdi. Bu yıl ceviz tutmamış mı? Tarlayı dolu mu vurmuş? Aç susuz mu kalmış dağdaki ayı, tilki, kurt... Doğa insan demekti, insan doğa. Hiç unutmuyorum: Birgün korkumdan bir böceği öldürmeye kalkmıştım da, babam elimi tutup, kızmıştı bana. ‘İlle de korkacaksan, çiçekten böcekten değil, insandan kork!’ diye... O demler geçti gitti. Zamanla bozuldu insan. Kimi plastik oldu, kimi beton. İnsan mı? Dört tarafı hüzünle kaplı yara parçası işte. Tamirci değiliz ama her niyeti bozan soluğu kapımızda alıyor! *- HERİF İLE ADAM… “Herif ağlamaz, adam ağlar. Herif söz verir, adam tutar. Herif aşkı gösterir, adam aşkı yaşatır. Herif ‘reklamlardır’, adam ’haberler.’ Herifin çekini ve ç’ünü alırsan geriye bir şey kalmaz. Adamın kalbini alırsın ölür. Herif üç kadehten sonra her kadına aşık olur. Adam her kadehe sevdiği o kadının adını ezberletir. Herifin hayatı roman olur, adamın hayatı şiir. Herif tanıştığı kadının göğüslerine bakar, adam gözlerine. Herif severek öldürür, adam severek yaşatır. Herif kadının peşinden koşar, adam yanında yürür. Herif ağlayan kadına mendilini verir, adam omuzunu. Herif parasıyla konuşur, adam yarasıyla. Herif kadına ağıt söyletir, adam marş. Herif gurbettir, adam sıla. Herif kütledir, adam kitle. Herifin camda, adamın canda bekleyeni çok olur. Herif darbukadır, adam orkestra. Herif kalıbı kadar vardır, adam kalbi kadar. Herif kadını sever, adam kadını yaşar. Herif yer yatağıdır, adam yar yatağı. Herif sosyal medyada sahte hesapların arkasında saklanır, adam adıyla sanıyla aslanlar gibi barikatta savaşır. Herif çalı çırpıyla uğraşır, adam ateşi yakana bakar. Herif darbedir, adam devrimdir. Herif Yavuz B’’dür , adam Yılmaz G.. Herif namus bekçisidir, adam namus işçisi. Herif namerttir, adam mert. Herif varken azalır, adam yokken bile çoğalır. ADAMLARA SELAM OLSUN!” *- VATANINI SEVENLER İÇİN Deniz Özek değerli televizyon yöneticisi ve spikeri, bir o kadar yazar ve gazeteci, yayıncılığın alfabesini yazacak kadar usta bir meslektaşım yaş gününü yeni kutladı, Orhan Acu’nun son yazısını da paylaşmış., Keyifle okudum ve ben de sizinle paylaşmayı düşündüm: “Milliyetçiliğin sağı-solu ideolijisi olmaz. Vatanını seven insanlara verilen kimliğin adıdır; "Milliyetçilik". John Locke İngiltere ’de, Jean-Jacques Rousseau Fransa ’da, Giuseppe Mazini İtalya ’da, Johann Gottfried von Herder ve Johann Gottlieb Fichte Almanya ’da, Ziya Gökalp, Teyfik Fikret ve niceleri Türkiye ’de milliyetçilik düşüncesinin öncüsü olarak kabul edilirler. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında Mustafa Kemal, Gökalp ’in milliyetçilik anlayışından ve fikirlerinden esinlenerek, Atatürk milliyetçiliğini inşa eder. Ulus inşa sürecinde temel yapı taşı olarak milliyetçiliği kullanır. Gerçekten de milliyetçilik ideolojisi, modern ulus devletlerin inşasının vazgeçilmez yapı taşlarından birisi olagelmiştir! *- MİLLİYETÇİLİK NEDİR? Milliyetçilik ulus devlet yapısının olmazsa olmazıdır. Öte yandan yirminci yüzyıl içerisinde dünya toplumlarının iki büyük savaş yaşamasında milliyetçilik ideolojisi ana faktör olmuştur. Milliyetçilik, her şeyi millî açıdan, kendi ulusunun perspektifinden değerlendiren bir dünya görüşüdür. Milliyetçilik fikrine göre, millet kavramı bireyden, aileden bile üstündür. Milliyetçiliğin kökeni ilgili olarak; bir millete ait olma duygusu, din, dil, etnik yapı gibi sosyo kültürel birçok unsura