KOPYACILIKTA ÜSTLERİNE YOK!
YAŞAR EYİCE
*- TIPA TIP AYNISI
Bizimle ilgili değil!
Bu özlü söz Çinlilerle ilgili.
Bakın dünya piyasalarını ve Amerika’nın ticaretini allak bullak eden Çinlilerin ataları ne demiş?
‘Bir fakir ve zengin mahkemeye düşerse; zengin kazanır!
İki zengin mahkemeye düşerse, hakim istifa eder!
İki fakir mahkemeye düşerse, adalet yerini bulur!’
Bu yıllardır böyle mi bilmiyorum.
Bildiğim çok eski dönemlerde böyleymiş…
Araştırmalara, uzun sürelere gerek yok!
Baksanıza üç küçük ve anlamlı cümle ile Çin’de ‘Adalet’ nasıl oluşmuş anlıyoruz.
Ben de bir ekleme yapayım:
Çin insan gücü ile dünyada bir numara.
Birçok yerinde Afrikalılar gibi bir yaşam sürdüklerini görürürüz.
Geçekonduları bile yok…
Ağaç yaprakları bu işi görüyor.
Meksikalılar gibi bir yerlerde sızıp uyuyorlar.
Yarım ekmek fiyatına iş bulunca seviniyorlar.
Bu anlatımımda belki biraz abartı var ama genelde düne kadar durum böyleydi.
Bakmayın siz, davetle Türklerin bulunduğu bölgelere ve özel yerlere götürülüp ağızlarından ‘methiye sözleri’ alıp yaymalarına.
Bu davetliler içinde İstanbul ve Ankaralılar gibi İzmirliler de vardı.
Bir aya yakın yediler içtiler, hediye aldılar, Çinlileri met ettiler, ama örneğin İzmir’e geldiklerinde sus pus hallerine büründüler.
Uygur Türkleri için söyledikleri halâ aklımda bu insanlarımızın!...
Bilmiyorlar mıydı, soydaşlarımıza yapılanları?
*- YİNE BİR GERÇEK
Şunu da ilave edeyim:
‘Kopyacılıkta’ üstlerine yok!
Bizim iş insanlarımızdan biri Pekin’e gitmiş, ertesi gün önemli bir görüşmesi varmış Çinli yöneticiler ile.
Aksilik bu ya, ‘İngiliz kumaşı’ (Aslında Türkiye’den ihraç) elbisesi bir dikkatsizlik sonucu kirlenmiş, yağlanmış…
Kendisinin imdadına Çinli garsonlar yetişmiş, ithal kumaş satan bir mağaza ile ünlü ve hızlı bir Çinli terzinin adresini vermişler.
‘Aynısını yaparlar!’ demişler.
İçine bir ferahlık gelen ithalatçımız Ahmet Bey, sıkıntısını unutmuş, aynı kumaşı da bulmuş, hızlı Terziyi de…
Yağlı ve kirli takımını bırakıp, ‘Aynısını istiyorum!’ demiş…
Ve verilen saatte Terziye gittiğinde, söz verdikleri gibi elbisesi bitmiş, ütülenmiş hazır bir şekilde bekletiliyurmuş.
‘Denemek’ için kabinde giyindiğinde beyninden vurulmuşa dönmüş.
Çinli terzinin verdiği takım kendisinin eski yağlı elbisesi imiş…
Sinirle ‘Bu ne?’ diye kızınca şu yanıtı almış;
‘Sen aynısını demedin mi? Ben de aynısını yaptım, yağı bulmak için çok uğraştım!’
Senin ‘Aynısını yap!’ dediğin elbisen de şurada duruyor…”
Dedim ya kopyacılıkta üstlerine yok.
Avrupalılar bunu anlamışlar.
‘Turist şeklinde’ işyerlerine giren Çinlilere fotoğraf çekme, görüntü alma yasağı koymuşlar.
Her ünlü markanın taklidini Çin’de bulursunuz.
Genelde dünyaya ve tabii bize de oradan geliyor.
Tüketici mahkemelerinde bir ara rastlıyorduk şikayetlere…
Şimdi yine var mı?
Olmaz mı?
Önemsediğim bir sözü de burada paylaşayım;
‘Kıskanılmak, doğru işler yaptığının göstergesidir.
İnsanlar asla kaybedenleri kıskanmazlar…’
Çinlileri kıskananlar da az değil, örneğin Amerikalılılar
*- ÜRKÜTÜCÜ GÖRÜŞ
2 Şubat 1905’te, Saint Petersburg’da, Rus asıllı filozof ve yazar Alissa Zinovievna doğdu.
Edebiyat dünyasında Ayn Rand adıyla tanınan bu isim, şu sözleriyle dikkat çekti:
‘Bir gün, hiçbir şey üretmeyenlerden izin almadan bir şey yaratamayacağını fark ettiğinde; para akışının mal veya hizmet üretenlere değil, sadece ayrıcalıklarını kullananlara yöneldiğini gördüğünde; birçok kişinin çalışarak değil, yolsuzluk ve etkilerle zenginleştiğini anladığında; yasaların seni onlardan korumak yerine, onları senden koruduğunu fark ettiğinde; yolsuzluğun ödüllendirildiğini ve dürüstlüğün bir fedakârlık haline geldiğini keşfettiğinde, işte o zaman, toplumunun mahkûm olduğunu tereddütsüz bir şekilde söyleyebilirsin.’
Bu sözler, zamana meydan okuyan bir gerçeklik gibi yankılanıyor, adeta mermer üzerine işlenmiş bir uyarı niteliğinde…
Ama kime Ruslara…
Bu konuşmalar, sözler, kitaplar Rusya’dan ve peyklerinden dışarı çıkabilir miydi?
İmkânsız…
Ama şunu da unutmayalım.
Alissa Zinovievna’nın Rusya’daki izlenimleri yalnız o ülkeyi kapsamıyor.
Amerika’sı da böyle, Avrupa’sı da, ta uzaklardaki Avustralya’sı için de geçerli.
Sonuçta sıkıntı hep fakir fukaraya uğruyor.
*- AY YILDIZLI KONAK
Kentin tescilli tarihi yapılarını hayata döndüren İzmir Büyükşehir Belediyesi, Basmane’nin özgün yapısı Ay Yıldızlı Konak’ın restorasyon çalışmalarında sona yaklaştı.
Mülkiyeti Tarihi Kemeraltı İnşaat Yatırım Ticaret AŞ’ye (TARKEM) ait yapının restorasyon çalışmalarını yürüten İzmir Büyükşehir Belediyesi Yapı İşleri Dairesi Başkanlığı, yakın zamana kadar otel olarak kullanılan yapının tarihi dokusunu gün yüzüne çıkardı.
390 metrekare inşaat alanı, 70 metrekare bahçe alanı olmak üzere toplam 460 metrekarelik alana sahip tarihi konak, bodrum katı ile beraber 3 kattan oluşuyor.
Hatuniye Meydanı’nı Oteller Sokağı’na bağlayan 945 sokak üzerinde yer alan Ay Yıldızlı Konak’ın yaz aylarında hizmete açılması hedefleniyor.
*- GERÇEK YAŞANMIŞ BİR OLAY
Daha önce yazmıştım.
Ama son zamanlarda esnaf ve piyasa çeşitli şekillerde ele alındığından, hatta bu nedenle yine ikiye bölündüğümüzden bir gerçek olayı anlatmak istiyorum.
Sanıyorum, bazı okuyucularımız da bu ‘gerçek hikayeyi’ biliyor ve duymuştur.
Konumuz; AZ KURU!...
Anlatalım.
Üniversite'ye yeni başlamıştı.
Ekonomik durumu iyi değildi.
Ailesi yeteri kadar para gönderemiyordu.
Mühendislik okuyordu.
Çarşıda bir lokantaya girdi;
‘Az kuru alabilir miyim?’ dedi.
Lokantacı hali anladı.
Ağzına kadar dolu bir tabak kuru, bir de pilav getirdi.
Para ise, sadece az kuru parası aldı.
Talebe her gün ‘a’ dedi; lokantacı çoook verdi.
*- FABRİKATÖR OLUNCA
Yıllar geçti, okul bitti.
Yıllar daha da geçti.
Talebe zengin bir mühendis oldu.
Aklına ‘az kuru’ geldi. Atladı okuduğu şehre gitti.
Çarşıda lokantanın olduğu yere gitti.
Baktı ki lokanta yok.
Hemen esnafa sordu:
‘Buradaki lokanta nerede, sahibi nerede?’
Esnaf,
‘Lokanta kapandı, amca da az aşağıda oturuyor!’
Tarif ettiler.
Zamanın talebesi gitti evi buldu.
Kapıyı çaldı.
Amca kapıyı açtı, ‘ Buyurun’ dedi.
*- AMCA ANIMSAMADI
‘Amca ben yıllar evvel burada okudum. Hep az istedim, sen çook verdin…’
Amca talebeyi hatırlamadı.
O her talebeye öyle yapardı.
‘Hatırlamadım oğlum, yıllar oldu.’ dedi.