sık sık vurgu yapılmaktadır. Milliyetçiliğin meşruiyet zeminini oluşturmadaki ana fikri; vatan fikri, tarihî derinlik ve dinî aidiyet özellikle baskındır. Bu durum, geleneksel biçimde insanların dünyayı ve hayatı anlamlandırmasında birinci derecede değerlendirdikleri dinle milliyetçilik arasındaki ilişkinin kurulmasında ve yakın etkileşiminde daha belirgin olabilmektedir. *- BİZ NASIL ANLIYORUZ? Peki bizim ülkemizde milliyetçilik nasıl anlaşılmaktadır? Öncelikle memleketimizde son yirmi yıldır yaşanmakta olanlara bakmak gerekir kanısındayım. Aramızda, milliyetçilik derken, "Ne mutlu Türk'üm diyene!" sözünden rahatsız olmakla eşdeğer görenler zuhur etmiştir. Bu sözü yazıldığı yerlerden kazımayı ülkü edinen ne idüğü belirsiz tipolojiler ortaya çıkmıştır. Şimdi sorarım size; milliyetçilik, "Türk'üm, doğruyum, çalışkanım…" diye başlayan andımızı okullardan kaldırmak mıdır? Milliyetçilik, Anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk üç maddesini tartışmaya açmak mıdır? Milliyetçilik, anayasanın 66. maddesindeki "Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür." maddesini tartışmaya açmak, bu cümlede geçen Türk sözcüğünü kaldırarak yerine Türkiye kelimesini koymayı istemek mi olmalıdır? Milliyetçilik, Barzani ve Şivan Perver'le birlikte gözyaşları dökerek megri megri çekmek midir? Bölücü başına, kurucu önder demek midir? Milliyetçilik, Irak'ta yaratılan sözde Kürdistan özerk bölgesine yardımcı olmak, yardım etmek için de yol, köprü, bina ihalelerini alıp zengin olmaya çalışmak mıdır? Milliyetçilik, devletin resmî televizyonunda Kırmanç ağzı için TRT Kürdi kanalını açmak ve böylece bir ağzı edebî dil hâline getirerek farklı bir millet yaratmak mıdır? Milliyetçilik, Oslo'ya devlet temsilcilerini gönderip PKK'nın terörist liderleriyle görüştürmek ve onların taleplerini müzakere etmek midir? Milliyetçilik, Türk mahkemesinin müebbet hapse mahkûm ettiği bölücü bir katilin mektubunu siyasi rekabet uğruna Diyarbakır meydanında okumak, okutmak mıdır? Milliyetçilik, Türk mahkemesini Habur sınır kapısına gönderip terör kıyafetleriyle sınırdan içeri giren bölücü teröristleri affetmek ve zafer işaretleriyle yurdumuzda dolaşmalarını seyretmek midir? Milliyetçilik, Ergenekon, Balyoz vb. adlarla Türk ordusunun general ve subaylarına kumpas kurmak, kumpas kuranlara izin vermek midir? Milliyetçilik, okullara giriş sorularını çalarak on binlerce gencimizin hakkını gasp etmek, harp okullarımız başta olmak üzere pek çok okula çalınmış sorularla adam yerleştirmek midir? Milliyetçilik, Türk vatanına Suriyeli ve Afganları doldurarak ülkenin nüfus yapısını değiştirmek ve bu ülkeyi Türk yurdu olmaktan çıkarmak için gayret göstermek midir? Milliyetçilik, vatanın taşını, toprağını, madenini, fabrikasını, limanını yabancılara satmak mıdır? Milliyetçilik, Arap’a, Afgan’a, İngiliz’e, Hintliye parayla vatandaşlık satmak mıdır? Elbette bunların hiçbiri milliyetçilik değildir. Allah böyle milliyetçiliklerden beni ve sizi muhafaza eylesin! Bu yazıyı yazarken tarihsel persfektif yönünden konuya yaklaşıp, sosyolojik gerçeklikten ayrılmadan, konuya kendi bakış açımdan bu felsefi yazıyı kaleme aldım...” Orhan Acu’ya teşekkür ederim… *-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BÖYLE BİR ANLAŞMA GÖRÜLMEDİ... DENİZİ YOK ANLAŞMAYA LİMANLAR KONULDU...

ANAHTARI SİZDE OLMALI

KİTAPLARIN ANLATAMADIĞINI ANLATIYOR