Talebe,
‘Burada oturuyorsun galiba, ev senin mi amca dedi?’
Amca,
‘Yok oğlum kira, hanım ben idare ediyoruz.’ dedi.
Talebe,
‘Peki’ dedi, gitti ev sahibini buldu.
Evi satın alıp amcaya verdi. Üstüne hatırı sayılır bir miktar da para da bıraktı.
*- İYİ YAPTI
Amca, ‘Aman oğlum ne yaptın? Ne gerek vardı?’ dedi.
Talebe;
“Amca, ‘senin az kurun olmasaydı’, ben aç yatar aç kalkardım.
İhtimalle okulu bile bitiremezdim.
Şimdi senin de sayende, öyle zenginim ki!
İnan benim sana verdiğim, senin bana verdiğinden daha değersiz.
Sen hakkını helal et o bana yeter…’ der.
*- CÖMERTLERE SELAM OLSUN
Sarıldılar, ağladılar.
Ahh insanlık.
İşte Rabbim dilerse az kuruya bir ev ikram eder.
Olay gerçektir.
İsimler de bellidir.
Ancak adı geçenler isimlerinin geçmesini istediklerinden olay sadece ‘gerçek’ denilerek kayıtlara geçer.
Cömertlere selam olsun…
Acaba bu şekilde hareket eden kaç esnafımız, iş insanımız, patronumuz var.
*- DİNGO’NUN AHIRI
Bugün biri bir yere giren çıkan belli değilse, “Burası da Dingo’nun ahırı mı?” deriz ya, bu deyim nereden çıkmış biliyor musunuz?
Zaman, İstanbul’da atlı tramvayların cadde boyunca takır takır ilerlediği yıllar...
Tramvaylar iki atla çekiliyor ama mesele Şişhane Yokuşu’na gelince iş değişiyor.
Malum, yokuş sert, yük ağır.
O yüzden Azapkapı’dan yokuş yukarı çıkacak her tramvaya ekstra atlar ekleniyor.
Bu ‘takviye atlar’ yokuşu çıkıp tramvay görevini tamamladıktan sonra ne oluyor?
İşte devreye ‘Dingo!’ giriyor.
*- ATLARIN DİNLENME YERİ
Dingo, Azapkapı-Taksim hattında, Pera civarında bir yerde bir ahır işletiyor.
Aslen Rum olan Dingo’nun ahırı, görevini tamamlayan yorgun atların dinlendiği yer.
Gün boyu, tramvaydan çıkan atlar geliyor, dinleniyor, sonra yenileri gidiyor.
Bir gelen bir giden…
Atlar, görevliler, meraklılar, tembeller, işçiler derken ahır, adeta küçük bir terminal gibi.
Hatta öyle bir hal alıyor ki, ‘kim giriyor kim çıkıyor!’ belli olmuyor.
İşte bu yüzden halk arasında bu ahıra bakıp şöyle denilmeye başlanıyor:
‘Burası da Dingo’nun ahırı gibi olmuş!’
*- MEŞHUR OLUYOR
Olayı şöyle özetleyebilirim:
Girenin çıkanın belli olmadığı, düzensiz ve kontrolsüz yerleri tanımlamak için kullanılan Dingo’nun Ahırı’ deyiminin kökeni 19. yüzyıl İstanbul’una dayanıyor.
Taksim civarında, bugünkü Fransız Konsolosluğu yakınlarında bir ahır bulunuyordu.
Bu ahırın sahibi, içkiye düşkün bir Rum vatandaşı olan Dingo idi.
Ahır, tramvay sürücülerinin atlarını dinlendirdiği bir yerdi, ancak Dingo’nun işinin başında durmaması nedeniyle burası tam anlamıyla bir keşmekeşe dönüşmüştü.
Gelenin gidenin belli olmadığı bu ahır, zamanla ‘Dingo’nun Ahırı’ deyimi belirttiğim gibi, düzensizlik, keşmekeş ve kontrolsüz girip çıkmaların olduğu her yer için kullanılmaya başlanıyor.
Tarihin sokaklarından gelen bu deyim, dilimize yerleşip kalmış.
Üstelik içindeki o eski İstanbul havasıyla…
*- YAŞAMA TUTUNDULAR
İzmir Büyükşehir Belediyesi, geçen yıl Yamanlar Dağı yangınında zarar gören ağaçların önemli bir bölümünü yeniden doğaya kazandırdı.
Park ve Bahçeler Dairesi Başkanlığı ve İzmir Planlama Ajansı (İZPA) yangının hemen ardından harekete geçerek Bayraklı Kovankayası, Karşıyaka Sancaklı ve Örnekköy ağaçlandırma sahalarında kurtarma çalışması başlattı.
Ekipler yürütülen rehabilitasyon çalışmalarıyla çok sayıda ağacın hayata tutunmasını sağladı.
Yangında tamamen zarar gören alanlarda ise bölgenin dokusuna uygun ağaçlandırma çalışması yürütüldü.
İlkbaharla birlikte, ağaçların sağlıklı bir şekilde tomurcuklandığını gözlemledi.
Burası yaklaşık 71 bin metrekare büyüklüğü olan, mülkiyeti belediyeya ait saha.
2022 yılında ilk dikimler yapıldı.
Ancak geçen yıl yaşanan büyük orman yangınından bu saha da oldukça zarar gördü.
Yangından hemen sonra ağaçların kambiyum dokusunun sağlam olduğu belirlendi.
Ve bunların kurtarılabileceğine karar verildi.
*- ÖZEL DERS
Filmlerde olduğu gibi;
Bağış yaptığı okulun konferans salonunda ilk sırayı tamamen akrabalarına ayırmıştı zengin adam.
Oluk gibi para akıtmıştı oğlunun eğitimi için.
Şimdi ise başarı bekliyordu.
Gururlanacaktı başarısıyla.
Ve tüm akrabaları önünde göğsü biraz daha kabaracaktı.
Adı gibi emindi dereceye gireceğinden.
Oldum olası oğluyla aralarındaki bağda işlerinin yoğunluğu nedeniyle kopukluklar olduğu için göz göze dahi gelmemişti o günde...
Bunun hiçbir önemi yoktu gözünde.
*- YAMALI ÖĞRENCİ
Okul müdürü yurt genelinde yapılan sınavda büyük bir başarı gösteren öğrenciyi sahneye çağırdı o an.
Önlüğünün rengi öyle solgundu ki öğrencinin.
Belki birkaç yerinde de yaması vardı.
Başarı plaketini alıp sahneden inerken giydiği kara lastikler, ‘gacır, gucur’ diye sesler çıkarıyordu.
Civarın en zengin adamı pek bir sinirlenmişti bu duruma.
Aynı okulda okuyan oğlu barajı dahi geçememişti.
Sınavda birinci olan fakir öğrenciyi sahneden inerken kolundan yakaladı. Ve nasıl bu başarıyı yakaladığını sordu.
Her akşam köşkünün önündeki çöpten artık sebze meyveleri toplayan adamın oğlunu tanımıştı o an...
*- BABADAN ÖZEL DERS
Çocuk, ‘Özel ders alıyorum’ deyince, zengin adam bir kahkaha patlatmıştı.
‘Daha karnınızı doyuracak paranız yok.
Nasıl özel okula gönderebilir ki baban seni?
Kesin bir hile yapmışsınızdır.
Her akşamüzeri baban benim köşkün önüne gelir seyyar arabasıyla, çürük çarık meyveleri toplayıp gider. Yanında çok defa seni bile gördüm’ deyince, kendisini az ileride ışıl ışıl gözleriyle bekleyen babasına baktı çocuk.
Ve şöyle dedi:
‘Babam verir özel derslerimi.
Hayat yarışında beni okutmaya çalışırken hayat bilgisi, Sırf beni okutabilmek için hesap yapıp kılı kırk yararken matematik, ne kadar yorgun olursa olsun masallar anlatırken başucumda Türkçe, en ufak derdimle dahi ilgilenirken seçmeli dersler, ailemiz için koca istanbulu yürüyerek dolaşırken coğrafyayı öğretir sanki bana.
Babamın bana karşı verdiği bu dersleri boşa çıkarmamak için çok çalıştım bu sınava.
Evet ‘doğru’ dediniz.
Bana sizin evinizin artıklarıyla koca bir hayat kurar babam...
Bakın. Babam bana bakarken nasılda gözleri parlıyor.
Siz ve oğlunuz ise yan yana dururken bile mutlu değilsiniz sanki.
Siz ‘oğlunuzu en pahalı özel okullara göndereyim’ derken ikiniz birden sınıfta kalmışsınız...
Deme ki sadece parayla tutulan öğretmenlerle alınmıyor özel dersler.
Sevgi dolu bağlardan ne dersler alınıp ne hayatlar kuruluyor bu dünyada!..
Yani;
Başarı eğitimden geldiği kadar, sevgiden, ilgiden de gelir.
Sevgiyle ilgiyle büyüyen çocuklar gerçek başarıyı yakalamış demektir.
*-
Yorumlar
Yorum Gönder